1. Bize kısaca ailenizden,
memleketinizden ve çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
1970 yılında Bursa’nın Orhaneli
ilçesi Mahaller köyünde dünyaya geldim. Şu ana kadar bütün ömrüm Bursa’da
geçti. İmamlık vazifesiyle 40 yıl hizmet veren babam Hacı Hasan Apak ile ev
hanımı olarak bizleri büyüten yetiştiren sevgili annem Ayşe Hanım’ın (o da
geçen sene hacı oldu) dört çocuğundan en büyüğüyüm. Annem ve babam çok
hareketli, meraklı ve biraz da yaramaz bir çocuk olduğumu söylerler. Nitekim
annem “oğlum seni kalem uslandırdı” der. Bu da önceden çok yarmazken okula
gidince uslandığım anlamına gelir. İlkokul çağına kadar çocukluğum babamın
görevi sebebiyle Bursa’nın Alaaddinbey Köyü (günümüzde mahalle) ile yine
Bursa’nın Harmancık ilçesi Delicegüney Köyü’nde geçti. Yaz tatillerinde ise
doğduğum köye gidip tarla ve bahçe işlerinde yardımcı olur, akranım olan
amcamın oğluyla birlikte amatör anlamda çobanlık yaptım. En sevdiğim çobanlık
çeşidi ise hem zor hem de eğlenceli olan oğlak çobanlığıydı. Bir yörük olarak
özellikle keçileri-bilhassa da beyaz renkli olanları- hala severim.
2. Eğitim hayatınız
ile ilgili bilgi verir misiniz?
Çocukluğumda okumaya
çok hevesliydim. Çünkü gözümü açtığımdan itibaren evimizde hep kitaplar vardı.
Bunlar dini nitelikli kitaplar olduğu ve içlerinde hiç resim bulunmadığı için
ilgimi çekmezdi, ancak yine de kitaplara merakım en üst boyuttaydı. İlkokula
gitmeden önce gerek annem, gerekse imam olan babamın gayretleriyle Kur’an
okumayı öğrendim. Dolayısıyla A ve B’den önce Elif ve Ba’yı öğrendim
diyebilirim. Babamın görev yaptığı köyde ilkokul yoktu. Köyün karşısında
bulunan Çınar köyünde ilkokul var, ancak o zaman köyün imamı yoktu. Bu sebeple
Çınar köylüler Cuma’ya bizim köye gelirlerdi. Sanıyorum 6 yaşımı biraz
geçmiştim. Babam köy odasına beni çağırdı. Cuma namazı öncesinde gelenlerin
huzurunda Kur’an okuttu. İsmini hatırlamıyorum Çınar Köyü’nün öğretmeni de
cemaatin içinde imiş. Babam kendisine “Bunu bu sene sana verilim mi” diye
sorduğunda, öğretmen “bu yıl geçsin daha küçük dereyi geçemez” cevabını verince
o yıl okula gönderilmedim. Gerçekten de babamın görev yaptığı köyde ilkokul
olmadığı ve yaklaşık beş kilometre yürümem, üstelik üzerinde köprü olmayan bir
dereden de geçmem gerektiği için babam ilkokula bir yıl geç gönderdi.
Bir yıl sonra ise çok
hevesle başladığım okulun ilk haftasında hasta oldum. Yaklaşık on gün okula
gidemedim. Bunun üzerine babam beni doğduğum kendi köyümüze götürüp dedeme
teslim etti. Bu sebeple ilkokul birinci sınıfı Mahaller Köyü ilkokulunda birden
beşe kadar bütün sınıfların aynı salonda ders gördükleri köy ilkokulunda
okudum. Öğretmenin yazdığı fişler ile bir kurşun kalem ve sarı defter dışında
eğitim malzemem yoktu. İlkokul ikinci sınıftan itibaren babamın yeni görev yeri
Harmancık ilçesine (o zaman belde idi) tayin olması sebebiyle Harmancık
İlkokulu’nda geçti. Köy okuluna göre burası kolej gibi geldi. Her şeyden önce
bütün sınıflar ayrı salonlarda ders yapıyordu. İlkokul derslerimle birlikte
aynı zamanda gerek hafta sonları, gerekse yaz tatillerinde Kur’an kursuna da
gidip Kur’an eğitimime devam ediyordum. 1980 yılında babamın Bursa Yenişehir’e
tayin olması sebebiyle beşinci sınıfı Süleymanpaşa İlkokulu’nda tamamladım. Bir
yıl sonra yine babamın görev yeri Bursa’nın Keles ilçesi oldu. Burada İmam-Hatip
Lisesi orta kısmına başladım. 1980 ihtilalinin bir neticesi olarak Türkiye’de
30’dan fazla İmam-Hatip lisesinin açılmasına izin verilmedi. Bunun üzerine
devlet parasız yatılı sınavını kazanarak Bursa İmam-Hatip Lisesi’ne başladım.
1988 yılında mezun oldum. Aynı yıl Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne
başladım. Arapça hazırlık sınıfı okumadığım için dört yılın sonunda mezun
oldum. Mezuniyetten sonra yaklaşık bir yıl müezzinlik vazifesinde bulunduktan
sonra Aralık 1993’de mezun olduğum fakülteme araştırma görevlisi olarak tayin
edildim. Hâsılı öğrencilikle beraber yaklaşık 29 yıldır Uludağ Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi’nde bulunuyorum.
3. Neden İslam Tarihi
alanını ve akademisyenliği seçtiğinizi anlatır mısınız?
Tarihe ilgim
ortaokul yıllarında başladı diyebilirim. Keles İmam-Hatip Lisesi yeni açılmış
(ki ben ikinci dönüm mezunuyum) küçük bir okuldu. Okulun kütüphanesi ise sadece
bir dolaptan müteşekkil olup belki 100 kitap bile yoktu. Babamın evdeki
kitapları dahi daha çoktu. Ben de okul kütüphanesinde bulduğum kitapları
okumaya başladım. İlk önce küçük boyutlu kitaplarla başladım. Peyami Safa’nın Cingöz
Recai serisini heyecanla okudum. Daha sonra hacimli tarih romanlarına sıra
geldi. İsimlerini hiç unutmam: Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun Türk Korsanları
romanı ilk okuduğum ve çok etkilendiğim romandı. Akdeniz’de Hızır Reis’in,
Aydın Reis’in ve Turgut Reis’in haçlı denizcilere karşı savaşlarını anlatan
müthiş heyecanlı bir roman. Ondan sonra aynı yazarın Kızıl Tuğ, Kırmızı Suratlı
Adam, Sencivanoğlu romanları. Daha sonra Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Kapı,
Kilit, Konak romanları. Ardından Yavuz Bahadıroğlu’nun Turgut Alp, Sunguroğlu,
Şehzade Selim, Mısır’a Doğru, Şirpençe, Celaleddin Harzemşah, Buhara Yanıyor,
Elveda Buhara romanları birbirini takip etti. Beni en fazla etkileyen
kitaplardan biri de Ömer Rıza Doğrul’un Kanlı Gömlek romanı idi ki, bu eser Hz.
Osman’ın şehit edilmesini anlatıyordu. Belki de bu son kitabın etkisinden
olacak yüksek lisans tez konum Hz. Osman dönemi oldu. Hâsılı tarihe,
dolayısıyla İslam tarihine ilgimi çocukluğumdaki bilhassa ortaokul döneminde
okuduğum romanlarla açıklamam yanlış olmaz. Üniversite sınavı sonunda ilk ve
tek tercih olarak ve çok yüksek puan alarak Uludağ Üniversitesi İlahiyat
fakültesine geldim. Bu sebeple akademisyen olmak daha liseden verdiğim bir
karardı. Nitekim hazırlık sınıfı geçme sınavını başarıyla aşıp birinci sınıfa
başladığımın ilk ayında İslam tarihi dersimize de giren ve ortaokulda
okuduğumuz din kültürü ve ahlak dersi kitabının yazarı olduğunu unutmadığım
Hüseyin Algül –o zaman kendileri doçent idiler- hocamın yanına gidip doğrudan
kendilerine tarihçi olmak istediğimi anlattım. O da beni ilgi ve memnuniyetle
karşılayıp bazı tavsiyelerde bulundu. İhtiyaç duyduğumda kendisine uğramamı
istedi. Hocamla irtibatımız işte birinci sınıftaki ilk ziyaretle başladı,
mezuniyete kadar kesintisiz devam etti. Fakülteyi bitirdikten sonra hemen İslam
tarihi alanında yüksek lisansa başladım. Hüseyin hocam danışmanım oldu. Bir yıl
sonra da araştırma görevliliği sınavını kazanarak hocama asistan oldum. Hocam’ın
yaş haddinden emekli olmasından altı ay kadar önce de prof. olarak atandım. Hocanın
asistan olarak alıp yüksek lisans ve doktorada danışmanlık yaptığı ve doçent,
ardından profesör olan ilk, (şimdilik de) tek öğrencisi olma bahtiyarlığımı
yaşıyorum. Bu sebeple akademik hayatımda ve tarihçi olmamda Hüseyin Algül
hocamın emek ve katkılarını unutamam. Allah kendisinden razı olsun. Hayırlı ve
bereketli ömürler versin.
4. Hocam, doktora yaparken ne tür
zorluklarla karşılaştınız?
Doktora ders dönemi devam ederken
tez konusuyla ilgili araştırmalarıma başladım. Belirlediğim konu üzerine
okumalar yapmaya devam ederken, düşündüğüm konuyla ilgili başka bir araştırma
görevlisinin tez hazırlamakta olduğu haberini alınca ben de konuyu değiştirip
Amr b. el-As bahisli tezi hazırlamaya karar verdim. Tezi hazırlarken herhangi
bir zorluk yaşamadım. Sadece kütüphanemiz yetersiz olduğu için birkaç kez İSAM kütüphanesine
gitme ihtiyacı duydum. Bu da aslında zorluk sayılmaz, İslanbul’u ve İSAM’ı görmek
ve istifade etmek anlamında bir fırsattı.
5. Bize çalışmalarınızdan bahsedebilir
misiniz?
Yüksek Lisans tezim “Hz. Osman
Dönemi Emevi İdarecileri” başlığını taşıyordu. Doktora tez konum ise “Amr b. el-As
Hayatı-Şahsiyeti ve Devlet Adamlığı” konulu idi. Her iki eser de yayınlandı. İlki
İnsan Yayınları tarafından “Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti”, ikincisi ise
Ankara Okulu tarafından “İslam Siyaset Geleneğinde Amr b. el-As” başlığı ile
neşredildi. Doçentlik tezi olarak hazırladığım “Asabiyet ve Erken Dönem İslam
Siyaset Tarihindeki Etkileri” başlıklı çalışma Bursa’da Düşünce Kitabevi
tarafından 2004 yılında yayınlandı. 2016 yılında bu kitap gözden geçirilmiş
haliyle Ensar Neşriyat tarafından yeniden yayınlandı. Zikri geçen tezler
dışında 2006 yılından itibaren Ensar Neşriyat’ın Anahatları serisinden “İslam
Öncesi Arap Tarihi ve Kültürü”, “İslam Tarihi-Hz. Muhammed Dönemi”, İslam
Tarihi-Hulefa-i Raşidin Dönemi”, İslam Tarihi-Emeviler Dönemi”, “İslam
Tarihi-Abbasiler Dönemi” isimli kitaplar yayınlandı. İlahiyat fakülteleri ile
bir kısım Fen-Edebiyat fakülteleri tarih bölümlerinde ders kitabı, ayrıca
farklı muhitlerde İslam tarihi okumalarında kaynak olarak okunması sebebiyle
ilgi gören bu kitapların ilk iki cildi yirmili baskılara ulaştı. Bunun dışında
yine Ensar Neşriyat’tan Ashâb-ı Kiram isimli kitapla birlikte Siyer-i Nebi
isimli çalışmam da 2017 yılında yayınlandı. En son olarak KURAMER’den
“Kur’an’ın Geliş Ortamında Arap Toplumu” başlıklı kitap ile Endülüs
Yayınları’ndan Kabile başlıklı kitaplar neşredildi. Bilhassa KURAMER’den
yayınlanan kitabın büyük ilgi gördüğü anlaşılıyor. Temmuz 2017’de basılan kitap
Mart 2018’de yeniden basıldı.
6. Hocalarınızın tarihçiliğiniz
üzerinde nasıl bir tesiri oldu?
Tarihçilik konusunda fakültedeki
danışman hocam Hüseyin Algül ile Osman Çetin hocalarımdan çok istifade ettim.
Onların çalışmalarını ve makalelerini okumak, buna mukabil hazırlamış olduğum
tez, makale ve tebliğlerimi kendilerine sunmak suretiyle görüşlerinden
faydalanmak konusunda bana çok katkı sundular. Gıyaben ise başta Saltanata
Giden Yolda Muaviye b. Ebi Süfyan başlıklı doktora tezi olmak üzeri İrfan Aycan
hocam ile Haricilerin Siyasi Faliyetleri, Arap-Mevali İlişkileri gibi
çalışmalarından tanıdığım Adnan Demircan hocalarımdan ve onların çalışmalarından
çok istifade ettim. İkincisinden doğrudan hala istifade etmeye devam ediyorum.
Allah kendilerinden ve bütün hocalarımdan razı olsun.
7. Size göre Türkiye’de İslam
Tarihi çalışmalarının ve İslam tarihçiliğinin geldiği seviye nedir?
1992 yılında
fakülteden mezun olduğumda İslam tarihi alanında yapılmış olan ciddi çalışmalar
belki bir elin parmaklarını geçmiyordu. Ben asistan olmam hasebiyle şanslıydım.
Zira hocam katıldığı jürilerdeki tezleri getirir bana teslim eder ben de hemen
okur, sonra kütüphanemde muhafaza ederdim. Ancak dışarıdaki arkadaşların bu tür
akademik çalışmalara ulaşma imkânı yoktu. Hamdolsun günümüzde çalışmaların
sayısı ve çeşidi hızla arttı. Öyle ki, yeni öğrencilerimiz konu bulmakta
sıkıntı çekiyorlar. Kemiyet anlamında bu sevindirici duruma rağmen,
çalışmalardaki kalite ve niteliğin arttığını söylemek biraz zor. Sanki bu
hususta geriye gidiyor gibi geliyor bana. Hâlbuki gerek kaynaklara ulaşma imkânı,
gerekse bilgisayar teknikleri araştırmacılara büyük kolaylıklar sağlıyor. İnsan,
imkânlar artıp şartların iyileşmesi ideal ve gayreti azaltıyor mu acaba diye
düşünmekten kendisini alamıyor. Belki de yaşlanmaya başladığım için böyle
konuşuyorum, kim bilir.
8. Sizce çalışmalarda eksik bırakılan
yönler nelerdir?
Bu konuda afaki bir değerlendirme
yapmak doğru olmaz. Ancak gerek katıldığım doçentlik sınavlarından, gerekse
daha alt seviyede doktora ve yüksek lisans tez jürilerinden adaylarda gördüğüm
en büyük eksiklik üslup problemidir. Bunun kaynağının da tez hazırlayanların konularıyla
ilgili gerekli çalışmaları okumadıklarını, ayrıca tezlerini de ilgili olanlara
okutmadıklarını düşünüyorum. Bir yüksek lisans tezi hazırlayacak adayın
konusuyla doğrudan ilgili olarak en az on adet tezi ciddiyetle okuması gerekir
kanaatindeyim. Eğer bu gerçekleştirilirse, tez hazırlayanlar öncekilerin
hatalarından da ders çıkararak daha nitelikli ve daha az hatası bulunan
akademik çalışmalar yapabilirler. İkinci bir husus ise araştırma yapanlar,
üzerinde çalıştıkları konu ile ilgili olarak daha önce yapılmış çalışmaları
görme konusunda ihmalkâr davranmalarıdır. Öyle ki zaman zaman imtihanlarda
adaylara sizin çalışmanızla alakalı şöyle bir çalışma var diye
hatırlattığımızda bunu ilk defa duyduklarını söyleyebiliyorlar.
9. İslam Tarihi alanında Yüksek Lisans
ve Doktora yapan öğrencilere tavsiyeleriniz nelerdir?
Öncelikli olarak söylemek istediğim şey bu konuda ciddi olup olmadıkları
konusunda iyi düşünüp karar vermeleri, ikinci olarak da yaptıkları işi ciddiye
almalarıdır. Eğer yaptıkları çalışma onların hayatının en önemli meselesi,
gündemlerinin baş konusu değilse o zaman ciddiyet sorunu vardır. Zannımca ciddiye
alınan ve ciddiyetle yapılan çalışmalar kalıcı ve başarılı olur. Ortalama bir
çabayla da akademik çalışma yapılıp tamamlanabilir. Bununla birlikte uzun
vadeli ve başarılı çalışmalar ancak yoğun çalışma ve ciddi mesai sonucunda
ortaya çıkar diye düşünüyorum. Bu konuda altını çizmek istediğim diğer bir
husus şudur: Akademik çalışmayı ciddiye almak demek hayatın bütün yönlerini tez
çalışmalarına göre planlamak demek değildir. Bir kısım öğrencilerimiz, bazı
hocalarının kendilerine yüksek lisans tezini tamamlamadan, hatta doktora tezini
tamamlamadan herhangi bir yerde görev almamaları ve evlenmemeleri şeklinde
tavsiyelerinin olduğundan bahisle evlilik ve iş planlamalarını
erteleyeceklerini söylüyorlar ki bence bu çok yanlıştır. Bu durumda sanki bir
görevi olan ve aile yuvası kuran kişilerin akademik anlamda başarılı olamayacakları,
hatta iyi bir akademisyen olamayacakları şeklinde düşünce akla gelir ki, bu
doğru değildir. Bu iddianın tersini ileri sürmek de mümkündür. Kanaatimce
öğrencilerimiz eş ve iş planlamalarını hiçbir şekilde akademik çalışma yapma
bahanesi ile iptal etmemeli ve ertelememelidir. Bu konuda baştan tercihini
yapanlara diyecek bir şeyimizi olamaz. Herkesi evlendirmek ve iş sahibi yapmak
gibi bir niyetimiz yok. Ancak normali ve vasatının bizim teklif ittiğimiz
şekilde olduğu kanaatini taşıyor, eş ve iş meselesini halletmiş olan insanların
daha dingin zihinle ve düzenli sosyal hayatıyla daha verimli akademik
çalışmalar yapabileceğini düşünüyorum.
10. Sizce öğrenciler tez konusu seçerken
nelere dikkat etmeliler? İyi bir tez nasıl yazılır?
Yüksek lisans tezinin normal olarak
iki veya üç yılda bitirilmesi gerektiği düşünüldüğünde çok iddialı ve zor
olmayan gerek o alanı, gerekse o alanın kaynaklarını tanıma ve kullanmaya dönük
bir konu olmasının öğrencinin hem zorlanmadan tezini zamanında tamamlamasına,
hem alanı tanımasına hem de sonraki çalışmaları için temel teşkil edecek
birikim elde etmesine yardımcı olacağını düşünüyorum. Doktora tezi ise mümkün
ise yüksek lisans alanında elde edilen birikimin kullanılabilmesine elverecek
bir konu çerçevesinde olmalıdır. Buradan doktoranın yüksek lisans tezinin bir
devamı mahiyetinde olmasını kastetmiyorum. Tezler birbirinin devamı şeklinde de
olur, ancak doktorada yüksek lisans teziyle irtibat olmakla birlikte
genişlemesine yan alanlara kayan bir çalışmanın hem alanın tanınması hem de
konuların çeşitlenmesi açısından daha verimli olacağını düşünüyorum. Doçentlik
tezi ise kanaatimce adayın kendisini göstereceği, konuya daha özgün ve
nitelikli katkılar sağlayacağı bir anlamda akademyada ustalık kazanacağı bir
çalışma olmalıdır. Nitelik ve muhteva açısından sıralama yapacak olursak yüksek
lisans teknik, doktora estetik, doçentlik ise artistik mahiyette olmalıdır.
Tabii ki bu çalışmaların niteliği ve başarısı kişinin çaba ve gayreti,
konuların tercih ve işlenmesi, her şeyden de önce Allah vergisi kabiliyet ve
nasiple de ilgili olduğunu düşünüyorum. Daha önceleri ben de “Allah parayı
istediğine, ilmi de isteyene verir” kanaatini taşıyordum. Ancak yaşlandıkça
ikincisinin de Allah’ın vergisiyle olduğuna inanmaya başladım. Buna göre Allah
ilmi de kullarına –tabii ki isteterek ve çalıştırarak- veriyor. Ondan sonra da
bu emaneti taşıyıp taşıyamadığına bakıyor. Taşıyabilir ve gayret gösterirse ona
yardım edip maddi ve manevi anlamda ummadığı kapılar açıp nimet ve ihsanlar
bahşediyor, taşıyamayıp tembellik eder, gayret göstermez ise de ona hayatı dar
edip daha dünyada iken cezalandırıyor. Bunun ahiret boyutunu da unutmamak
gerekir. Bu sebeple Allah’ın verdiği ilim imkânını ve nimetini, artırmak ve
isteyenlere de ayrım yapmadan, kıskanmadan ve cömertçe vermek gerekir, zira
ilim verildikçe azalmaz, daha da artar ve bereketlenir. Bu yolda niyet ve
gayret sahibi olanlara selam olsun, Allah kendilerine muvaffakiyetler ihsan
etsin.
Âmin
Değerli vaktinizi bize ayırdığınız
için teşekkür ederiz…
Ben teşekkür ederim. Size de
başarılar dilerim.
0 yorum:
Yorum Gönder