Adnan DEMİRCAN
Başka çalışmalarım sebebiyle Ömerli’yle
ilgili yazılara biraz ara verdim. Daha önce Ömerli’de çocukların gündelik
hayatlarından söz etmiştim. Şimdi de biraz çocukların dünyasını inşa eden,
ancak genellikle ihmal ettiğimiz bir konu olan çocuk oyunlarıyla ilgili hatırladıklarımı
anlatayım.Pellé
Ömerli’deki çocuk oyunlarının
bir kısmı günümüzde de devam ediyor zannederim. Ancak bir kısmı tarihe mal
olmuştur muhtemelen… Biz de şimdilerde çocukların oynadıkları gibi saklambaç
oynardık, okulda öğrendiğimiz bazı oyunları yerel yorumlarla oynamaya devam
ederdik, ama bunların dışında imkânlarımız çerçevesinde ortaya çıkan oyunlarımız
da vardı. Bunlardan biri ucu mızrak gibi sivriltilmiş sopalarla oynanırdı. Çekkudıms
derdik. Toprak bir zemin ıslatılıp sertleştirilir, ardından yaklaşık yarım
metre boyundaki sopalar toprağa saplanırdı. Sopanın derine girmesi önemliydi. Başka
bir oyuncu, önceden toprağa saplanmış sopaları yerinden çıkaracak şekilde
elindeki sopayı saplar ve bu oyun bu şekilde devam ederdi. Kazanan karşı
tarafın sopasını alırdı. Meşe odunundan yapılan bu sopalar çok sertti.Pellé
Sopalarla oynadığımız diğer
bir oyun ise pellé denen oyundu. Bunun için iki taşın üzerine yerleştirilmiş yaklaşık
yarım metrelik bir sopa, daha uzun bir sopayla havaya kaldırılıp uzaklara
fırlatılırdı. Ancak fırlatmanın eldeki sopayla vurarak yapılması gerekir. Bunda
da sopayı en uzak yere fırlatan kazanırdı.
Oyunlarımızdan bir kısmı
gülle dediğimiz taştan yapılma misketlerle oynanırdı. Aralıklı olarak, misket,
düğme ya da bozuk para diker bunları gülleyle vurmaya çalışırdık. Dikili olan
nesneyi vuran kişi vurduklarını kazanırdı.
Oyun nesnelerinden biri gazoz
kapaklarıydı. Rengârenk gazoz kapakları değerliydi. Kapakları nizami bir
şekilde düzeltir, üzerindeki yazı ve rengin zarar görmemesine özen gösterirdik.
Bu kapakları da dikerek güllelerle vurmaya çalışır ya da başka şekillerde oyun
nesnesi olarak kullanırdık.
Oynadığımız oyunlardan biri
de bozuk parayı duvarda belirlediğimiz bir taşa sert bir şekilde vurarak parayı
ilk atışı yapan kişisinin parasına yakın bir noktaya düşürmeye çalışmaktı. Elimizde
sopadan oluşturduğumuz bir ölçüyle mesafeyi ölçer, bunu tutturanlar oyun için
ortaya konan parayı veya başka eşyayı alırlardı.Tıppış
Elbette o dönemdeki oyunların
hepsinin pedagojik açıdan çocukları müspet manada geliştirici bir boyuta sahip
olduğunu söylemek mümkün değildir. Burada verdiğim örneklerden de anlaşılacağı
üzere çocukluğumuzda oynadığımız oyunların bir kısmında kazanma hırsını
körükleyen hatta bir bakıma bedavadan kazanmaya ve kumara teşvik vardı. Bunun nasıl
bir zihin dünyasının ürünü olarak ortaya çıktığını bilmiyorum ama çocukların
dünyasında iyi izler bıraktığı kanaatinde değilim.
Ömerli’de yabancı memurların
evleri hariç hemen her evde bir eşek bulunurdu o dönemde… Eşeklerle yarışlar
düzenlerdik. Atlarımız olmasa da eşeklerimize at muamelesi yapmamıza engel bir
durum yoktu.
Yazın çocuk olduğumuz gibi
kışın da çocuktuk ve o küçük dünyamızda kışın da oynanabilecek oyunlarımız
vardı. Yazın giyilen naylon ayakkabıların
zeminleri çok aşındığında kışın kaymak için özellikle saklanırdı. Çünkü naylon
ayakkabılarla güzel kayılırdı. Ayakkabıyla ayakta ya da çömelerek kayardık. Bir
de sırt üstü kaymak için kullandığımız aparatlar vardı ki, imkânların nasıl
kullanıldığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Yıpranmış ve kullanılmayan
bir kırık naylon bidonun veya leğenin parçası iyi bir kızak olabiliyordu.
Ömerli’de çocukluğumuzda çok kar
yağardı. Özellikle yokuş olan arazilerde kar ayakla bastırılmak suretiyle kayak
alanları oluşturduk. Buralar amatör kayak merkezleriydi. Aşağı hızlıca kayar,
sonra koşa koşa yukarı çıkardık. Nefes nefese kalır, yorulurduk, ama hiçbir şey
kaymaktan aldığımız zevke engel olamazdı.
Akşamları evde tıppış
dediğimiz şimdiki beş taşa benzeyen bir oyunumuz vardı. Hayvanların âşık
kemiklerini (ka‘b=çoğulu ık‘ûb) boyayarak onunla oynadığımız başka bir oyun da
vardı.
Bir de serçe avlardık kar
yağdığında… Bu da bir oyun gibiydi bizim için… Kuşların dikkatini çekecek
karartı oluşturmak için karın üzerine biraz hayvan gübresi döker, aralarına buğday serpiştirir ve buğdayı kapısı
açık bir odaya kadar götürürdük. Kapının arkasına saklanıp kuşların içeri
girmesini bekler, sonra kapıyı kapatırdık. Açlıktan yem yemeye gelmiş olan zavallı
kuşlar tuzağa düşerdi. Sonra onları yakalayıp keser, sobanın üzerinde pişirip
yerdik. Bir serçenin etinden budundan ne çıkacaktı, ama o serçeleri yakalamak
onları kesmek, yolmak daha sonra sobanın üzerinde kızartarak yemek bizim için
ayrı bir zevkti.
Burada oyunlarımızdan birkaç
tanesini anlattım. Dokuz taşla ve on altı taşla oynanan dama da zikredilmeli…
Tabii çocuklar dokuz taşı, biraz daha büyükler on altı taşı tercih ederlerdi. Iḥmârı’t-tavîl,
siré (seksek) oyunlardan bazıları… Zamborı’l-ıḥmâr (eşek arısı) yuvalarını
bozmak ve onlarla savaşmak da ayrı bir heyecandı.
Ömerli’de çocuk olmak ve o
küçük pencereden dünyaya bakmak güzeldi… Pahalı oyuncaklarımız yoktu, ama güzel
oyunlarımız vardı. Bizim mahallede bisikleti olan çocuk olduğunu hatırlamıyorum.
Kaldı ki zaten bisikleti sürecek doğru dürüst sokak da yoktu. Çünkü sokaklarımız
bisiklet sürmeye müsait değildi. Ama eğer bisikletimiz olsaydı elbette onu da
sürecek bir yer bulur, yoksa yapardık. Biz çocuktuk ve her şart altında
oynayacak oyun ve alan bulurduk.
0 yorum:
Yorum Gönder