HİLAFETİN HİKÂYESİ
Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN[1]
Beyan Yayınları, İstanbul-2021, 1. Baskı, Sayfa sayısı 268
Tanıtım/Değerlendirme: İbrahim KONAK[2]
İlk halife Hz. Ebu Bekir’den başlayarak Halifeliğin kaldırıldığı 3 Mart 1924 tarihine kadar geçen süre içinde Halifeliğin geçirdiği süreçlerin anlatıldığı “Hilafetin Hikayesi” adlı kitap dört bölümden oluşmaktadır. Kitabın sonuna konulan tabloların oluşturduğu Ekler ile eser zenginleştirilmiştir. Kitapta İslam Tarihi ana kaynaklarının yanında modern kaynaklardan da istifade edilmiş, kavramlarda Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisinden istifade edilmiştir.
Kitap Hilafeti dini bir vecibe veya İslam dışı bir sistem olarak
görmekten uzak, ideolojik saplantılara bulaşmadan tarihsel bir olgu olarak ele
alınıp hilafet kurumunun tarihi gelişimi incelenmiştir. Hilafetin daha çok
siyasi bir kurum olarak ele alındığı kitabın Giriş kısmında (s.13) İslam öncesi
Araplarda, özellikle de Hicaz’da cari olan yönetim sistemi incelenmiştir. Burada
İslam öncesi Mekke ve Medine’de merkezi bir siyasi otoritenin olmadığı,
otoriteyi kabile liderlerinin temsil ettiği vurgulanmaktadır. Giriş’in sonunda gelişmelerin
sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesi için İslam medeniyetinde siyasi
düşüncenin gelişiminde ve kurumların şekillenmesinde Arap geleneklerinin ve
siyasi kültürün etkisinin göz ardı edilmemesi gerektiği uyarısı vurgulanmıştır.
Birinci bölümde (s.17) İslam öncesi dönemde siyaset iki başlıkta incelenmiştir. Öncelikle Araplarda cari olan kabile sistemi anlatılmış, kabilede liderin rolü ve yetkisi atrıntılı bir şekilde anlatıldıktan sora Kabile sistemi Hicaz özelinde ele alınmıştır. Mekke ve Medine şehirlerinde İslam’dan önce merkezi bir yönetimin olmadığı belirtildikten sonra Kusay’dan başlayarak Mekke’deki idarenin nasıl yerleştiği ve geliştiği anlatılmaktadır.
İkinci bölümde (s.27) İslam
Medeniyetinde Siyaset konusu işlenmeye başlanmıştır. Medine’ye hicret eden
Allah Resûlü'nün Medine’de yaşayan Müslüman ve Gayrı Müslim halkın lideri
olması Arap yönetim teamüllerine aykırı da olsa da bu, onun Peygamberliğinden
kaynaklanan özel bir durumdu. Onun sergilediği başarılı liderliğin vahiyden
sonraki temel dinamikleri yine vahyin öğretileri olarak adalet, meşveret,
ehliyet ve liyakat gibi ilkeler olmuştur. Ancak Allah Rasulü’nün vefatıyla
Müslümanlara bıraktığı yönetimde kurumsallaşmasını tamamlamış bir sistem söz
konusu değildi.
Allah Rasulü’nün vefatından sonra Halifetü Rasulillah ünvanıyla Hz.
Ebu Bekir’e biat edildi. (s.35) Burada halife kelimesi üzerinde durulmuş ve
çeşitli anlamları aktarılmıştır. Kur’an’da
bu kelimenin bugün bildiğimiz “Müslümanların devletini yöneten kişi” anlamında
kullanılmadığı, Hz. Ebu Bekir’in bu ismi almaktaki hedefinin de Hz.
Peygamber’den kalan güce ve otoriteye talip olduğu belirtilip daha sonraki
dönemlerde var olan durumu meşrulaştırma adına uydurulmuş rivayetlerin
Hadislerin arasına yerleştirilmeye çalışıldığına dikkat çekilmektedir. Bu
sebeple yazar hilafet meselesine inanç zaviyesinden değil, tarihi bağlamını
dikkate alarak yaklaşmaktadır. Halifelerin isimlendirilmeleri konusunda ise Hz.
Ebu Bekir’in kendisine “Allah’ın Halifesi” şeklinde hitap edilmesine karşı
çıkmasına rağmen daha sonraki dönemde Muaviye’nin bunu reddetmediği ama bu
tamlamanın Abbasiler döneminde kavramlaştığını belirtmektedir. Sünnilerin tarih
algısına uygun olarak ifade ettikleri, Şiiler ve Haricilerin reddettiği “Raşid
Halifeler” kavramının da hadise isnadı sorunlu olup böyle bir kavramın Hz.
Peygamber döneminde kullanılmasının olası olmadığı vurgulanmaktadır. (s.42)
Bu açıklamaların ardından kitapta Hilafetin hikayesi tarihi kırılma
noktalarına işaret edilerek kronolojik olarak anlatılır. Hz. Ebu Bekir ile
başlayan Hilafet kurumunun Müslümanların yönetim ihtiyaçlarını deruhte etmek
üzere ortaya çıkmış bir kurum olarak ifade edilmiş, Hz. Ebu Bekir’in seçim
gerekçelerinin ve şeklinin Arap Örfüne uygun ama şahsı ile ilgili olarak Medineli
olmaması hasebiyle Arap örfüne aykırı olduğu belirtilmiştir. Zira kendisini
seçenlerin tamamına yakını Medineli (Ensar) olmasına rağmen onlardan biat
almıştır. Bu da toplumdaki dönüşümün bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Halife namaz kıldırmak gibi dini bir vazifeyi de ifa etmesine
rağmen Hilafetin, teokratik bir kurum olmadığı, Halifenin de Hz. Peygamber’in
nübüvvetle ilgili halefi değil, devlet başkanı olarak halefi olduğu, bu sebeple
dini bir lider olmaktan ziyade siyasi bir lider olduğu belirtilmiştir.
Hz. Osman’ın yönetimde akrabalarına ağırlık vermesi ile yönetimde
bazı değişikliklerin meydana geldiği, bunun iyi niyetle atılmış bir adım
olmasına rağmen Hilafet tarihinde bir kırılma noktası oluşturduğu
belirtilmiştir. (s.48)
İlk dört halifenin dördünün de farklı farklı yöntemlerle hilafete
geldiğine dikkat çeken yazar bu farklılığın sebebinin asırlar sonra gelecek
insanların önünü aydınlatacak, elini rahatlatacak çözümler üretmek değil, kendi
dönemlerindeki sorunları çözmek olduğunu belirtmektedir. Değerlendirmelerde
dikkatimizin çekildiği bir başka nokta da o günün aktörlerinin bizim gibi
icraatlarının sonuçlarını bilmiyor olmalarıdır. (s.43-65)
Raşid Halifelerin ardından gelen Emevi yönetimiyle Hilafetin başka
bir kırılma noktası yaşadığını ve ilk Halifeler döneminde bir seçim yöntemi
olan biatın, Emevîler döneminde halkın halifeyi seçmesi ve onaylaması
anlamından uzaklaşarak şeklî bir faaliyete dönüştüğü, Halifenin de gücünü
Ümeyyeoğullarına dayandırdığı izah edilir. (s.65-72)
Kitabın üçüncü bölümünde ise “Teori ve Pratik Arasında Hilafet” (s.95)
başlığıyla Hilafetin pratikteki uygulaması ve teorik şekli ele alınmıştır.
Hilafetin teorik altyapısının hilafet ortaya çıktıktan sonra zamana yayılarak
şekillendiği belirtilmiş, bunun birçok kurum için de böyle olduğuna dikkat
çekilmiştir.
Müslümanların bir halife tarafından yönetilmesi gerektiği düşüncesi
tarihî temelleri olsa da modern bir ideoloji olarak yeniden gündeme getirilmesinde
birçok etmenin söz konusu olduğunu belirten yazar özellikle iki tanesine dikkat
çekmiştir. Bunlardan biri batı emperyalizminin İslâm dünyasına yönelik sömürü̈
teşebbüsleri çerçevesindeki istilaları ve bu istilaların ortaya çıkardığı
sorunlar, bir diğeri de Müslümanların güçlerinin zayıflaması ve birliğin
önemini anlamış olmalarıdır. Yazarın Hilafetin teorisi ile pratik arasındaki
farkını ortaya koyduğu bazı kavramlar
şunlardır:
1.
Hanedan
(s. 96): Tarihi bir vakıa olarak Hilafet
her zaman bir hanedan potasında olmuştur. İlk dört halife, Emevîler, Abbasîler,
Endülüs Emevîleri ve Fâtımîler Kureyş çatısı altında değerlendirilebilecek
hanedanlardır. Hanedan düşüncesine karşı olan muhaliflerin gücü ellerine
geçirdiklerinde yeni bir hanedan olarak varlıklarını sürdürmeye çalıştıklarını
görüyoruz. Yöneticinin hanedandan olması sadece İslâm dünyasına mahsus olmayıp,
dünyanın diğer bölgelerinde de karşımıza çıkmaktadır. Bir bakıma hanedan,
devletlerin devamlılığını da sağlayan bir kurum olmuştur. Zira yönetimin miras
olarak kalmadığı durumlarda devletin kısa sürede dağıldığı görülmektedir.
2.
Veliaht
Tayini (s. 98): Otoritenin bir ailenin hükümranlığında
olması aynı zamanda yönetimin bir sistem içerisinde devredilmesini de
gerektirmektedir. Yöneticiler kendilerinden sonra devletin geleceğini teminat
altına almak amacıyla bir veliaht tayin etmeye önem vermişlerdir. Ancak veliaht
tayini, liyakatsiz birinin veya birden fazla kişinin tayin edilmesiyle devlette
ciddi sıkıntılar meydana getirmiştir.
3.
Nesep
Koşulu (s. 99): İslâm siyaset düşüncesinde yönetime
gelecek kişinin nesebî aidiyeti ciddi tartışmalara konu olmuştur. Ehl-i
Sünnet’e göre halife olacak kişinin Allah Resûlü’nün kabilesi olan Kureyş
kabilesinden olması gerekir. Hem Kur'an-ı Kerim hem Allah Rasulü'nün
uygulamaları siyaseti belirli bir aileye ya da gruba tahsis etmeye cevaz
vermez. Ancak Allah Rasulü'nün vefatından sonra Hz. Peygamber’in tebliğiyle
ve çabalarıyla bir araya gelmiş olan Arapları bir arada tutabilecek bir siyasî güç
olarak Kureyş'in dışında bir gücün mevcut olduğunu söylemek zordur.
4.
Otoritenin
Tekliği (s. 101): Teorik olarak İslâm dünyasında
otoritenin tek olduğu düşüncesi olmasına rağmen pratikte birden fazla otorite
bulunmuştur. Teoride halifenin sadece bir kişi olması gerektiğini ifade eden
bazı dinî metinler de oluşturulmuştur. Bunlar arasında bazı hadisler karşımıza
çıkmaktadır. Bu rivayetlerin devlet yönetimiyle ilişkili olarak nakledilmesinin
sonraki dönemlerde gerçekleşmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Geçmişte otoriteye
itaat etmeyenlerin bir kısmı mazur görülürken bazılarına karşı sert tutum
takınılmıştır. Örneğin Hz. Ebû Bekir kendisine biat etmeyen Saʻd b. Ubâde’ye müdahale
etmemiş, Hz. Ömer’in onu eleştirmesi üzerine Medine’yi terk etmiştir. Hz. Ali
de biat etmeyen bazı kişilere müdahale etmemiştir. Ancak Abdullah b. Zübeyr,
biat teklifini reddeden-Hz. Ali’nin oğlu- Muhammed b. Hanefiyye’yi hapse
attırmıştır.
5.
İtaat
zorunluluğu (s. 102): Kuşkusuz bir yerde itaat problemi
varsa orada güvenlik sorununun ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Bu bakımdan
âlimler bazı eksiklikleri ve sıkıntıları olsa da halifeye itaat edilmesi
gerektiğini söylemişlerdir. İtaate teşvik eden hadisler bu hususta istihdam
edilmiştir.
6.
Şura
(s. 104): Şura ilkesi Kur’an’da ve hadislerde
Müminlerin işlerinde izledikleri yol olarak belirtilir. Bu anlamda çok değerli
ve faydalıdır. Ancak bu ilke Raşid Halifelerin göreve gelmelerinde dahi -büyük
ölçüde dönemin şartlarından dolayı- “Halkın katılımı” veya “azınlığın temsili”
şeklinde işletilememiştir. Örneğin Raşid halifelerin göreve gelmelerinde
Medineli Ashab (Ensar)’ın seçen veya seçilen olarak bir dahli olmamıştır.
Seçilen halifeye biat etmişlerdir. İlk halifelerden her birinin seçiminde
farklı düzeyde istişareler gerçekleştirilmiştir.
7.
Biat
(s. 107): İslâm dünyasında halifeye itaati
belirleyen ana ritüel biattir. Kişi halifenin kendisini hangi şekilde ve hangi
koşullarda yöneteceğine biatle söz verir. Biat akdi iki tarafı bağlayan bir
akit olmasına rağmen, ilk halifelerden sonra fiiliyatta tebaanın itaatinin
sağlanmasının bir yolu olarak işlemiştir.
8.
Halifede
aranan özellikler (s. 108): Halife olacak
kişinin hangi özelliklere sahip olması gerektiği hususunda Abbasîler döneminde
yazılan bazı kitaplarda kimi kriterlere yer verilmişse de gerçekte halifenin
makama oturmasını sağlayan şey, güçtür. Halife olacak kişinin bu kriterlere
göre imtihan edilmesini sağlayacak ya da onun özelliklerini ölçecek bir sistem
mevcut değildir.
9.
Görev
ve yetkiler (s. 110): Teorik olarak
halife, Müslüman toplumun idaresi ile ilgili her konuda icraatta bulunma, kanun
koyma ve bunu uygulama yetkisine sahiptir. Hilafet konusunu ele alan kitaplarda
halifenin görev ve yetkileriyle ilgili bazı ilkelerden söz edilmekteyse de
halifenin bunlara uyup uymadığı hususunda onu denetleyebilecek bir güç yoktur.
10.
Birden çok halife (s. 112): Teorik olarak Müslümanların
tek bir halifesinin olması erken dönem itibariyle kabul edilmiş bir husus
olmasına karşın pratikte durum farklı olmuştur. Abbasiler döneminde iki ve üç
halifenin varlığı da bilinmektedir.
11.
Çocuk
Halifeler (s. 113): Teorik olarak halife olacak kişinin yöneticilik
özelliklerine sahip, donanımlı biri olması gerekirken pratikte böyle
olmamıştır. Nitekim Abbasîler döneminde özellikle çocuk yaşta kişilerin halife
seçildikleri görülmektedir. Bu durumda aile içerisinden birinin ya da bir
bürokratın devleti yönetmesi ve Halifenin sembolik olarak makamda olması
kaçınılmaz olmuştur.
12.
Hilafet
ve kadın (s. 114): Kadınların doğrudan halife olmaya teşebbüs
etmesi ya da adaylığı bir yana halifelerin seçiminde görüşleri sorulan kişiler
olduklarını söylemek dahi zordur. Bir bakıma siyaset alanı erkeklerin
sorumluluğuna bırakılmıştır. Nitekim ilk halifelerle ilgili biat sürecinin
erkeklerin kendi aralarında devam ettiğini görüyoruz. Bu anlayışın gelenekten
bağımsız olarak görülmesi ve değerlendirilmesi mümkün değildir.
13. Görev
süresi (s. 115): Hz. Peygamber’in vefatından sonra
seçilen halifelerin hiçbirinde görev suresinin belirli bir döneme bağlı olduğu düşüncesi
ortaya çıkmamıştır. Halifelerin hayat kaydı ile seçilmesi dönemin yönetim anlayışı
çerçevesinde şekillenen bir uygulamadır. Bu uygulama sadece İslâm dünyasında
değil, diğer medeniyet ve kültürlerde de karşımıza çıkmaktadır. Keza Araplardaki
kabile liderleri seçimi de hayat kaydıyla yapılırdı. İslâm siyasî geleneği
çerçevesinde oluşan iktidar süresiyle ilgili anlayışın günümüzde tartışılması
kaçınılmazdır.
14. Görevden Uzaklaştırma (s. 116): Halifeler,
Müslümanların kendilerine biatiyle iktidara gelmelerine rağmen onları seçen
iradenin görevlerine son verme yetkilerini kullanabilecekleri kurumlar
geliştirilmemiştir.
15. Görevden
Ayrılma (s. 118): Halife olarak göreve getirilen
kişinin bu görevi iradesi doğrultusunda bırakmasının önünde kanunî bir engel
bulunmamakla birlikte kişinin yetiştiği çevre, onun iktidara gelmesini
destekleyen kişi ya da grupların beklentisi, gerek gördüğünde görevden ayrılma
hakkını dahi çok kolay kullanamadığını ortaya koymaktadır.
16. Muhalefet
(s. 119): Günümüzden meseleye bakıldığında
zaman zaman lider konumundaki bazı kişilerin ya da halktan insanların
halifelerin bazı icraatlarına muhalefet edebildiklerini ve bunu
dillendirdiklerinde de ağır bedeller ödediklerini görüyoruz. Ancak bu konuda
oluşturulmuş bir kurum veya sistem yoktur. Ancak mezkûr dönemde dünyanın hemen
her tarafındaki siyasî yapının birbirine benzediğini unutmamak gerekir. İslâm dünyasında
bağımsız bir muhalefet yokken Batı’da da mevcut değildi.
17. Görevlendirmeler
(s. 121): Halife hedeflediği icraatlarını
gerçekleştirmek için dilediği kimselerden yararlanma hakkına sahiptir. Ancak
buna rağmen görevlendirmelerin ahlaki zemini önemlidir. Emeviler döneminden
itibaren komutanlık, valilik ve kadılık gibi görevlerde daha çok Arapların
istihdam edilip, memleketleri fethedilen mevalinin geri planda bırakıldığını
görmekteyiz. Abbasî ihtilaliyle birlikte güçlenen mevali bu dönemde devlette
temsil açısından Araplarla rekabet edecek hale gelmiştir.
Kitabın dördüncü (s. 123) ve son
bölümünde ise Hilafet konusu çağdaş bir problem olarak ele alınmaktadır. Burada
vurgulanan husus geçmişin kendi şartlarında ve doğru okunması gerektiğidir.
Hilafetin günümüze bakan yönünde (s.
123-128) ise yazar şu tespitleri yapar:
- Müslümanların tarihî bir tecrübesi
olarak hilafet kurumu olumlu ve olumsuz boyutuyla geçmişe aittir. İnsanlar
arasında yaşam standartları, ekonomik farklılıklar, dil ve kültür farklılığı,
hatta İslâm tecrübesinin yerelleştiği bir ortamda Müslümanların tek bir devlet
olmaları çok daha zordur ama asla imkânsız değildir.
- İslâm medeniyetinin geleceği
açısından değerlendirdiğimizde öncelikle bilinmesi gereken, literatürün literal
bir şeklinde okumaması gerektiğidir. Müslümanlar, literatürle ilgili farklı bir
bakış açısı oluşturup geçmişte üretilen değerlerle günümüzün imkânlarını bir
araya getirirlerse yeni bakış açıları kazanmak mümkündür.
- Müslümanlardan bir kısmının
hilafetle ilgili bakış açılarını ümmetin kabulüne mazhar olmuş bir bakış açısı
olarak sunmak gerçekçi değildir. Hilafet kaldırıldığı günlerde konu dünya
Müslümanlarının gündeminde çok canlı bir yere sahipti. Bunun için toplantılar
planlandı, görüşmeler yapıldı. Protestolar ilgili yerlere iletildi. Bugün ise çok
az sayıdaki Müslümanın gündeminde bu konu canlılığını muhafaza ediyor. Ancak bu
gündem İslâm ümmetini sürükleyecek bir güce sahip değil. Müslümanların büyük
çoğunluğunun bugün içinde bulundukları sorunlar ve zihin dünyaları ele
aldığımız konudan çok uzaktır. Bir çözüm üretebilme iradesi ortaya koyabilmek,
sorunu doğru bir şekilde belirlemekle mümkündür.
Ekler
kısmında Türkiye’de Hilafetin kaldırılması ile ilgili olarak Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nde yapılan üç konuşma metni tahlil edilerek verilmiştir.
Bunlardan ilki Mustafa Kemal’in 1 Kasım 1922’de Meclis’te yaptığı konuşmadır.
(s.142) Bu konuşmasında Hilafetin korunarak saltanatın kaldırılması gerektiğini
anlatmaktadır. Ancak saltanatın (yönetimin) bir kişinin elinde olmasının yanlış
olduğunu Millet adına bu yetkinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde olması
gerektiğini vurgulamaktadır. Mustafa Kemal bu konuşmada Önce Türk tarihini,
ardından Hz. Peygamber dönemini özetleyerek toplantının yapıldığı günün
Mevlid-i Nebi’ye denk geldiğine dikkati çekiyor. Daha sonra dört halife
döneminden başlayarak Hilafetin Osmanlılara geçişini ve nihayet son dönemdeki
hilafet konusunu anlatırken hilafetle saltanatın ayrı şeyler olduğunu ifade ederek
Hilafetin korunması gerektiğine, saltanatın (yönetimin) ise Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin elinde olması gerektiğine dair deliller sunmaya
çalışmaktadır. Yazar’ın şu tespiti bu konudaki çalışmaları özetlemektedir:
“Kendisini ve görüşlerini İnsanlığa kabul ettirmek isteyenler geçmişten bir
referans bulmaya gayret ederler. Bunu bulamadıklarında ise inşa ederler.” Bu
konuşmadan 17 gün sonra 18 Kasım 1922’de Vahdettin hal edilerek Abdülmecid
Efendi Meclis tarafından Halife seçilmiştir.
Alıntılanan
ikinci konuşma ise Hilafetin kaldırılması için elli üç arkadaşıyla birlikte
önerge veren Urfa Mebusu Şeyh Saffet’in 3 Mart 1922’de Mecliste yaptığı
konuşmadır. Şeyh Saffet, Hilafet kavramının Kur’an’da Allah’ın yeryüzündeki
halifesi anlamında kullanıldığını, bugüne kadar Müslümanların bunu hiç
konuşmadıklarını, artık Cumhuriyet yönetimine geçilmesi gerektiğini,
Cumhuriyetin temel vazifesinin de Din-i Mübin-i İslam’ı korumak olduğunu
anlatır. Peygambere halef olma anlamındaki Hilafeti ise Hadisteki ifade ile 30
yılla sınırlar. Son olarak da Meclisin Hilafetin tüm yetkisine sahip olduğunun
aklen ve naklen kesinleştiğini ifade etmektedir.
Alıntılanan
üçüncü ve son konuşma da yine 3 Mart 1922 tarihinde İzmir Milletvekili Saffet
Bey’in adeta bir ders mahiyetinde Mecliste yaptığı konuşmadır. Seyyid Bey bir
Fıkıh bilgini olup Hukuk Fakültesinde müderrislik yapmaktaydı. 1923 yılında da
Adalet Vekili olarak görevlendirilmiştir. Seyyid Bey konuşmasında Hilafetin
dini değil, siyasi bir kavram olduğunu, İslam’ın istediği yönetimde ise iki
ilkenin önemli olduğunu anlatır: Meşveret ve Ulu’l-Emre itaat. Ardından Halife
ve İmam kavramlarını inceleyerek Ayet ve Hadisleri kendi dediklerine dayanak
olarak sunmaya çalışır. Kur’an’daki Halife ifadesinin de Peygamber ardılı değil
de Allah’ın halifesi anlamında kullanıldığını açıklamaya çalışır. Demircan’ın
ifadesiyle “zaten verilmiş olan bir kararın altı doldurulmakta, gerekçesi
hazırlanmaktadır.”
Kitabın
sonuna halifelerin listelerinin yer aldığı tablolar ve tüm halifelerin tek
tabloda yer aldığı Halifelerin Şeceresi tablosu okuyucu için toplu bir bilgiyi
ihtiva etmesi açısından önemlidir.
0 yorum:
Yorum Gönder