Cağfer KARADAŞ
Bağdat’tan ayrılan Gazzalin Oğlu,
yeni dünyasını Şam’da kurmaya karar vermişti. Şam’ın merkezinde yer alan Emevî
Camii’ni mesken tuttu. Uzun sürecek bir düşünce ve hesaplaşma uzletine
çekilmişti. Şam’ı seçmesi o dönem siyasi merkezlerden uzak durmak içindi. Her kesimden
ve herkesten uzak yeni hayatın rotasını burada çizecekti.
Bütün bir hayatını gözden geçirmekti ilk işi. Geriye dönük ciddi bir muhasebeyle işe başladı. Çünkü geçmiş sabit bir gerçeklik olarak zihninde durmaktaydı. Bu sabit gerçekliği dikkate almadan ve onunla hesaplaşmadan yeni bir hayata başlaması imkânsızdı. Geçmişe dönük bu hesaplaşma geleceğe dönük planlarının da açığa çıkmasını sağlayacaktı.
Onun niyeti, varolanı tamamen terk
etmek değil, varolandan yola çıkarak nasıl bir yapı kuracağını planlamaktı.
Zaten onun kafasında hakikat hiçbir zaman yok olmamış ve dönüşüme
uğramamıştı. Onun merak ettiği ve anlamakta güçlük çektiği, hakikate rağmen
yanlışın nasıl zemin bulduğu, hakikati bilen insanların nasıl bilmiyormuş gibi
davrandığıydı? Öyleyse hakikatin insanın dışındaki görüntüsüyle içindeki varlığı
arasında ciddi bir çelişki ve tutarsızlık söz konusuydu. Bütün bunları kendi
üzerinden ve kendi hayat tecrübesinden yola çıkarak düşünüyor ve söylüyordu.
Geçmişe dönük muhasebesi aslında içindeki boşluğu ve dışarıya yansıyan
tutarsızlığı gün yüzüne çıkartmıştı.
Her gün üç yüz kişilik bir öğrenci
kitlesine ders okutuyor, namazında, orucunda ve zekâtında bir kusur
bulunmuyordu. Fakat bütün bunlara rağmen içinde bir boşluk hissediyordu.
Şeytanın vesveselerinin iç dünyasında hemen ve etkili karşılık bulduğunu
görüyordu. Dışarıya yansıyan hayatı mükemmeldi, fakat içerdeki karşılığı ona
denk düşmüyordu. Özellikle öğretim hayatının son yıllarında kafasındaki temel
ve birincil mesele bu olmuştu. Şimdi Şam’daydı ve aynı mesele zihninde yine
önceliğini ve önemini koruyordu.
Öyleyse tekrar başa dönmeliydi. Yüce
Yaratanın Kitabına ve Rahmet Nebisi’nin Sünnetine. Tek çare, Nebevî Hakikati
eksen almaktı. O’nun sünnetinin söze dökülmüş hali olan hadîsler derdini
çözmede yol gösterici olabilirdi. Asırlardır ümmetin zihin dünyasını şekillendiren
Cibrîl Hadîsi, bu hakikatin özeti gibiydi. Dört soru vardı: İman, İslam, ihsan
ve Allah’a teslim olma yani haddini bilme. Bunların tercümesi, zihni şekillendiren
inanç, bedene yansıyan ibadetler, içte derinlik oluşturan ihsan ve Allah’ın
bilgisinde olana teslimiyetti. Neticede düze çıkmanın ve selamete ermenin
anahtarlarıydı bunlar. İnanç ve ibadetler konusunda ne bir tereddüt ne de
eksiklik söz konusuydu. Tereddüt vicdan ve izan noktasında ortaya çıkıyordu.
Vicdan kişinin içiyle barışık olması, içinin dışına denk düşmesiydi. İzan ise
haddini bilme, sınırlarının farkına varma ve her şeyi bilen ve takdir edene teslimiyet
göstermeydi.
Demek ki Cibril Hadisi’nin inanç ve eylem
boyutları tam olsa da ihsan ve izan kısmı tam yerine oturmamış olabiliyordu. Bu
da dünya-ahiret dengesinin zihin planında bozulmasının göstergesiydi. İlk dönem
zahitleri bunu fark etmişler ve dünya-ahiret dengesini kurmanın yol ve
yöntemini aramışlardı. Çünkü dünya hayatı, uğraşlar ve yarışlar sarmalıydı,
insanı bir anda kuşatıyor, sanki ebedî hayatın burada olacağı hissini
verebiliyordu. Bu histen kurtulmanın ve ahiret gerçeğini kavramanın yolu,
kişinin vicdanını ve izanını diri tutmasına bağlıydı. Allah’ın kendisini
gördüğü bilincinde olması, kişinin vicdanını; ölüm ve kıyametin kopma ihtimali
de, kime boyun eğmek gerektiği bilincini vermekteydi.
Öyleyse bütün mesele, hayatın ihsan
ve izan boyutunu yakalamaktı. Bunun için bugünden geriye giderek Nebevî
hakikate ve bu hakikatin yansımalarına yaklaşmak gerekiyordu. İhsan ve izan
boyutunu en iyi yakalayan kişiler olarak ilk dönem zahitleri dikkatini çekti.
Fakat onların da günümüze gelen eserleri yoktu. Hâlbuki o, okuyarak ve yazarak
meseleleri halletmeye alışmıştı. Bunun için kitaplara ihtiyacı vardı. Onu da
ancak üçüncü ve dördüncü yüzyıl zahitlerinde buldu: Ebû Talib Mekkî ve Hâris
Mahasibî. Biri İslam’ın ilk yeşerdiği ve kıblegahı olan Mekke’ye aidiyetiyle,
diğeri ise hesaplaşan anlamındaki Muhasibî ismiyle öne çıkıyordu. Bu
yönleriyle biri Nebevî hakikatin diğeri de geçmişle hesaplaşmanın sembol ismi
olacaktı zihin dünyasında.
0 yorum:
Yorum Gönder