14 Şubat 2021 Pazar

Ömerli’de Çocuk Oyunları

 


Adnan DEMİRCAN

Başka çalışmalarım sebebiyle Ömerli’yle ilgili yazılara biraz ara verdim. Daha önce Ömerli’de çocukların gündelik hayatlarından söz etmiştim. Şimdi de biraz çocukların dünyasını inşa eden, ancak genellikle ihmal ettiğimiz bir konu olan çocuk oyunlarıyla ilgili hatırladıklarımı anlatayım.

Pellé

Ömerli’deki çocuk oyunlarının bir kısmı günümüzde de devam ediyor zannederim. Ancak bir kısmı tarihe mal olmuştur muhtemelen… Biz de şimdilerde çocukların oynadıkları gibi saklambaç oynardık, okulda öğrendiğimiz bazı oyunları yerel yorumlarla oynamaya devam ederdik, ama bunların dışında imkânlarımız çerçevesinde ortaya çıkan oyunlarımız da vardı. Bunlardan biri ucu mızrak gibi sivriltilmiş sopalarla oynanırdı. Çekkudıms derdik. Toprak bir zemin ıslatılıp sertleştirilir, ardından yaklaşık yarım metre boyundaki sopalar toprağa saplanırdı. Sopanın derine girmesi önemliydi. Başka bir oyuncu, önceden toprağa saplanmış sopaları yerinden çıkaracak şekilde elindeki sopayı saplar ve bu oyun bu şekilde devam ederdi. Kazanan karşı tarafın sopasını alırdı. Meşe odunundan yapılan bu sopalar çok sertti.

Pellé

Sopalarla oynadığımız diğer bir oyun ise pellé denen oyundu. Bunun için iki taşın üzerine yerleştirilmiş yaklaşık yarım metrelik bir sopa, daha uzun bir sopayla havaya kaldırılıp uzaklara fırlatılırdı. Ancak fırlatmanın eldeki sopayla vurarak yapılması gerekir. Bunda da sopayı en uzak yere fırlatan kazanırdı.

Oyunlarımızdan bir kısmı gülle dediğimiz taştan yapılma misketlerle oynanırdı. Aralıklı olarak, misket, düğme ya da bozuk para diker bunları gülleyle vurmaya çalışırdık. Dikili olan nesneyi vuran kişi vurduklarını kazanırdı.

Oyun nesnelerinden biri gazoz kapaklarıydı. Rengârenk gazoz kapakları değerliydi. Kapakları nizami bir şekilde düzeltir, üzerindeki yazı ve rengin zarar görmemesine özen gösterirdik. Bu kapakları da dikerek güllelerle vurmaya çalışır ya da başka şekillerde oyun nesnesi olarak kullanırdık.

Oynadığımız oyunlardan biri de bozuk parayı duvarda belirlediğimiz bir taşa sert bir şekilde vurarak parayı ilk atışı yapan kişisinin parasına yakın bir noktaya düşürmeye çalışmaktı. Elimizde sopadan oluşturduğumuz bir ölçüyle mesafeyi ölçer, bunu tutturanlar oyun için ortaya konan parayı veya başka eşyayı alırlardı.

Tıppış

Elbette o dönemdeki oyunların hepsinin pedagojik açıdan çocukları müspet manada geliştirici bir boyuta sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Burada verdiğim örneklerden de anlaşılacağı üzere çocukluğumuzda oynadığımız oyunların bir kısmında kazanma hırsını körükleyen hatta bir bakıma bedavadan kazanmaya ve kumara teşvik vardı. Bunun nasıl bir zihin dünyasının ürünü olarak ortaya çıktığını bilmiyorum ama çocukların dünyasında iyi izler bıraktığı kanaatinde değilim.

Ömerli’de yabancı memurların evleri hariç hemen her evde bir eşek bulunurdu o dönemde… Eşeklerle yarışlar düzenlerdik. Atlarımız olmasa da eşeklerimize at muamelesi yapmamıza engel bir durum yoktu.

Yazın çocuk olduğumuz gibi kışın da çocuktuk ve o küçük dünyamızda kışın da oynanabilecek oyunlarımız vardı.  Yazın giyilen naylon ayakkabıların zeminleri çok aşındığında kışın kaymak için özellikle saklanırdı. Çünkü naylon ayakkabılarla güzel kayılırdı. Ayakkabıyla ayakta ya da çömelerek kayardık. Bir de sırt üstü kaymak için kullandığımız aparatlar vardı ki, imkânların nasıl kullanıldığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Yıpranmış ve kullanılmayan bir kırık naylon bidonun veya leğenin parçası iyi bir kızak olabiliyordu.

Ömerli’de çocukluğumuzda çok kar yağardı. Özellikle yokuş olan arazilerde kar ayakla bastırılmak suretiyle kayak alanları oluşturduk. Buralar amatör kayak merkezleriydi. Aşağı hızlıca kayar, sonra koşa koşa yukarı çıkardık. Nefes nefese kalır, yorulurduk, ama hiçbir şey kaymaktan aldığımız zevke engel olamazdı.

Akşamları evde tıppış dediğimiz şimdiki beş taşa benzeyen bir oyunumuz vardı. Hayvanların âşık kemiklerini (ka‘b=çoğulu ık‘ûb) boyayarak onunla oynadığımız başka bir oyun da vardı.

Bir de serçe avlardık kar yağdığında… Bu da bir oyun gibiydi bizim için… Kuşların dikkatini çekecek karartı oluşturmak için karın üzerine biraz hayvan gübresi döker,  aralarına buğday serpiştirir ve buğdayı kapısı açık bir odaya kadar götürürdük. Kapının arkasına saklanıp kuşların içeri girmesini bekler, sonra kapıyı kapatırdık. Açlıktan yem yemeye gelmiş olan zavallı kuşlar tuzağa düşerdi. Sonra onları yakalayıp keser, sobanın üzerinde pişirip yerdik. Bir serçenin etinden budundan ne çıkacaktı, ama o serçeleri yakalamak onları kesmek, yolmak daha sonra sobanın üzerinde kızartarak yemek bizim için ayrı bir zevkti.

Burada oyunlarımızdan birkaç tanesini anlattım. Dokuz taşla ve on altı taşla oynanan dama da zikredilmeli… Tabii çocuklar dokuz taşı, biraz daha büyükler on altı taşı tercih ederlerdi. Iḥmârı’t-tavîl, siré (seksek) oyunlardan bazıları… Zamborı’l-ıḥmâr (eşek arısı) yuvalarını bozmak ve onlarla savaşmak da ayrı bir heyecandı.

Ömerli’de çocuk olmak ve o küçük pencereden dünyaya bakmak güzeldi… Pahalı oyuncaklarımız yoktu, ama güzel oyunlarımız vardı. Bizim mahallede bisikleti olan çocuk olduğunu hatırlamıyorum. Kaldı ki zaten bisikleti sürecek doğru dürüst sokak da yoktu. Çünkü sokaklarımız bisiklet sürmeye müsait değildi. Ama eğer bisikletimiz olsaydı elbette onu da sürecek bir yer bulur, yoksa yapardık. Biz çocuktuk ve her şart altında oynayacak oyun ve alan bulurduk.

 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar