Dr. Celal EMANET
Yâ Resûlallah! Çi bâşed çün seg-i Ashab-ı Kehf?
Dahil-i cennet şevem der zümre-i ashab-ı tû,
O reved der cennet, men der cehennem key revast?
O seg-i Ashab-ı Kehf, men seg-i ashab-ı tû…
“Yâ Rasûlallah! Ne olaydı, Ashâb-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Ashâbının arasında Cennete
girseydim. Onun Cennete, benim Cehenneme gitmem nasıl revâ olur? O, Ashâb-ı
Kehf'in köpeği; ben ise senin Ashâbının köpeği.” Molla Câmî
“(Rasûlüm)!
Yoksa sen, bizim âyetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakîm sahiplerinin ibrete
şâyan olduklarını mı sandın? O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve:
Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş
yolu hazırla! demişlerdi.
Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice
yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık.) Sonra da iki guruptan (Ashâb-ı Kehf ile
hasımlarından) hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim
diye onları uyandırdık.
Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak
anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların
hidayetini arttırdık.
Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin
hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin
ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan
konuşmuş oluruz. Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka tanrılar edindiler. Bari bu
tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah
hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?”[1]
İnsan
hayatında gençlik dönemi Allah Tealâ’nın bahşettiği en kıymetli nimetlerden birisidir.
Zira mümin, Allah'ın rızasını kazanmak ve İslam’a hizmet etmek için çaba
göstermeye başlayabileceği en verimli zamanı yaşamaktadır. Yukarıda zikredilen
ayet ve Rasûlullah (sav)'in hadisleri incelendiğinde, İslam’ın yayılmasında
gençlerin ne derece önemli bir konuma sahip oldukları açıkca görülür. Kur’ân’da
zikredilen Peygamberlerin hayatlarına baktığımızda da onlarla birlikte iman
edenlerin büyük çoğunluğunun gençlerden oluştuğu dikkat çekmektedir.
Günümüzde
gençlik dönemine dair anlayışlar genel olarak İslâmî anlayışın tamamen
dışındadır. Modern toplumlarda gençlik; gelişigüzel geçirilen yılların, çok
kontrollü olmayan bir dönemin adıdır. Ya da sadece, insanların yaşlılık
dönemleri için yatırım yaptıkları; başka bir ifadeyle geleceklerini garantiye
aldıkları, eğitimlerini ve kariyerlerini tamamladıkları dönemdir. Tabi ki insan
hayatında bütün bunların yapılması, doğal olarak gençlik dönemine rast gelmektedir.
Ancak gençlik dönemini tüm bunlardan daha önemli kılan, gerçekte yaşlılık
dönemi için değil, ölümden sonraki sonsuz hayat için çaba gösterilecek bir
dönem olmasıdır. Bundan dolayı fiziksel ve zihinsel sağlığın yerinde olduğu, en
zinde ve enerjik olunan gençlik yılları, insanların İslâm’a en çok hizmet
edebilecekleri, aklederek, tefekkür ederek nimetlerin şükrünü en fazla
verebilecekleri kıymetli yıllardır.
Gençlik
aynı zamanda kişilik ve karakterin oluştuğu, iyi ve kötü alışkanlıkların
kazanıldığı bir dönemdir. Bu yüzden insan, çocukluktan gençliğe geçerken, sürekli
sorular sorması veya hazır cevaplara ise itirazlar yöneltiyor olması bu
sebeptendir. Şayet o gençler sorularının karşılığında ikna edici cevaba
ulaşırlarsa kalpleri sükûn bulur ve berrak bir ruh iklimine kavuşurlar.
Maalesef
gençliği soruyla değil sorunla, arayışla değil bunalımla, sorumluluk alıp
birşeyler ortaya koymakla değil tüketimle tanımlamaya alışkın modern anlayış,
İslâm’ın rüşd için belirlediği yaştan çok daha ileri yaşlarda ancak bir gence
sorumluluk yüklüyor. Özgürlük, bağımsızlık, sorumluluk üzerine bu kadar
nutuklar çekilmesine karşılık modern zamanların gençlere bakışındaki
güvensizlik; genci ya bir tüketim öznesi veya henüz şeklini bulamamış bir nesne
olarak görmesine yol açmaktadır.
İslâm’ın
gençliğe bakışı günümüze nazaran çok farklıdır. Bunun en güzel örneklerini
Rasûlullah (sav)’in uygulamalarında görülmektedir. İslâm’ın çok kısa zamanda
tüm Arabistan’a ve oradan da kıtalar ötesi ülkelere yayılmasının altında,
sahabe ve tabiin dönemindeki genç nesillerin dinamizminin imanla buluşmasından
kaynaklanan olağanüstü manevi güç yatmaktadır. Rasûlullah (sav) gençleri hiçbir
zaman sorgulamamış onları oldukları gibi kabul ederek yeri geldiğinde onları
taltif etmiştir: “Bana gençliğin yardımı lütfedildi”[2] sözleri bunun açık bir
göstergesidir.
Rasûlullah
(sav)’in yanında ve yakınında ilk önce İslâm’a giren gençlerdi. On yaşındaki Hz.
Ali (ra), babası Ebû Talib ve amcaları kendi içlerinde ‘dur hele’ muhasebesi
yaparlarken, hepsinden önce, İslâm’a girdiği için Efendimiz (sav)’in nezdinde
hepsinin velîsi olmuştu.
Hz.
Peygambere Risalet verilmesiyle birlikte Mekke’deki gençlerin İslâm’a rağbeti o
kadar fazla oldu ki, hicret sırasında sahabe efendilerimizin büyük ekseriyeti
otuz yaşın altında idi. Mekke’de çekilen çile ve işkencelere rağmen ilk
Müslümanlar arasında gençlik kervanında kimler yoktu ki; Rasûlullah (sav)’e
teslim olduğunda henüz on dokuz yaşında olan Sa’d b. Ebî Vakkas; Uhud savaşında
bedenini Hz. Peygambere siper eden, ilahi daveti kabulde ilk sıraları alan ve
İslâm’la şereflendiğinde on dört veya on sekiz yaşlarında olan Talha b.
Ubeydullah; ailesinin servetini elinin tersiyle bir kenara iten ve hayatına
yönelik bütün tehdit ve işkenceleri göze alarak kendisini, Efendimizin (sav)
getirdiği ilahi mesaja vakfeden, Uhud savaşında şehit olduğunda, Rasûlullah
(sav) şehadetine göz yaşı döktüğü Mus’ab b. ‘Umeyr; Müslüman olur olmaz Kabe’ye
giderek Kur’ân’ı müşriklerin arasında okuyacak kadar cesarete sahip olan, zayıf
bedenine karşın küfrün elebaşlarına meydan okuyan ve Müslüman olduğunda on altı
yaşları civarında olduğu anlaşılan Abdullah b. Mesûd; Mekke döneminde tebliğ ve
irşat faaliyetleri için evini Efendimize tahsis eden ve İslâm’a girdiğinde on
yedi, on sekiz yaşlarında olduğu anlaşılan Erkam b. Ebî’l-Erkam; hicret
sırasında yirmi iki yaşlarında olan Saîd b. Zeyd ve en fazla onunla aynı
yaşlarda bulunan hanımı Hattab’ın kızı Fâtıma; ve burada adını zikredemeyeceğimiz
daha pek çok genç…
Rasûlullah
(sav) gençlere her daim güvenir, itimat ederdi. Onlara sorumluluklar yükleyerek
fırsatlar verirdi. Zeyd b. Hârise, Cafer b. Ebî Talib ve Abdullah b. Revâha’nın
şehit olduğu Mute’ye cevap olarak aynı rotaya yeni bir sefer düzenlendiğinde
Rasûlullah (sav) komutan olarak Mûte’nin ilk komutanı Zeyd b. Harise’nin oğlu Üsâme’yi
vazifelendirmiştir. Henüz ondokuz yaşında bir genç olarak Üsâme’yi o günün
şartlarında çölün ortasında neredeyse bin kilometrelik bir güzergâhta üç bin
kişilik bir ordunun kumandanı olarak tayin etmişti. Rasûlullah (sav), Üsâme b.
Zeyd’de Bizans ordusuyla yapılacak savaşı yönetebilecek ehliyette olduğunu
görmüştü.
Efendimiz
(sav) Kur’an’ı en iyi bileniniz, fıkhı en iyi bileniniz, ferâizi en iyi
bileniniz, kıraatı en iyi olanınız diye sena ettiği kimselere bakıldığında genç
sahabe efendilerimizi görmekteyiz. Abdullah ibn Mesud, Abdullah ibn Abbas,
Abdullah ibn Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah ibn Amr, Zeyd b. Sabit, Muaz b.
Cebel gibi daha pek çok isim zikredilebilir.
Günümüz
müslümanlarının en önemli vazifesi, imanlı nesillerin yetişmesini sağlamak ve
onlara iman bilinci yanında, inandığı değerler için fedakarlık yapabilme şuur ve
idrakini kazandırmaktır. Böylesi gençlerin yetişmesi sadece ümmet için değil,
tüm insanlık âlemi için hayatî derecede gereklidir. Çünkü, İslâm’ın mesajının
iman bilincine ulaşmış gençlerin eliyle insanlığın önüne sunulması sayesinde,
bugün her bir tarafı kan ve gözyaşıyla sulanmış yeryüzü toprakları acı verici
çehresinden kurtulacaktır. Hiç şüphe yok ki, insanlık hasret kaldığı huzur
dolu, saadet dolu çağlara Kur’an’ın ve Rasûlullah (sav)’in övgüsüne mazhar
olabilecek nitelikte imanlı genç nesillerin eliyle taşınacaktır.
0 yorum:
Yorum Gönder