Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ
-Evet, ilginç bir takıntı. İlginç olduğu kadar da şaşırtıcı. Efendim, Hz. Peygamber’in ailesinde iki Zeynep var. Biri kızı diğeri eşi. Kızı Zeyneb’in de hayatı çile dolu. Uzun süre hicret edemedi. Kocası izin vermedi, Mekke’de mahsur kaldı. Hicret yolunda saldırıya uğradı ve yaralandı. Otuz bir yaşında vefat etti. Gerçi cahiliye dönemi kadınlarının hepsinin hayatı çileliydi. Ne hakları vardı ne değerleri. Babalarından kalan mala bile mirasçı olamazlardı. Daha kötüsü miras malı gibi görülürlerdi. İslam geldi de haklarında ciddi düzelmeler oldu. Bugünden o güne bakanlar anakronizm türü hikayeler yazıyorlar.
-Ona geldik da.
Cahş’ın kızı Zeynep. Rahmet Peygamberinin hala kızı. Büyüyüp evlilik çağına
geldiğinde Hz. Peygamber, kölelikten azat edip evlatlık edindiği ve yanında
yetiştirdiği Zeyd’le evlendirmiş onu. Ancak yapılan evlilik yürümemiş. Zeyd’in dediği
yürümeme nedeni: “Zeyneb’in kendisini küçümsemesi”. Anlaşılan eşler arasında
anlaşma ve ünsiyet sağlanamamış, uyumsuzluk giderilememiş. Peygamberimiz
Zeyd’in boşanma gerekçesini yeterli görmemiş olacak ki, evliliğin devamında
ısrar etmiş. Her şeyi bilen Yüce Allah, bu evliliğin bu şartlarda yürümeyeceğini
ve Zeyneb’in boşanma sonrası kendisiyle evleneceğini haber vermiş. Yani
yürümeyecek evlilikte ısrar etmemesi gerektiğini bildirmiş. Neticede Zeyd’le
Zeynep boşanmış. Belli bir zaman geçtikten sonra Hz. Peygamber’in teklifine Zeyneb
olumlu cevap vermiş ve evlenmişler.
-Ben de bir
soru sorayım: Bir insanın çocuğu, başkasının evladı sayılabilir mi? Benim
çocuğum olacak, bir başkası bunu alıp kendi çocuğu yapacak? Bu hak ve adalet mi?
Nitekim Ahzab Sûresi 5. ayette “İnsanları gerçek babalarının ismiyle çağırın.
Allah katında en adaletlisi budur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin
din kardeşleriniz ve dostlarınızdır.” Öyleyse bir çocuk ancak gerçek
biyolojik anne-babasına nispet edilebilir. Yine aynı Surenin 40. ayetinde “Muhammed
sizden hiçbir erkeğin babası değildir, o sadece Allah’ın elçisidir ve
peygamberlerin sonuncusudur.” Bu ayette, Hz. Peygamber’in Zeyd’in babası
olmadığı açıkça ifade edilmekte. Bu ayetten çıkarılacak genel hüküm şudur: Bir kişinin
çocuğu başkasına nispet edilemez ve yine hiç kimse başkasının çocuğuna babalık
iddiasında bulunamaz. İşte bu şekilde evlatlık kurumu kaldırılmak suretiyle Hz.
Peygamber’le Zeyd arasındaki evlatlık ilişkisi sonlandırılmış oldu. Sonuçta
Zeyd gerçek babasına nispet edildi. Zeyd’in gerçek biyolojik babası Hârise idi.
Bu gelişme sonucunda Hârise’nin oğlu Zeyd diye anıldı. Ama din kardeşliği ve
dostluk baki kaldı. Bu durumda Hz. Peygamber’in Zeyd’in boşanmış eşiyle
evlenmesinde dinen ve hukuken hiçbir engel kalmamış oldu. Kaldı ki aynı ayette
yer alan “Evlatlıklarının evlilik ilişkisinin bittiği eşleriyle evlenmeleri
hususunda müminlere bir zorluk olmasın diye seni o kadınla evlendirdik”
ifadesi, bu evlilik kararının tamamıyla Yüce Allah’a ait olduğunu göstermekte.
Demek ki bu evliliğin hikmeti, konulan ilahi hükmün Hz. Peygamber üzerinden
uygulanmasıdır. Ayrıca bu uygulama, sadece Hz. Peygamber’e ve o döneme özel ve
özgü değil, tüm zamanlar ve bütün Müslümanları kapsayacak genişliktedir. Bunun
anlamı, bu hüküm o gün geçerli olduğu gibi bugün de geçerlidir.
-Hz. Zeyneb’in
hala kızı olması evliliğe engel değil. Böylesi evlilik sadece İslam’da değil,
bütün hukuk sistemlerinde geçerli. Hz. Peygamber’in gönlünün düşmesine gelince,
maalesef bazı eski kaynaklarımızda bu konu yer almakta. Onlar bu gönül
meselesini ayette geçen “Allah’ın açıklayacağı şeyi içinde gizliyordun” ifadesinden
çıkarmışlar. Gizlediği şeyin Zeyneb’e olan sevgisi olduğunu ileri sürmüşler.
Hatta daha ileri gidip bunu asılsız olan Hz. Davud’un askerlerinden biri olan Uriya’nın
karısıyla evlenmesi hikâyesine benzetmişler. Hz. Davud hakkındaki bu hikayenin
uydurma olduğu bir peygambere yakışmayan nitelik taşıdığı âlimlerimizin çoğu
tarafından söylenir ve itibar edilmemesi gerektiği vurgulanır. Bu olay, Matta İncil’nin başındaki şecere
kısmında “Davud, Uriya’nın karısından doğan Süleyman’ın babasıydı.” diye
ifade edilmiş. Hikayenin tamamı, Kitab-ı Mukaddes’te II. Samuel’de (ab 11-12) anlatılmaktadır.
İlgilenenler oraya bakabilir. Üzüntüyle belirtmek gerekir ki, bu olay oralardan
nakledilmek suretiyle bazı tefsirlerimizde de yer bulmuştur. Hz. Zeynep
olayının ona benzetilmesi ise hakikaten daha vahim bir durumdur.
Tabi ki, değil!
Zaten bu bilgiler, sahih olmayan haberler ve yorumlara dayanıyor. İmam Matüridî
gibi müfessirler bu haber ve yorumları doğru bulmuyorlar ve reddediyorlar.
Kaldı ki, Zeynep Hz. Peygamber’in bilmediği ve görmediği bir kız değildi.
Halasının kızıydı. Hz. Zeyneb’in güzelliği Zeyd’le evlendikten sonra da ortaya
çıkmadı. Denildiği gibi bir gönül işi olsaydı, Peygamberimiz baştan kendisine
nikahlardı onu. Zeyneb validemizin “Allah beni Hz. Peygamber’le evlendirdi”
sözü de bu evliliğin gönül düşmesiyle değil, Yüce Allah’ın izni ve iradesiyle
gerçekleştiğini göstermekte.
-Peki, Hz.
Peygamber’in gizlediği neydi?
Hz.
Peygamber’in gizlediği şey, yukarıda geçen Yüce Allah’ın kendisine haber
verdiği “Zeyneb’in boşanacağı ve kendisiyle evleneceği” bilgisi. Çünkü cahiliye
Arapları evlatlıklarının boşanmış eşleriyle evlenmeyi yasak sayıyorlardı. Her
ne kadar evlatlık kaldırılmış olsa da, zihinlerdeki tabu, tam olarak yıkılamamıştı.
Hz. Peygamber, müşriklerin ve münafıkların bu evlilik üzerinden fitne
çıkarmalarından endişe duyduğundan bu bilgiyi gizlemeyi tercih etmiş. Yüce
Allah ise, bu cahiliye tabusunun yıkılması için açıklamasını istemiş.
Ünlü müfessir
Fahreddîn Razî’nin dediği gibi burada ciddi ve zorlu bir hukukî uygulamanın
hayata geçirilmesi sürece var. Cahiliye döneminden kalma bir tabunun daha
yıkılması. Tabuların yıkılması çok kolay değil. Nitekim kadınlara miras hakkı
tanındığında, bırakın müşrikleri, bazı Müslüman erkekler bile “ata binemeyen,
silah kullanamayan, ailesini koruyamayan kadınlara neden miras verilecekmiş?”
şeklinde itiraz etmişler. Toplumsal değişimleri gerçekleştirmek ve zihinlerdeki
tabuları yıkmak, işte bu kadar zor. Baksanıza günümüzde boşanmış kadınlara! Boşanmak
suretiyle bütün hukukî bağları kesilmiş olmasına rağmen bazı zorba eski eşler, peşlerini
bırakmamakta, hareket alanlarını daraltmakta, evliliklerine mani olmakta, olamadıklarında
da biçare kadınları sokak ortasında öldürebilmekteler. O kadar kanun
çıkarılmasına ve toplumsal baskı oluşturulmasına rağmen maalesef bu
cinayetlerin önüne geçilememekte. İşte bu evlilikle İslam, iki tabuyu
yıkmıştır: Birincisi, bir çocuk ancak biyolojik anne-babasına nispet
edilebilir. Dolayısıyla İslam’da evlatlık kurumu yoktur, olanlar da geçersizdir
yani hükümsüzdür. İkincisi boşanmış kadın helal olmak kaydıyla kendi iradesiyle
hareket etme hakkına sahiptir. İstediği kişiyle evlenebilir veya evlenmez.
Nitekim Hz. Peygamber’in Zeyneb’le evliliği, iki tarafın da irade ve rızasıyla
gerçekleşmiştir. Hz. Zeyneb’in eski eşi Hz. Zeyd de bugünkü zorba kocalar gibi
davranmamıştır.
Asla gizleyemez.
Gizlese bile, Allah ortaya çıkartır. Çünkü peygamberler, gelen ilahî bilgiyi
olduğu gibi açıklamakla yükümlüdürler. Nitekim Hz. Aişe: “Eğer Hz. Peygamber
Kur’an’dan bir şey gizlemek isteseydi, bu ayeti gizlerdi” demiş. O yüzden
bu ayet, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı kendisinin yazmadığının, Allah kelamı
olduğunun en açık delili sayılmış. Kaldı ki Hz. Peygamber’in gizlediği söylenen
şey, vacip bir emir değil, mubah cinsinden bir bilgidir. Bu gizleme tıpkı düğün
sırasında yemek yenilip toplantı bittiği ve herkes dağıldığı halde, bıktıracak
ve eziyet verecek şekilde evde oturmayı sürdüren bir kaç kişiyi Hz.
Peygamber’in hayâsından dolayı uyaramamasına benzer. İçinden onların kalkıp
gitmelerini istiyor ama bunu bir türlü açıktan söyleyemiyor. Bunları biz
nereden biliyoruz? Yüce Allah Kur’an’da açıklıyor. Nitekim bu türden hal ve
hareketler hemen hepimizin bir şekilde başına gelmiştir. Hayatta birçok nezaketsizliklerle
karşılaşıyoruz ama her zaman söyleyemiyoruz. İşte Hz. Peygamber’in düğün sırasında
nezaketsiz davranan kişileri uyaramaması neyse Hz. Zeynep’le ilgili bilgiyi
söyleyememesi odur. Ama Yüce Allah indirdiği ayet-i kerimeyle tüm zamanlar için
geçerli olan sosyal nezaket kurallarını hatırlatmış ve bu tür gereksiz uzatılan,
huzursuzluk veren, hatta ev halkına eziyete dönüşen ziyaretlerin ve ev oturmalarının
yanlışlığını bildirmiştir (bk. Ahzâb 33/53). Bunu bildiren Yüce Allah, Hz. Zeyneb’le ilgili
olayı da bildirmiştir. Peygamberimiz de bu konuyla ilgili gelen ayetleri olduğu
gibi insanlara ulaştırmış ve gereğini yapmıştır.
-Bilmek gerekir
ki, Hz. Peygamber sadece Kur’an’ı getiren değil, aynı zamanda açıklayan ve
uygulayandır. Bu uygulamaya, O’nun sünnet-i seniyyesi diyoruz. Peygamberlik,
zorlu bir görev. Her babayiğidin harcı değil. Dindeki her uygulama O’nun
üzerinden ve O örnek kılınarak uygulanmakta. Çünkü Hz. Peygamber ümmetinin
önderi ve örneğidir. Öte yandan peygamberler de insan. Çekinme ve korku gibi
insanî özelliklerin onlarda da bulunması gayet doğal. Bunlar yeme, içme ve
evlenme gibi insanî özellikler ve aynı zamanda peygamberler için caiz olan
hususlardır. Nitekim Hz. Musa, Yüce Allah ile ilk görüşmesinde yere attığı asa
yılana dönüşünce korkmuştur. (Tâhâ 20/20-21). Yine Hz. Musa’yı Yüce Allah,
Firavuna gönderdiğinde korktuğunu ifade etmiştir. (Şuara 26/14) Aynı şekilde
Hz. Harun, Hz. Musa’ya “Yahudilerin arasına ayrılık soktun diyeceğinden
korktum” demiştir (Tâhâ 20/94). Müfessirlerimizden Yusuf es-Safedî’nin dediği
gibi, peygamberler ilahî mesajı bildirmek ve dinî emirleri uygulamak hususunda
asla korkmazlar. Ne müşrikten ne de kâfirden çekinirler; ne zorbalara ne de
alay edenlere aldırış ederler. Çünkü bunlar peygamberler için mutlaka yerine
getirilmesi gereken vacip görevlerdir. Görevi veren de her şeyin sahibi ve
hükümranı Yüce Allah’dır. Ama her insan gibi peygamberler da eve hırsız
girmesinden, insanların saldırmasından, depremden, yılandan, çıyandan
korkabilirler. Böylesi haller, onların peygamberliklerine de zarar vermez.
Çünkü bunlar, peygamberler hakkında caiz olan özelliklerdir.
-Zaten hak
dinin ölçüsü budur. Önce dini getirenin ona uyması ve onu uygulaması gerekir.
Eskilerin dediği “ilmiyle amil olmak” tam da budur. Bunun anlamı, sözü ile
özünün bir olması, söylediği ile davranışının tutarlılık göstermesidir. Bu hal
çok değerlidir ve öncelikle ümmeti için önder ve örnek olan peygamberin
üzerinde görülmelidir. İşte tam da bu nedenle, getirdikleri emir ve yasakları
önce peygamberlerin kendileri uygularlar. Eğer özel durum varsa bu açıkça belirtilir
ve bildirilir. Bu yüzden İslam’da din adamı halk ayrımı yoktur. Bir âlim dinden
ne karar sorumluysa halk da o kadar sorumludur. Âlimlerin fazladan sorumlulukları
bildiklerini öğretme ve söylediklerine önce kendilerinin uyması gereğidir.
Söylediğine uymayan âlim, örnek alınmaz; örnek alan kişi de kendi sorumluluğunu
o âlimin üzerine atıp kurtulamaz.
-Mesele gerçekten çok boyutluymuş.
-Doğrudur, ama
meselenin aslı ve özeti budur. Kaynaklardan edindiğimiz ve öğrendiğimiz bilgi
bundan ibarettir. Tabi ki, her işin en doğrusunu ve gerçeğini bilen sadece Yüce
Allah’tır.
*
Not: Buradaki bilgiler için aşağıdaki tefsirlerin Ahzab Sûresi 37.
ayetinin yorumlarına bakılabilir:
Matüridî, Te’vilâtü’l-Kur’ân,
nşr. komisyon, İstanbul 2006, Mizan Yayınları.
Zemahşerî, el-Keşşâf,
nşr. Muhammed Said Muhammed, Kahire ts. Daru’t-Tevfikiyye.
Farheddin er-Razî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’t-Turasi’l-Arabî.
Safedî, Keşfü’l-esrâr
ve hetkü’l-estâr, nşr. Bahattin Dartma, TDV İsam Yayınları, İstanbul 2019.
Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul ts. Eser Neşriyat.
Komisyon,
Kur’an Yolu, DİB Yayınları, Ankara 2007.
Muhammed
Hamidullah, “Zeynep bint Cahş”, DİA, İstanbul 2013, XXXXIV, 357-358.
28
Cemaziyelevvel 1442 / 12 Ocak 2021.
0 yorum:
Yorum Gönder