19 Mayıs 2018 Cumartesi

İsmail Sıtkı Bey’in Hatırat Adlı Eseri ve Vakıfların Yeniden Yapılandırılması Hakkındaki Bazı Düşünceleri

 İsmail Sıtkı Bey’in Hatırat Adlı Eseri ve
Vakıfların Yeniden Yapılandırılması Hakkındaki Bazı Düşünceleri
Yay. Haz.: Adem EFE[1]

Kısa Bir Giriş
Vakıflar İdaresi Meclisi Başkatibi kaydından başka hayatı hakkında pek bir bilgi sahibi olamadığımız İsmail Sıdkı Efendi “Hatırat” üst başlıklı ve “Memalik-i Osmaniye’de Kâin Evkâfın Suret-i İdaresi Hakkında Bazı Mütalaatı Havidir” alt başlıklı risalesini sadeleştirme yapmaksızın, günümüz harflerine çevirerek, aynıyla yayına hazırladığımız bu çalışma 1324/1906-1907 tarihinde kaleme alınmıştır. Yani II. Meşrutiyet’in ilanından bir iki yıl gibi kısa bir süre sonra yazılmıştır. Yazarın, Meclis İdare-i Evkâf Başkâtibi olması münasebetiyle konu hakkında hayli bilgi sahibi olduğu metin bütün olarak okunduğunda görülecektir. Risalenin üst başlığının “Meclis-i Mebusana Bir Tuhfe-i Naçiz” şeklinde verilmesinin de yazarın, II. Meşrutiyet’le birlikte oluşacak yeni meclis üyelerinin önemli ve hassas bir kurum olan vakıfların yeniden yapılandırılması, teşkilatlandırılması hususunda duyarlılık kazandırılması; dikkatlerini çekme ve konuyla ilgili malumat verme istek ve arzusu olarak değerlendirilebilir.[2]

***
EK
Meclis-i Mebûsâna Bir Tuhfe-i Naçiz


HATIRÂT[3]

Memâlik-i Osmaniye’de Kâin Evkâfın Sûret-i İdaresi Hakkında Bazı Mütâlaâtı Hâvidir

İsmâil Sıdkı[4]
Medhal
Daire-i Resmiye ve Islâhât-ı Umumiyye
-Hazine-i Evkâf-
Şüphe yoktur ki bir memlekette mektepler muntazam olur, şebbân-ı vatan ciddî, müfid bir tahsil görürlerse, aksâm-ı meslek her cihette zâbıta vazifesini tamamen îfâ ederek âsâyiş mükemmelen temîn edilir. Mehâkim bihakkın tevzi-i adâlet edip de herkes hukukundan emin bulunursa, idare-i hükümetin her şubesi, maliye, nâfia, vesâire intizâm-ı tam tahtına girib de memleketin her ciheti şoseler, temiz yollarla yek-diğerine rabtolunur, vergilerin suret-i tarh ve cibâyeti kavâid-i adâlete tâbi’ olursa o memleket pek az bir zamanda ma’mûr, suknâsı müreffeh ve mes’ûd olur.
Uzun uzadıya tedkîkâtta bulunmaksızın memleketimize, ahâlimize şöylece bir nazar atfolunur ise ne görülür? Her ciheti harâbezâra dönen Mülk-i Osmaniye’yi görenler dahil memlekette tufanlar zuhûr etmiş, büyük yangınlar, müthiş zelzeleler, kanlı muhârebeler vukû’ bulmuş zannederler. Evet memleketimiz yangınlar, zelzeleler görmüştür fakat bunların tesirâtı ahalinin say’ u gayretine, toprağın feyz u bereketine nispeten pek mahdûtdur. Memleket asıl bir âfet pek büyük ve cidden dehşet-nâk bir felaket geçirmiştir ki o da âfet-i istibdâttır.
İdare-i sâbıka devâir-i hükümetin her kısmını bozmuş, maârifi hemen muattal bir hale getirmiş, zâbıtayı halkın ahvâl-ı husûsiyesini tecessüs gibi hidematta kullanmış, mahkemeleri te’min-i adâlet etmekten müberrâ bir halde bulundurmuş, hulâsa memleket için fâideli olması lâzım gelen bütün müessesâtı memlekete, ahaliye muzırr olacak bir şekle koymuş idi devâir-i resmiyenin memurin-i hükümetinşu hal-i esef âveri bütün erbâb-ı hamiyyeti öteden beri dağdâr etmekte olduğu gibi inkilâb-ı mes’ûdiyemizden sonra ıslâh-ı muâmelâta teşebbüs edilince şu hakikat-ı müessefe nazarlarda büsbütün tecelli etmiştir. Binâen-aleyh eski felâketleri tamir için iktiza eden ıslâhât ve tensîkâtın icrasına hârikulâde bir faâliyet ibrazıyla müsâraat-ı memurin-i hükümetin kâffesine farz-ı ayn derecesine gelmiş, devâirin kıs-ı a’zamında bu gibi tedâbir-i islâhiyeye az çok başlanıdlığı görülmekte bulunmuştur. Ancak şurası da umûr-ı müsellemedendir ki tensîkât-ı matlûbe bütün şuubât-ı idarede bir ahenk-i muntazam dairesinde yapılmaz; ıslâhât nâmına vukûa’ getirilecek icrâata her şube-i idarede müsâvî himmetlerle çalışılmaz ise devr-i istibdâdın cism-i devlete açtığı müthiş yaraları kolaylıkla tedavi olunamaz. Şimdi enzâr-ı cihan bize matuftur ve selâmetimiz necât ve felâhımız ıslâh-ı ahvâlimize mevkûftur.  En cesîm yaralarımızı hüsn-ü ihtimâm ile kapamağa muvaffak olsak bile bir küçük cerihamızı cihân-ı medeniyet çirkin görür. Hükümet-i Osmaniye’yi “Şahs-ı Marîz” unvan sakiminden kurtarmak istersek cism-i devletin uzuvlarını aynı ihtimam ile tedavi etmeli, bütün aksâm-ı idareyi aynı faaliyet ile ıslâh etmelidir. Halbuki cidden kıymetdâr olan ve hiçbir dakikasının ifâtesine vicdan kâil olmayan şu zamanımızı bazı dairelerimiz pek bi-hûde geçirmekte muâmelâtının intizamsızlığı devr-i sâbıka rahmet okutmaktadır. Mesela Hazine-i Evkâf.
Herkes bilir. Tasdik eder ki devâir-i resmiyemiz meyânında en ziyâde muhtaç-ı ıslâh olan bir dairemiz hazine-i evraktır. Günâgün mesâvi-yi idare ile derûnu boşalmış, yalnız unvanı kalmış olan bu hazinedir. Vakıâ umûr-ı mühimme-i maliyenin tanzimi, kavânin-i aliyyenin ihtiyâcât-ı hâzıraya göre ta’dili, kuvvâ-yı berriye ve bahriyenin i’lâsı gibi âcilen icrâsı ilzâm olan ıslâhât sırasında evkâftan bahsedilmesi belki de nâ-be-mahal görülebilirse de idare-i memleket hususunda hukuk-ı tasarrufiyenin ne derecede mühim olduğu pîş-i nazara alınır ve memleketimizde evkâfın hakk-ı tasarrufa ne kadar münasebeti olduğu, mahsûsan sû-i idareden dolayı muâmelât-ı halkın ne derecelerde işgal edildiği düşünülürse memleketimiz ahalisinden hemen cümlesinin doğrudan doğruya veyahut bi’l-vâsıta alakadâr olduğu şu madde hakkında cümlenin hukuk ve menâfiini muhafaza  edecek surette iktizâ eden tedâbirin bir an evvel ittihaz edilmesindeki lüzum ve zaruret tasdik olunur zannederim.
Gerçi diğer devâirde olduğu gibi daire-i evkâfça da ıslâh-ı muâmelât için iki komisyon teşkil olunarak memurin maâşâtının tensîki ve evkâfın muâmelât-ı tasarrufiyeye taalluk eden bazı mevadînin ta’dili tezekkür edilmekte ise de mevki’i tezekküre vaz’olunan husûsât-ı muâmelâtı bervech matlûb-ı tanzime kifâyet edilecek bir derecede olmadığı gibi usûl-i meşrutiyetin tecdîd-i mer’iyeti tarihinden itibaren mahlûlât yağmakârlığı ortadan kalkmış ve şimdiye kadar yağma edilen ve kıymet-i hakikiyesi ehemmeliyetçe bir yekûn teşkil eden bir hayli mahlûlat da istirdât azalmış iken idare-i umûr hususunda gösterilen atâlet ve rahâvet neticesi olarak hazinenin vâridât ve masârifine bir nokta-i tevâzun bulunamayarak birkaç mahtan beri verilmekte olan maâşât bin türlü rica ve temellukler ile şuradan buradan istikrâz edilen mebâliğ ile te’diye edilmekte olduğu maa’t-teessüf görülmekte bulunmuştur. Hazinenin başlıca mahlûlât maddesinden dolayı pek ziyâde zengin olması iktizâ eden şu sırada memurin maâşâtı ve hademe-i hayrâtın vezâifi ile diğer birtakım duyûn için te’diyesi icap eyleyen birkaç bin liraya mukâbil ancak beş yüz liralık bir emanet akçesinden başka hazinenin mevcudu olmadığı görülmesine nazaran şu halin esbâb-ı hakikiyesi taharri ile ona gör tedâbir-i musîbe ittihazına teşebbüs edilmek lazım gelir iken pek bî-hûde imrâr-ı vakit olunmaktadır. İdare-i hâzıranın bir dereceye kadar olsun hüsn-ü temşiyetinde hakikaten izhâr-ı acz etmekte olan ekâbir-i memûrîn nezâretin ıslâh-ı âti için tasavvur etmekte oldukları tensikât dahi birkaç memurun tebdil-i unvanı bazı müteneffizân memurînin tatyib-i hâzırı için müstevfi maaşlar eylediğinden birtakım memuriyetler ihdâsı gibi hususâttan ibaret olup hazinece kanunen, aklen, mantıken icrası iktizâ eden ta’dilât ve ıslâhât hatırlardan bile geçirilmemiş ve hatta bazılarına ihtâr olunduğu halde atf-ı nazar-ı ehemmiyet edilmemiştir.
Fikr-i acizanemce ıslâhât maddesinden devâir-i sâireden hiçbiri hazine-i evkâfa mukayese olamaz, diğer dairelerde nizâmât-ı mevcûdenin vakt ve hale, kâide-i meşrutiyete tevfikan ta’dîli, memûrîn miktarının nisaba iblâğ ve tenziliyle maaşlarının tensik ve tertibi ve memûrînin vezâif-i mahsûsalarının tayiniyle ona göre hareketlerinin temin ü tevfîki halinde ıslâhât-ı lazımeye tevessül edilmiş olur. Bi’l-farz Zabtiye Nezâreti Polis Nizamnâmesi’ni ta’dil, memûrîn-i zabıtanın vazifesini bihakkın tayin eder, memûrînin intihâbâtında ihtimam gösterir kendilerine vazifelerini tamamen öğretir, onsan sonra muâmelâtı teftiş ve ve nezâret altında bulundurmakla beraber mükâfat mücâzât kaidelerini tatbik ve icrâ ederse daire-i zaptiyece icrâsı iktizâ eden ıslâhât-ı esâsiyeyi icrâ etmiş olur. Kezâlik Maârif Nezâreti de mrkâtib-i mütenevviada tedris olunacak ulûm ve fünûnnun programlarını mükemmelern tertip ettirir. Muallimlerini, memûrîn-i sâireyi hüsn-ü intihap eder, tedrîsâtın ciddi, müfîd bir tarzda icrâsı için teftîşât-ı mütemâdiyede bulunursa matlup olan ıslâhât şimdilik icrâ etmiş olur devâir-i hükümetin kısm-ı a’zamında hal bu merkezdedir çünkü her dairenin esâsı ihzâr olunmuş, nizâmâtı tertip edilmiştir. Yapılacak şey nizâmât-ı mevcûdeden hale, icâbât- ı zamana kâbil-i tevfîki olmayanlarını ta’dîl, idare-i sabıkanın açtığı rahneleri tamir için faaliyet-i lâzime ibrâz eder. Hazine-i evkâfa gelince: Yirmi seneyi tecâvüz tecrübemle anladığıma göre bu hazinece nizâmât-ı mevcûdenin böyle cüz’i ta’diliyle muâmelenin ıslâhı evvela d kâbil değildir, sâniyen maslahaten muvâfık değildir. Sâlisen esâsı hükümetçe câiz değildir. Şu ifâdenin delâil-i muknia’ ile te’yid ve ispatı hazine-i evkâfın maksat ve suret-i teşkili il muahharen aldığı tarz-ı idare hakkında hiç olmazsa gayet muhtasar olarak bazı izâhât itasını istilzâm eder. Bu cihet izâh edilmeli, evkâfın vaktiyle ne suretle idare olunduğu, evkâf hazinesinin muahher âne için teşkil edildiği ve hâl-i hâzırına ne suretle ve ne gibi esbâbın tesiriyle geldiği beyân olunmalıdır ki ihtiyâcât-ı vakt ve asırda ve usûl-ı meşrutiyetin tevfikan ne vecihle idaresi lâzım geleceği tayin etsin.
Devlet-i Ebed Müddet-i Osmaniye’nin teşekkülünden sonra Osmanlılar seyf-i celâdet ve şehâmetleriyle feth ü teshîr ettikleri memâlikte evvel emirde memûrîn-i idare tayini ve hâkim nasb ve ikâmesi gibi husûsâta ihtimâm etmekle berâber diğer taraftan Kalmer ve Osmanî’ye zmm ü ilhâk edilen memâlikin tezyin ve imârı ve menâfi-i umûmiyyenin temini için çeşmeler, köprüler, imâretler yapmışlar, şehir ve kasabalara etraftan su celp ve isâle etmişler, ahâli-yi İslâmiye’nin ibâdât-ı diniyelerini icrâ etmeleri için mescitler, camiler inşâ eylemişer, tedris-i ulûm ve fünûn için mektepler, medreseler açmışlar ve bütün bu mebâni-yi hayriyyenin te’yid-i idare ve mamûriyeti için de birtakım arâzi ve emlâk terk ü tahsîs etmişlerdir ki Memâlik-i Osmaniye’de vakıf muâmelesi şu suretle meydana gelmiş ve muahharen zuhur eden vüzerâ ve ekâbirin  de nef-i âmme himmet namlarının bekâsına hizmet etmiş olmak üzere şu esere Tevfik-i hareket eylemeleri memlektimizin  her cihetinde birçok hayrât ve müberrât ve onlara mahsus birtakım akârât vücuda getirmiştir.[5]
Evkâf-ı mezkûrenin suret-i idaresine gelince; Bir vakfın kimin marifetiyle idaresini vâkıfı tensip etmiş ise o vakfın onun marifetiyle idaresi tabir-i diğerle bir vâkıf vakfına kimi mütevelli tayin etmiş ise o vakfın o mütevelli marifetiyle idaresi ahkâm-ı şer’iyye îcâbından olmasıyla ashâb-ı hayr tarafından tesîs ü ihdâs olunan vakıflar mütevelli-i mahsusları marifetiyle idare edilmekte ve yalnız muamelelerine hükkâm-ı şer’iyye canibinden nezâret ve muhâsebeleri kabli şürû’dan rü’yet olunmakta olduğu gibi bazı evkâf-ı şer’iyyenin tevlitleri dahi vâkıfları tarafından Meşîhât-ı İslâmiyye ile İstanbul Kadılığı gibi manâsib-i âliye ashâbına şart u tahsis edilmiş olmasıyla evkâf-ı mezkûre muâmelâtı da manâsıb-ı mebhûsede bulunan zevât marifetiyle idare olunurdu. Tanzimât-ı Hayriyye’den sonra devletin bilcümle muâmelâtını tanzim için her dairenin muâmelâtına dair nizâmât-ı mahsusa tertip olunduğu sırada böyle müteferrik suretle idare edilmekte olan evkâfın da bir daire-i mahsûsaya tevdi’i tensip olunarak Evkâf Nezâreti teşkil olunmuş ve selâtin-i âzâm hazerâtının evkâf-ı seniyyeleri ile mütevelli-i mahsusları bulunmayan vakıfların doğrudan doğruya bu hazine marifetiyle iadresi ve mütevellileri marifetiyle idare edilen ve evkâf-ı mülhaka tesmiye olunan vakıfların muâmelâtında hazinece nezâret edilerek muhasebelerinin hükkâm-ı şürü ile birlikte memrurin-i vakfiye taraflarından rü’yet olunması takarrür etmiş ise de îfâ olunacak veâaif-i u muâmelât selâmet-i maslahatı temin edecek surette tayin u tecdîd edilmedikten başka muhtelif tarihlerde akıl ve mantığa ve maslahat ve muadelete hiçbir suretle tevâfuk edilemeyecek bir takım usuller ile muâmelât içinden çıkılmayacak ve herkesçe değil senelerce o işlerle meşgul olanlarca anlaşılamayacak bir hale getirilmiş ve memûrînin intihâbâtında hiçbir kaideye riâyet edilemeyerek rastgelen adamlara ve müstebidân-ı asrın iltimas-gerdeleri olan nâ-ehillere tevdi’-i umûr edilmekle böyle ne olduğu malûm olmayan ve liyâkattan zerre kadar behresi bulunmayan memurlar ise sû-istimâllerini kendilerine bir şöhret-i fâika addolunacak bir raddeye getirmişler ve bir taraftan dahi idare-i umûmiyye-i vilâyet nizamnâmesinin memurin-i vakfiyenin vezâifini tayin eden madde-i mahsûsasının da evkâf memurlarının birinci vazifeleri emvâl-i evkâfın tahsiliyle evkât-ı muayyenesinde hazine-i evkâfa göndermekten ibaret olduğu münderiç bulunmasından dolayı evkâf memurları kendilerinin vazifeleri hayrât u müberrânın imâr ve idâme-i şairi değil belki merkeze para irsâlinden ibaret olduğu fikrine zâhib olarak ve kadar fazla para gönderirse gönderecek olursa merkezce o nispette takdîrâta mazhar olduklarını görerek tesadüf ettikleri her nev’i evkâfı hazine hesabına zabtetmişler, vakfa âit birçok yerleri müteneffizâne, şuna buna kaptırdıkları halde kendileri vakıf namıyla haber verilen her güne emlâk bilâ tahkik ve tedkîk teaddî ve tecâvüzlerini uzatmışlar, daire-i evkâfça muâemelesi olan bi’l-umum efrâd-ı halkı senelerce uğraştırıp cümlenin şikâyetini ve evkâf hakkında herkesin nefretini celb ü davet etmişlerdir.
Hulâsa: İdare-i sâbıka bütün devâir-i resmiyede olduğu gibi evkâf hazinesinde dahî tesirât-ı esyyiesini tekmîl kuvvetiyle göstermiş olduğundan vazife-i esâsiyye olan imâr ve hüsnü idare-i hayrata bakılmayıp müsessesât-ı hayriyenin hudemâsı beşer onar kuruş vezâif u maâşât ile âdeta tese’ül edecek bir hâlde bırakılmış, eslâf tarafından gayet büyük himmetlerle vücuda getirilen milyonlarca mebâni-i hayriyye acınacak bir hâle gelmiştir.
Evkâf muâmelâtının şu tezebzüb ve teşevvüşünün esbâbına gelince: Bunların birincisi şüphe yoktur ki sû-i idaredir. Çünkü bâlâda beyân olunduğu üzere memûrîn-i vakfiyenin intihâbâtında iktidar ve liyâkat olunmayıp ekâbir-i ricâlin tavsiye ve iltimaslarıyla memur tayin edilmesi ve bu suretle tayin olunan memurların hâmilerine istinaden irtikap ettikleri her güne mesâvinin cezasız bırakılması ve bilakis vazife-i mevdûasını hüsnü niyetle müstekimâne îfâ ederek hukuk-ı vakfı müdâfaa ve muhâfaza eyleyen memurların türlü türlü iftiralara uğrayarak memuriyetlerinden mahrum edilmesi ve’l-hasıl mükâfât ve mücâzât görmesi, mücâzâta uğraması îcâb edenlerin takdir ve iltifata mazhar olması gibi bin türlü ahvâl-ı muâmelâtı şirâze-i intizâmdan çıkarmışdır. Ancak bu gibi mesâvi-i idareyi imhâ için iktizâ eden tedâbirin ittihazı haddizatında o kadar müşkil değildir. Reis-i idarede bulunacak zavât hakikaten ehliyet ve liyâkât ve hüsnü niyet sahibi bulunurlar da ciddî bir faaliyet ibrâz ederlerse ta’dâd olunan mesâvîden hiçbirini kalmayacağı şüphesizdir. 
Muâmelât-ı vakfiyenin teşevvüş ve tezebzübde kalmasının ve hayrât u müberrâta bakılamamasının ikinci belki en mühim sebebi Hazine-i Evkâf Nizamnâmesi’nin şekil ve mâhiyet maslahatının icâbât-ı hakikiyesine tevâfuk etmemesi ve merkeziyet usulünün tam bir kuvvetle tatbikiyle efrâd-ı ahâlide teşebbüsât-ı şahsiyye hissiyatının imha olunmasıdır. Maksadımızı izâh edelim: Hazine-i Evkâf ne için teşkil edilmiştir? Hayrât ve müberrâtın idare ve devam mamûriyeti maksadıyla değil mi? Bu vazife esâsen kime aittir? Bir kasabanın, bir karyenin yahud bir mahallenin camii, mescidi, çeşmesi bulunmazsa veya mevcûd olan mescid ve çeşmesi harâb olursa onları yapmak, tamir etmek kimin vazifesidir? Şübhesiz ki orada sâkin olan ahâlinin. Yoksa Memâlik-i Osmaniye’nin bütün köylerine varıncaya kadar her cihetinde kâin milyonlarca mebâni-yi hayriyeyi doğrudan doğruya idare etmek, hademesinin vezâif u muayyenâtını vermek, harâb olanlara tamir etmek hükümetin borcu değildir. Esâsen ahaliye âid olan şu vazifeyi-şimdiye kadar olduğu gibi-kendilerinden alarak hükümete tahmil etmek ahalinin her hususda olduğu misüllü bundan da kuvve-i teşebbüsiyesini kesr etmekde olduktan başka Bağdat ve Basra’da ve Trablusgarb gibi vilâyât-ı baîdenin nâhiye ve karyelerine varıncaya kadar bütün vilâyâtında kâin hayâtınen ufak teferruâtını merkezden idareye kalkışmak muâmelâtı bir keşmekeş bî-nihâye içinde bırakmakdan başka bir şey değildir. Hükümet siyaset-i dâhiliye ve hâriciyeyi idâre, memleketi müdâfaa için kuvvâ-yı harbiyeyi tanzim eder. Tevzi’-i adalet için mahkemeler teşkil eyler, ahâlinin müteferrikan imâl ve idâre edemeyeceği umûr-ı nâfia’ayı, şimendiferleri, kanalları, köprüleri vesâir imâlât-ı cismiyyeyi vücuda getirir. Fakat efrâd-ı ahaliye âid olan husûsâtı doğrudan doğruya hükümet îfâ etmemelidir. Ahâli de her işi hükümetden, padişahdan beklememelidir. Böyle her işde hükümetin icrââtına intizar ve iftikâr eden bir millet hiçbir suretle ilerleyemez. Terakki ve teâli-i millet efrâd-ı ahâlinin, kuvve-i fâileye, teşebbüs-i şahsîye mâlikiyetine mütevakkıfdır.
Bazı muâmelât vardır ki-umûr-ı hâriciye ve adliye ve zâbıta gibi-onları hükümet icrâ eder. Efrâd millet vekilleri marifetiyle icrâât-ı hükümeti taht-ı murâkabede bulundurur. Bazı işler de vardır-umûr-ı belediye vesâire gibi- bunlar ahaliye âiddir. Hükümetin vazifesi olsa olsa menâfi-i umumiyeyi vikâye için bunları nezâret altında bulundurmakdır. İşte evkâf bu kabildendir. Müessesât-ı diniyye ve hayriyyeyi doğrudan doğruya devlet idare etmeli hükümetin vazifesi bir nezâretden ibâret kalmalıdır. 
İzâhât-ı mebsûtadan müstebân olur ki hazine-i evkâfa müteallik olan nizâmâtın şöyle böyle ta’diliyle ıslâhât-ı matlûbenin vücuda gelmesi maddeten kâbil olmadığı gibi maslahaten dahî muvâfık değildir. Çünkü hey’et ve teşkilât-ı hazıra ne kadar ıslâh edilirse edilsin-madem ki esâs-ı kavâid-i umûmiyye-ictimâiyyeye tetâbuk etmiyor-temin-i selâmet-i maslahata kâfi olamaz ve maksad olan umrân u intizâm hiçbir suretle husûle gelemez. Maa-hazâ teşkilât-ı mevcûdenin ıslâhı ile iktifâ olunması kanun-ı esâsi hükmünde tevâfuk etmez. Çünkü kanun-ı mezkûrun 111. Maddesinde (müsakkafât ve müstegallât ve nükûd-ı mevkûfe hâsılanın şurût-ı vakfiyesi ve teâmül-i kadimi vechile meşrût lehine ve hayât ve müberrâta sarf olunmak üzere vasiyet edilen emvâlin vasiyetnâmelerinde muharrer olduğu üzere mûsî lehine sarfına ve emvâl-i eytâmın nizamnâme-i mahsusu vecihle suret-i idaresine nezâret etmek üzere her kazada her milletin bir cemâat meclisi bulunacak ve bu meclisler tanzim edilecek nizâmât-ı mahsûsası vechile her milletin müntehab-ı efrâdından mürekkeb olacaktır. Bu mecâlis-i mezkûre mahalleri hükümetlerini ve vilâyât-ı mecâlis-i umûmiyyesini kendilerine müreccah bilecekdir) deniliyor ki şu madde ile esası vaz olunan cemaat meclisleri kanun dairesinde vücuda gelince evkâf hazinesi teşkilât-ı kadîmesinin de ona göre ve esâslı bir sûretde ta’dili zaruridir.
(Hayrât-ı İslâmiye İhtiyâcât-ı Asra ve Usûl-ı Meşrûtiyete Tevfikan Ne Vechile İdare Olunmak Îcâb Eder?)
Memâlik-i Osmaniye’nin her cihetinde kâin evkâf-ı İslâmiyeden mütevelli-i mahsûsu olmayan evkâfı doğrudan doğruya idare etmek ve mütevellileri bulunan evkâfın muâmelâtını da hakiki bir murâkebe tahtında bulundurmak üzere her yerde intihâb-ı ahâli ile (Cemâat-ı İslâmiye Meclisleri) teşkil edilmeli ve ihtiyâc-ı hakiki nisbetinde tertib ve tayini icâb eden memurin-i vakfiye dahî bu meclislerin nezâret-i mütemâdiyesi altında ifâ-yı vazife etmelidir.
Şu esas vaz’ u tatbik edilince gerek payitaht ve gerek vilâyâtın evkâf muâmelâtı doğrudan doğruya bu işde alâkadâr olan ahâlinin himmet ve gayretleri ve yalnız-yine intihâbt-ı ahâli ile tayin edilmesi muvafık olan-birkaç memurun mesâisi ile pek sâde bir usûl altında cereyân edeceğinden Dahiliye, Maliye Nezâreti kadar cesîm bir nezâret teşkil eden ve şehri binlerce liranın beyhude sarfıyla beraber halkın muâmelâtını tas’îb ve işgal etmekden başka bir fâidesi görülmeyen hazine-i evkâfın teşkilât-ı hâzırasına da bi’-t-tab’ ihtiyaç kalmayıb belki payitaht ve taşrada teşekkül edecek cemâat meclislerinin muâmelâtını gayet muktedir, faal birkaç müfettiş marifetiyle teftişât-ı ciddiye ve nezâret-i mütemâdiye altında bulundurmak ve bi’l-cümle Cemâat-ı İslâmiye Meclisleri’ne bir merkez-i umûmî olmak üzere Dersaâdet’de b,r müdir-i umuminin idaresi tahtında muâmelâtı mazbut ve muntazam ve  îcâb-ı zarûrîsi kaadr memûrînden mürekkeb bir (Hayrât-ı İslâmiyye İdaresi) teşkili husûl-i matlûbe kifâyet eder. 
Şu esâsât herkes tarafından mazhar-ı hüsnü kabul olacağını ve milletin vükelâ-yı muhteremesi:tarafından ehemmiyet-i tâmmesiyle nazar-ı dikkate alınacağını kaviyyen ümid ederim. Çünkü bu esâs kabul edilecek olur ise:
Evvela: Hayrâtı İslâmiyye’nin mamûriyet ve intizâmı temin edilmiş olur. Çünkü her mahalle ve kasabada kâin hayrâtın idare ve nezâret-tertib edilecek nizamnâmede muharrer şurûta tevfikan-ahâliye terk ve tevdi’ edişecek olursa o kasaba veya mahalle ahâlisi mahallelerindeki hayrâtın harab bir halde kalmasını hamiyet ve gayret-i diniyyelerine muvafık göremeyeceklerinden ve âdeta bu hususda diğerleriyle müsabakaya girişeceklerinden onların devam ve mamûriyeti için son derece ibrâz-ı gayret edeceklerdir.
Sâniyen: Ahâli bu işde doğrudan doğruya alâkadâr olmaları hasebiyle müessesât-ı hayriyyenin tezyîd-i vâridâtına çalışmakla beraber istihsâl olunacak vâridât ile hayrât-ı mevcûdeyi mükemmelen ve muntazaman idareye ihtimâm etmeleri ve şayet vâridât-ı müstahsele masârif-i lâzimeye kifâyet etmeyecek olursa üst tarafını nizamen tayin edilecek usûl-i mahsusa dairesinde cem’ edecekleri iânât ve teberruât ile tesviye eyleyecekleri bedihî olub bu hhal ise müessesât-ı hayriyyenin husûl-ı umrânıyla beraber aynı zamanda müessesât-ı mezkûreyi muâvenet-i hükümete veyahut idare-i umûmiyye-i vakfiyeye müracaattan müstağni bırakacağını şüphesizdir.[6]
Sâlisen: Ahâli-i memleket teşebbüsât-ı şahsiyyeye alışmış, her işi hükümetden beklemek itiyâd-ı sakiminden kurtulmuş olur.
Râbian: Gerek merkez ve gerek vilâyâtda şimdiki kadar memur istihdâmına hâcet kalmayacağından bu işde kullanılacak efrâd-ı memleket ileride servet-i umumiyeye hizmet edecek birer mesleğe sülûk ederler.
Hâmisen: Böyle fazla memur istihdâm edilmesinden dolayı tasarruf olunacak mebâliğ müessesat-ı hayriyyenin hüsn-ü idaresine sarf edilir.
Sâdisen: Muâmelâtın sadeleşdirilmesi ve bi’l-farz Basra vilayeti mülhikâtından bir nâhiye veya karyedeki mescidin tamiri gibi hususâtın merkezden istiyzânına hâcet kalmaması intizâm-ı muâmeleyi vücuda getirir.
Sâbian: Vâridât-ı vakfiyye hüsn-ü idare olunur. Mesârıf-ı zaide ile itlâf ve isnâa edilmezse birkaç misli tezâyüd edeceğinden el-hâletü hazihi maaşları beşer onar guruştan ibaret olan ve senede ancak altı, yedi maaş almakla beraber bir aylığı almak için bir çok defa gelüb gitmeye bin türlü zahmetler çekmeye mecbur olan müstahdemin-i hayrâtın maaşları derece-i kifâyeye iblağ ve evkât-ı muayyenede muntazaman te’diyesi temin edilerek şimdi düçar oldukları fart-ı sefâlet ve zaruretten tahlis edilmiş olurlar.[7]
Sâminen: Hükümet vezaif-i resmiyesinden bir kısmını efrâd-ı ahâliye tahmil ederek daha doğrusu hükümet esasen vazifesi olmadığı halde uhdesine almış olduğu bir işi alakadârânına terk eyleyerek bâr-ı meşâgilini tahfif ve memurin-i hükümet pek muazzez ve kıymetdâr olan evkât-ı mesâisini diğer mevâdd-ı mühimmeye tahsis etmiş olur.
***
İzâhât-ı ma’rûza teşkilât-ı idare için bir esâs ihzâr ve irâdesinden ibâret olub bunun teferruâtı ve cemaat meclislerinin gerek mahallî hükümetleri ve gerek merkez ile olan münâsebâtı nizamnâme-i mahsus ile tayîn ve tevsîki edilmek icâb edeceği tabiidir.
Aksâm-ı Evkâf
Şimdiye kadar arz u ityân olunan izâhât tebyin-i hakikat maksadıyla tahrîr edildiği için evkâfın ezhânı teşviş edecek bir takım muâmelât-ı mahsusasından bahsedilmemiş ve hatta tabirât ve istilâhât-ı husûsiyesi de zikr ve beyân olunmuş herkesce mucib-i şikâyât olan bir çok muâmelâtı cümlenin malumu olduğu için bu bahisde de itnâb-ı kelâmdan sarf-ı nazar olunmuştur. Yoksa evkâfın birçok aksâmı ve her kısmına göre de müteştet birtakım muâmeleleri vardır ki harictekiler değil bu işlerin içinde efnây-ı ömür edenler bile bunların derecâtını öğrenemezler daha doğrusu istenilirse bu gibi muamelât-ı nizâmât ve kavâid-i muntazamaya merbût olmayıp muhtelif tarihlerde istihsâl edilmiş müteaddid ferman-ı âliler yekdiğerine münakiz kararlar emirnâmelere istinaden icrâ olunageldiginden hiç biri diğerine tevâfuk etmemekde ve memurun mütehassası bile hakikatine tamamen muttali' olmayarak idare-i keyfiyeye ittiba etmekte bulunmuşlardır. 
Bu aksâm-ı evkâftan muvazzahan bahis olunmayacak ise de âtiye almaları icâb eden şekl-i idarenin tayini maddesi bir dereceye kadar o cihete sevk-i kelam olunmasını ve evkâfın aksâmı hakkında pek zübde olarak bazı malumat i’tasını iktizâ ediyor. 
Evkâf ya doğrudan doğruya Evkâf Nezâreti tarafından veyahut Evkâf Hazinesi’nin nezâret ve inzimâm-ı malumatı ile mütevellileri tarafından idare olunur. Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti marifetiyle idare olunan vakıflara (Evkâf-ı Mazbuta) mütevellileri cânibinden idare edilen vakıflara (Evkâf-ı mülhaka) tabir olunur.
Evkâf-ı Mazbuta dahi üç kısımdır birincisi selâtin-i azam hazerâtıyla müteallikat-ı seniyelerinin evkâfidir. İkincisi tevlitinin müstehakkı kalmaması hasebiyle evkâf-ı hümâyun hazinesi idaresine alınan vakıflardır. Üçüncüsü tevlitleri meşrut-ı lehi uhdelerinde olduğu halde umûr-ı vakfa müdahale etmemek üzere mütevellilerine muayyen bir maaş tahsis edilen ve muâmelât doğrudan doğruya Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti tarafından tesviye ve ifa olunan vakiflardir. Köprülü, Cağalzade, Sokullu Mehmet Paşa Evkâfı gibi bu kısım vakıflara (İdaresi Mazbut Evkâf ) tabir olunur.
-Bir kısım evkâf daha vardır ki mütevelli-i mahsusları marifetleriyle idare olunmakla beraber onlara diğer evkâf-ı mülhakadan müstesna olarak bazı müsaâdât ve imtiyâzât i'tâ edilmiştir. Bu kabil evkâfa (Müstesna Vakıf) ıtlak edilir. Gazi Mihal Bey, Evrenos Bey, Hacı Bektaşi Veli vakıfları gibi.
Evkâf-ı mezkûre haklarında icrâsı icab eden muâmeleye gelince: Mütevelli-i mahsusu bulunan evkâf-ı mülhakanın yine mütevellileri marifetiyle idare ve yalnız cemaat meclisleri tarafından muâmelelerine nezâret editltmesi iktizâ edeceği ve mütevellisi bulunmaması hasebiyle hazine idaresine alınmış olan vakıfların da cemaat meclisleri ve memurin-i vakfiye marifetleriyle idaresi münâsib olacağı arz edilmiş şu halde Evkâf-i Mülhaka ile Evkâf-ı Mazbuta’nın ikinci kısmı hakkında olunacak muâmele izah olunmuş idi. Evkâf-ı Mazbuta’nın birinci ve üçüncü kısımlarıyla Müstesna Evkâf hakkındaki mütâlaa dahi ber vech-i âtî beyân olunur:
Evkâf-i Mazbuta’nın birinci kısmı olan selatîn-i azam hazeratıyla müteallikat-ı seniyyeleri evkâfının tevlitleri makam-ı celil-i hilâfâta meşrut olduğundan umur-ı tevlîti idare etmek üzere taraf-ı padîşâhiden Evkâf Nezâreti’nde bulunan zat tevkil edilmekte ve evkâf-ı mezkûrenin muâmelâtı şu vekâlet itibariyle Hazine-i Evkâf’ca rü'yet ve tesviye olunmakda ise de Hayrât-ı İslâmiye’nin bâlâda ber tafsil serd olunan esas dairesinde idaresi halinde Evkâf Hazinesi namıyla bir hazineye ve o hazinenin nâzırına lüzum kalmayıb müessesât-ı vakfıyyeden bir kısmı intihab-i ahâli ile teşkil edecek cemaat meclisleri ve bir kısmı bu meclislerin nezâreti tahtında olarak mütevelli-i mahsusları marifetiyle idare olunacağından ve payitahtında teşkili iktizâ eden merkez-i umumi dahi doğrudan doğruya evkâfı idare etmeyib vazifesi teftiş ve murâkabeden ibaret kalacağından selâtin-i azam hazerâtı evkâfının taraf-ı eşref-i padişahiden tensib ve tevkil buyurulacak bir zan ve mesela Makam-ı Ali-i Meşihatpenâhi’ye yahud Hazine-i Hâssa Nezâreti’ne tevdiiyle teşkil edilecek bir komisyon marifetiyle idaresi halinde hüsn-ü cereyân-ı muâmele temin edilir mütâlaâsındayım.
Evkâf-ı Mazbuta’nın üçüncü kısmı ki tevlitleri meşrut lehleri uhdelerinde olduğu halde umûr-ı vakfa müdahale etmemek üzere mütevellilerine muayyen birer maaş tahsis edilib de muâmelâtı doğrudan doğruya Evkâf-ı Hümâyun Nezâreti tarafından ifa olunan ve (İdaresi Mazbut Evkâf ) tabir edilen vakıflardır. Bunların meşrut lehleri mevcud iken kendilerine birer miktar maaş tahsisiyle emr-i idarenin onlardan nez’ ve zabtı ahkâm-ı şeriyye ile hiçbir suretle kabil-i telif olmamakla beraber bu halde zabt olunan evkâf az bir müddet içinde kâmilen harâb ve irâdâtı düçâr-ı ziyâ’ olarak zabt-ı muâmelesi maddeten ve maslahaten dahi bir hüsn-ü netice hâsıl etmediğinden evkâf-ı mezkûrenin meşrut lehlerine terk ve iâdesi zarurîdir.
Müstesna Vakıflar’a gelince: Bu vakıflar yine mütevellileri marifetiyle idare edilir. Fakat diğer evkâf-ı mülhakadan fazla olarak kendilerine bazı imtiyâzât verilmişdir. Mesela diğer vakıfların a’şâr-ı miri a’şarı ile birlikte müzâyede ve ihâle olunduğu halde Müstesna Evkâf’ın a’şârına hükümet müdahele etmez evkâf memurlarına resmi bir hesap verirlerse de kendilerinden harç-ı muhasebe vesâire namıyla hicbir şey alınmaz. Bilcümle muâmelelerini mütevellileri ifa eder mahlûlâtını mütevelli müzayede ve tefviz eder. Hatta Sened-i Hakani i’tâsı devletin hakkı olduğu halde Müstesna Vakıflar’ın mütevellileri ferâğ ve intikâli icra kılınan müsakkafât ve müsakkafât-ı mevkûfe icin Sened-i Hakani i’ta ederler. Bu istisna vaktiyle bir takım fermân-ı âliler ile sekiz vakfa verilmiş iken muahhıran bazı mukarrarât ile adedi on dörde iblağ olunmuş ve bir aralık yine hâl-i sâbıkına irca’edilmiş idi. Bazı evkâf mütevellileri tarafından pek yakın zamanlarda vaki’ olan müracaat ve kendilerine her nasılsa icrâ edilen muzâheret üzerine bir kaç kalem vakfın daha istisnâiyyetine Şura-yı Devlet karar vermiş velhasıl hangi vakıfların müstesna olduğu hangilerinin olmadığı şimdiye kadar tamamen tayin edilmemiş olmasıyla hazinece hakikat-i hal bilinememekte ve gayr-ı müttarid bir muâmele cereyân etmektedir. Böyle birtakım vakıfların mütevellilere müekkel olmak üzere kendilerine terk edilmesi ve devletin hakk-ı sarihi olan Sened-i Hakani azası muamelesini efrâda terkiyle kahve köşelerinde, dükkanlarda şurada burada ferâğ ve intikal gibi resmi bir mâamelenin cereyânına mahal   caiz olmayacağından evkâf-ı mezkûrenin yine mütevellileri marifetiyle idaresi ve fakat haklarında diğer Evkâf-ı Mülhaka’ya icra edilen muamelenin tamamen tatbiki halen maslahaten lazımdır.
Hâtime
Her nev’ evkâfın ne tarafından idaresi icâb edeceğine dair olan mütâlaât ber vech-i bâlâ arz ve izâh olunmuş ve idarenin şu suretle tesisi halinde husûle gelecek fevâid tadât edilmiş ise de mütâlaât-ı meşruda teskilat-ı esasiye hakkında olup halbuki teşkilat ne derece muntazam olursa olsun evkâfça icareteyn, gedik vesaire namlarıyla vücûda getirilmiş olan birtakım karışık usuller muâmelât-ı nâsı eşkal eder. Kaideler ber-taraf edilmedikce intizâm-ı tam husûle gelemez ve halkın şikâyâtına sed çekilemez. Gerçi ahiran teşkil edilen bir komisyon icareteynli müsekkafat vd müsteğlatın bir bedel mukâbilinde intikâlâtının tevsî’i ve gediklerin emr-i tasarrufâtının kavâd-i cedîdeye rabtı gibi bazı hususâtı tezekkür etmekde ise de müzâkerât-ı harbe ta'dilat-ı cüz’iyyeye dair olmakla bununla matlûb hâsıl olmaz. Hazinenin ıslahı için adeta bir (terbiye-i muâmelât) lâzımdır.
İcâreteynli, mukâtaalı vakf-ı mahallerin, gediklerin milk-i haline ifrağına çalışmalı ve fakat gerek mutasarrıflarının ve gerek vakıflarının temin-i hukuku için âdilane bir suret-i tesviye ittihaz etmelidir velhasıl hangi taş kaldırılsa altından bir vakıf çıkması ve onun yüzünden türlü türlü müşkilât zuhur etmesi gibi ahvâle meydan bırakmamalıdır.
Bu mesele cidden nazar-ı dikkate alınmaya şâyândır ancak arz olunduğu vecihle alakadarının hukukunu muhafaza edecek surette mukarrerat ittihazı arız u âmik-i tedkikat ve müzâkerâta muhtacdır. 
Şu teklifin kabul ve icrâsında hiç bir güne mahzur-ı şer’î olmamakla beraber vakıfların maksad ve rızasına da muvâfık bir hareket icrâ edilmiş olur. Çünkü gerek icâreteyn ve gedik tabir olunan usuller bir iki asır mukaddem ihdâs edilmiş birtakım kavâid-i sakîmeden ibaret olmakla icâbât-ı zamane tevâfuk etmemesi itibariyle bunların tebdil ü tağyiri zaruri ve her güne mahzurdan ârîdir. Ba-husus umur-ı hayriyye için bir vakıf tesis eden zatın maksad-ı asliyyesi evâmiri hayrın ilelebed hüsn-ü idaresi olacağından Evkâf-ı İslamiye böyle müşevviş muamelâtdan kurtarılıb da idare-i muntazama altına alınırsa az bir müddet içinde cümlesinin imarına ve şu suretle vakıflarının maksad-ı asliyesinin husûlüne delâlet edilmekle beraber memlekete de hizmet edilmiş olur. Zaten bu hizmet memleket emeli, nef’i âmmeye delâlet hissi işbu risaleciğin tahrir ve neşrine cesaret vermiştir. Velev ki pek cüz’i olsun bu babda bir medârı olursa muharrir âcizi için pek kıymetdârdır. Hatime olarak şurasını da arz edeyim ki serd u beyân olunan mülâhazât-ı muttalîye-i zatiyeden ibaret olmasıyla hatadan sâlim olduğu iddia edilemez. Savâba mukârin olup olmadığını temyiz efkar-ı umumiyyeye aittir.
Erenköy-12 Teşrinisâni, Sene 1324

Sözlük
arız u âmik: derinlemesine.
atiye. Bağış.
âver: taşıyan, getiren.
behre: nasip, hisse.
bi’-t-tab’: tabii olarak.
ber vech-i bâlâ: yukarıda olduğu gibi.
bî-nihâye: sonuçsuz.
cibâyet: evkāfa veya hazîneye âit paraların toplanması işi.
dehşetnâk: korkunç
delâil-i muknia’: ikna edici deliller.
el-hâletü hazihi: bugünkü, şimdiye kadar ki.
eytâm: yetimler.
ezhân: zihinler.
fart: aşırılık.
ferâğ: geri çekilme.
günâgün: türlü türlü, çeşit çeşit.
ibrâz: meydana çıkarma.
ifâte: kaybetme.
iftikâr: yoksulluğunu ve açlığını açığa vurma.
iktifâ: yetinme.
intizar: bekleme.
istihsâl: üretim, üretme.
istirdât: geri alma.
itnâb. Sözü gerektiğinden fazla uzatma.
izâhât-ı mebsûta uzun uzadıya açıklamalar.
kâin: bulunan. 
karye: köy.
kuvvâ-yı berriye ve bahriye: kara ve deniz kuvvetleri.
kuvve-i fâile: etken kuvvet.
maa-haza: bununla beraber.
mah: ay.
mahlûlat: mirasçısı olmadığı için vakıflara veya hükümete kalan miraslar.
mehâkim: mahkemeler.
mesâvi: kötülükler.
mevkûf: bağlı.
misüllü: benzeri.
muayyenât: asker, memur vs. gibilere hükümet tarafından verilen erzak vs. 
muvâfık: uygun. 
muzâheret: yardımcı olmak.
müberrât: bağışlanmış, iane edilmiş şeyler.
müekkel:. vekil edilen kimse.

müfid: faydalı.
müntehab: seçilmiş.
müsakkafât: ev, han, dükkan gibi üstü örtük olan yerler.
müstebân: açık, belli.
müstegallât: hayır kurumlarına gelir sağlayan ve genellikle üstü örtülü binâlar (müsakkafat) dışında kalan bağ, bahçe, ürün vb. vakıf malları veya mülkler.
müstevfi: maliye işlerinden sorumlu.
müteneffiz: sözü geçen, etkili
mütevakkıf: gerçekleşmesi bir şeye bağlı.
müttarid: sıralı, düzgün.
nâ-be-mahal: yersiz, yerinde olmayan.
nez’: kaldırma, yok etme.
pîş-i nazar: göz önüne.
rahne: yara.           
sâkin: oturan.
savâb: doğru.
şahs-ı mariz: hasta adam.
şebbân: gençler.
şurût: şartlar.
ta’dil: değiştirme.
taht-ı murâkabe: gözetim altında.
tarh: tertip ve tanzim etme.
tas’îb: zorlaştırma. 
tatyib: iyi davranma.
te’diye: ödeme
teaddî: zulmetme.
teâli: yükselme.
temellük: yaltaklanma.
temşiyet: yürütme.
tensîkât: düzenlemeler.
terakki: ilerleme.
tese’ül: dilenme.
teşebbüsât-ı şahsiyye: kişisel girişimcilik.
tetâbuk:uymak.
tevâfuk: uyma, uygun gelme.
tevzi’: dağıtma.
tezebzüb: kararsızlık, karışıklık.
umûr-ı nâfia’: ziraat, sanayi ve fen işleri.
vikâye: koruma.
vilâyât-ı baîde: uzak vilayetler.





[1]Prof. Dr. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal Hizmet Bölümü Öğretim Üyesi; e-posta:ademefe@sdu.edu.tr
[2]Geniş bilgi için bkz. Ahmet Köksal, “II. Meşrutiyet Dönemi’nde Vakıfların Yeniden Organizasyonuna Dair İki Eser: İsmail Sıdkı’nın “Hatırat”ı ve Hamadezade Halil Hamdi Paşa’nın Layihası”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 33, S. 56, s. 343-386.
[3]Selanik Matbaası, Dersaâdet 1324/1906-7.
[4]Meclis İdare-i Evkâf Başkâtibi.
[5][5]Böyle bir maksad-ı hayra hizmet emel-i mukaddesiyle vücuda getirilen vakıf muamelesinin zamanımızda herkesin şikâyetini mucip bir hale gelmesi, imâr ve tezyin-i bilâd edecek surette vücuda getirilen mebâni-i munazzamanın şimdi her yerde harap olarak şehir ve kasabalara çirkin bir manzara teşkil ettikten maada imar ve tezyin-i belde hususunda birçok müşkilât tevlîd eylemesi ve esâsı itibarıyla cidden nef’ ve hayrı olan müstelzim olan vakıf muamelesinin el-hâletü hazihi avâm-ı halk nezdinde âdeta tefrikla telakki olunur bir dereceye gelmesi mahza sonraları uğradığı sû-i idareden ve halkın masâlihini işkal edecek bir tarzda ifrâğ edilmesinden ileri geldiği âtîde îzâh olunacaktır.
[6]Her cemâat müessesât-ı diniyye ve hayriyyesi için iânât ve teberruatda buşunması her yerde her memleketde cârî bir kâide-i umûmiyye olmakla beraber buna itirâz edilemez ve bu ahaliden muhtelif namlar ile istifa edilen diğer iânâta mukayyes tutulamaz.
[7]Devr-i sâbık eâzım-ı ricâlinin emr ü tavsiyeleri ile şart-ı vâkıf hâricinde birçok dergâhlara taâmiyeler, bir hayli şeyhlere binlerce guruş maaşlar, hiçbir hizmeti olmayan kimselere bir yığın mebâliğ tahsis edilmiş ve bunlar hâlâ dahi verilegelmekde bulunmuş iken Bursa’da cennet-mekân Yıldırım Bayezit Han Hazretlerinin terbiye-i şerifesi hudmasından bir zâtın yevmî iki akçeden ibaret olan vazifesinin hâl u vakte göre tezyîdi için takdim etdiği arzuhâle hâlihâzır hazine müsâid olduğundan bahisle cevab verilmesi (Karar tarihi 10 Teşrin-i sani snen 1334) hayrât-ı şerife hudemasının zaruret ve sefaletlerine ve hazine-i evkâf muâmelâtının intizamına bir misâl kâfi olur zannederim.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar