PARİS
VE ÜÇ “JEAN PAUL”
(1960’lı Yıllar)
İhsan Süreyya SIRMA
İngiltere veya Amerika’ya gitmek için doktora burs sınavını kazanmış, fakat “hikmetinden sual sorulmaz” Devletimiz, benim ne Amerika’ya ne de İngiltere’ye gitmeme müsaade etmişti! Büyük bir ihtimalle, doktora için yurt dışına gitmemi engellemek için, “Fransa’ya gideceksin!” demişlerdi. Oysaki ben, “Merci” dışında Fransızcadan bir tek kelime bile bilmiyordum… Ama Allah basiretimi açtı ve ben, “tamam, istediğiniz gibi Fransa’ya gideceğim!” dedim. Böylece yurt dışına gitmeme mani olunamadı ve bildiğim tek kelime olan “merci” ile Paris’e gittim.
Devlet burslusu olduğum için hemen Kültür Ataşeliğimize gidip, “işte
geldim!” diye tekmil verdim. Fakat öğrenci müfettişliği beni Paris’te
bırakmayıp, Strasbourg’a gönderdi. Daha iki ay olmadan, hikmetinden sual
olunmaz bir kararla, öğrenci müfettişi (Osman Bener), beni Paris’e geri istedi[1]. Böylece
Paris’e geri döndüm ve 1973’te doktoramı bitirinceye kadar da orada kaldım.
Yalnız o arada, yani 1970 ders yılında Tunus’a gidip, bir ders yılını orada
geçirdim; büyük sosyolog Fadıl bin ‘Aşur’un derslerine devam ettim [2].
Meşhur “68 Olayları”nı[3],
merkezinde, yani Paris’te yaşadım.
Tabii ki, bu Paris yıllarında çok şey gördüm, çok olay yaşadım ve
çok insan tanıdım. Ben bunlardan sadece üç tanesinden, yani üç
Jean Paul’den söz
edeceğim:
1)
Jean Paul Belmando
Geçtiğimiz günlerde Paris’te ölen ve resmi/Devlet töreniyle kaldırılan Jean Paul Belmando için diyebiliriz ki, 60’lı yılların “Fransız kovboyu” … Yalnız Belmando dağlarda, sahralarda Kızılderililerle değil, “şehir eşkıyaları”na karşı gösteriyordu artistliğini/“kahraman”(!)lığını. Bizim Yılmaz Güney gibi… Atların sırtında değil, helikopter merdivenlerinde, izbelerde, gizemli mekanlarda, devrilen arabalarda, freni patlamış kamyonlarda sergiliyordu maharetlerini… İsterseniz Zoro’nun atsızı ve maskesizi diyelim…
2)
Jean Paul Roux
Jean Paul Roux, Paris’te bulunduğumuz sıralarda, Türkiye ile ilgili yazılar/kitaplar yazan birkaç oryantalistten, daha doğrusu Türkologlardan biriydi. Tabi ki onu Hallac-ı Mansur’u yazmış olan Massignon’la, Arabologue Blacher’le, ve nihayet bana da hocalık yapmış olan filozof/sosyolog Jacques Berque’le mukayese etmek mümkün değildir! Mamafih Türkiye ile ilgili yazmış olduğu kitaplar, faydadan hali değil.
3) Jean
Paul Sartre
Bunlardan sonuncusunu ise, yani Jean Paul Sartre’ı, Ankara
İlâhiyat fakültesindeki öğrencilik yıllarımdan, büyük felsefe hocası/filozof Prof.
Dr. Hilmi Ziya Ülken hocamdan dinlemiştim. Egzistansiyalist felsefenin
kurucularından olan Sartre, diğer bazı filozoflar gibi dinî inancı
konusundaki düşüncesini gizlemiyor; hem eserlerinde, hem de konferanslarında
açıkça ateist/dinsiz olduğunu dile geriyordu. Ben felsefeci
olmadığımdan, ayrıntılara girmiyorum/girmemem de lâzım. Yalnız, onunla olan bir
hatıramı, okurlarımla paylaşmak istiyorum.
Jean Paul Sartre, zaman zaman Sorbonne
Üniversitesinde konferanslar veriyor, ben de bu konferansları kaçırmamaya
gayret ediyordum.
Bir gün yine başını sallayarak konferans veriyor, bütün
dinleyiciler gibi, ben de pür dikkat dinliyordum. Konferansının bir yerinde
aynen şu sözleri söyledi ki unutmam mümkün değil:
- Ben Tanrı’ya inanmayan bir ateistim! Yalnız şunu önemle belirteyim ki, Paris’te, hatta Fransa’da yaşayan herkes, İncil’in muhtevasını bilmelidir! Başka türlü ne kendinizi, ne de Fransa’yı anlarsınız. Bakın ateist olduğum hâlde, bir Hıristiyan azizinin adını taşıyorum. Onun için hem İncil’i, hem Hıristiyanlığı bilmem gerekir ki, Fransız toplumunu anlayıp, onu analiz edebileyim! İncil’i ve Hıristiyanlığı bilmeyen hiç kimse, hiçbir filozof, Fransa’yı anlayamaz, onu analiz edemez!
Sartre’ın
o konuda söylediklerinin tamamını buraya yazmak istemiyorum. Fakat şunu
belirtmek isterim ki, dinleyicilerden hiç kimse, bizim “din düşmanı yobazlar”
gibi davranıp, itiraz etmedi ve onu gerektiği gibi dinlemeye devam ettiler.
Bizim din düşmanı yobazlarsa, bu toplumun dini olan İslâm’ı
bilmediklerinden, ne isimleri olan Ahmed’i, ne de içinde yaşadıkları
toplumu anlayabiliyor, analiz edebiliyorlar! Cahil cahil din düşmanlığı
yapmaktan öteye gidemiyorlar; bedava bir “felsefefiroşluk” yapıp
duruyorlar!
Bizde Hilmi Ziya Ülken, İran’da Ali Şeriatî kısmen
böylesi bir felsefeyi denemek istedilerse de her ikisinin de içinde yaşadıkları
topluma dayatılan “sistem”, bazı zincirleri kırmalarına müsaade etmedi!
Ne yazık ki o zincirler hâlâ bu iki ülkede de hatta bütün İslâm
dünyasında işlevlerini yapmaya devam ediyor… Öyle ki, bu zincirler, kanunlarla
korunuyor, eleştirilemez “tabular” olarak “Demokles’in kılıcı”
olmaya devam ediyorlar!!!
Ô Sartre! Sur ce poin vous aviez bien raison!
[1] Burada
ayrıntılarına girmeyeceğim olaylardan dolayı, Strasbourg macerası bir-iki ayda
bitti ve tekrar Paris’e çağrıldım. Bu konunun ayrıntıları, “Pervari’den
Paris’e” adlı hatırat kitabımda ayrıntılı olarak anlatılmaktadır.
[2]
Tunus’taki maceralarım için bk. Tunus Hatıraları kitabım.
[3] 68
olayları için de bk. Pervari’den Paris’e.
0 yorum:
Yorum Gönder