22 Temmuz 2018 Pazar

Evin Son Halini Arzımdır

Prof. Dr. Cağfer Karadaş
Sesler kulağımda uğultuya dönüşmüştü. Okunan kelimeleri duyuyordum ama anlamlar zihnimden kayıp gidiyordu. Bir tını gibi gelmeye başlamıştı kelimelerin peş peşe yeknesak kulağıma çarpışları… Birden irkildim. Bu öncekilerden farklı tonda bir sesti. “Ahanda haber geldi!” dedi… Ne haberi gelmişti, nerden gelmişti, kimden gelmişti? Bütün sorular bir anda zihnime üşüştü. Tane tane anlatmaya başladı. İki sayfadır bitmeyen cümlenin sonu şimdi bağlanmıştı. İki sayfalık uzun cümlenin haberini bulmuştu da ne çok sevinmişti. Hay Allah iyiliğini versin be hocam! Aklıma neler geldi…

Böyleydi hocam, tatlı insandı. Kimseye kıl kadar zararı dokunmadı ama herkes onun pınarından bir şekilde su içti. Kitapların içinde kitaplarıyla yaşadı. Hâsılı onun dünyası kitaplardı. Kitaplarındaki haberlerdi. Onları alır, hiçbir karşılık beklemeden verirdi. Kitaplarındaki haberleri verirdi. Herkes kapasitesince alırdı haberlerden nasibini… O bunu da bilirdi… Kimseye kem söz etmez, yan gözle bakmazdı. O hayatı boyunca kitaplarındaki haberlerin peşinde koştu… Bunlardan korkma aziz kardeşim… Kalbi ferah, yüzü berrak, alnı pak insanlardan kimseye zarar gelmez.
Kork esas sen! Kitapları dürmüş, çeneye vurmuş olanlardan, gerdan kırıp göz süzenlerden, alçak görüntülü rol kesenlerden, spikerlere taş çıkartanlardan, sesine davudi hava verip fısıldaşır gibi konuşanlardan, ekran ekran gezip bilimcilik taslayanlardan, kıytırık konuları ana gündem yapanlardan, ayakları yerden kesik hayal boşluğunda serseri dolaşanlardan, eli sopalı kılık şarlatanlarından, göbeğine kadar sakal uzatıp gösteriş yapanlardan, Yüce Peygamber’in hatıralarını satışa koyanlardan, kendini dev aynasında görüp O’nun dostlarına dil uzatanlardan, rüyaya yatıp adam kandıranlardan, yüzüne şirin görünüp arkandan satanlardan, sübjektif verilerle hükümferma olanlardan, ana kaynakları arkalarına atanlardan… hasılı kardeşim sen asıl bunlardan kork! 
Bunlar kapıyı kilitlesen, pencereden gelir. Pencereyi sürgülesen, bir yolunu bulur evin içine dalar; gözünü şaşı, kulağını sağır, aklını tarumar eder. Nereyi kapatacaksın ki, devir değişmiş, zaman ilerlemiş, duvarlar olmuş birer pencere… Her bir mahlukat gece gündüz girmede evin içine… Sen kapatsan öteki açar. Bu yeni pencereler ışıl ışıl göz alıcı renklerde… Herkesi içine çekiyor, içindekini dışına kusuyor. O da yetmezmiş gibi, masaların üstünde kocaman kocaman; avuçlar içinde kendi küçük, cazibesi büyük bir sürü pencere… Hangisini kapatacaksın söyler misin bana Allah aşkına! Birinden kaçsan ötekine yakalanıyorsun… Allah yardım etsin zamane insanına… Gözü kamaşık, kulağı çın çın, beyninin içi karman karışık… “Seni kurşun manyağına çeviririm” demişti ya bir maganda hasmına, biz de görüntü manyağına dönmek üzereyiz bu gidişle…
Kim bunlar? Bunlar kitabı defteri kapatmış, ha bire konuşuyorlar… Ağızlarına ne gelirse söylüyorlar, önlerine ne gelirse yorumluyorlar… Akıllarının devresi yanmış, hayallerinin şirazesi dağılmış, ağızlarının ölçüsü kaçmış, gözlerinin ayarı gitmiş, sözlerinin sıtkı kalmamış… Önceliklerini yitirmiş, ayakları baş, başları ayak olmuş… 
Neler demiyorlar ki… Hepsi bir şeylerin peşinde ya da bir şeyler onların peşinde… Sanki bütün dünya onların etrafında dönmeye başlamış… Kafalarını kuma gömmüş, vücutları kabak gibi ortada… Ha bire suya bakıyorlar… Sudan gerekçeler üretiyorlar… Meraklı saf cahilleri etraflarına topluyorlar… Uçmakta üstlerine yok… Çukurun en dibinden dağın zirvesini anlatıyorlar… Anlayacağınız saf, bir o kadar da cahil ev halkımın havada pervane misali akıllarını işte böyle çeliyorlar… 
Kimi de içine girmiş suyun, dışarıdakileri oraya çekme derdinde… Ha bire tepiniyorlar. Pencereden baktığında sanırsın bir şölen… Tepindikçe bulandırdılar o güzelim suyu... Bulanıklık, çamura; çamur, pislik yuvası bataklığa döndü… Suyu da kirlettiler anlayacağın. Her gireni kendilerine benzettiler… Pisliklerini dokuz köye sıçrattılar… Korktum geri çekildim. Aman sıçramasın üstüme… Sonradan anlaşıldı ki, o tepinmenin bazıları sıçrama bazıları çırpınma imiş…
Takmış birisi hidayetin adamına… “Ha geldi ha gelecek… Yolunu gözleyin onun. Size tarifini veriyorum…” diyerek ortalıkta dolaşıyor… Verdi de kendince tarifini… Bir de baktım, kendini tarif ediyor madrabaz… Yüzü, kaşı, gözü, alnındaki çizgileri; gözünün çapağı, burnunun kapağı tıpkısının aynısı… “O adam sensin” dedim… Yüzünü ekşitti, kaşlarını çattı, höbeldi… “Aynaya bak” dedim, aynalardan kaçtı… “O kendini söylemez” dedi. Bildiğini okudu… Okuduğu da yoktu ama ahmaklara yalanlarını bir güzel okuttu…
Ahdim olsun bunların penceresine bakarsam dedim… Dedim de nereye kadar? Bir de duydum ki eli sopalı, sırtı maşlahlı, kılık mektupçusu bir eski meczup pencerenin birinden sızma harekatında… Biz bu filmi eskiden de gördüydük dedim demesine de… Onu o pencereye çıkarma akdini yapanlara ne deyim ben şimdi? Hadi kendinize acımıyorsunuz, kendinize zulmetmeye ahdetmişiniz… Bari bu milletin gözlerine, kulaklarına acıyın, tertemiz duygularını zedelemeyin, gönül duvarlarına leke sıçratmayın…
Bir de kahtın oğlu edebiyatı çıkmış son zamanlarda… Ahanda kahtın oğlu gelmişmiş… Ne gaflet! Bizim haberimiz olmamış… Bir efendi şıppadak keşfetmiş… Bununla da akit yapmışlar… Ne deyim bu saf, olur olmaz herkese kapı açan bu ev halkına… Eyvah dedim gene geldiler, penceremin küpeştesine tünediler… 
Bu öyle böyle değil, hidayetin adamından sonra gelecek bir zat imiş? Biri de bunu hidayetin adamının yardımcısı ilan etmiş… Eyvah dedim, bizim niye haberimiz olmamış meğer hidayetin adamı da gelmişmiş… Fakat onun kim olduğunu söylemiyor kurnaz!...
Pattadak “Bu kahtın oğlu, aha şu ulu kişi” demez mi? 
“Yahu mektupçu kardeşim, nereden çıkartıyorsun? Biz o ulu kişiyi tanırız, onun böyle bir iddiası da, iması da yoktur. Adama olmadık şey nispet etmeyin. İftira olur… Şeyhini yardan uçuran mürit gibi konuşmayın!” Dediysek de, dinletemedik… Yüzüne kara bulutlar çökmüş bir adama ben neyi nasıl anlatayım a dostlar… “Kaht da nedir?” dedim. Başladı anlatmaya… O kadar çok anlattı ki, bıkmışım. “Allah kahtını versin” demişim… “Öyle deme kaht, bir kıtlıktır” dedi. “Ama kahtın oğullarından bir oğul, bu kıtlığı ortadan kaldıracak… Bak geldi, şu ulu kişi, kıtlığı ortadan kaldırdı.” 
“Peki kıtlığın oğlu, kıtlığı nasıl ortadan kaldırır?” dedim… “Hem buralarda nerden bulacaksın kahtın oğullarını? O işaret ettiğin ulu kişi, kahtın oğulları sülalesinden de değil üstelik.” Dedim de, demez olaydım, bir güzel azarı yedim… “Sus! Sen bilmezsin!” dedi, kesti attı… Bana bir darlanma geldi… Aklıma mukayyet ol Allah’ım… Biraz havayı dağıtayım, sinirlerimi gevşeteyim derken bir türkü tutturmuşum: “Ah gaytanlım kahtanlım…”
Meğer bu filmin öncesi de varmış da, ben gafilmişim a dostlar… Ne yapayım her pencereye de bakamam ki… Allah bana iki göz vermiş, ikisi de aynı yöne bakıyor… Bunlar her yönden geliyor… Temmuzun on beşlerinde sulh u sükun görüntüsüyle ortaya çıkan fesat çetesinin de iddiasıymış meğer bu… Havadan gelecekmiş onların kahtanisi… Çok adam öldürecekmiş, öldürdüğü cesetlerin üstüne basa basa yaptırdığı saraylara, kendini hidayetin adamı sanan, etrafındaki safları bununla kandıran bir ev kaçkınını getirip başköşeye oturtacakmış… Allah topunuzun kahtını versin… Sadece kıtlığını değil, yokluğunu da göstersin!..
Ne olacak azizim bu halimiz?... Bize kim temizinden, doğalından, doğasından bir yudum su verecek… Kim bizim pencerelerimize tekrar gülleri kondurup bülbülleri misafir edecek… Sevgilinin yüzü misali mehtabı kim berrak tutacak… Kim güneşimizin yüzüne perde çekilmesine mani olacak… Ne zaman yıldızları göreceğiz gökte parıldayan… Penceremizdeki sahte yıldızlarından ne zaman kurtulacağız… Ne zaman gökteki yıldızlar gibi dostlarla buluşacağız… 
Rabbine dön, O’na sığın, içine bak, sonra da işine bak dedi içimdeki bir ses… Seni yaratan ve yaşatan Rabbin sana iki göz, iki kulak, bir ağız verdi. İki kere bak, iki kere duy ama bir kere konuş diye… Her esen rüzgara kapılık gitme, her kokuya burnunu götürme… Her önüne geleni tatmaya kalkma… Her yumuşak gördüğüne dokunma… Her parlayan pencereye gözünü dikme… Akıl verdi düşünesin diye, irade verdi seçesin diye… Her palavraya kanma sen de canım!.. 
Bir kılavuz gönderdi elinde harita ile… Kılavuzun öğrettiklerine kulak kesil ve getirdiği haritaya dikkatli bak… Burnunun doğrultusuna değil, hakkın doğrusuna git… Her daim hakikatin peşinde ol… Arada bir sahici işaretçilere de kulak ver… O işaretçilerin sahiciliğini kendilerini değil, yolu göstermelerinden anlarsın… Kendilerini gösteren işaretçi kılıklı sahtekarlardan uzak dur… Şeytanlardan uzak durduğun kadar… 
Eeee dostum… mikropsuz bünye olmadığı gibi, şeytansız bir dünya yoktur… Bu şeytanlarla onlardan uzak durarak yaşamaya alış… Bir kere geldin bu eve… Çıkana kadar arkanı da, önünü de, yanını da, yöreni de kolla… Birkaç garibanın elinden de tut… Şu evin saflarına da üç beş güzel kelam ediver, belki tutar… Bunlar göl gibidir ama sen yine de mayanı çal… Çal mayanı sen, gerisini Allah’a bırak!  15.07.2017
Cağfer Karadaş

1 yorum:

Yazarlar