17 Temmuz 2018 Salı

İslam Medeniyetinin Yeniden İhyası İçin Adalet

Dr. Öğr. Üyesi İbrahim Barca

خدا ی بزرگترین از همه بزرگان می فرمودند که ما باید برای همه کس و برای همه چیز عادلانه می باشیم. چون عدالت نه به تنهی اساس ملکه بل که عدالت هم اساس دین و اجتماع  و تمدن انسانی است  

“Muhakkak ki Yüce Allah, herkese ve her şeye her hâlükârda adaletli olmamızı emreder. Zira adalet sadece mülkün değil dinin, toplumsal hayatın ve medeniyetin de temelidir.”

İnsan, adaleti hangi gerekçeyle yıkarsa, o gerekçenin tıpkısıyla zulme uğrayabilir.Bunun adına da ilahi adalet deniyor. İlahi adalet babında Şeyh Sadi’nin Gülistan adlı eserinde yer alan şu beyti gayet manidardır:  

بنی آدم اعضای یک پیکرند 
که در آفرینش ز یک گوهرند 
چو عضوی بدرد آورد روز گار 
 دیگر عضو ها را نماند قرار

“İnsanlar bir vücudun azaları gibidirler
Zira aynı cevherden yaratılmışlardır
Bir gün bir uzva eğer peyda olsa dertler
Diğer uzuvlar da bulmaz artık hiçbir karar”

Faraza bazı Müslüman birey veya cemaatler tarafından İslam dini için ve namına eğer adalet adalet kılınmayıp yıkılırsa veya erozyona uğratılırsa yine İslam adına ve namına sözü edilen o Müslümanlar için adaletin zıddı ve mukabili olan zulüm baş gösterebilir. Müslümanların tarihi İslam adına adaleti yıkmış ve bunun neticesinde de yine İslam adına zulme uğramış birçok Müslüman birey ve topluluğun varlığına şahittir. Zira adaletin dini yoktur. Bu nedenle zaten Hz. Peygamber, adaletli tutum ve davranışlarından dolayı İran Şahı Mecusi  Hürmüzan’ı övmüş, bir savaşta adaletsizlikte bulunan yakın arkadaşı Halid b. Velid’i kınamıştır.  
     Adalet bağlamında Müslümanlar için oldukça önemli bir yeri olan şu ayette “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”  buyurulmuştur. (Nahl, 90)
Her inananın din ve Allah tasavvuru kendine. Ancak yukarıdaki ayet sırasıyla ve herkesin anlayabileceği bir şekilde Allah'ın neyin yapılmasından hoşnut olduğunu ve hoşnut olmadığını beyan etmektedir. Ayrıca bu ayet zımnında ateist ve teistlerin Allah'ı ve doğayı kendisi ile zalim-mazlum dikotomisine koydukları kaderciliğe de bir reddiye içermektedir. Yine bu ayet, adeta diğer tüm kutsal nas ve onların yorumlarını kayıt altına almıştır ve yapılması istenen en önceliklere yer vermiştir. Zira ayette geçtiği üzere Allah, direkt olarak herkese her şeyden önce adaleti emretmektedir. Allah adildir ve herkes için, her şey için adaleti emreder. Yine bu ayetle, insanlara insan olarak kalabilmenin yolu, müsbet ve menfi üçlü bir eşleştirme ile gösterilmiştir.
Zikri geçen ayetin medlul ve mazmumunun ilk ve öncelikli muhatapları şüphesiz âlimler ve her hangi bir makam ve mevki sahipleridir. Yani adaleti adalet kılacak, onu emredecek, güncelleyecek ve uygulanmasına ve uygulatılmasına gayret edecek kimseler en başta dini eğitim ve öğretim ve yönetim işlerini uhdesine almış kimselerdir. Bu yazıda daha çok birincilerden yani alimlerden ve onların bu bağlamdaki olan ve olması gereken durumlarından bahsedilecektir. 
Peygamberlerin varisleri olması hasebi ile bittali Allah’ın adaleti emretmesi alimin adaleti emretmesini gerektirmektedir. Müslüman âlimlerin adaleti tavsiye etme görevi, sadece zavallı halkla ve raaya ile sınırlı değildir. Bundan önce alimler, evvela adaleti adalet kılıp önce kendilerine, çocuklarına, yakınlarına ve akabinde toplumun ileri gelenlerine ve önemli makamda bulunanlara emretmekle mükelleftirler. Bu onların hem kendilerine hem de mensubu bulundukları cemiyetlerine karşı en önemli vazifelerindendir. 
Adaleti adalet kılma, emretme ve uygulanmasını sağlama bağlamında geçmişte yaşamış ve zamane alimler kabaca üç sınıfta ele alınabilir. Birinci kısım görevlerinin yerine getirmedikleri gibi görevlerinin aksi yönde eylem ve davranışta bulunanlar, ikinci kısım alimler herhangi bir endişe, tehlike ve risk almayı göze almak istemediklerinden istedikleri ve düşündüklerini belirtmekten çekinip susmayı tercih edenler ve üçüncü sınıf alimler ise edebildikleri ve bilebildikleri kadar adalet bağlamındaki yükümlülüklerini yerine getirmeye çalışan alimlerdir.
Birinci kısımda yer alan âlimlerin birçoğu kendilerinin, yakınlarının, akrabalarının, tanıdıklarının, aynı çevrede ve zamanda bulunan makam sahiplerinin, zengin veya güçlü kimselerin adaletsizliklerine göz yumar, bildikleri ve tanıdıkları güçsüz ve zayıf kimselere, fi tarihinde yaşamışlara veya kendi muhitlerindeki herkesçe düşman ilan edilmiş ötekilere yönelirler ki bu ise görevlerini ifa etmiş olmamalarına delalet ettiği gibi onların başka adaletsizliklere de sebep olabileceklerini ihtar eder.
Bu türden alimlerin sıklıkla görülen bazı özellikleri şunlardır: Müslümanların ve diğer dünya insanlarının geleceğine ve düçar bulundukları olumsuzluklara dair ciddi ve gerçekçi bir kaygı taşımazlar, geçmişlerine karşı içeriği dolu ve hakiki bir sorumluluk bilincine de sahip değillerdir. 
Bu tür âlimler ister dinde tecdit yanlısı ister gelenekselci isterse de bu iki tarz arasında mabeyinci, uzlaştırıcı veya nabza göre şerbetler sunucular olsunlar ayet ve hadisleri, dini menkibeleri veya dini ilimler literatürünü; aşırdıkları, alıntıladıkları, ordan burdan derledikleri veya kendi çabalarının ürünleri olan dini teorik egzersiz çalışmalarının çıktılarını heyecanla bağlılarının ve muhataplarının beyinlerine ha bire boca etmek eylemi içinde olurlar. 
Hakiki aşk, ilim, sanat, irfan, felsefe ve hikmeti dışlar, yok sayar ve eleştirirler. Bunun yerine de bunların sahte ve ucuzlarından seçkiler meydana getirip bunları ruhsuz sadece bir kalıptan ibaret olan retoriklerine cila kılmak isterler.  Yani hangi konuda konuşma lütfunda bulunsalar büyük ve iddialı laflar ederler. Neticede bulundukları yer ve konum için kendilerinden daha ehil birisini asla görmez, göremez ve görmek istemezler. 
Konuşmalarının ve yazılarının azımsanmayacak bir bölümünü öncekilerin veya mevcut rakiplerinin ne kadar yanlış din algısına sahip olduğunu ispata harcarlar. Bununla da zaten bizzarure kendi dini düşüncelerinin, çıkarımlarının buna fetva ve ictihad dahil kaynağı ne olursa olsun ne kadar doğru ve sahih olduğunu da zaten zımnen ve alenen dillendirmiş olurlar. 
Diğer insanların acı ve dertlerini paylaşmaz ve paylaşamazlar. Paylaşıyor görünseler de aslında bu bevatini değil gerçekte zevahiri kurtarmak adınadır. 
Bildikleri artıkça kibirleri de artar. Ama bu kibirleri yazdıkları eserler, yaptıkları konuşmalar ve tartışmalarda veya yaranları ve yaranmak istedikleri tarafından değil; aksine zayıf ve çaresiz insanlar tarafından ve onların gözleri ile ancak görülebilir. Zira kibirliler, kibir sahiplerinin kibirlerini göremezler veya görmek istemezler. Bir an onlara gösterilse bile kendilerini de o kategoriye dahil etmemiş olmak için gördükleri gerçeği tüm bilgi ve becerileri ile tevile koşarlar.
Mutlaka etraflarında onlara hizmet eden, saygı duyup teveccüh eden, dua isteyen ve parmakla gösteren ve tüm işlerini kolaylaştıran insanlar bulundururlar ve bunları asla kaybetmek istemezler. Zira bunları kaybetmek yalnızlığa düçar kılar. Yalnızlık ise kibri olduğu gibi diğer tüm ayıpları kişiye göstermek gücüne sahiptir. İnsanların çoğu ise ayıp sahibi olduğunu kabul etmez ve edemezler.  
Ben her şeyin en doğrusunu bilirim, herkes her doğruyu ancak benden öğrenebilir ve ben ne dersem o doğrudur tavrı içinde olurlar. Zira bu tavır içinde olmazlar ise eğer, yalnız kalabileceklerini düşünürler. 
Bugün her manada İslam medeniyetinin içinde bulunduğu olumsuz durum göz ününe alındığında Müslüman ümmetin hem bugünleri ve hem de gelecekleri için yukarıda zikri geçen ulema taifesine ihtiyacı olmadığı -geçmişte de şahit olunduğu gibi- aşikâr ve bedihidir. Her şeyin ancak adaletle kaim olduğu ve hayat bulabildiği bir dünyada İslam aleminin de daha çok adaleti adalet kılacak ve emredecek üçüncü kategoride zikredilmiş olan alimlere muhtaç olduğu ve olacağı her Müslüman bireyce malum olsa gerektir. Zira ilim, irfan, sanat, felsefe, hikmet, siyaset ve insan medeniyetine ait ne kadar kurum ve değer varsa mutlaka temelinde adalet var olmuştur ve var olacaktır. 
Sonuç olarak denilebilir ki İslam medeniyetinin geçmişte yakaladığı o şaşalı dönemlere bugün de ve gelecekte de ulaşmanın en önemli ve olamaz etmenlerinden birisi; her seviyedeki Müslüman birey ve toplulukların her şeyde ve herkes için adaleti yeniden ve bu çağa uygun olarak tesis etmeye çalışmasıdır.


1 yorum:

  1. Esselamu Aleyküm Allah razı olsun hocam çok içten bir yazı özet olarak adalet çok güzel anlatılmış Insan Mutlu eden adil ola bilmesidir. Selam ve dua ile.

    YanıtlaSil

Yazarlar