Ebû Ömer b. Dâvud
“Çocukken
Divan’da, benim için ayrılmış bir pay bulunmuyordu. O zamanlar Abdullah b. Saʻlebe
b. Suʻayr el-Adevî’den kabilemin nesebini öğreniyordum. Abdullah, kabilemin
nesebini iyi bilen bir âlimdi ve onların kız kardeşlerinin oğlu ve halifiydi.
Bir adam kendisine gelip talakla ilgili bir mesele sordu. O meseleyi çözmekten
aciz kaldı ve ona Said b. Müseyyeb’i işaret etti. Ben de kendi kendime, “Bu
yaşlı adamla ne işim var? Resûlullah’ın (s) başını okşadığını hatırlıyor; ama
bu sorulanı anlayamıyor!” Meseleyi soran adamla birlikte Said b. Müseyyeb’e
gittim. Adam sorusunu sordu, Said de ona cevap verdi. Abdullah b. Saʻlebe’yi
bırakarak ilim tahsili için Said b. Müseyyeb’in yanına gitmeye başladım. Daha
sonra eğitimimi tamamlayıncaya kadar Urve b. Zübeyr, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe
ve Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Hâris b. Hişâm’dan da ders aldım.
Daha
sonra Şam’a gittim. Seher vaktinde Dımaşk mescidine girdim. Önemli insanlardan
oluştuğu anlaşılan büyük bir halkaya yöneldim. Orada oturdum. Halkada oturanlar
hangi kabileden olduğumu sordu. Kureyş kabilesinden Medine’de oturan bir adam
olduğumu söyledim. Bana, “Ümmü veledlerin hükmü hakkında bir bilgin var mı?”
diye sordular. Onlara Ömer b. Hattâb’ın ümmü veledlerle ilgili görüşünü
anlattım. Oradakiler bana, “Bu, Kabîsa b. Züeyb’in (ö. 86/705 [?]) meclisidir.
O sana gelecek. Çünkü bu konuyu ona Abdülmelik sordu. Bize de bu konuda bir
rivayet ve bir görüş olup olmadığını sordu. Fakat bizde o konu hakkında bir
bilgi bulamadı.” dediler. Kabîsa geldi. Durumu
Kabîsa’ya anlattılar. Bana hangi kabileden olduğumu sordu. Ben de kabilemi
söyledim. Said b. Müseyyeb ve başka âlimleri sordu. Ben de ona bildiklerimi
anlattım. Sonra, “Seni Müminlerin Emiri’nin yanına götüreceğim.” dedi. Sabah namazını kıldı. Çıkıp giderken ben de
onunla birlikte yürüdüm. Abdülmelik b. Mervân’ın huzuruna çıktı. Ben güneş
yükselinceye kadar kapının önünde oturdum. Kabîsa dışarı çıkıp “O Medineli
Kureyşli adam nerede?” diye sordu. Ben, “İşte, buradayım!” dedim. Kalkıp onunla birlikte Müminlerin Emiri’nin
huzuruna çıktım. Önünde Mushaf vardı. Onu kapatmıştı. Mushaf’ın kaldırılmasını
emretti. Yanında Kabîsa’dan başka kimse yoktu. Onu halife olarak selamladım.
Bana, “Kimsin?” diye sordu. Ben, “Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b.
Şihâb b. Abdullah b. Hâris b. Zühre.” dedim. “Eyvah! Fitnenin içine çekilip aldatılmış bir
kabile!” dedi.
Müslim
b. Abdullah, İbnü’z-Zübeyr’in yanında yer almıştı. Sonra “Ümmü veledler hakkında sende nasıl bir
bilgi var?” diye sordu. Ben de ona bildiğimi anlatmaya başladım ve “Said b.
Müseyyeb bana rivayet etti.” dedim. Abdülmelik, “Said nasıl? Hali, durumu nasıl?”
diye sordu. Onun hakkında bildiğimi anlattım. Sonra, “Bana Ebû Bekir b. Abdurrahman
b. Hâris b. Hişâm rivayet etti.” dedim. Onun da durumunu sordu. “Bana Urve b.
Zübeyr rivayet etti:” dedim. Onun da
durumunu sordu. “Bana Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe rivayet etti.” dedim. Onun da durumunu sordu. Sonra Ömer b. Hattâb’tan
rivayetle ümmü veledler hakkındaki hadisi anlattım. Sonra Kabîsa b. Züeyb’e
yönelerek ona, “Bu husus, uzaktaki memleketlere yazılsın.” dedi.
Kendi
kendime, “Bu saatten daha uygun bir zaman bulamam. Belki bundan sonra
Halife’nin huzuruna çıkma imkânım olmaz.” diye düşündüm. “Müminlerin Emiri
uygun görürse akrabalık bağlarını gözetir ve benim ev halkım için Divan’da
takdir edilen payı bana da verir. Çünkü Divan’dan pay almayan birisiyim.”
dedim. Bana, “Eh yeter! Haydi, şimdi
git, işine bak!” dedi. Huzurundan
çıktım. Allah’a yemin olsun ki, ona haber verdiğim hadis sebebiyle çok
sevinçliydim. Allah’a yemin olsun ki, ben o zaman fakir ve muhtaç durumda idim.
Kabîsa çıkıncaya kadar kapıda oturdum. Bana doğru yöneldi ve beni azarlayarak,
“Benim emrim olmadan bu işi yapmaya seni sevk eden şey nedir? Niçin benimle
istişare etmedin?” dedi. “Allah’a yemin
olsun ki ben, bir daha onun huzuruna çıkamayacağımı zannettim.” dedim. Kabîsa, “Niçin böyle zannettin? Onun huzuruna
çıkabilirdin. Haydi, beni takip et!” dedi. Ben onun bineğinin arkasından
yürüyordum. Bir taraftan insanlar da onunla konuşuyorlardı. Eve girdi. Bir
müddet sonra yanıma bir hizmetçi geldi. Hizmetçinin elinde bir kâğıt vardı.
Bana, “Bu yüz dinardır. Bunu sana vermem emredildi. Ayrıca binmen için bir
katır, sana hizmet etmek için bir köle ve giymen için on elbise verilecektir.”
dedi. Elçiye, “Bunları kimden isteyeceğim?”
dedim. Elçi, “O kâğıtta, sana onları
vermesi emredilen kişinin ismini görmüyor musun?” dedi. Kâğıdın ucuna baktım. Orada, “Falan kişiye
gidip ondan şunu alacaksın.” diye yazıyordu. O kişinin kim olduğunu sordum.
Bana, “İşte o, şu kişidir. Halife’nin özel vekilidir.” denildi. Kâğıdı ona götürüp
verdim. Bana, “Evet!” dedi. Kâğıtta yazılı olanların hemen verilmesini emretti.
Ben de oradan ayrıldım. O kişi benim bütün ihtiyaçlarımı karşıladı.
Sabah
olunca yanına gittim. Bana verdiği katıra binmiştim. Katıra semer vurdu. Onun
yanına kadar gittim. Bana, “Seni Müminlerin Emiri’ne götürebilmem için onun
kapısında hazır ol!” dedi. Ben de dediği
vakitte orada hazır bulundum. Beni Müminlerin Emiri’ne götürdü ve bana, “O söze
başlamadıkça onunla konuşmaktan kaçın. Ben senin, onun emrettiği ihtiyaçlarını
giderdim.” dedi. Onu halife olarak
selamladım. Bana oturmamı işaret etti. Oturunca Abdülmelik konuşmaya ve bana
Kureyş’in nesebini sormaya başladı. Kureyş’in nesebini benden daha iyi
biliyordu. Neseb konusunda benden daha bilgili olduğu için bana verdiklerini
keseceğini düşünmeye başladım. Sonra bana, “Ailene verilen payın sana da
verilmesini uygun gördüm.” Ardından Kabîsa’ya döndü; ona bunun Divan’a
kaydedilmesini emretti. Sonra, “Divan
kaydının nerede olmasını istersin? Burada Müminlerin Emiri ile birlikte mi?
Yoksa onu memleketinde mi almak istersin?” diye sordu. Ben, “Ey Müminlerin
Emiri! Ben seninle birlikteyim. Sen Divan’dan kendin ve ailen için atıyye
aldığın zaman, ben de alırım.” dedim. Sonra benim Divan’a yazılmamı, bunun bir
nüshasının da Medine’de kaydedilmesini emretti. Medineliler için atıyye sırası
geldiği zaman, Abdülmelik b. Mervân ve ailesi atıyyelerini Şam’da alırlardı.
Ben de böyle yaptım. Bazen atıyyemi Medine’de alırdım. Ondan vazgeçmedim.
Bundan
sonra Kabîsa çıktı ve bana, “Müminlerin Emiri onunla sohbet eden arkadaşları
arasında olmanı, sana yakın arkadaşlarına takdir edilen payın verilmesini ve
maaşının en yüksek seviyeye çıkarılmasını emretti. Müminlerin Emiri’nin
kapısında devamlı hazır ol.” dedi. Halife’ye
arkadaşlık yapacak kişileri arz eden bir adam vardı. Kaba saba birisiydi. Kaba
konuşuyordu. Sohbete bir-iki gün gitmedim. Bu yüzden bana çok şiddetli bir
şekilde kızdı. Bir daha geç kalmadım. Bu konuda işin başında Kabîsa’ya bir şey
söylemekten hoşlanmadım. Abdülmelik’in ordusundan ayrılmamaya başladım. Onun
huzuruna sıkça çıkıyordum.
Abdülmelik
bana sormaya devam ediyordu: “Kimlerle karşılaştın?” Ben de Kureyş’ten karşılaştığım
kimselerin isimlerini ve bunlarla ilgili haberleri ona söylüyordum. Fakat
Kureyş’in dışına çıkmıyordum. Bana, “Ensâr’la ilişkin nedir? Onların nezdinde
de ilim (hadis) bulabilirsin. Onların seyyidinin oğlu olan Hârice b. Zeyd b. Sâbit’den
rivayet ettiklerin nerede? Abdurrahman b. Yezîd b. Hârice’den rivayet
ettiklerin nerede?” dedi. Bu minval üzere onlardan pek çok kişinin ismini
saydı. Sonra Medine’ye gittim. Onları arayıp sordum. Onların yanında çok ilim
ve hadis olduğunu gördüm.
Abdülmelik
b. Mervân vefat edince Velîd b. Abdülmelik’in yanına gidip gelmeye devam ettim.
Daha sonra aynı şekilde Süleyman b. Abdülmelik, Ömer b. Abdülazîz ve Yezîd b. Abdülmelik’in
yanına gidip geldim. -Yezîd b. Abdülmelik yargı işlerinde Zührî ile Süleyman b.
Habîb el-Muhâribî’yi birlikte görevlendirmişti.- Daha sonra Hişâm b. Abdülmelik’in
yanına gidip geldim.”[1]
Hişâm
106 yılında hacca gitti. Onunla birlikte Zührî de haccetti. Hişâm onu
çocuklarıyla birlikte kendilerine gerekli bilgileri sunmak, fıkıh ve hadis
öğretmek ve onlarla birlikte haccetmek için görevlendirdi. Medine’de vefat
edinceye kadar Zührî onlardan ayrılmadı.[2]
Hişâm,
116 yılında oğlu Ebû Şâkir Mesleme b. Hişâm’ı hac işleriyle görevlendirdi. Zührî’ye
de onunla birlikte Mekke’ye gitmesini emretti.[3]
123 yılında hac işleriyle oğlu Yezîd b. Hişâm b. Abdülmelik’i görevlendirdi. Zührî’ye
o yıl onunla birlikte hac yapmasını emretti.
Zührî,
Hişâm’dan sonra ikinci veliaht olarak tayin edilen Velîd’in veliahtlıktan
düşürülmesi için Hişâm b. Abdülmelik’in yanında onun hakkında kötüleyici sözler
söyler ve onu ayıplardı. Hişâm’a, “Onu azletmenden başka bir şey senin için
helal değildir.” derdi. Fakat yapılan akit ve anlaşma sebebiyle Hişâm’ın gücü
buna yetmedi.[4]
Ebü’z-Zinâd
(ö. 130/748) şöyle bir anısını anlatır: “Bir gün Hişâm’ın yanında çadırın bir
köşesinde bulunuyordum. Zührî’nin Velîd hakkındaki konuşmalarını işitiyordum.
Fakat durumu bilmezlikten geliyordum. Hâcip gelip, “Velîd kapıda bekliyor.”
dedi. Hişâm “Gelsin!” dedi. Velîd içeri girdi. Hişâm minderinde oturması için
ona yer açtı. Velîd’in yüzünde kızgınlık ve kötülük alametleri olduğunu
görüyordum.
Velîd
halife olunca bana, Abdurrahman b. Kâsım’a, İbnü’l-Münkedir’e (ö. 131/748) ve
Rebîa’ya birer adam gönderdi. Bir gece bana da bir adam gönderdi. Benimle yalnız
başına görüşmek istediğini söyledi. Bana akşam yemeği ikram etti. Biraz konuştuktan
sonra bana dedi ki: “Ey İbn Zekvân: Ahvel’in [Şaşı] (Hişâm) yanına girdiğimde oradaydın.
Hatırlıyor musun Zührî beni kötülüyordu? Onun o günkü sözünden bir şey
hatırlıyor musun?” Ben, “Ey Müminlerin Emiri! Geldiğin günü hatırlıyorum. Yüz
ifadenden o gün çok kızgın olduğunu biliyorum.” dedim. Velîd, “Hişâm’ın başı ucunda gördüğün hizmetçi
orada konuşulanların hepsini bana nakletti. Ben de yanınıza girmeden önce
kapıda bekliyordum. Hizmetçinin bana haber verdiğine göre sen bu konuda hiçbir
şey söylemedin.” dedi. Ben, “Evet! Ey
Müminlerin Emiri! Ben o konuda hiçbir şey söylemedim.” dedim. Velîd, “Allah Teâlâ’ya bana imkân vermesi
halinde Zührî’yi öldüreceğime söz vermiştim; fakat [ben halife olmadan önce]
öldü.” dedi.[5]
Zührî’nin
kardeşinin oğlu Muhammed b. Abdullah der ki: Amcam Zührî ve Hişâm’ın oğlu, Hişâm b. Abdülmelik
vefat ettiğinde Duhân Dağı’na sığınacakları hususunda sözleşmişlerdi. Zührî, 124
yılında Hişâm b. Abdülmelik’in vefatından birkaç ay önce vefat etti. Velîd b. Yezîd,
onu yakalayıp cezalandıramadığı için üzgündü.[6]
0 yorum:
Yorum Gönder