DÜNYADA OLMAK:
DEPREMLER VE SORUMLULUK
Prof. Dr. Cağfer
KARADAŞ
DÜNYADA OLMAK
Dünyadayız ve bildiğimiz bir gerçek, buranın her zaman güllük ve gülistanlık olmadığıdır. Çünkü ister inansın ister inanmasın bütün insanlar dünya hayatında sürekli bir yarış içindedir. Evde, okulda, sokakta, işte, çarşıda hâsılı her yerde bitmeyen bir koşturmaca söz konusudur. Sürekli bir yerlere yetişmek umudu ile bir şeylerden kaçmak ve kurtulmak kaygısı arasında bir sarkaç gibi salınmakta insanlık. İnanan için bu hal bir imtihan, inanmayan için ise hayata tutunma veya yaşama sevincini kaybetmeme kaygısıdır. İnanan bu konuda daha avantajlıdır, çünkü doğa kanunlarına (âdetullah) ve toplumsal yasalara (sünnetullah) uyduğu yani Allah’ın rızasına uygun bir tavır ve davranış ortaya koyduğu takdirde elde edeceği bir ödül vardır. Hâlbuki inanmayan için bütün umut ve kaygılar bu dünyayla sınırlıdır.
Öyleyse inanan tam da bu sebepten bu hayatı çok iyi değerlendirmeye
çalışır. Çünkü öte dünyadaki kazancı bütünüyle bu dünyaya bağlıdır. Yani
oradaki mutluğun anahtarı bu dünyadadır. Bütün tedbirleri alıp kendi elinde
olmaksızın hayattan ayrılsa bile, bunu da gönül hoşluğu içinde karşılar. Zira
bu dünyadan ayrılmak tamamıyla yok olmak değil, ahiret yurdunda ebedî mutlu bir
hayata başlamaktır. O mutluluğu kazanmak için Allah’ın koyduğu hem doğa
kanunlarına (âdetullah) hem de beşere yönelik düzenlemelere (sünnetullah) uygun
hareket ederek yaşamak gerekir. Bu yüzdendir ki Yüce Allah kişinin hayatına
kendisinin son vermesini yani intiharı haram kılmıştır. Çünkü intihar eden kişi
imtihanı reddetmiş veya tabir caiz ise havlu atmak suretiyle dünyaya erken veda
etmeye kalkışmıştır. Öyleyse insan için yaşamak hem bir imkân hem de
sorumluluktur.
DEPREMLER VE SORUMLULUĞUMUZ
İnsanımız, belki ilk defa böylesi büyük çaplı bir deprem
felaketiyle karşı karşıya kalmıştır. Etkisi çok yüksek birkaç depremin on bir
şehri kapsamına alacak şekilde peş peşe gerçekleşmesi hem yıkımın boyutlarını
büyütmüş hem de can ve mal kaybının en üst seviyede gerçekleşmesine sebep
olmuştur. Ancak bu kadar can ve mal kaybının sebebi sadece deprem sayısına,
kapsamına, büyüklüğüne ve art arda gerçekleşmesine bağlanamaz. Başta binaların
kalitesi olmak üzere insan kusurlarının da bu kadar yıkım ve can kaybı meydana
gelmesindeki etkisi inkâr edilemez. Depremlerden sorumlu değiliz ama insanî
kusurlardan kaynaklanan zarar ve kayıplardan sorumlu olduğumuz açıktır.
Bizim sorumluluğumuz yukarıda açıkladığımız gibi kendi irademiz
dâhiline giren hususlardadır. Buna göre bizler depremin meydana gelmesinden,
ortaya çıkmasından veya felaket olarak tezahüründen sorumlu değiliz. Bu tür
afetlerde bizim sorumluğumuz öncesinde bunlara karşı hazırlıklı olmak,
sonrasında ise kurtarma ve zararı giderme hususunda çaba ve çalışma içinde
olmaktır. Çünkü çaba ve çalışma, irademiz ve gücümüz dâhilindedir. Buradaki
sorumluluk da kişinin elindeki imkânlar ve içinde bulunduğu şartları
değerlendirmesine bağlıdır.
Bu sorumluluğun yerine getirilmemesi isyan demektir. Zira Yüce
Allah bizi kendisine layık kulluk etmek üzere yaratmıştır. Kulluk etmek demek,
verdiği imkânları ve hazırladığı şartları gözetmek ve o çerçevede bildirdiği
ödevleri yerine getirmektir. İmkânları ve şartları gözetmeyen ödevlerini yerine
getiremez. Bu yüzden İslam’da can, akıl, mal, nesil ve dinin korunması
önemsenmiş ve bunlar dinin zorunlu vaz geçilmez değerleri (zarûrât-ı diniyye)
sayılmıştır. Çünkü dini yaşamak bir yerde bu değerlerin korunmasına ve sağlıklı
bir şekilde işlemesine bağlıdır.
Bilinmelidir ki, Yüce Allah insanları tam da yukarıda sayılan
hususlardan sınava tabi kılmış ve bunu da açıkça bildirmiştir. “Andolsun ki
sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan canlardan ve ürünlerden eksiltmekle
sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara 2/155) Ayette belirtildiği gibi
olaylar karşısında sabır ve metanet ortaya koyanlar kazanır, aksi tutum içine girenler
ise kaybeder. Öyleyse zâhir imkânlar ve şartlar çerçevesinde ilahî beyana
aykırı düşmeyecek şekilde irade, çaba ve karalılık ortaya koyduktan sonra
“Niyet edip karar verdin mi artık Allah’a tevekkül et” (Al-i İmran 3/159) ayeti
gereği sonucu her şeyin sahibi olan Allah’a havale ederiz. Zaten bu dünyadaki
bütün imtihanımız sabır ve şükür noktasından olmaktadır. Depremler karşısında
sözde değil, imkânımız ölçüsünde gerçek anlamda hazırlıklı olmak, korunmak,
çevremizi kollamak şükretmektir; depreme maruz kalma durumunda, isyan
etmeksizin sakin, kararlı ve elbirliğiyle insanları kurtarmanın, zararı önlemenin
veya en aza indirmenin yollarını aramak ise sabretmektir.
Hayatta zorlukların ve kötülüklerin bulunması mazeret olarak ileri
sürülemez. Çünkü başarı sadece iyiye ve güzele yönelmek ve onları elde etmek
değil, zorlukların üstesinden gelmek ve kötülüklere karşı mücadele etmektir.
Bir oyun olan maçta bile gol atmak ne kadar önemliyse gol yememek de en az onun
kadar önemlidir. Hayat da böyledir, bir güzelliği elde etmek insanı ne kadar
sevindiriyorsa bir kötülükten kurtulmak veya zorluğu aşmak da ayın şekilde
sevindirmektedir. Nitekim o kadar can kaybına rağmen, bir canın deprem
enkazından kurtarılması insanların Allahu ekber nidalarıyla sevinmelerine
vesile olmaktadır. Depremler olmasın elbette, bunu hiç kimse istemez ama
yaşadığımız dünyada bu kaçınılmaz bir olgu ve olaydır. Bizler bununla yaşamanın
ve doğacak zorlukları aşmanın, kötülükleri önlemenin bir yolunu bulmalıyız.
Aksi takdirde kendi sorumluluğumuzdan kaçıp mazeret üreterek daha büyük
felaketlerin meydana gelmesine sebep oluruz veya afetlerdeki zararı büyütürüz.
“Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettiklerinizdendir” (Şura 30) ayeti tam
da bu gerçeği bize bildirmekte ve uyarmaktadır.
HURAFELERE BAĞLAMA
Bazı kültür ve inançlarda toplumları sosyal ve psikolojik büyük
değişimlere ve dönüşümlere uğratması yüzünden depremlerin uğursuz olarak
değerlendirildiği görülür. Yanı sıra depremin cezalandırma olarak algılandığı
inançlar da söz konusudur. İnsanların ilahî bilgiden değil de birtakım
hurafelerden, efsanelerden ve kehanetlerden beslenmeleri bu konuda batıl/temelsiz
inançların oluşmasına ve yerleşmesine yol açmıştır. Hatta bazı toplumlarda
doğal olaylar gök cisimlerine ve yıldızların hareketlerine bağlanmış, güneş ve
ay tutulmasıyla ilişkilendirilmiştir.
Hz. İbrahim’in gönderildiği kavim bunlardan birisidir. Yüce Allah
ona göklerin ve yerin hakikatini göstermiş, bütün bunların kimin kudretinde
olduğunu bildirmiş; o da güneşin, ayın ve yıldızların tanrı olamayacağını,
yeryüzündeki olayları etkilemeyeceğini kavmine ispat etmeye çalışmıştır (En’am
75-80). Bugün dahi maalesef yıldızların ve burçların insanların kaderini,
kişiliğini ve karakterini belirlediğine inanan insanlar bulunmaktadır. Nitekim
Peygamberimiz (sav) güneş ve ay tutulmasının, ölüm gibi dünyada gerçekleşen
herhangi bir olayla irtibatlı olmadığını açıkça bildirmiştir (Buharî, Kusfu 1;
Müslim, Kusuf 10).
HELAKLER VE DEPREMLER
İlahî kitaplardaki helak, peygambere itaat etmeyen, mucize
isteyip ardından isyan eden, insanlara ve hayvanlara zulmeden, nesli bozan,
çevresini ifsat eden kavimlerin Yüce Allah tarafından hayatlarına son
verilmesidir. Yoksa Yüce Allah sırf küfür ve şirk dolayısıyla bir toplumu helak
etmez (bk. Mâturîdî, Te’vilât II, 257). Ayrıca bu tür helak, âdetullah değil,
mucize cinsindendir. İlgili peygamber zamanında olmuş bitmiş ve tekrarı da
bulunmamaktadır. Öte yandan onların helaki sadece ölmeleri değil, çünkü ölüm
doğal bir hadisedir (âdetullah) ve her fani ölecektir. O kavimlerin helaki küfür
ve zulüm özere ölmeleri ve kâfir olarak hasrolunacak olmalarıdır. Ancak
içlerinde çocuklar gibi masum olanlar yani sorumlulukları bulunmayanlar varsa
Yüce Allah onlara rahmetiyle muamele edecektir.
Bunun aksine doğal olaylar cinsinden
sayılan deprem, sel, yangın gibi umumi felaketlerde ölen müminler şehit
hükmündedirler. Öyleyse geçmişte helak edilmiş isyankâr ve zalim kavimlerle
depremde ölenler arasında benzerlik kurmak bilgisizlik değilse insafsızlık
olur. Ayrıca geçmişte meydana gelmiş bütün depremleri helak kapsamına almak da
doğru değildir. Bakıldığında Kur’an’da bildirilen helaklerin sayısı son derece
sınırlıdır. Zaten Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) son peygamber
olduğuna göre O’dan sonra bir helak de söz konusu olamaz.
12 Şaban 1444 /
4 Mart 2023
Elenize, emeğinize ve kaleminize sağlık... Rabbim kabul buyursun...
YanıtlaSil