1 Mart 2021 Pazartesi

Bir Âlimin İktidarla İlişkisi

 

Ebû Ömer b. Dâvud

 Zührî (ö. 124/742) İslam ilim geleneğinde önemli bir isim… İlmî çalışmalarıyla yetiştirdiği öğrencilerle ve Emeviler döneminde iktidarla kurduğu ilişkiyle dikkat çeken biri… Zührî iktidarla olan ilişkisini kendisinden nakledilen uzunca bir rivayette anlatıyor:


“Çocukken Divan’da, benim için ayrılmış bir pay bulunmuyordu. O zamanlar Abdullah b. Saʻlebe b. Suʻayr el-Adevî’den kabilemin nesebini öğreniyordum. Abdullah, kabilemin nesebini iyi bilen bir âlimdi ve onların kız kardeşlerinin oğlu ve halifiydi. Bir adam kendisine gelip talakla ilgili bir mesele sordu. O meseleyi çözmekten aciz kaldı ve ona Said b. Müseyyeb’i işaret etti. Ben de kendi kendime, “Bu yaşlı adamla ne işim var? Resûlullah’ın (s) başını okşadığını hatırlıyor; ama bu sorulanı anlayamıyor!” Meseleyi soran adamla birlikte Said b. Müseyyeb’e gittim. Adam sorusunu sordu, Said de ona cevap verdi. Abdullah b. Saʻlebe’yi bırakarak ilim tahsili için Said b. Müseyyeb’in yanına gitmeye başladım. Daha sonra eğitimimi tamamlayıncaya kadar Urve b. Zübeyr, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe ve Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Hâris b. Hişâm’dan da ders aldım.

Daha sonra Şam’a gittim. Seher vaktinde Dımaşk mescidine girdim. Önemli insanlardan oluştuğu anlaşılan büyük bir halkaya yöneldim. Orada oturdum. Halkada oturanlar hangi kabileden olduğumu sordu. Kureyş kabilesinden Medine’de oturan bir adam olduğumu söyledim. Bana, “Ümmü veledlerin hükmü hakkında bir bilgin var mı?” diye sordular. Onlara Ömer b. Hattâb’ın ümmü veledlerle ilgili görüşünü anlattım. Oradakiler bana, “Bu, Kabîsa b. Züeyb’in (ö. 86/705 [?]) meclisidir. O sana gelecek. Çünkü bu konuyu ona Abdülmelik sordu. Bize de bu konuda bir rivayet ve bir görüş olup olmadığını sordu. Fakat bizde o konu hakkında bir bilgi bulamadı.” dediler.  Kabîsa geldi. Durumu Kabîsa’ya anlattılar. Bana hangi kabileden olduğumu sordu. Ben de kabilemi söyledim. Said b. Müseyyeb ve başka âlimleri sordu. Ben de ona bildiklerimi anlattım. Sonra, “Seni Müminlerin Emiri’nin yanına götüreceğim.” dedi.  Sabah namazını kıldı. Çıkıp giderken ben de onunla birlikte yürüdüm. Abdülmelik b. Mervân’ın huzuruna çıktı. Ben güneş yükselinceye kadar kapının önünde oturdum. Kabîsa dışarı çıkıp “O Medineli Kureyşli adam nerede?” diye sordu. Ben, “İşte, buradayım!” dedim.  Kalkıp onunla birlikte Müminlerin Emiri’nin huzuruna çıktım. Önünde Mushaf vardı. Onu kapatmıştı. Mushaf’ın kaldırılmasını emretti. Yanında Kabîsa’dan başka kimse yoktu. Onu halife olarak selamladım. Bana, “Kimsin?” diye sordu. Ben, “Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihâb b. Abdullah b. Hâris b. Zühre.” dedim.  “Eyvah! Fitnenin içine çekilip aldatılmış bir kabile!” dedi.

Müslim b. Abdullah, İbnü’z-Zübeyr’in yanında yer almıştı.  Sonra “Ümmü veledler hakkında sende nasıl bir bilgi var?” diye sordu. Ben de ona bildiğimi anlatmaya başladım ve “Said b. Müseyyeb bana rivayet etti.” dedim.  Abdülmelik, “Said nasıl? Hali, durumu nasıl?” diye sordu. Onun hakkında bildiğimi anlattım. Sonra, “Bana Ebû Bekir b. Abdurrahman b. Hâris b. Hişâm rivayet etti.” dedim. Onun da durumunu sordu. “Bana Urve b. Zübeyr rivayet etti:” dedim.  Onun da durumunu sordu. “Bana Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe rivayet etti.” dedim.  Onun da durumunu sordu. Sonra Ömer b. Hattâb’tan rivayetle ümmü veledler hakkındaki hadisi anlattım. Sonra Kabîsa b. Züeyb’e yönelerek ona, “Bu husus, uzaktaki memleketlere yazılsın.” dedi.

Kendi kendime, “Bu saatten daha uygun bir zaman bulamam. Belki bundan sonra Halife’nin huzuruna çıkma imkânım olmaz.” diye düşündüm. “Müminlerin Emiri uygun görürse akrabalık bağlarını gözetir ve benim ev halkım için Divan’da takdir edilen payı bana da verir. Çünkü Divan’dan pay almayan birisiyim.” dedim.  Bana, “Eh yeter! Haydi, şimdi git, işine bak!” dedi.  Huzurundan çıktım. Allah’a yemin olsun ki, ona haber verdiğim hadis sebebiyle çok sevinçliydim. Allah’a yemin olsun ki, ben o zaman fakir ve muhtaç durumda idim. Kabîsa çıkıncaya kadar kapıda oturdum. Bana doğru yöneldi ve beni azarlayarak, “Benim emrim olmadan bu işi yapmaya seni sevk eden şey nedir? Niçin benimle istişare etmedin?” dedi.  “Allah’a yemin olsun ki ben, bir daha onun huzuruna çıkamayacağımı zannettim.” dedim.  Kabîsa, “Niçin böyle zannettin? Onun huzuruna çıkabilirdin. Haydi, beni takip et!” dedi. Ben onun bineğinin arkasından yürüyordum. Bir taraftan insanlar da onunla konuşuyorlardı. Eve girdi. Bir müddet sonra yanıma bir hizmetçi geldi. Hizmetçinin elinde bir kâğıt vardı. Bana, “Bu yüz dinardır. Bunu sana vermem emredildi. Ayrıca binmen için bir katır, sana hizmet etmek için bir köle ve giymen için on elbise verilecektir.” dedi.  Elçiye, “Bunları kimden isteyeceğim?” dedim.  Elçi, “O kâğıtta, sana onları vermesi emredilen kişinin ismini görmüyor musun?” dedi.  Kâğıdın ucuna baktım. Orada, “Falan kişiye gidip ondan şunu alacaksın.” diye yazıyordu. O kişinin kim olduğunu sordum. Bana, “İşte o, şu kişidir. Halife’nin özel vekilidir.” denildi. Kâğıdı ona götürüp verdim. Bana, “Evet!” dedi. Kâğıtta yazılı olanların hemen verilmesini emretti. Ben de oradan ayrıldım. O kişi benim bütün ihtiyaçlarımı karşıladı.

Sabah olunca yanına gittim. Bana verdiği katıra binmiştim. Katıra semer vurdu. Onun yanına kadar gittim. Bana, “Seni Müminlerin Emiri’ne götürebilmem için onun kapısında hazır ol!” dedi.  Ben de dediği vakitte orada hazır bulundum. Beni Müminlerin Emiri’ne götürdü ve bana, “O söze başlamadıkça onunla konuşmaktan kaçın. Ben senin, onun emrettiği ihtiyaçlarını giderdim.” dedi.  Onu halife olarak selamladım. Bana oturmamı işaret etti. Oturunca Abdülmelik konuşmaya ve bana Kureyş’in nesebini sormaya başladı. Kureyş’in nesebini benden daha iyi biliyordu. Neseb konusunda benden daha bilgili olduğu için bana verdiklerini keseceğini düşünmeye başladım. Sonra bana, “Ailene verilen payın sana da verilmesini uygun gördüm.” Ardından Kabîsa’ya döndü; ona bunun Divan’a kaydedilmesini emretti. Sonra,  “Divan kaydının nerede olmasını istersin? Burada Müminlerin Emiri ile birlikte mi? Yoksa onu memleketinde mi almak istersin?” diye sordu. Ben, “Ey Müminlerin Emiri! Ben seninle birlikteyim. Sen Divan’dan kendin ve ailen için atıyye aldığın zaman, ben de alırım.” dedim.  Sonra benim Divan’a yazılmamı, bunun bir nüshasının da Medine’de kaydedilmesini emretti. Medineliler için atıyye sırası geldiği zaman, Abdülmelik b. Mervân ve ailesi atıyyelerini Şam’da alırlardı. Ben de böyle yaptım. Bazen atıyyemi Medine’de alırdım. Ondan vazgeçmedim.

Bundan sonra Kabîsa çıktı ve bana, “Müminlerin Emiri onunla sohbet eden arkadaşları arasında olmanı, sana yakın arkadaşlarına takdir edilen payın verilmesini ve maaşının en yüksek seviyeye çıkarılmasını emretti. Müminlerin Emiri’nin kapısında devamlı hazır ol.” dedi.  Halife’ye arkadaşlık yapacak kişileri arz eden bir adam vardı. Kaba saba birisiydi. Kaba konuşuyordu. Sohbete bir-iki gün gitmedim. Bu yüzden bana çok şiddetli bir şekilde kızdı. Bir daha geç kalmadım. Bu konuda işin başında Kabîsa’ya bir şey söylemekten hoşlanmadım. Abdülmelik’in ordusundan ayrılmamaya başladım. Onun huzuruna sıkça çıkıyordum.

Abdülmelik bana sormaya devam ediyordu: “Kimlerle karşılaştın?” Ben de Kureyş’ten karşılaştığım kimselerin isimlerini ve bunlarla ilgili haberleri ona söylüyordum. Fakat Kureyş’in dışına çıkmıyordum. Bana, “Ensâr’la ilişkin nedir? Onların nezdinde de ilim (hadis) bulabilirsin. Onların seyyidinin oğlu olan Hârice b. Zeyd b. Sâbit’den rivayet ettiklerin nerede? Abdurrahman b. Yezîd b. Hârice’den rivayet ettiklerin nerede?” dedi. Bu minval üzere onlardan pek çok kişinin ismini saydı. Sonra Medine’ye gittim. Onları arayıp sordum. Onların yanında çok ilim ve hadis olduğunu gördüm.

Abdülmelik b. Mervân vefat edince Velîd b. Abdülmelik’in yanına gidip gelmeye devam ettim. Daha sonra aynı şekilde Süleyman b. Abdülmelik, Ömer b. Abdülazîz ve Yezîd b. Abdülmelik’in yanına gidip geldim. -Yezîd b. Abdülmelik yargı işlerinde Zührî ile Süleyman b. Habîb el-Muhâribî’yi birlikte görevlendirmişti.- Daha sonra Hişâm b. Abdülmelik’in yanına gidip geldim.”[1]

Hişâm 106 yılında hacca gitti. Onunla birlikte Zührî de haccetti. Hişâm onu çocuklarıyla birlikte kendilerine gerekli bilgileri sunmak, fıkıh ve hadis öğretmek ve onlarla birlikte haccetmek için görevlendirdi. Medine’de vefat edinceye kadar Zührî onlardan ayrılmadı.[2]

Hişâm, 116 yılında oğlu Ebû Şâkir Mesleme b. Hişâm’ı hac işleriyle görevlendirdi. Zührî’ye de onunla birlikte Mekke’ye gitmesini emretti.[3] 123 yılında hac işleriyle oğlu Yezîd b. Hişâm b. Abdülmelik’i görevlendirdi. Zührî’ye o yıl onunla birlikte hac yapmasını emretti.

Zührî, Hişâm’dan sonra ikinci veliaht olarak tayin edilen Velîd’in veliahtlıktan düşürülmesi için Hişâm b. Abdülmelik’in yanında onun hakkında kötüleyici sözler söyler ve onu ayıplardı. Hişâm’a, “Onu azletmenden başka bir şey senin için helal değildir.” derdi. Fakat yapılan akit ve anlaşma sebebiyle Hişâm’ın gücü buna yetmedi.[4]

Ebü’z-Zinâd (ö. 130/748) şöyle bir anısını anlatır: “Bir gün Hişâm’ın yanında çadırın bir köşesinde bulunuyordum. Zührî’nin Velîd hakkındaki konuşmalarını işitiyordum. Fakat durumu bilmezlikten geliyordum. Hâcip gelip, “Velîd kapıda bekliyor.” dedi. Hişâm “Gelsin!” dedi. Velîd içeri girdi. Hişâm minderinde oturması için ona yer açtı. Velîd’in yüzünde kızgınlık ve kötülük alametleri olduğunu görüyordum.

Velîd halife olunca bana, Abdurrahman b. Kâsım’a, İbnü’l-Münkedir’e (ö. 131/748) ve Rebîa’ya birer adam gönderdi. Bir gece bana da bir adam gönderdi. Benimle yalnız başına görüşmek istediğini söyledi. Bana akşam yemeği ikram etti. Biraz konuştuktan sonra bana dedi ki: “Ey İbn Zekvân: Ahvel’in [Şaşı] (Hişâm) yanına girdiğimde oradaydın. Hatırlıyor musun Zührî beni kötülüyordu? Onun o günkü sözünden bir şey hatırlıyor musun?” Ben, “Ey Müminlerin Emiri! Geldiğin günü hatırlıyorum. Yüz ifadenden o gün çok kızgın olduğunu biliyorum.” dedim.  Velîd, “Hişâm’ın başı ucunda gördüğün hizmetçi orada konuşulanların hepsini bana nakletti. Ben de yanınıza girmeden önce kapıda bekliyordum. Hizmetçinin bana haber verdiğine göre sen bu konuda hiçbir şey söylemedin.” dedi.  Ben, “Evet! Ey Müminlerin Emiri! Ben o konuda hiçbir şey söylemedim.” dedim.  Velîd, “Allah Teâlâ’ya bana imkân vermesi halinde Zührî’yi öldüreceğime söz vermiştim; fakat [ben halife olmadan önce] öldü.” dedi.[5]

Zührî’nin kardeşinin oğlu Muhammed b. Abdullah der ki:  Amcam Zührî ve Hişâm’ın oğlu, Hişâm b. Abdülmelik vefat ettiğinde Duhân Dağı’na sığınacakları hususunda sözleşmişlerdi. Zührî, 124 yılında Hişâm b. Abdülmelik’in vefatından birkaç ay önce vefat etti. Velîd b. Yezîd, onu yakalayıp cezalandıramadığı için üzgündü.[6]

 



[1] İbn Sa‘d, Tabakât, VII, 429-432.

[2] İbn Sa‘d, Tabakât, VII, 432.

[3] İbn Sa‘d, Tabakât, VII, 433.

[4] İbn Saʻd, Tabakât, VII, 438.

[5] İbn Saʻd, Tabakât, VII, 438.

[6] İbn Saʻd, Tabakât, VII, 438-439.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar