28 Mart 2018 Çarşamba

İnsanlığın Aradığı Genç Nesiller

Dr. Celal EMANET


Yâ Resûlallah! Çi bâşed çün seg-i Ashab-ı Kehf?
Dahil-i cennet şevem der zümre-i ashab-ı tû,
O reved der cennet, men der cehennem key revast?
O seg-i Ashab-ı Kehf, men seg-i ashab-ı tû…
“Yâ Rasûlallah! Ne olaydı, Ashâb-ı Kehf’in köpeği gibi, senin Ashâbının arasında Cennete girseydim. Onun Cennete, benim Cehenneme gitmem nasıl revâ olur? O, Ashâb-ı Kehf'in köpeği; ben ise senin Ashâbının köpeği.”  Molla Câmî
            “(Rasûlüm)! Yoksa sen, bizim âyetlerimizden (sadece) Kehf ve Rakîm sahiplerinin ibrete şâyan olduklarını mı sandın? O (yiğit) gençler mağaraya sığınmışlar ve: Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla! demişlerdi.
Bunun üzerine biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (uykuya daldırdık.) Sonra da iki guruptan (Ashâb-ı Kehf ile hasımlarından) hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.
Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten onlar, Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.
Onların kalplerini metîn kıldık. O yiğitler (o yerin hükümdarı karşısında) ayağa kalkarak dediler ki: "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasına tanrı demeyiz. Yoksa saçma sapan konuşmuş oluruz. Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka tanrılar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseler. (Ne mümkün!) Öyle ise Allah hakkında yalan uydurandan daha zalimi var mı?”[1]
            İnsan hayatında gençlik dönemi Allah Tealâ’nın bahşettiği en kıymetli nimetlerden birisidir. Zira mümin, Allah'ın rızasını kazanmak ve İslam’a hizmet etmek için çaba göstermeye başlayabileceği en verimli zamanı yaşamaktadır. Yukarıda zikredilen ayet ve Rasûlullah (sav)'in hadisleri incelendiğinde, İslam’ın yayılmasında gençlerin ne derece önemli bir konuma sahip oldukları açıkca görülür. Kur’ân’da zikredilen Peygamberlerin hayatlarına baktığımızda da onlarla birlikte iman edenlerin büyük çoğunluğunun gençlerden oluştuğu dikkat çekmektedir.
            Günümüzde gençlik dönemine dair anlayışlar genel olarak İslâmî anlayışın tamamen dışındadır. Modern toplumlarda gençlik; gelişigüzel geçirilen yılların, çok kontrollü olmayan bir dönemin adıdır. Ya da sadece, insanların yaşlılık dönemleri için yatırım yaptıkları; başka bir ifadeyle geleceklerini garantiye aldıkları, eğitimlerini ve kariyerlerini tamamladıkları dönemdir. Tabi ki insan hayatında bütün bunların yapılması, doğal olarak gençlik dönemine rast gelmektedir. Ancak gençlik dönemini tüm bunlardan daha önemli kılan, gerçekte yaşlılık dönemi için değil, ölümden sonraki sonsuz hayat için çaba gösterilecek bir dönem olmasıdır. Bundan dolayı fiziksel ve zihinsel sağlığın yerinde olduğu, en zinde ve enerjik olunan gençlik yılları, insanların İslâm’a en çok hizmet edebilecekleri, aklederek, tefekkür ederek nimetlerin şükrünü en fazla verebilecekleri kıymetli yıllardır.
            Gençlik aynı zamanda kişilik ve karakterin oluştuğu, iyi ve kötü alışkanlıkların kazanıldığı bir dönemdir. Bu yüzden insan, çocukluktan gençliğe geçerken, sürekli sorular sorması veya hazır cevaplara ise itirazlar yöneltiyor olması bu sebeptendir. Şayet o gençler sorularının karşılığında ikna edici cevaba ulaşırlarsa kalpleri sükûn bulur ve berrak bir ruh iklimine kavuşurlar.
            Maalesef gençliği soruyla değil sorunla, arayışla değil bunalımla, sorumluluk alıp birşeyler ortaya koymakla değil tüketimle tanımlamaya alışkın modern anlayış, İslâm’ın rüşd için belirlediği yaştan çok daha ileri yaşlarda ancak bir gence sorumluluk yüklüyor. Özgürlük, bağımsızlık, sorumluluk üzerine bu kadar nutuklar çekilmesine karşılık modern zamanların gençlere bakışındaki güvensizlik; genci ya bir tüketim öznesi veya henüz şeklini bulamamış bir nesne olarak görmesine yol açmaktadır.
            İslâm’ın gençliğe bakışı günümüze nazaran çok farklıdır. Bunun en güzel örneklerini Rasûlullah (sav)’in uygulamalarında görülmektedir. İslâm’ın çok kısa zamanda tüm Arabistan’a ve oradan da kıtalar ötesi ülkelere yayılmasının altında, sahabe ve tabiin dönemindeki genç nesillerin dinamizminin imanla buluşmasından kaynaklanan olağanüstü manevi güç yatmaktadır. Rasûlullah (sav) gençleri hiçbir zaman sorgulamamış onları oldukları gibi kabul ederek yeri geldiğinde onları taltif etmiştir: “Bana gençliğin yardımı lütfedildi”[2] sözleri bunun açık bir göstergesidir.
            Rasûlullah (sav)’in yanında ve yakınında ilk önce İslâm’a giren gençlerdi. On yaşındaki Hz. Ali (ra), babası Ebû Talib ve amcaları kendi içlerinde ‘dur hele’ muhasebesi yaparlarken, hepsinden önce, İslâm’a girdiği için Efendimiz (sav)’in nezdinde hepsinin velîsi olmuştu.
            Hz. Peygambere Risalet verilmesiyle birlikte Mekke’deki gençlerin İslâm’a rağbeti o kadar fazla oldu ki, hicret sırasında sahabe efendilerimizin büyük ekseriyeti otuz yaşın altında idi. Mekke’de çekilen çile ve işkencelere rağmen ilk Müslümanlar arasında gençlik kervanında kimler yoktu ki; Rasûlullah (sav)’e teslim olduğunda henüz on dokuz yaşında olan Sa’d b. Ebî Vakkas; Uhud savaşında bedenini Hz. Peygambere siper eden, ilahi daveti kabulde ilk sıraları alan ve İslâm’la şereflendiğinde on dört veya on sekiz yaşlarında olan Talha b. Ubeydullah; ailesinin servetini elinin tersiyle bir kenara iten ve hayatına yönelik bütün tehdit ve işkenceleri göze alarak kendisini, Efendimizin (sav) getirdiği ilahi mesaja vakfeden, Uhud savaşında şehit olduğunda, Rasûlullah (sav) şehadetine göz yaşı döktüğü Mus’ab b. ‘Umeyr; Müslüman olur olmaz Kabe’ye giderek Kur’ân’ı müşriklerin arasında okuyacak kadar cesarete sahip olan, zayıf bedenine karşın küfrün elebaşlarına meydan okuyan ve Müslüman olduğunda on altı yaşları civarında olduğu anlaşılan Abdullah b. Mesûd; Mekke döneminde tebliğ ve irşat faaliyetleri için evini Efendimize tahsis eden ve İslâm’a girdiğinde on yedi, on sekiz yaşlarında olduğu anlaşılan Erkam b. Ebî’l-Erkam; hicret sırasında yirmi iki yaşlarında olan Saîd b. Zeyd ve en fazla onunla aynı yaşlarda bulunan hanımı Hattab’ın kızı Fâtıma; ve burada adını zikredemeyeceğimiz daha pek çok genç…
            Rasûlullah (sav) gençlere her daim güvenir, itimat ederdi. Onlara sorumluluklar yükleyerek fırsatlar verirdi. Zeyd b. Hârise, Cafer b. Ebî Talib ve Abdullah b. Revâha’nın şehit olduğu Mute’ye cevap olarak aynı rotaya yeni bir sefer düzenlendiğinde Rasûlullah (sav) komutan olarak Mûte’nin ilk komutanı Zeyd b. Harise’nin oğlu Üsâme’yi vazifelendirmiştir. Henüz ondokuz yaşında bir genç olarak Üsâme’yi o günün şartlarında çölün ortasında neredeyse bin kilometrelik bir güzergâhta üç bin kişilik bir ordunun kumandanı olarak tayin etmişti. Rasûlullah (sav), Üsâme b. Zeyd’de Bizans ordusuyla yapılacak savaşı yönetebilecek ehliyette olduğunu görmüştü.
            Efendimiz (sav) Kur’an’ı en iyi bileniniz, fıkhı en iyi bileniniz, ferâizi en iyi bileniniz, kıraatı en iyi olanınız diye sena ettiği kimselere bakıldığında genç sahabe efendilerimizi görmekteyiz. Abdullah ibn Mesud, Abdullah ibn Abbas, Abdullah ibn Ömer, Abdullah b. Zübeyr, Abdullah ibn Amr, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel gibi daha pek çok isim zikredilebilir.
            Günümüz müslümanlarının en önemli vazifesi, imanlı nesillerin yetişmesini sağlamak ve onlara iman bilinci yanında, inandığı değerler için fedakarlık yapabilme şuur ve idrakini kazandırmaktır. Böylesi gençlerin yetişmesi sadece ümmet için değil, tüm insanlık âlemi için hayatî derecede gereklidir. Çünkü, İslâm’ın mesajının iman bilincine ulaşmış gençlerin eliyle insanlığın önüne sunulması sayesinde, bugün her bir tarafı kan ve gözyaşıyla sulanmış yeryüzü toprakları acı verici çehresinden kurtulacaktır. Hiç şüphe yok ki, insanlık hasret kaldığı huzur dolu, saadet dolu çağlara Kur’an’ın ve Rasûlullah (sav)’in övgüsüne mazhar olabilecek nitelikte imanlı genç nesillerin eliyle taşınacaktır.





[1] Kur’ân-ı Kerîm, 18/9-15
[2] el-Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, Mutâbıu’ş-Şuûb, b.y.y., 1378, c.2.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar