9 Temmuz 2018 Pazartesi

Eveeet Doktor

Cağfer KARADAŞ
Çok büyük ideallerle başladı tıp fakültesine… Ne çok çalışmıştı. Gecesi gündüzü birbirine karışmıştı. Anacığı üstüne titrer, babacığı uzaktan seyredip için için gururlanırdı. Bir türlü belli edemezdi zavallı. Kucaklamak isterdi, “Yavrum seninle gurur duyuyorum” demek isterdi ama etrafın kendisini kınamasından korkardı. Erkek dediğin içten severdi. Öyle şapur şupur sevgi erkeğe yakışmazdı. O da babasını severde ama babanın bütün huyu suyu ona geçmişti. Babası gibi olup çıkmıştı vesselam. Kızdığı zaman anacığı, “Babası kılıklı nolocak?” derdi. Haklıydı da hani kadıncağız…

Başladı fakülteye büyük ideallerini gerçekleştirme azim ve gayretiyle… Öyle zamane doktorları gibi olmayacak, hesap kitap peşinde koşmayacak, hastasıyla asla para mevzuuna girmeyecekti. Önceliği hastaları olacak ve onları ne pahasına olursa olsun tedavi etmenin peşinde olacaktı. Hastalarına asla kızmayacak, bağırmayacak ve azarlamayacaktı. Bütün bunlar çok onur kırıcıydı. Hele hastaların yanında asistanların ve öğrencilerin azarlanması hepten küçültücüydü. Üst sınıftaki ağabeylerini dinlerken morali bozulurdu. 
Ne güzeldi, öğrencilik zamanındaki bu düşünceler. Arkadaşları ile konuşmaları hep bu konulardı. Hepsinin kafasında aynı düşünce ve ideal vardı. Birinci, ikinci, üçüncü sınıf derken klinik çalışmalarına başladılar… Hastalarla ufaktan karşılaşmalar olmaya başladı. Hastaların kendisine çömez muamelesi yapması zoruna gitmişti ilkin. Hele birinin kendisine bağırması ve azarlaması bütün duygularını alt üst etmişti. Babası bile böyle bağırmamıştı ona. Hocasına şikayet etti. Hoca alttan almasını söyledi. “Hastaydı bunlar, sinirleri bozuk ve normal davranış gösteremiyorlar” demişti. Bu, onu hastalara karşı mesafeli olmaya itti. Önceleri kendisini tutmaya çalışıyordu ama sonraları artık içten içe kızmaya başlamıştı. Kızmanın yararlı olacağını da görmüştü. Cerrah hocalarından biri, iyi bir paylamıştı da hasta gıkını çıkarmamıştı. 
“Artık son sınıfa geldik” dedi arkadaşı. “Mezun olacağız ne düşünüyorsun?” 
“Ne yalan söyleyeyim, şöyle iyi para getirecek bir branş düşünüyorum. Bu hasta milletine acınmaz. Parasını veren şifasını bulur…” 
“Ama” dedi arkadaşı, “neler konuşuyorduk fakülteye başlarken… Hayırdır ne oldu böyle şimdi?” 
“Onlar çocukluk hayalleriymiş dostum… Gerçekler öyle değilmiş. Bu hasta milleti bağırmaktan çağırmaktan anlar, verdiği paranın kendisini iyileştirdiğini düşünür. Baksana bizim şu hocaya, alanında bir numara ama insanlar yüzüne bakmıyor. Niye? Çok para istemiyor çünkü. İnsanları hemen ameliyata almaya çalışmıyor. Cerrahi operasyon olmaksızın iyileşmenin yollarını gösteriyor… Sonuç: sürünüyor. Ya şu öteki hoca öyle mi? Adam paraya para demiyor… Herkes de onun peşinden koşuyor. Hem hastalarına bağırıp çağırıyor hem de bir güzel paralarını alıyor… Böyle hastalara böyle tabip… Ben cerrah olacağım” dedi.
Oldu da… Hem de en iyisinden… Paraya para demedi. Kazandı da kazandı… Babasının ifadesiyle, “Kimseye zırnık koklatmadı”. Babası bile ondan ürktü. Karı koca evde gizli gizli konuşur oldular… 
“Hanım bu oğlana bir haller oldu. Bizim bile yüzümüze bakmaz oldu. Biz ne emeklerle, ne hayallerle okuttuk bunu.” 
“Aman herif! Kimseler duymasın, vallahi rezil oluruz ele güne…” 
“Hanım hamın! Eldediğin insanlar bizden daha iyi tanımış. Mahalle onu konuşuyor. Dün komşulardan biri gitmiş, yüzüne kapıyı çarpmış… ‘Ben sizinle mi uğraşacağım?’ demiş. Meğer o sıra odasında kerli ferli bir adam oturuyormuş… Ona gülücükler dağıtırken, bizim mahalleliyi bir güzel paylamış… Adam mosmor yanıma geldi. Yüzüm önüme düştü, içim daraldı, koştum sana geldim. Kimselere söyleyemedim hanım sana söylüyorum…”
Kadının da içi daralmıştı. O da komşularından çok şey duymuştu. Kızar, bağırır, çağırır diye söyleyememişti kocasına. Bir de öğrenmişti ki büyüklerinden: Baba bedduasından sakınmak lazım. Babanın bedduası ağır olurmuş. Gene de yavrusuna acırdı. Evine gidemese de, kendi gibi doktor olan gelini onu terslese de… Yine de acırdı. Ana yüreği işte… Hatta sevinirdi, yavrucuğunun güzel evi var, güzel arabası var diye… Hiç binemediği arabaya sevinirdi. 
Çok para kazandı. Zengin hastalarına daha bir özen gösterdi bu yüzden… Parayı da onlardan kazandı. İçinden de, “para insanı akıllı yapmıyor”, derdi. “Ne dersem yapıyorlar, ne yapsam inanıyorlar... Belki de bu inançları onları ayakta tutuyor... Boş ver bu duyguları ben işime bakayım” dedi ve geçti…
Zaman geldi, kesip biçmekten yorgun düştüğünü hissetti. Yaşı da ilerlemişti. Şakaklarında kırlıklar belirmeye başlamıştı. Parası da çoktu artık. Bir hastasıyla para mevzuuna girdiler. Tatlı şeydi paradan konuşmak… 
Çok paralar kazandığını söyledi hastası… “Doktor! Burada kendini boş yere hırpalıyorsun” dedi. “Piyasaya çık şöyle. Elinde para var… Akıllı yatırım yap…” 
“Borsaya yatırıyorum” dedi. 
“Borsa ne ki?” dedi adam… “Elin oğlu senin borsa da bir ayda kazandığını bir günde kazanıyor. Hem borsa riskli iş… Bu gün kazanır yarın kaybedersin… Kazancın da damla damladır. Çok sabır ister, bize göre değil velhasıl orası…” 
“İş kuralım!” dedi adam. “İnşaat bu sıra iyi gidiyor… İnsanlar üçüne beşine bakmıyorlar… Kaliteyi kim bilecek. Betonu delip içine mi bakacaklar. Sıvayı ya da fayansı mı kaldıracaklar… Bir iki sene bir şey çıkmadı mı, yırttın demektir…” 
Aklına yattı. Özellikle çok para tarafı… “Girelim anasını satayım” dedi… Satmıştı zaten anasını babasını… 
Çok kazandılar birkaç yıl… Yazıhanesini kapattı, cerrahlığı bıraktı… Büyük bir büro edindi… Artık hastalarla değil, sağlıklı ama daha paralı müşterilerle görüşüyordu. Eşi de çocukları da bu işten çok memnundular… Bir ara boşluğuna geldi “Şu babamlara bir daire verelim bizim siteden” diye bir cümle kurdu. İlk karşı çıkan eşi oldu… “İstemem. Yanımda yöremde olmasınlar… Çekemem onları… Zaten buraya alışamazlar… Onlar o iki göz odada baksana ne kadar mutlular… Arayıp sordukları bile yok… Gereksiz yere bir de bunu düşürme akıllarına şimdi…” Bu da aklına yattı. Sonra düşündü, epey bir paraydı bir daire… Yazık olurdu. Geçen iyi bir müşteri çıkmıştı… En iyisi ona satmaktı… 
Birden beklemediği bir şey oldu… Ortağı pat diye kendisinden ayrılmak istedi. “Sen bu işi iyi götürüyorsun” dedi. “Benim payımı ver ben ayrılayım…” “Doğru söylüyor” diye düşündü. “Bu işi kendisi tek başına daha iyi yapabilirdi. Ortağı lise mezunu bile değildi, kendisi kocaman cerrahtı bugüne bugün…” Hemen razı oldu, sıvadı kolları girdi işe tek başına… 
Girdi de, işler hiç beklediği gibi gitmiyordu. Bir kez olsun inşaatlara uğramamıştı. Gene hiç birine uğramadan işlerin gideceğini düşünmüştü. Ortağı ile birlikte işleri yürüten şirket müdürü de ayrılmıştı. O da hemen lisansüstü eğitim almış bir iktisatçı dostunu getirdi işin başına… Fakat şirket hep kaybediyordu. Evde de huzursuzluk başlamıştı. Ne işler yürüyor ne de satışlar eskisi gibi gidiyordu… Bir yıl sürdürebildi… Alacaklılar kapıya dayandı… Müdür dostu, kendisi dâhil her şeyi yüzüstü bırakıp gitmişti… Eski ortağını aradı, cevap alamadı. Bankalar kredi vermediği gibi vadesi dolmamış kredilerinin ödemesini erkene çektiler… Eve gidemiyordu artık… Ne varsa satmaya başladı… En son, evin satılmasına gelmişti iş… Eşi ve çocukları karşısına dikildi… Evi eşinin üzerine yaptığını bile unutmuştu… Evde istenmeyen adam ilan edildi… 
Süklüm püklüm döndü baba ocağına… Kapıyı çaldı, ses gelmedi… “Evladım kimi aramıştın?” dedi uzaktan yaşlı bir kadın… “Bu evde yaşlı bir adamla kadın vardı, onlara baktım teyze” dedi. Ne o teyzeyi tanıdı ne de teyze onu… İkisi de çok değişmişti. Bir yıl öncesinde sadece şakaklarında kırlıklar vardı. Onları da boya ile kapatıyordu. Bir yılda bütün saçları ağarmıştı… 
“Ah evladım!” dedi. “Ne güzel insanlardı onlar… Bir oğulları vardı. Ne zahmetle okutmuşlardı. Hayırsız çıktı. Kapılarını bile çalmaz oldu… Birer hafta arayla ikisi de göçtü gitti… Allah yüzlerine baktı… Yoksa kim bakacaktı onlara?” 
Yığıldı kaldı oracıkta… Gözünü açtığında hastanedeydi… Ağır bir depresyon geçirmişti. Atlatmıştı ama bundan sonraki hayatı artık yavaş olmak zorundaydı… Çünkü ruhen çökmüştü… Her şeyini kaybetmişti… Cerrahlığını bile… Titreyen ellerine baktı, içini çekti… Kimsesi yok diye kayıtlara geçti… Götürdüler bir huzur evine yatırdılar… Tanıdı birisi onu… “Sen şu eski meşhur cerrah değil misin?” diye sordu. “Hee” demek için çabaladı, “Evet” demeye gücünün yetmeyeceğini biliyordu… “Eveeet doktor!..” dedi, soran adam… 
30.06.2018 / Fethiye / Bursa

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar