6 Şubat 2020 Perşembe

Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Yazdı: Deyru Sem’ân’da tarihin en güzel Müslümanlarından birisinin ölümü Ve asırlar sonra kendilerini “Müslüman”(!) diye tanıtan bazı grupların ihâneti


 Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
Hicrȋ 101, milâdi/719 tarihinde, Suriye’nin Ma’arrutu’n-Nu’mân şehrine yakın, Deyru Sem’ân denen köyün kenar mahallesinde bir yiğit vefat etti. O yiğit, tıpkı anne tarafından dedesi olan Hz. Ömer gibi âdil, korkmadan doğruya doğru, yanlışa da yanlış diyen Ömer b. Abdulaziz’di… İşte bu Ömer, Emevi saltanatının, bir bakıma yüz akıydı. Çünkü Emevilerin Müslümanlara yaptıkları zulümleri yapmamak bir yana, hanedanı olan Emevȋ ailesine rağmen, hiç kimseyi kayırmayan, Müslümanın da, gayrimüslimin de hakkını veren ve bu sıfatıyla tarihe geçen müstesnâ bir devlet adamıydı.



Ömer bin Abdülaziz’in Deyru Sem’ân’da Esad’ın askerleri tarafından yıkılmadan önceki hali[1]

Hilâfet makamına getirilince yaptığı konuşmada, takip edeceği siyaseti şöyle dile getiriyordu:

- Ey insanlar! Bilmiş olunuz ki, Kur'an'dan sonra bir Kitap, Muhammed(s.a.s)'den sonra da bir peygamber yoktur. Ben, hüküm koyan değil -çünkü Allah'ın ahkâmı bellidir-, onu infaz edici; bid'atler getirici değil, Allah'ın ahkâmına itaat edici olacağım. Ben hiç birinizden üstün değilim; benim sizden farkım, yükümün daha ağır oluşudur. Zâlim Devlet Başkanından kaçan, ona uymayan, zâlim değildir. Allah'a isyân içinde bulunan hiç bir insana itaat yoktur![2]

Bir gün evinin önünde bir gürültü koptu Ömer bin Abdulaziz’in... Halife Ömer merakla dışarı çıktığında, oğlunun başının kırıldığını, birilerinin bir kadına, "senin oğlun nasıl Emiru'l-Mü'mininin oğlunun başını kırar?" diye çıkıştıklarını; kadınınsa, "benim oğlumla oynuyordu, istemeyerek, hataen oldu, ne olursunuz oğlumu affedin, ona bir şey yapmayın" şeklinde yalvardığını gördü.

Ömer b. Abdülaziz kadına sordu:

- Sen kimsin, neden ağlıyorsun, ne oldu, anlatsana! Kadın şu cevabı verdi:

- Her gün benim oğlumla senin oğlun şu sokakta beraber oynuyorlar. Bugün oğlum senin oğlunun başını hataen kırdı. Ne olursunuz çocuğuma bir şey yapmayın! Halife sordu:

- Kocan ne iş yapıyor? Kadın cevap verdi:

- Kocam öldü, dulum.

Bunun üzerine Ömer b. Abdülaziz yetkilileri çağırarak, derhal bu dul kadına maaş bağlanmasını emretti[3].

Herkes şaşırmıştı... Kadın ceza beklerken mükâfatlandırılmıştı.

Ömer bin Abdülaziz ölümü sık sık anmak, ibret almak isterdi ölümden. Bir gün kendisine dostlarından birinin ölümü bildirildi. Taziye için onun evine gitti. (Ev halkı) halifenin karşısında çekinmeden yüksek sesle bağırmaya başladılar. Bunun üzerine Ömer: "Sabredin, sizin rızkınızı veren o değil, Hayy ve Lâ Yemût olan Allah'tır. Sizin kardeşiniz mezarınızı doldurmamış, ancak kendine ait olan mezarı doldurmuştur. Dikkatli olun, her birinizin mezarı vardır. Allah'a yemin olsun ki, siz kesinlikle o mezarları dolduracaksınız. Muhakkak Allah(c.c) dünyayı yarattığında, onun son bulmasıyla ve sakinlerine de fani olmakla hükmetmiştir. Hiç bir ev tecrübe ve ilimle doldurulmamıştır, ancak ibretle doldurulmuştur. İnsanlar sonsuza dek toplanmamışlar, ancak ayrılırlar, sonunda yeryüzüne Allah varis olur. Sizden kim ağlarsa kendisine ağlasın. Arkadaşınızın başına gelen yarın sizin de başınıza gelecektir!"[4].

.    .    .

Bundan asırlar öncesinden, Anadolu’da taş üstünde taş bırakmayan, tarihin en büyük katliamlarından birini Müslümanlara uygulayan Haçlılar, -ki maalesef “müessif milli eğitim politikamız”ın gereği olarak, “Batılı dost(!)larımızın incinmemeleri için”, bu konu tabu kabul edilip okullarımızda asla işlenmiyor!- yüzbinlerce Müslümanı çeşitli işkencelerle, yukarıda zikri geçen Ma’arrutu’n-Nu’mân’da, kazanlarda kaynatıp yiyerek yok etmişlerdi[5].
Ve günümüzde, kendilerine “Müslüman diyen” Esed’in askerleri ile, emperyalist Batı devletleri ve işbirlikçileri tarafından “İslâm ve Müslüman kültür ve medeniyetine ait değerleriyle savaşmak üzere özel olarak yetiştirilen; çeşitli yöntemlerle, tıpkı bir zamanların Hasan Sabbah’ı gibi “hemen cennet”i vadeden “made in USA görevli hocalar”ın iğvalarıyla kandırılan “ekstrem cahil Müslümanlar”ın oluşturduğu “Deaş şeytanları”, tıpkı Haçlı kâfirlerinin yaptıkları gibi Ma’arrutu’n-Nu’mân’da, onun Deyru Sem’ân denen köyündeki mezarlıkta yatmakta olan Ömer bin Abdulaziz’e aynı muameleyi yaptılar…  Cesedi olmadığı için, onu kebap yapıp yiyemediler amma, mezarını yağmalayıp, şenaatlerini dünyaya ilân ettiler! Bu yetmiyormuş gibi, zirlerindeki kini açığa çıkararak vahşetlerini videolara çekip, sosyal medyayla ilân ettiler…


Ömer bin Abdülaziz’in Deyru Sem’ân’daki kabrinin, Esad’ın askerleri tarafından yıkıldıktan sonraki hali

Ve soruyoruz:

Esed’in zalim askerleri ve Deaş’ın cahil müslümanlarının, kendisinden sonra, onun gibi âdil bir Halifenin gelmediği, Müslümanların Halifesi Ömer bin Abdulaziz’in mezarına yaptıklarıyla, yukarıda zikrettiğimiz Haçlı kâfirlerinin, Ma’arrutu’n-Nu’mân’da Müslümanları kazanlarda pişirerek yemeleri arasında ne fark vardır?


[1] Türbenin bu hâlini 1985 yılındaki seyahatimde görmüştüm.
[2] Suyûtî, Târihu'l-Hulefâ, s,  231.
[3] İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 202.
[4] İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 204.
[5] Ayrıntılar için bk. İ. S. Sırma, Haçlı Seferleri.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar