22 Şubat 2022 Salı

Aidiyetlerimizle Bir Arada Yaşayalım mı?

  

Ebû Ömer b. Davud

 Hasbelkader sürekli geçmişle iştigal edince bugün olanlarla geçmişte olanlar arasında sık sık paralellikler kurmak kaçınılmaz oluyor. Ömrümün yaklaşık yarım asrını hatırlıyorum. Bu süreçte toplum sürekli karşıtlık ve düşmanlık üzerine konumlandırıldı. İçte karşıtlıklar, dışta karşılıklar… Sürekli bir çekişme ve kavga hali…

(https://pixabay.com/tr/photos/eller-tak%c4%b1m-birle%c5%9fik-birlikte-1917895/)

Tamam, dışarıda bir düşman olması bazen iyi oluyor. Belki bir süreliğine içte birliği sağlıyor.

İçte düşmanlığı körüklemek ve karşıtlık üzerinden bir tavrı sürekli hale getirmek, iyi sonuç doğurabilecek bir şey değil…

İnsanlar her geçen gün birbirlerinden farklı gerekçelerle kopuyorlar, duygusal olarak uzaklaşıyorlar. Bununla da kalmıyorlar, birbirlerini düşman olarak görüyorlar. Düşmanlığın sürekli olarak gündemde tutulması insanları birbirlerinden uzaklaştırıyor.

Elbette sosyal medyada kirli çamaşırlarımızı sergilemeden önce de bu gerginlikler vardı. Ancak bu kadar ortalığa dökülmüyordu.

Seçim zamanlarında tansiyonun yükselmesi anlaşılabilir bir durum… Ancak günümüzde yarın seçim olacak gibi seçmen teyakkuzda tutulmaya çalışılıyor. Bunu siyasi parti liderleri de onların emrine amade farklı pozisyonlardaki kişiler de yapıyor. Sürekli seçim duygusu içinde olmak marazi bir durum…

İnsanlar sonu gelmeyen bir kavganın parçası oluyorlar, aileler ve akrabalar birbirlerini düşman olarak görüyorlar, aynı iş yerinde çalışanlar çevrelerindeki insanlara güvenmiyorlar, hatta şeytanlaştırıyorlar.

Bu işin sonu nereye varacak, Allah bilir… Ancak geçmişe baktığımızda ortaya çıkan tablonun iç açıcı olmadığını söylemek gerekir. Sürekli düşmanlık, geri dönülemez noktalara getirebilir milleti…

Peki, ne yapılmalı? Elbette tansiyonu düşürmeli, farklılıklara hiç olmazsa tahammül edilmeli.

İnsanların istikamet üzere olduklarını temenni etmeleri, hatta düşünmeleri anlaşılabilir. Ancak “tek doğru benim” yaklaşımının dışlayıcı ve düşmanlaştırıcı sonuçları olması kaçınılmaz…

Herkesin bu ülkede yaşama hakkı (can emniyeti), dilediği gibi inanma, inancını uygulama ve ifade etme hakkı (din emniyeti), istediği gibi düşünme, bunu anlatma ve hatta yayma hakkı (akıl emniyeti), meşru çerçevede dilediği ekonomik faaliyetlerde bulunma hakkı (mal emniyeti), kendisine meşru ölçülerde dilediği şekilde özel bir hayat kurma hakkı (nesil emniyeti) vardır.

Bu hakların çerçevesi ve değerlendirilmesinde farklılıklar olsa da insanlar bunları da konuşarak uzlaşma zemini oluşturmalıdır.

Kendisi gibi yaşamayan, düşünmeyen ve inanmayan kimselere var olma hakkı tanımayanlar bu ülkeye yazık ediyor.

Tarihe baktığımızda şu gerçekle de karşılaşıyoruz. Toplumun çok gerildiği zamanlarda aklıselime davet edenler pek dinlenmemiş ve insanların kahir ekseriyeti bildiklerini okumaya çalışmışlar. Ancak faturayı herkes birlikte ödemiş.

Peki, bu söylediklerimi bilinmeyen şeyler mi? Kesinlikle kahir çoğunluk bunları biliyor. Ancak geminin hareket ettiği bir yön var ve herkes bunu benimsemiş durumda… Geminin içinde ters yöne hareket edenlerin yaptıklarının bir etkisi söz konusu değil…

Rotayı değiştirecek iradeyi oluşturmak için herkesin sorumluluk duygusuyla hareket etmesi, sadece kötülükleri değil iyilikleri de konuşmayı öğrenmemiz gerekir.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar