Soğuktur Şubat günleri. Başı da soğuk sonu
da. Oynaktır biraz da sonu. Bir 28 olur bir 29. Şu post modern darbenin
o güne denk gelmesi tesadüf müdür acep? Tesadüf müdür, kurtların şehre inmesi o
günlerde? Koyunların büzüşmesi, kuzuların meleşmesi, mazlumun ensesinde zalimin
soğuk nefesi. Bütün bunlar tesadüf müdür? Yoksa sabitesi olmayan kafalara göre
yapılmış bir ayarlama mıdır bu?
Söyleyin akyazmalı nineler, alyazmalı
anneler, başı önünde halalar ve teyzeler, utangaç tazeler… Siz söyleyin ki suları
kaplayan buzlar kırılsın, çatıları tutan karlar erisin, sokakları örten puslar
silinsin, kurt ile kuzu ayırt edilsin…
Sizin yüreğinizdir her şeyi ısıtan, buzları
eriten, soğukları sıcak kılan, karanlıkları ışıtan…
Bakmayın sizin yazmanıza, örtünüze,
giysinize söz söyleyenlere, laf atanlara, takılanlara… Onlar aynanın karşısına
geçip kendi kültürlerine, değerlerine ve medeniyetlerine yabancılaşmış
kafalarına baksınlar. Efendilerinin karşısındaki ezik ruh hallerini görsünler…
Bakmayın! Neticede Allah’ın dediği olur. Onların
davası dünyada kalır, ya çürür kaybolur, ya yanar kül olur, zamanın yelinde savrulur.
Oldu da nitekim. Sizin duruşunuz kaldı, yüreğinizdeki
sevgi, vicdanınızdaki sızı, içinizdeki umut ışığı...
Şubatın soğuğuna razıydık. “Kış kışlığını
göstermeli” derlerdi eskiler. Şubat da soğuğunu gösterecekti elbet. Zaten
tecrübeliydik ona ve hazırdık. Ama soğuktan buz kesen vicdanlara değil; kaskatı
olmuş kalplere, donmuş yabancılaşmış suratlara, yad yabanla tıkanmış kulaklara,
kapkara is çökmüş gözlere, ruhu yabancılaşmış bedenlere, içi boşalmış cesetlere
hiç hazır değildik.
Sakın karıştırmayın! Bizler öyle
rakamlarda, günlerde, aylarda uğursuzluk arayanlardan değiliz. Eşyada ne şeamet
ararız ne de keramet, Hakk’ın yarattığında vardır bir hikmet, yeter kişide
olsun güzel bir niyet, Allah nasip eder hem hidayet hem istikamet. Bizler bunu
bilir, buna inanırız. O yüzden ne aylardan
Şubat’a ne günlerden 28’e takılıp kalırız. O günün kendisine değil o günde
olanlara; vicdansızlıklara, kalpsizliklere, ciğersizliklere ve ruhsuz hallere
bakarız. Rakam ve gün takıntılarının medeniyetimizde yeri olmaz. Bundandır, dinimizde
hurafelere itibar olunmaz.
Ama ne ki, Yüce Allah’ın verdiği her emri tam
yerinde ve tam zamanında yaparız. Bunu kulluğun gereği olarak yaparız. Biz,
O’na kul oluruz, onların efendilerine değil. Her şeyi yaratan Yüce Rabbimize
yönelir, her şeyin O’ndan geldiğini biliriz. Yarattığı her şeyin bir hayır bir
de şer tarafının olduğunu Kitab’ından öğreniriz. Hayra yönelir, şerden uzak
dururuz. Hele ki şu imtihan meydanında, çift kutuplu insanların dünyasında.
Uykuda, uyanıklıkta hatta rüyada.
Olmadı mı? Kimileri hayallerle, kimileri
rüyalarla kandırdı bizi. Yüzleri ne kadar aydınlıksa, içleri o kadar karanlıktı.
Zira küp içindekini sızdırırdı. O yüzden hep karanlıkları kolluyorlardı, yarasalar gibi gece karanlığında
saldırıyorlardı.
Sağdan girdiler, soldan çıktılar; bu
taraftan göründüler, o tarafa döndüler; buradan aldılar, orada sattılar; milletine
uzak, onlara uşaktılar; bizlere diklendiler, onlara eziktiler… Hâsılı hayatları
hesaptı, sonları bataktı. Batsınlar da beter olsunlar!
İşte böyle dostlar! Şubat’ın 28’inde başladı
baskılar, baskıcı kararlar ve despotluklar. Bir başka sürümleriydi 27 Mayıslar,
12 Martlar, 12 Eylüller, 15 Temmuzlar. Bin yıl sürecek dendi, Allah’a şükür ki,
sayılı günlerle geçti. Sevinçleri kursaklarında kaldı. Onlar bunu ebedi sandı,
güya dünyaya kazık kakacaklardı. Unutmuşlardı her şeyin geçici oluğunu,
göllerin donduğunu, çimenlerin kuruduğunu, güllerin solduğunu… Evrenin bir
yaratanının ve yöneteninin olduğunu.
Nerede şimdi o haddi aşanlar, esip
gürleyip taşanlar, başörtüsüyle savaşanlar?
Gencecik çocukları kovalatanlar, okulların
önüne barikat kuranlar, üniversite kapılarını bu toprağın insanına kapatanlar,
derslerden öğrenci atanlar, bir makam-mansıp uğruna eşini dostunu satanlar… Sahi
nerede şimdi onlar?
Bir de, bir batıp bir çıkanlar, bir
görünüp bir kaybolanlar, yağmur nereye yağarsa tarlasını oraya taşıyanlar, ilk
gelen trenin ön vagonuna kurulanlar…
İşte böyle, her zaman olduğu gibi o günün
de fırsatçıları türedi. Allah bazılarına aradıkları fırsatları verdi, aslında
onları öyle denedi. Bu bir imtihandı ama onlar görmediler. Görünmeyeceklerini
zannettiler. O zaman görünmeyenler, bir imza atmaktan bile kaçanınlar, yine
tuttular köşeleri. Tatlı su mücahitleri, görmediğinin şahitleri, bilmediğinin
müdafileri…
O günlerde sakalsız bıyıksız kamufle
olanlar, şimdilerde göbeklerine kadar sakal uzatanlar…
Eee… gün biter günler geçer, kurulur mahşer,
herkese verilir defter. İlahi adalet kılı kırk eder, ölçer biçer, onları da hesaba
çeker…
Neleri gördük, kimleri tanıdık, nice
tecrübeler edindik o günlerde. Olana sevindik, olmayana sabrettik. Çalıştık didindik.
Ne edindiysek Rabbimizin inayetiyle edindik, bugünlere geldik, bin şükür dedik,
vesile olan kullarına da teşekkürü borç bildik. Ellerimizi semaya kaldırıp “Rabbimiz
o günleri bir daha bu millete göstermesin!” diye dualar ettik.
O günlerin gerçek kahramanları, bugünlerde
unutulsa da adları, ötede elbet ortaya çıkacak şanları. Ama kalacak milletin
sinesinde namları… Zaten onlar dünya namı, şanı ve şöhreti peşinde değildiler; niyetleri
ilahi rızaya ermekti, erdiler; sevap bohçasını derdiler; daha geçenlerde
duydum, sessiz sedasız bu dünyadan göç ettiler… Hoşnut olundukları ve hoşnut
olacakları müjdesiyle sevindiler…
Peki, nerede şimdi, haddi aşanlar,
çizmeden taşanlar, başörtülü eş üzerinden çatışma çıkartanlar, gencecik
çocukların başörtüsüyle savaşanlar?
Onlar da yerlerini alacaklar, adalet
terazisine konacaklar, hak ettikleri karşılığı bulacaklar; o mağdur ve mazlum
gençlerin nefeslerini enselerinde duyacaklar. Uzak değil, yakında. Kimse
kalmadı bu dünyada, kalmayacak bundan sonra da. Herkes toplanacak ilahî
huzurda. Kuzunun hakkı kurttan alınacak, ak koyun kara koyun orada birbirinden ayrılacak.
Ama istiyoruz ki, burada da adalet bir
nebze olsun gerçekleşsin! Haksızlığa uğrayanların belki bütün kayıpları değilse
de, en azından yok edilen itibarları iade edilsin.
Yoksa toplayıp geri veremeyiz onların gözyaşlarını,
onaramayız kırılan kalplerini, kaldıramayız yıkılan umutlarını, iade edemeyiz yok
edilen geleceklerini. Ama hiç değilse yüreklerine bir su serpebiliriz. Bir
gönül alma teşebbüsünde bulunabiliriz. Umutlarını tazeler, yeni nesillere
aktarabiliriz. Gelecek kuşakların kaygılarını dağıtır, ufuklarını aydınlatır, umutlarını
artırabiliriz… Bunu yapabiliriz!
1 Receb 1442/13 Şubat 2021
Son günlerde okuduğum en güzel yazı; şiir tadında...
YanıtlaSil