İslam
tarihinde birçok sivil toplum kuruluşu, İslam’ın ilk yıllarından
itibaren dine hizmet etmek, İslam’ı yaymak, ahlaklı insanlar
yetiştirmek, muhtaç durumda olan insanlara yardım etmek vb. gayelerle
teşkilatlanmış ve birçok güzel hizmet gerçekleştirmiştir. Günümüzde de
İslam coğrafyasında birçok cemaat, tarikat ve düşünce ekolü İslam’a
farklı metotlarla hizmet etmeye çalışmaktadırlar. Bu gruplar
hizmetlerini yaparken bazen devletle karşı karşıya gelebilmekte, bazen
de devletle kol kola girebilmektedirler.
Tarihte
siyasi otoritelerle tarikat ve cemaatler arasında düşmanlık, dostluk ya
da çıkar ilişkisine dayanan üç çeşit ilişki biçimi olmuştur. Arada
düşmanlık olduğu zaman iki taraf da birbirini yok etmeye çalışmış, bunun
birçok örneği tarihte yaşanmıştır. Dostluk zamanlarında ise iki taraf
birbirine destek vermiş, birbirini korumuş ve iyi ilişkiler içerisinde
olmuştur. Çıkar ilişkisinde de devlet, tarikat veya cemaatleri kendi
meşruiyetini korumak, halkın desteğini almak vb. amaçlarla kullanmış,
tarikat ve cemaatler de devlet imkânlarından yararlanmayı her fırsatta
değerlendirmişlerdir. Bu ikili çıkar ilişkisi bozulduğunda devletle
tarikatlar/cemaatler arasında çeşitli çatışmalar meydana gelmiştir.
Günümüzdeki çatışmalardan biri de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile F.
Gülen grubu arasında yaşanmaktadır.
Ak
Parti hükümeti, 2002 yılında iktidara gelince, önceki yıllarda cemaat
ve tarikatlara yönelik devletin olumsuz bakışını değiştirmeye, dindar
insanların taleplerini yerine getirmeye çalışmış, dindar kesim geçmişe
göre özgürlükler bağlamında biraz rahat nefes almaya başlamış, dindarlar
üzerindeki baskı unsurlarından biri olan başörtüsü serbest kalmış, imam
hatip liselerinin önündeki engeller kaldırılmış ve adeta devletle
dindar kesim barış dönemine girmiştir. Bu sıcak hava, dindar insanların
devletin üst kademelerinde daha fazla yer almalarına yol açmıştır. Her
cemaat kendi üyelerinin daha fazla devlette yer almasını istemiş ve
zaman zaman bazı cemaatlerin ağırlığı devlette daha çok hissedilir
olmuştur.
Cemaatler
sosyal bir gerçeklik olmakla birlikte, İslam coğrafyasındaki
“cemaatçilik” anlayışı, Müslümanlar arasında pek çok ihtilafın ortaya
çıkmasına, cemaatler arasında çatışmaların yaşanmasına, cemaatlerin
birbirlerini dışlamasına yol açmıştır. Her cemaat, kendi İslam
anlayışlarının en doğrusu olduğunu iddia etmekte, diğer cemaatleri de
adeta lütfen kabul etmektedirler. Cemaatlerin devamı açısından bu tür
anlayışlara kısmen hoşgörüyle bakılmakla birlikte cemaatlerdeki lider
sultası ve liderin yanılmazlığı anlayışı, cemaat mensuplarının kendi
liderlerini kutsamalarına ve Peygamber üstü bir konuma yerleştirmelerine
yol açmıştır. Cemaat liderinin yanılmazlığı anlayışı, Şia’daki masum
imam anlayışına benzemektedir. -Her ne kadar hiçbir cemaat bunun böyle
olduğunu kabul etmese de cemaat mensuplarının kendi liderlerine bakışı
genelde bu şekilde cereyan etmektedir.- Bu anlayışın en keskin örneğini
FETÖ örgütünde (15 Temmuz öncesi cemaat deniyordu) görmekteyiz. Adeta
Şia’daki masum imam anlayışı bu örgütte kendini çok katı bir şekilde
göstermiş ve liderin söylediği her söz, verdiği her emir, İlahi veya
Nebevi bir hüküm imiş gibi kabul edilmiş ve uygulanmıştır. Bu örgüt
üyelerine göre F. Gülen, Hz. Peygamber’le sürekli görüşen, hatta Allah
ile irtibat halinde olan bir şahsiyettir. Dolayısıyla onun söylemleri ve
emirleri, ilahi bir hüküm gibi algılanmalı ve asla sorgulanmamalıdır.
-Oysa sahabiler, Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’in (s.a.s.) söz ve
davranışlarını bile zaman zaman sorgulamışlar ve verdiği hükümlerin
vahye dayanıp dayanmadığını sormuşlardır.- Hal böyle olunca F. Gülen,
Hz. Peygamber’den daha yetkin bir yere oturtulmuş ve sonuçta FETÖ gibi
bir örgüt ortaya çıkmıştır.
Bu
örgüt, İslam söylemiyle ortaya çıkmakla birlikte diğer İslami
cemaatlerden çok farklı bir yapıya bürünmüştür. Bu yapı, her zaman
kendilerini Müslüman cemaatlerden ayrı görmüş, kendilerinden olmayan
Müslümanları küçümsemiş ve onları, tabir caizse adam yerine koymamış,
takıyyeyi en etkin biçimde kullanmış, örgütün çıkarını bütün ahlak
ilkelerinin önünde tutmuştur. Bu anlayış örgütün liderinden en alt
kademesine kadar kendini göstermiştir. Daha da ötesi, örgüt lideri,
kendisini Hz. Peygamber’den daha yetkin görmüş ve “Hz. Peygamber şimdi
cismen gelse ve bana ‘sen artık çekil’ dese, onun ölmeden önce
söylediklerine tabi olacağını, şimdi söyleyeceklerine itibar
etmeyeceğini” söyleyecek kadar ileri gitmiş ve yine Cebrail gelip bir
parti kursa, ona oy vermeyeceğini söylemiştir. Bazı örgüt üyeleri de F.
Gülen’in beklenen Hz. İsa olduğuna, bazıları da beklenen Mehdi olduğuna
inanmıştır/inanmaktadır. Kendisi de Hz. İsa veya Mehdi olduğuna dair
söylenenlere ses çıkarmayarak ilahi bir görevle görevli olduğunu zımnen
kabul etmiştir.
Kur’an,
birçok ayette düşünmeyi, akletmeyi, tefekkürü emretmiş olmasına rağmen,
örgüt içerisinde F. Gülen’in söylem ve eylemleri sorgulanmamış, her
söylediğinde bir hikmet aranmış, onun her şeyi en doğru şekliyle
bildiğine inanılmış ve verdiği her emir yerine getirilmiştir. Küçük
yaştan itibaren cemaat (örgüt) içinde yetişen ve İslam’ı F. Gülen’in
bakışıyla öğrenen, örgüt içinde sürekli onun olağanüstü bir güce sahip
olduğu fikriyle beyinleri yıkanan kimselerin farklı düşünmesi
beklenemez.
FETÖ
örgütü, 40 yıllık süreç içerisinde ilk başlarda İslami söylemle yola
çıkmış, daha sonra ise İslam’ın asla kabul etmediği bir mecraya
kaymıştır. 15 Temmuz darbe girişimi, bu örgütün tamamen batı merkezli,
emperyal güçlere taşeronluk eden Müslüman karşıtı bir oluşum olduğunu
ortaya koymuştur. Örgüt tamamen kendisini dünyanın merkezine koymuş ve
örgüt çıkarı için her türlü yolu mubah saymıştır. Bunu yaparken de
tarihi süreç içerisinde Müslümanların samimi duygularını istismar etmiş,
dini duyguları kendi batıl davası için kullanmış ve maalesef hem
devleti, hem de çoğu Müslümanları kuzu postuna bürünerek kandırmıştır.
Kur’an’ın ifadesiyle Müslümanları Allah ile aldatmış ve İslam adına
ortaya çıktığını iddia etmekle birlikte en büyük darbeyi Müslümanlara
vurmuştur.
Müslümanlar,
geçmişte bu yapıya şüpheyle bakmakla birlikte dindar görünmeleri ve
eğitim hizmetlerine önem vermelerinden dolayı ihtiyatlı bir müsamaha ile
karşılamış ve çok ciddi bir tepki vermemiştir. Devlet de bunların
yaptığı bazı faaliyetlerinden dolayı bunları desteklemiş ve çok ciddi
bir takibat yapmamıştır. Ancak 17-25 Aralık süreci ve son olarak da 15
Temmuz darbe girişimi, Müslümanların şüphelerinde ne kadar haklı
olduğunu ve bu ihanet şebekesinin gerçek yüzünü ortaya koymuştur.
İnsanlar
çocuklarını dindar olsunlar, ahlaklı olsunlar diye cemaate (örgüte)
göndermiş, her türlü maddi desteği vermiş ve çocuklarını onlara teslim
etmişlerdir. Oysa bu örgüt, gizli ajandasıyla, çocukları ailelerine,
topluma ve dinin ilkelerine yabancılaştırarak vatana ihanet edecek
seviyeye getirmiştir.
Dini
söylemlerle ortaya çıkan bu yapının Müslümanlara karşı İslam
düşmanlarıyla işbirliği yapması, Kur’an ve sünnetin haram saydığı
davranışları helal sayması, haram-helal duygusunu ortadan kaldırması,
kul hakkını hiçe sayması, İslam’ın asla kabul etmeyeceği davranışlardır.
Bu anlayışla F. Gülen, adeta yeni bir din oluşturma gayretine girmiş ve
bu batıl davasına taraftar bulmak için Kur’an ve Sünnetten yararlanmış,
samimi Müslümanları kandırarak gerçek niyetini örtbas etmeye
çalışmıştır. İşin garip tarafı, din eğitimi almış diyanet ve ilahiyat
camiasından bazı şahsiyetler de bu yapı içerisinde cemaat liderinin
yaptıklarını sorgulamaksızın aynen kabul edebilmiştir.
Bu
örgütün dini söylem ve eylemleri, maalesef Diyanet ve İlahiyat camiası
tarafından çok ciddi şekilde irdelenmemiş, adeta Müslümanlar bu örgütün
eline bırakılmıştır. Özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı, bu örgütün din
anlayışı konusunda halkı yeteri kadar bilgilendirmemiş, insanların bu
örgüt tarafından istismar edilmesinin önüne geçmede yetersiz kalmıştır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bu örgütün dışında diğer tarikat ve
cemaatlerin de din anlayışlarını, mensuplarının cemaat liderlerine olan
bakışlarını ve davranışlarını çok ciddi şekilde incelemeli, İslam’a
aykırı olan söylem ve eylemeleri ortaya koyup halkı bilgilendirmelidir.
Devlet,
örgütsel yapıların tehlike arz etmesini önlemek için hangi cemaat veya
grup olursa olsun mutlaka kontrol mekanizmasını sıkı bir şekilde
çalıştırmalı, devlete eleman alımında herhangi bir cemaati değil, adalet
ve liyakat ilkelerini esas almalıdır. Belli bir cemaat veya ideolojinin
etkin olduğu bir devlet anlayışında FETÖ türü yapılanmaların olması
kaçınılmazdır.
FETÖ,
İslami hassasiyeti olmayan, tamamen örgütün ve üyelerinin çıkarını
düşünen, kimliksiz ve şahsiyetsiz bir Müslüman tipi üreten (İslam böyle
bir tipi kabul etmemektedir) -hem Müslümanların hem de insanlığın
geleceğini tehdit eden- bir örgüttür. Müslümanların geleceği için bu ve
benzer örgütlerle topyekûn mücadele edilmeli, çocukların ve gençlerin bu
nevi yapılardan uzak tutulmaları için din eğitimi teslimiyetçi bir
üslupla değil, sorgulamacı bir anlayışla verilmelidir. Zira aklını
kullanmayan, düşünmeyen ve sorgulamayan insan, koyun gibi güdülmeye
mahkûm olur.
Rabbim
bizleri Kur’an ve Sünnet çizgisinden ayırmasın, Hz. Peygamber’in
ahlakıyla ahlaklandırsın, her zaman İslam ve Müslümanlardan taraf
kılsın, İslam’a, Müslümanlara ve vatana ihanet edenlerden eylemesin.