ULAN KAFİR
Prof. Dr. Şaban ÖZ
Sarığını benim
gibi sarmamışsın… Kafirsin!
Misvakının boyu
benimkinden kısa… Kafirsin!
Bıyığın benimki
gibi kazınmış değil… Kafirsin!
Pantolon
giymişsin üstelik kırmızı… Duble kafirsin!
Futbolla
ilgileniyorsun dahası Fenerbahçelisin…. Acayip pis kafirsin!
Abarttığımı
veya ironi yaptığımı mı düşünüyorsunuz?
O zaman şöyle
sorayım; birilerinin kafir veya Müslüman olduğuna biz karar vereceksek ölçümüz
ne olacak? Kim olacak?
Allah mı yoksa Allah
adına konuşanlar mı?
Sen mi ben mi o mu?
Bakın Allah tekfirde (birilerini kafir ilan etmek) ölçüyü nasıl belirlemiş: “Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek “Sen mümin değilsin” demeyin; çünkü Allah katında sayısız ganimetler vardır. Daha önceleri siz de böyleydiniz. Derken Allah size lütufta bulundu. Bu sebeple iyi anlayıp dinleyin. Hiç şüphe yok ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa, 94-Diyanet meali)
Müthiş değil
mi?
Kurban olduğum
Allah, sefer anında dahi ona buna kafir demeyi yasaklıyor…
Peygamber’in sünnetine de bakalım mı? Belki Elçi emrediyordur ona buna kafir demeyi!
Buyurun o
zaman:
“Üsâme hicretin 8. yılı Safer ayında (Haziran 629) Gālib b. Abdullah kumandasında Fedek civarında oturan Mürre kabilesi üzerine gönderilen 200 kişilik seriyyede yer aldı. Bu sırada Benî Mürre’nin müttefiki Cüheyne kabilesine mensup Mirdâs b. Nehîk’ı “lâ ilâhe illallah” dediği halde onun gerçekte Müslüman olmadığını, ancak can korkusuyla Müslümanlığı kabul ettiğini düşünerek öldürdü. Bunu duyan Resûl-i Ekrem Üsâme’yi çağırıp, “Kalbini yarıp da mı baktın?” diyerek yanlış yaptığını belirtti. Üsâme böyle bir hata yaptığı ve Resûlullah’ı üzdüğü için kendini affedememiş ve “Keşke daha önce değil de bugün Müslüman olsaydım” demiştir (Buhârî, “Meġāzî”, 45; Müslim, “Îmân”, 158; İbn Sa‘d, II, 119).” (M. Salih Arı, “Üsame b. Zeyd”, DİA, 42/361-363)
İmdi….
Allah bunu
diyor…
Elçisi bunu
diyor…
Demek ki, onu bunu
tekfir etmek Allah’ın emrinde veya Elçisi’nin sünnetinde yok!
Geriye kim
kaldı?
Sen, ben, o?
Peki bizim
ölçütlerimiz ne?
Efendim biz
Kur’an’dan… Resulünün sünnetinden çıkartıyoruz!
Yapmayın!
Velev ki,
dümdüz, saf, katışıksız kafir olsa dahi…
Allah billah
aşkına derdi İslam, Kur’an, Sünnet, iman, tebliğ, davet, dava olan birileri
velev ki kafir dahi olsa ona “kafirsin ulan” der mi?
Ölülere dahi
kötü sözü yasaklayan bir din, dirilere bu şekilde sövülmesine müsaade eder mi?
Derdi insanları
kazanmak, insanlara İslam’ın güzelliklerini anlatmak olan birileri sin-kaflı
küfürler eder mi?
Derdi vatan,
millet, devlet olan birileri bozgunculuğa bile isteye alet olur mu?
Allah billah
aşkına yapmayın!
Deyin ki, biz
nefsimizin emrindeyiz!
Eyvallah!
Deyin ki, biz
klavyede atıp tutarız, asar keseriz!
Eyvallah!
Deyin ki,
İslam’ı, Kur’an’ı, Peygamber’i bilmem ama ben hem küfür hem tekfir ederim!
Eyvallah!
Deyin ki, bana
ne Hz. Peygamber’in tebliğ yönteminden ben söver geçerim!
Eyvallah!
Hepsine ve daha
fazlasına eyvallah!
Yeni bir din
dili diyorum yıllardır. Her geçen gün din adına küfürler, din adına hakaretler,
din adına sövgüler…
Yanlış
anlaşılmasın lütfen, muhatabım tek bir kitle veya grup veya camia veya fakülte
değil! Hepsi maalesef aynı! Yakın geçmişte
linçten, küfürden şikâyet edenlerin bana gönderdikleri küfür mailleri, bana
yazdıkları sayfalar dolusu hakaretler, altına döşenen şiirli, şarklı sövgüler,
hakaretler, engellimle alay eden kocaman kocaman “profesörlerin” yazıları hal-i
hazırda arşivimde duruyor! Kısacası diyorum ki, yok birbirinizden farkınız!
Kim bilir belki
“z kuşağı” denilenler kafamıza vura vura öğretir, adam gibi oturup konuşmayı,
tartışmayı!
0 yorum:
Yorum Gönder