20 Ocak 2021 Çarşamba

Müntehil

 


Doç. Dr. Cahit KÜLEKÇİ

Herhangi bir kelimenin kökenini, ait olduğu dili, tam olarak hangi sebeple ve ne zaman ortaya çıktığını, ilk olarak hangi kaynakta geçtiğini, ses ve anlam bakımından geçirdiği safhaları inceleyen bilim dalı etimolojinin bile algılayamadığı, betimleme konusunda çaresiz kaldığı anlar vardır. Anadolu’da ifade edildiği şekliyle söyleyecek olursak etimoloji bazen eli böğründe öylece bakakalmaktadır. Söz konusu hâllerin en sık yaşandığı alanlardan birisi de kuşkusuz akademi alanıdır ki o anlarda değil etimoloji, antik Yunan mitolojisindeki paranormal güçler bile kendilerini âciz hissederler. Bu hissin tarafımızdan tespit edilmesi de ayrıca tartışılmalıdır. Sahi siz Gerçeği İnciten Papağanın hikâyesini okudunuz mu?

Yazımıza konu olan hususun, yazımızın başlığından da anlaşılabileceğini umarak, doğrudan birkaç ilmî kaygıya dikkat çekmek ve oluşabilecek muhtemel bir teyakkuza bu vesileyle katkı sunmak istiyoruz.

Peki, Gogol’u okudunuz mu? Meselâ Bir Delinin Hatıra Defterini?

Malum olduğu üzere akademik çalışmalar, çalışmayı yapan akademisyenlerin ilmî kimliklerini deşifre etmektedir. Ancak bundan kastımız kesinlikle, yapılan çalışmaların yeterli düzeyde alana katkı sağlayıp sağlamadığını belirlemek, bu çalışmaları tartışmaya açmak, bilimsel bir takım kuruntularla ve çokbilmiş bir edâyla çalışmaları hedefe koymak, dolayısıyla genel yargılarla akademisyenleri ve akademik dünyayı değersizleştirmek değildir. Elbette her çalışma eksiktir ve bu eksiklikler, sonraki çalışmalarla akademisyenin bizzat kendisi ya da başka bir akademisyen tarafından tamamlanabilir. Çalışmalardaki hatalar da yine çeşitli eleştiri ve tetkiklerle giderilebilir. Bu bağlamda bir akademisyen, önceki çalışmalarında hararetle savunduğu görüşlerinden, ilmî gelişimi çerçevesinde rücû‘ edebilir, belki tam tersi bir görüşe dahi sahip olabilir. Normalin dışında da örneğin ideolojik saplantılarını eserlerine yansıtabilir, hiç olmadık sonuçlara ulaşabilir. Bunları da, bir hezeyan sonucu ilmin vardığı en son nokta olarak tanımlayabilir. Alanda bir kendisi vardır, bir de diğerleri. Yani durum o derece vahim bir hâl alabilir.

İlmî inkişâf, modern tabirle bilimsel gelişim, şu ya da bu şekilde aktarmaya çalıştığımız mezkûr hususların tamamını kapsayan bir süreçte ilerler. Müsbet bir sürdürülebilirlik için de akademisyenin her türlü eleştiriye, değişime, dönüşüme açık olması, teorideki metot bilgilerini pratik hayatına yansıtması gerekmektedir. Aksi halde sözünü ettiğimiz inkişâf son bulacak, vehâmetin hududu görünmez hale gelecektir.

Tüm bunların bir şekilde anlamlandırılabileceği ve bu konulardaki aksaklıkların giderilebileceği kanaatindeyiz. Bu bizim gerçek düşüncemizdir. Neticede mihne, geçmiş tarihimizin pek de şanlı tecrübelerinden birisi değildir.

Mevlana çağımızda yaşasaydı, Tarkovski’nin sinema diliyle konuşurdu, dedi.

Fakat akademik alanda olduğu gibi diğer alanlarda da intihali yaşam tarzı haline getiren müntehiller karşısında, etimoloji gibi elimiz böğrümüzde kalakalmaktayız. Bu gibi durumlarda belki de en yaygın reaksiyonumuz, trajik bir tebessümden öteye geçememektedir. Çünkü tanıyoruzdur genelde müntehili. Genelde tanıyoruzdur. Tanıyoruz.

Sözün burasında müntehil kelimesinin tarafımızdan uydurulduğunu, uydurulduktan sonra kelimenin küçük bir mecliste tarafımızdan kullanıldığını ve alelacele bu yazının yazılarak ilgili kelimeye sahip çıkıldığını da beyân etmeliyiz. Çünkü çalışmanın konusu bunu gerektirmekteydi ve gereği düşünülerek davranılmıştı.

Sözün özü şu ki akademik çalışmalardaki eksiklikler, yetersizlikler, yazım yanlışları, anlatım bozuklukları, delilden yoksun önermelerden çıkarılan genel hükümler gibi usulsüzlükler bir şekilde giderilebilmektedir. Ancak ilmin karakterini rencide eden, gerçekleri inciten müntehillerle, ne idüğü belirsiz etik prensipler dâhilinde müntehile sahip çıkanların bertaraf edilmesi pek mümkün olamamaktadır.

Okuyucuya Not: Bu çalışmada glasnost ve perestroyka ifadeleri de kullanılacaktı ancak son anda vazgeçildi. Çünkü bazı akademisyenler, bazı akademisyenleri hiç acımadan yalnızlığa mahkûm edebilmekteydi. Çünkü bazı akademisyenler, bazı akademisyenler gibi düşünmemekteydi.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar