TECRÜBENİN
HAKİKATİ
“Soğuğa
Yiğitlik Olmaz”
Cağfer KARADAŞ
“Soğuğa yiğitlik olmaz, evladım!” derdi anacığım. Çocuk aklımla bir türlü anlayamazdım bu sözdeki hakikati. Dediğini de yapardım, istemeden de olsa. Ne de olsa anaydı. Karşı gelmek, yapmam demek olmazdı. Sonra hak verdim. Hatta bizzat kendim tecrübe ettim. Kuzuları yaymak için meraya gitmiştim. Köyde kuzuları dışarı çıkarma ve yayılmaya alıştırma işi çocukların vazifesiydi. O güne efelik etmiş, kolsuz bir gömlekle çıkmıştım. Gülmez’in yamacında soğuk mu soğuk bir rüzgâr esmeye başladı. Tir tir titriyordum. Ne sığınacak bir yer ne giyinecek bir yedek elbisem vardı. Ana feraseti anlamış, ana yüreği dayanamamış olacak ki, bir kazak göndermişti anacığım. Giyindim ve “oh be, dünya varmış” dedim. O kazağın bedenimi sarışı ve adeta bana sıcak yuva oluşu hâlâ hatırımdadır. Böyle bir tecrübeden sonra “soğuğa yiğitlik olmaz” sözündeki hakikat zihnime mıhlamıştım.
Bu söz anacığıma ait değildi. Onun
anası, ötekinin atası hep birbirine söylemiş, nesilden nesle aktarılmış,
yaygınlaşmış ve kökleşmiş bir tecrübî hakikatti bu. Zaten böyle oluşur
tecrübeler. Normal döngü içinde pek anlaşılmaz, ancak zaman zaman yaşanan
tecrübelerle hakikati zihinlere kazınır.
Demek ki insanoğlu önce korunmayı öğrenmesi
gerekiyor, sıhhatin kıymetini bilmeyi, hastalıktan ve kötülükten kaçınmayı, sağlam
kulpa tutunmayı, güvenli alana sığınmayı…
İnsanlık tarihine bakarsanız. Yüce
Allah, insana önce korunmayı öğretmiş. O’nun Hz. Adem’e ilk buyruğu “Ey Âdem!
Şüphesiz ki bu İblis hem sana hem de eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten
çıkartmasın. Yoksa ikiniz de çok zahmete duçar olursunuz.” (Tâhâ, 117). Ama
insan bazen hatta çoğu zaman bu koruyucu öğütleri ve tavsiyeleri kulak ardı
etmiş ve kafasını vurarak yani zahmete ve musibete maruz kalarak tecrübeleri
yeniden keşfetmiş. Hâlbuki böyle tecrübelerin bir ucunda ölüm diğer ucunda zarar
ve ziyan vardır. Kurtulsan da geride ya psikolojik ya da biyolojik hasar bırakır,
bazen de verilmiş imkânları elinden alır, fırsatların kaçmasına sebep olur.
İşte insanoğlu bu gibi tecrübeleri
dağarcığına koyarak Allah’ın verdiği aklı kullanarak soğuğa karşı iki türlü
önlem geliştirmiş: barınma ve giyinme. Dünya yüzünde giyinerek korunan tek
varlıktır insan. Bu yüzden giyinmek zorunluluktur. Eskiler bunu üç temel
zaruretten biri saymıştır. Diğer ikisi barınak ve yiyecek. Demek ki barınak da
zaruretlerden biri hem soğuktan hem diğer tehlikelerden korunmak için. Güneşten
bir gölgeye kaçabilirsin ama soğuktan korunmak için bedeni saracak bir giysinin
yanında sığınacak bir barınağa mutlak ihtiyaç var. Bu yüzden belediyeler kışın
dondurucu gecelerinde evsiz insanları bir barınakta korumaya alırlar.
Benzer şekilde tıp sahasında ortaya
konulan en önemli tecrübe ve tespit, önce hastalıklara karşı korunmaktır. Hatta
koruyucu hekimlik diye bir alan bile vardır. Bazı hekimler haklı olarak
koruyucu hekimliği, tıbbın yarısı olarak görmüşlerdir. Bir başka adı hıfzıssıhha
yani sıhhati korumaktır. Her ilde bunun kurulları bulunmaktadır.
Sıhhati korumanın en başında
temizlik gelir. Bütün ilahi dinlerde temizliğin öne çıkarılması hatta
ibadetlerin bir parçası haline getirilmesi bu yüzden olsa gerektir. Çünkü
temizlik korunmanın birinci şartıdır. İkinci şartı ise pislikten, beladan ve
musibetten uzak durmaktır. Yüce Allah, Hz. Âdem babamıza ve Hz. Havva anamıza
“şeytandan uzak durun” buyururken tam da bu hakikati bildirmiştir. Şeytandan
sakınmak beladan, musibetten ve doğuracağı kötülükten uzak durmaktır. Şeytanın
anlamı zaten kötülük demektir. Ancak sadece sakınmak, korunmak için yeterli
değildir. Nasıl ki soğuktan kaçmak ancak bir barınağa sığınmakla mümkün
oluyorsa, şeytandan kaçınmak da ilahi kudrete ve rahmete sığınmakla gerçekleşir.
“Rahmetten kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım” duasını Kur’an okurken bile
söylememizin hikmeti bu olsa gerektir. Yani her hal ve şartta dikkati elden
bırakmamak.
Niçin bunlar böyle oluyor? Çünkü Yüce
Allah sistemini böyle kurmuş, her oluşu bir sebebe bağlamış, her sebebe bir
sonuç yaratmış. Adeta suyun akışı gibi sebep-sonuç zinciri oluşturmuş. Kulları
şaşırmasınlar, önlerini görsünler, geçmişten ders alsınlar, geleceklerini
planlasınlar ve hayatı kolay yaşasınlar diye. Ancak mucizelerle veya
kerametlerle arada bir kesintiye uğratmış bu akışı. Bunun hikmeti de kulları
akışın sarhoşluğuna kapılmasınlar, sebep-sonucun kendisinde bir güç
aramasınlar, kudretin kimde ve tasarrufun kimin elinde olduğunu anlasınlar
diye.
Normal akışta sebep sonuç pek fark
edilmez. Akan suya bakar da hep aynı su zannederiz, her an yaşlandığımızı çok
geç fark ederiz. Suyun boğabileceğini, ateşin yakabileceğini, toprağın
kayabileceğini başımıza gelince anlarız. Bir fırtına, bir sel, bir deprem
olduğunda; tutunulacak bir dalın, sığınılacak bir kayanın, uzanan bir elin ne
denli hayatî öneminin bulunduğunu kavrarız.
Demek ki, tek düze bir akış yokmuş,
su bile bazen kıvrılır, bazen kayalara çarpar coşar, bazen şelale olur
yüksekten akar... Hayat da böyledir; inişli, çıkışlı ve çalkantılıdır.
Sevinçlerin, neşelerin, güzelliklerin yanında hastalıklar, felaketler,
musibetler vardır.
Dünyadaki olağan ve doğal
gelişmelerin bir sebebi vardır. Sebepleri bilirse insan, önlem alır ve korunur;
yakalanırsa kurtulmaya bir vesile arar, en az hasarla atlatmanın çaresine
başvurur. Yüce Allah insana aklı, fikri ve iradeyi boşuna vermedi. Kulları,
işte bu akılla kurduğu kâinat kitabını okusun, oradan dersler çıkarsın;
indirdiği ilahî kitabı okusun, oradan kurtuluşa bir yol bulsun diye.
Her hastalık bir musibettir. Bunu en
iyi başına gelen bilir. Boşa dememiş ozan “Aşan bilir karlı dağın ardını /
çeken bilir ayrılığın derdini”. Her hastalığın sebebi olduğu gibi, devası da
vardır. En iyi yol, sebebini bilip ondan uzak durmaktır. İkinci yol, hastalığın
sebeplerine karşı önlem almaktır. Üçüncü yol ise, yakalandığında tedaviye
başvurmaktır.
Atalardan gelen tecrübe neydi? “Soğuğa
karşı yiğitlik olmaz”. Soğuğa karşı en güzel ve kesin önlem soğuktan uzak
durmaktır. Ama dünyanın soğuğu olmayan çok az yeri vardır. Öyleyse ikinci
önleme geçilir. Bu da giyinerek veya barınarak soğuktan korunmaktır.
Hastalıklar da böyle değil mi? En
güzeli hastalığın olduğu yerde bulunmamak. Bulunuyorsan koruyucu önlemler
almak. Bu koruyucu önlemlerden biri de insanoğlunun Allah’ın verdiği akıl ve
fikirle geliştirdiği/bulduğu aşıdır. Biz inanırız ki sebebi de sonucu da
yaratan Yüce Allah’tır. Aşı bir korunma sebebidir ve onu da sebep kılan
Allah’tır.
Bir de dua ederiz. Zira dua, her
sebep ve sonucun Allah'tan olduğunun bilincinde olmak ve ona müracaat etmektir.
Nihayette şifa da Allah'tandır. Bizim aşı olmamız sadece Allah'ın yarattığı bir
sebebe sarılmaktır. Çünkü kulun her yaptığını yaratan Allah'tır, kul ise O’nun yarattığı
sebebe sarılan, koyduğu nizama uyandır. Yüce Allah isterse kulunu giyinmeden de
soğuktan koruyabilir. Ama O, elbiseyi ve barınağı soğuktan korunmanın sebebi
kılmıştır. Öyleyse sebebe tevessül etmek, ilahî kudreti inkâr etmek değil,
ilahi iradeye teslim olmaktır.
5 Safer 1443 /
12 Eylül 2021
0 yorum:
Yorum Gönder