Prof.
Dr. Cağfer KARADAŞ
Efendim, bunca yıl Bursa’dayım, doya doya bir tarih ve kültür gezisi yapamadım. Gezmelerim oldu olmasına da, tarihe ve ecdat mirasına yakışır şekilde olmadı. Şöyle bir Osman Çetin veya Mustafa Kara hocalarımızla tarihe doğru bir gezmeye çıkamadım. Şimdi Osman hocanın “Bursa Gezileri” kitabını okuyarak telafi etmeye çalışıyorum.
Bu da benim
eksikliğim, belki de vefasızlığım. Herhalde içinde olduğumdan mıdır nedir, kıymetini
bilemeyişim. Ne güzel demiş şair Hayalî efendi:
“Cihân-ârâ
cihân içindedir ârâyı bilmezler
Ol mâhîler ki
deryâ içredir deryâyı bilmezler”
Deniz içinde
olup da denizi bilmeyen balıklar gibi etrafımızda bir hazine yatar ama
kıymetini idrak edemeyiz. Kim onlar? İşte biz!
Her neyse
efendim! Bir gün telefonum çaldı. Salih Bahadır nam ağabeyimiz, aradılar, “bir
geziye çıkacağız, meşguliyetiniz yoksa siz de buyurun” dediler. Davete icabet nezakettir
deyip derhal kabul ettik. “Arkadaşlık ve dostluk pekey demekle kaimdir”
demişler, doğru kelam etmişler, kitabın ortasından söylemişler. Yüce Rabbim
hayırlar getire diyerek niyetine girdik ve sabahı bekledik.
Tarih 8 Ocak
2021, günlerden Cuma. Güzel insan Hasan Kırcali kardeşimizin nezaket gösterip
evimizin önünden bizi almasıyla yola koyulduk. Zira korona belası burnumuzun
ucunda. Vallahi burnumuzdan girip ciğerimizden çıkıyor, sistemi tahrip edip
nefesimizi kesiyor. Biz de tedbirimizi aldık, üçlü kurala sık sıkıya uyduk:
Temizlik, maske, mesafe. Zira dostluk kar etmez bu illete. Vekilimiz Osman
Mestan bey de bize katıldı. Bütün unvanlar ve konumlar bir tarafa bırakıldı,
herkes tarihi ve ecdat mirasını keşfetmenin keyifli dünyasına daldı.
Gezimizin ilk güzelliği,
belediye başkanımız Kağan Mehmet Usta’nın güler yüzlü, samimi ve memnuniyet
dolu karşılamasıydı. İlk görüşte ısınmıştım. Tevekkeli yani boşuna değilmiş,
meğer başkanımız da bir Elbeyliliymiş.
Elbeyli deyip
geçmeyin efendim! Bu, Anadolu’nun her yanında bulunan bir isim. Kimi yerde köy,
kim yerde bölge, kimi yerde ilçe. Benim memleketim Sivas’ta tam kırk iki köyden
oluşur Elbeyli bölgesi. Benim köyüm de bunlardan biri. Kırk iki kere maşallah desek
yeridir. Muhterem eşimim memleketi Kilis’te bir ilkçe, Mersin, Urfa, Maraş,
Tokat’da bir veya birçok köy. İznik’te de bu köylerden bir tane var. Bunlar
daha benim bildiklerim. Bilmediklerim ne kadar, Allah bilir. Bu Elbeylililer
büyük bir aşiretmiş. Selçuklu ve Osmanlı’nın iskan politikası gereği böyle
dağıtılmışlar, Anadolu’nun her yerine serpiştirilmişler.
Her neyse gezimize
büyük nezaket gösterip başkan vekilimiz Zeliha Peşte hanımefendi mihmandar
olarak katıldılar. Çok da iyi ettiler. Biz ondan daha iyi bilecek değiliz
İznik’i. Bir güzel gösterdi bize tarihi eserleri...
İznik de
İznik’miş meğer! Gözün erdiği, elin değdiği her yerden tarih fışkırıyor.
Altında Roma/Bizans, üstünde Selçuklu/Osmanlı. Roma putperestliğinden Hıristiyanlığa
oradan İslam’a büyük bir serüven geçirmiş bir şehir. Şimdi tam yerini bulmuş.
Bir güzel İslam şehri olmuş. Ne eserler dikmiş ecdat buraya. Mescit, medrese,
han, hamam gibi nice nadide eserler yapmışlar şehrin her bir yanına; Nilüfer
Hatun kondurmuş bir güzel imaret fakir fukara yararına, şehrin tam ortasına.
*
Eskinin beyleri
de hanımları de bir başka.
Kimisi işte,
kimisi aşta, kimisi savaşta
Ama her biri
yararlı bir uğraşta…
Gençler,
çocuklar bile tatlı bir telaşta.
Her biri iyilik
ve güzellik yolunda yarışta.
*
Niyet halis, hedef
rıza-yı Bari olunca
Taşı taşın
üstüne koyunca
Ortaya çıkar
işte böyle eserler
Her sokak
başında, her yol boyunda…
*
Bu güzel
eserlerden biri de Süleyman Paşa medresesi. İlk Osmanlı medresesi diye
tanıtılır. Ama ilk mi, bilinmez. Bu konuda Salih Bahadır ile tarih yarışına
girilmez. Muhterem ne bulduysa okumuş, içi dışı tarih dolmuş. Vekilimiz Osman
bey de tarih konusunda fena değilmiş maşallah. Benim de azıcık bilmişliğim var.
Arada bir tatlı tartışma kopmadı değil. Yok, o değil bu; orası değil burası…
Benim bildiğim
ilk medrese Orhan Gazi’nin yaptırdığı eser olmalı. İlk müderrisi de Kayseri’li
Davud, nâm-ı diğer Davud-i Kayserî. Osmanlı’ya epey hizmetleri olmuş. Ömrünün
son on beş yılını burada geçirmiş. Bu topraklarda yüksek eğitimin temelini
atmış. Asıl memleketi bugün İran topraklarında Save şehri. Bu ismi Rahmet
Peygamberi’nin doğumuyla ilgili olaylar anlatılırken “Save gölü kurudu”
ifadesinden hatırlarsınız. Ailesi oradan gelip Anadolu’nun Erciyes eteklerinde
kurulmuş Kayseri şehrine yerleşmiş. Oranın suyunu içmiş, ekmeğini yemiş. Tıpkı
benim gibi. Yıllarım geçti o şehirde efendim, nasıl anmayayım? Yedi yıl
okuduğum Kayseri İmam-Hatip Lisesi unutulur mu hiç? Ne güzel günlerdi o günler!
Ne muhterem hocalarım, değerli dostlarım, arkadaşlarım oldu. İlk göz ağrım da
orada Argıncık Selçuk İlkokuluydu.
İşte bu büyük âlim
Kayserili Davud çıkmış Kayseri’den, Karaman’a uğramış, oradan Mısır’a, oradan Horasan’a,
oradan memleketi Save’ye, Urmiye’ye gitmiş. Büyük âlim ve sufî Abdurrezzak Kaşanî’nin
dizi dibinde yıllarını geçirmiş, alacağını almış, ilim heybesini doldurmuş,
doğru İznik’in yolunu tutmuş. İznik’teki ilk Osmanlı Medresesinin baş müderrisi
olmuş. İyi de etmiş! İznik’de güzel insanlar yetiştirmiş. Onun izinden gitmiş,
nice alimler, fazıllar; nasihatlerini dinlemiş nice devletlular. Mezarını
gördük biraz garipçe, ama etrafı düzeltilmiş epeyce. Bir ulu çınarın duldasına
sığınmış öylece, ama unutulmamış, çokça uğrayanı ve dua edeni de varmış.
Maalesef, ilk
medrese olan bu İznik Medresesinden, diğer adıyla İznik Orhaniyesi’nden eser
kalmamış. Daha nice eserler kaybolmuş, Eşrefoğlu Rumi’nin dergâhı bile yok
olmuş. Kalan bir dikili minare, o da olmasa, yoktur bir emare. Yanı başındaki Hacı
Özbek mescidi İznik’in en eski camisiymiş, önüne yapılan betonarme bir ekle
yazık edilmiş, adeta önü perdelenmiş, yüzü gölgelenmiş; yapılan garip bir
mihrapla iç sadeliğini de yitirmiş.
Günlerden Cuma. Koronalı günler de olsa,
yetişmeliyiz cemaate. Artık omuz omuza saf yok. Herkese birbirinden uzakta. İmaretin
yanındaki İznik Yeşil Caminin bahçesinde niyet ettik namaza. Rahman’ın
huzurunda durduk niyaza…
Bu yüzden biraz
acele gezdik Nilüfer Hatun imaretini. Orası şimdi müze olmuş, içerde Osmanlı
eserleri dışında Bizans mezar taşları. Nazik ve kibar müze müdürümüz ve müze
tarihçisi hanımefendi bir mezar taşına dikkatimizi çekti: Üzerinde hiçbir resim
ve heykel yok. Bu mezar taşı ilk Hıristiyanlara aitmiş. Üzerinde sadece belli
belirsiz haç kabartması bulunmakta. Çünkü Roma/Bizans mezar taşları yani
lahitler heykel yığıntısı adeta. Kafada putperestlik olunca mezarları böyle
oluyormuş. Bu mezar taşından da anlıyoruz ki Hıristiyanlığın erken dönemlerinde
Yahudiler de olduğu gibi resim ve heykele mesafeli durulmuş. Bu lahit de bu
tespitin açık ve net bir delili, ama aynı zamanda Bisans kültürünü kabullenişin
ilk örneği.
Dinler
tarihçimiz Muhammet Tarakçı hocanın tabiriyle “Bizans Hıristiyanlaşmış ama
Hırisitiyanlar da Bizanslılaşmışlar”. Değerlerini ve inançlarını bir tarafa
atıp putperestliğin bütün figürlerini almışlar. Kiliselerini, manastırlarını,
mezarlarını resim heykelle doldurmuşlar. Kıblelerini bile doğuya dönük
yapmışlar. İznik’in bunda payı büyük. Allah’tan İslam aynı akıbete uğramamış.
İznik’in payı
büyük dedik. Hıristiyanların Bizanslılaşması bir ölçüde burada olmuş. Bizans
kralının İznik sarayında birincisi M. 325, ikincisi M. 787’de olmak üzere iki
konsil toplanmış. Bugünkü dört İncil burada kanonik yani meşru ilan edilmiş,
diğerleri geçersiz ve yok hükmünde sayılmış. Ayrıca Hz. İsa’nın Tanrı’nın aynı
özden ezelî ve ebedî oğlu olduğu inancı da burada resmileştirilmiş. Hz. İsa’yı ezelî
değil, yaratılmış kabul eden Arius ve takipçileri Aryanlar burada aforoz
edilmiş. İkon denilen resim ve heykellerin kutsanması burada karara bağlanmış. (bu
bilgiler için bk. Mehmet Aydın, I.ve II. İznik Konsillerinin Hıristiyanlık
Açısından Önemi, Uluslarası İznik Sempozyumu, haz: Ali Erbaş ve
diğerleri, 5-7 Eylül 2005, İznik)
Her neyse, biz
yolumuza devam edelim. Değerli belediye başkanımızın güzel bir cemilesinden
sonra İznik’teki son ziyaretlerimiz yaptık. Ta Kırgızistan’dan gelip burada vefat
etmiş olan Kırgızların Türbesinde dua edip seyir tepesini gördük, oradan bütün
bir İznik’i seyrettik. Ayrılırken büyük âlim Kayserili Davûd ve büyük sufi Eşrefoğlu
Rumî’nin mezarlarına uğradık, birer Fatiha hediyemizi yolladık.
Tam bitti
dediğimiz yerde, meğer bitmemiş. Salih Bahadır ağabeyimizin tarih merakı biter
mi? Bizi aldı, Yenişehir’in bir köyüne götürdü. Kendi adıma biraz da
gönülsüzdüm. Yorulmuşum, akşam olmuş, gideceğimiz yer bir köy. Zaten ben bir
köy çocuğuyum. Ne işim var köyde. Bunlar, içimden geçen duygulardı. O zaman hiç
sezdirmedim ama aha da burada yazmış oldum.
Peki, sonuç ne?
İyi ki de gitmişim! Bütün o düşüncelerim alt üst oldu. Hatta büyük bir
mahcubiyet içime doldu. “Neden buraya daha önce gelmedim?” diye de epey bir
hayıflandım.
Efendim! Yarhisar
isminde bir köy burası. Yar ve hisardan oluştuğuna göre burada hem bir dağ hem
de o dağın eteğinde muhkem bir kale olmalı. Dağ kalmış ama kaleden eser yok.
Kale
dayanamamış Orhan Gazi’ye ve teslim olmuş. Sadece kale mi? Güzeller güzeli
Nilüfer Hatun’da. Hem teslim olmuş, hem İslam olmuş. Güzelliği İslam’da bulmuş.
Anlatıldığına göre, ne güzel bir Müslüman kulmuş! Her ayak bastığı yere adına
İslam eserleri kondurmuş. İşte bu köy, bunun en güzel şahidi.
Bir cami, bir
çeşme, bir de hamam. Hamamda yıkan, çeşmede abdestini al, gir camiye, teslim ol
ulu Rabbine… Zira temizlik imandan, teslimiyet namaz ve niyazdan…
Nilüfer Hatun
bu köyden. Dönemin Yarhisar tekfurunun kızı. Orhan Gazi’ye gelin olmuş. Orhan
Gazi’de hem hanımının hatırı olsun hem de hatırası kalsın diye o köye işte bu
üç güzel eseri yaptırmış. Arkadan gelen torunlarından II. Abduhhamid Han da vefakârlığını
göstermiş, camiyi bir güzel tamir ettirmiş. Bize de düşen bu hatıralara saygı göstererek
çeşmesinde bir abdest alıp camisinde namaz kılıp ruhlarına bir Fatiha göndermek
kalmış.
Unutmadan
söyleyelim, bu köyde çok ilginç de bir de şelale var. Yukarıdan aşağıya akan su,
dağı adeta ikiye bölmüş. Tepeyi iki hörgüçlü deve sırtına döndürmüş. Allah vermiş,
kulları da esirgememiş. Tarihiyle, tabiatıyla, güzel insanlarıyla ne güzel bir
yer olmuş!
Tarih deyince,
aşka gelen, vecde kapılan Salih Bahadır ağabeyimiz daha nice yerleri
gösterecekti de, çok yorulmuştuk kıyamadı bize. Artık onlar da bir başka sefere…
Efendim böylece
sonlandı bizim İznik-Yarhisar tarihi gezimiz. Rabbim size de nasip etsin!
Tarihi bizden ayırmasın, bizi de tarihe vefasızlık edenlerden etmesin… Bu
geziye vesile olan, emeği geçen ve ekmeği nasip olanlardan da Allah razı olsun…
29
Cemaziyelevvel 1442 / 13 Ocak 2021
Değerli Hocam
YanıtlaSilİznik ancak bu kadar güzel anlatılabilir
Kaleminize gönlünüze sağlık