4 Mart 2023 Cumartesi

Dünyada Olmak: Depremler ve Sorumluluk


DÜNYADA OLMAK: DEPREMLER VE SORUMLULUK

 

Prof. Dr. Cağfer KARADAŞ

DÜNYADA OLMAK

Dünyadayız ve bildiğimiz bir gerçek, buranın her zaman güllük ve gülistanlık olmadığıdır. Çünkü ister inansın ister inanmasın bütün insanlar dünya hayatında sürekli bir yarış içindedir. Evde, okulda, sokakta, işte, çarşıda hâsılı her yerde bitmeyen bir koşturmaca söz konusudur. Sürekli bir yerlere yetişmek umudu ile bir şeylerden kaçmak ve kurtulmak kaygısı arasında bir sarkaç gibi salınmakta insanlık. İnanan için bu hal bir imtihan, inanmayan için ise hayata tutunma veya yaşama sevincini kaybetmeme kaygısıdır. İnanan bu konuda daha avantajlıdır, çünkü doğa kanunlarına (âdetullah) ve toplumsal yasalara (sünnetullah) uyduğu yani Allah’ın rızasına uygun bir tavır ve davranış ortaya koyduğu takdirde elde edeceği bir ödül vardır. Hâlbuki inanmayan için bütün umut ve kaygılar bu dünyayla sınırlıdır.

Öyleyse inanan tam da bu sebepten bu hayatı çok iyi değerlendirmeye çalışır. Çünkü öte dünyadaki kazancı bütünüyle bu dünyaya bağlıdır. Yani oradaki mutluğun anahtarı bu dünyadadır. Bütün tedbirleri alıp kendi elinde olmaksızın hayattan ayrılsa bile, bunu da gönül hoşluğu içinde karşılar. Zira bu dünyadan ayrılmak tamamıyla yok olmak değil, ahiret yurdunda ebedî mutlu bir hayata başlamaktır. O mutluluğu kazanmak için Allah’ın koyduğu hem doğa kanunlarına (âdetullah) hem de beşere yönelik düzenlemelere (sünnetullah) uygun hareket ederek yaşamak gerekir. Bu yüzdendir ki Yüce Allah kişinin hayatına kendisinin son vermesini yani intiharı haram kılmıştır. Çünkü intihar eden kişi imtihanı reddetmiş veya tabir caiz ise havlu atmak suretiyle dünyaya erken veda etmeye kalkışmıştır. Öyleyse insan için yaşamak hem bir imkân hem de sorumluluktur.

DEPREMLER VE SORUMLULUĞUMUZ

İnsanımız, belki ilk defa böylesi büyük çaplı bir deprem felaketiyle karşı karşıya kalmıştır. Etkisi çok yüksek birkaç depremin on bir şehri kapsamına alacak şekilde peş peşe gerçekleşmesi hem yıkımın boyutlarını büyütmüş hem de can ve mal kaybının en üst seviyede gerçekleşmesine sebep olmuştur. Ancak bu kadar can ve mal kaybının sebebi sadece deprem sayısına, kapsamına, büyüklüğüne ve art arda gerçekleşmesine bağlanamaz. Başta binaların kalitesi olmak üzere insan kusurlarının da bu kadar yıkım ve can kaybı meydana gelmesindeki etkisi inkâr edilemez. Depremlerden sorumlu değiliz ama insanî kusurlardan kaynaklanan zarar ve kayıplardan sorumlu olduğumuz açıktır.

Bizim sorumluluğumuz yukarıda açıkladığımız gibi kendi irademiz dâhiline giren hususlardadır. Buna göre bizler depremin meydana gelmesinden, ortaya çıkmasından veya felaket olarak tezahüründen sorumlu değiliz. Bu tür afetlerde bizim sorumluğumuz öncesinde bunlara karşı hazırlıklı olmak, sonrasında ise kurtarma ve zararı giderme hususunda çaba ve çalışma içinde olmaktır. Çünkü çaba ve çalışma, irademiz ve gücümüz dâhilindedir. Buradaki sorumluluk da kişinin elindeki imkânlar ve içinde bulunduğu şartları değerlendirmesine bağlıdır.

Bu sorumluluğun yerine getirilmemesi isyan demektir. Zira Yüce Allah bizi kendisine layık kulluk etmek üzere yaratmıştır. Kulluk etmek demek, verdiği imkânları ve hazırladığı şartları gözetmek ve o çerçevede bildirdiği ödevleri yerine getirmektir. İmkânları ve şartları gözetmeyen ödevlerini yerine getiremez. Bu yüzden İslam’da can, akıl, mal, nesil ve dinin korunması önemsenmiş ve bunlar dinin zorunlu vaz geçilmez değerleri (zarûrât-ı diniyye) sayılmıştır. Çünkü dini yaşamak bir yerde bu değerlerin korunmasına ve sağlıklı bir şekilde işlemesine bağlıdır.

Bilinmelidir ki, Yüce Allah insanları tam da yukarıda sayılan hususlardan sınava tabi kılmış ve bunu da açıkça bildirmiştir. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara 2/155) Ayette belirtildiği gibi olaylar karşısında sabır ve metanet ortaya koyanlar kazanır, aksi tutum içine girenler ise kaybeder. Öyleyse zâhir imkânlar ve şartlar çerçevesinde ilahî beyana aykırı düşmeyecek şekilde irade, çaba ve karalılık ortaya koyduktan sonra “Niyet edip karar verdin mi artık Allah’a tevekkül et” (Al-i İmran 3/159) ayeti gereği sonucu her şeyin sahibi olan Allah’a havale ederiz. Zaten bu dünyadaki bütün imtihanımız sabır ve şükür noktasından olmaktadır. Depremler karşısında sözde değil, imkânımız ölçüsünde gerçek anlamda hazırlıklı olmak, korunmak, çevremizi kollamak şükretmektir; depreme maruz kalma durumunda, isyan etmeksizin sakin, kararlı ve elbirliğiyle insanları kurtarmanın, zararı önlemenin veya en aza indirmenin yollarını aramak ise sabretmektir.

Hayatta zorlukların ve kötülüklerin bulunması mazeret olarak ileri sürülemez. Çünkü başarı sadece iyiye ve güzele yönelmek ve onları elde etmek değil, zorlukların üstesinden gelmek ve kötülüklere karşı mücadele etmektir. Bir oyun olan maçta bile gol atmak ne kadar önemliyse gol yememek de en az onun kadar önemlidir. Hayat da böyledir, bir güzelliği elde etmek insanı ne kadar sevindiriyorsa bir kötülükten kurtulmak veya zorluğu aşmak da ayın şekilde sevindirmektedir. Nitekim o kadar can kaybına rağmen, bir canın deprem enkazından kurtarılması insanların Allahu ekber nidalarıyla sevinmelerine vesile olmaktadır. Depremler olmasın elbette, bunu hiç kimse istemez ama yaşadığımız dünyada bu kaçınılmaz bir olgu ve olaydır. Bizler bununla yaşamanın ve doğacak zorlukları aşmanın, kötülükleri önlemenin bir yolunu bulmalıyız. Aksi takdirde kendi sorumluluğumuzdan kaçıp mazeret üreterek daha büyük felaketlerin meydana gelmesine sebep oluruz veya afetlerdeki zararı büyütürüz. “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettiklerinizdendir” (Şura 30) ayeti tam da bu gerçeği bize bildirmekte ve uyarmaktadır.

HURAFELERE BAĞLAMA

Bazı kültür ve inançlarda toplumları sosyal ve psikolojik büyük değişimlere ve dönüşümlere uğratması yüzünden depremlerin uğursuz olarak değerlendirildiği görülür. Yanı sıra depremin cezalandırma olarak algılandığı inançlar da söz konusudur. İnsanların ilahî bilgiden değil de birtakım hurafelerden, efsanelerden ve kehanetlerden beslenmeleri bu konuda batıl/temelsiz inançların oluşmasına ve yerleşmesine yol açmıştır. Hatta bazı toplumlarda doğal olaylar gök cisimlerine ve yıldızların hareketlerine bağlanmış, güneş ve ay tutulmasıyla ilişkilendirilmiştir.

Hz. İbrahim’in gönderildiği kavim bunlardan birisidir. Yüce Allah ona göklerin ve yerin hakikatini göstermiş, bütün bunların kimin kudretinde olduğunu bildirmiş; o da güneşin, ayın ve yıldızların tanrı olamayacağını, yeryüzündeki olayları etkilemeyeceğini kavmine ispat etmeye çalışmıştır (En’am 75-80). Bugün dahi maalesef yıldızların ve burçların insanların kaderini, kişiliğini ve karakterini belirlediğine inanan insanlar bulunmaktadır. Nitekim Peygamberimiz (sav) güneş ve ay tutulmasının, ölüm gibi dünyada gerçekleşen herhangi bir olayla irtibatlı olmadığını açıkça bildirmiştir (Buharî, Kusfu 1; Müslim, Kusuf 10).

HELAKLER VE DEPREMLER

İlahî kitaplardaki helak, peygambere itaat etmeyen, mucize isteyip ardından isyan eden, insanlara ve hayvanlara zulmeden, nesli bozan, çevresini ifsat eden kavimlerin Yüce Allah tarafından hayatlarına son verilmesidir. Yoksa Yüce Allah sırf küfür ve şirk dolayısıyla bir toplumu helak etmez (bk. Mâturîdî, Te’vilât II, 257). Ayrıca bu tür helak, âdetullah değil, mucize cinsindendir. İlgili peygamber zamanında olmuş bitmiş ve tekrarı da bulunmamaktadır. Öte yandan onların helaki sadece ölmeleri değil, çünkü ölüm doğal bir hadisedir (âdetullah) ve her fani ölecektir. O kavimlerin helaki küfür ve zulüm özere ölmeleri ve kâfir olarak hasrolunacak olmalarıdır. Ancak içlerinde çocuklar gibi masum olanlar yani sorumlulukları bulunmayanlar varsa Yüce Allah onlara rahmetiyle muamele edecektir.

Bunun aksine doğal olaylar cinsinden sayılan deprem, sel, yangın gibi umumi felaketlerde ölen müminler şehit hükmündedirler. Öyleyse geçmişte helak edilmiş isyankâr ve zalim kavimlerle depremde ölenler arasında benzerlik kurmak bilgisizlik değilse insafsızlık olur. Ayrıca geçmişte meydana gelmiş bütün depremleri helak kapsamına almak da doğru değildir. Bakıldığında Kur’an’da bildirilen helaklerin sayısı son derece sınırlıdır. Zaten Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) son peygamber olduğuna göre O’dan sonra bir helak de söz konusu olamaz.

12 Şaban 1444 / 4 Mart 2023

 


 

1 yorum:

  1. Elenize, emeğinize ve kaleminize sağlık... Rabbim kabul buyursun...

    YanıtlaSil

Yazarlar