1 Mart 2021 Pazartesi

İslam Dünyasının Virüsle İmtihanı

 

Ecz. Cüneyd Yavuz

Tüm dünyayı etkisi altına alan, “Covid 19” adı verilen bir virüsün sebep olduğu bir salgınla tüm milletler ve devletler zor günlerden geçiyor. Yüzyıllar içinde yaşanan teknolojik gelişmeler, tıp ilmindeki ilerlemeler ve insanlığın kazanımlarından sonra Homo Sapiens’ten gelen serüvenin Homo Deus’a (tanrı-insan) evrileceğini düşünen yeni seküler akıma karşı Allah’ın ezelde yaratmış olduğu doğa kanunlarının insanoğlu tarafından hiçe sayılması sonucu ortaya çıkan bir virüsün tüm bilimi ve insanlığı çaresiz bırakabildiği görüldü.

Değil dünyayı artık başka gezegenleri kontrol edebileceğini düşünen insanoğlunun evinden bile çıkamayacak duruma geldiği bir süreçte din adına insanlığa verilebilecek çok mesaj vardı. Tebliğ açısından Müslümanların eline önemli bir fırsat geçmişti. Kutsal kitaplarda da yer alan insanlığın başına bela olmuş birçok salgından hareketle, insanlığın doğa karşısında dolayısıyla doğa ve kanunlarını yaratan Allah karşısında düştüğü zor ve aciz durumdan, Allah’ın emanetine sahip çıkarak doğayı korumaktan, sadece ev komşuluğu değil komşu milletlerle dayanışma içinde olunması gerektiğinden hareketle merhamet merkezli yeni bir din dili ile sekülerleşen bu dünyada umut arayan insanlara çok güzel mesajlar verilebilirdi. Yapılan sözlü duaların Allah’ın -haşa- duaya ihtiyacı olduğundan değil, insanın kendi tabiatını değiştireceğini fark edip, yapılan duanın motivasyonuyla fiili duaya geçerek Allah’ın emaneti olan doğanın korunması, O’nun yarattığı tıp kanunlarını keşfederek hastalıklara ve salgınlara karşı çözüm bulunması noktasında insanlığa katkıda bulunulabilirdi. 1955 yılında çocuk felci aşısını bulup milyonlarca çocuğu ölümden veya felç kalmaktan kurtaran Yahudi asıllı Virolog Jonas Salk (ö. 1995) kendisine aşının patentini niçin almadığı sorulduğunda; “Güneşin patentini alabilir misiniz? Çocuk ölümlerini ortadan kaldırmak kişisel kazançtan daha önemlidir.” cevabını vermişti. İnsanların yüreklerini fethetmek için bundan daha güzel bir mesaj, bir tebliğ olabilir mi?

Ancak bu çok zahmetli ve emek isteyen bir yol… Bunun için ilk önce okumaya başlamak, düşünmek, anlamak, sorgulamak, tartışmak, farklı fikirlere ve eleştirilere tahammüllü olmak, insanlık tarihini ve Müslümanların tarihini bilmek, kendi tarihimizi masallar ve kurgular üzerinden değil acı da olsa bilimsel kriterlerle okuyup ders almak gerekiyor. Meşakkatli olan bu yolları denemek yerine maalesef yüzyıllardır yapıldığı gibi sözlü duaya devam edildi. Oysa Amin Maalouf’un dediği gibi; insanlar veremi beş bin yıl lanetlemişti ama bir şey değişmemişti. Çözüm aşıydı çünkü… Doğa kanunlarının kimseye ayrıcalık yapmadığını bize bizzat tarih göstermiştir. Hz. Ömer zamanında olan salgında başta Ebu Ubeyde b. Cerrah olmak üzere vefat eden sahabileri düşünürsek sözlü duanın en mükemmelini yapabilecek bu kıymetli insanların bile hastalıktan kurtulamadığını görürüz.

Bu salgın sürecinde çözümün aşı olduğu anlaşılınca tüm dünya bu konuda seferber oldu. Salgınla zaten yeterince korkmuş insanlara, Allah’ı -haşa- gazap memurumuz yaparak adeta onlara parmak sallayarak, “oh olsun!” üslubuyla hak edilmiş bir gazap mesajı verildi. Ama bilim adamları Covid 19’un aşısını bulunca her dinin mensubunun kendi Tanrısına şükrettiği gibi biz de kendi Tanrımıza şükrettik.

Tabii bir de her toplumda olan ama bizim camianın okumuşları arasında daha çok görülen her olayı komplo teorileriyle okumaya çalışan düşünür ve din adamları var. Tüm bu yaşananların anlaşılabilmesi çaba ve bilgi gerektiriyor. Dünyanın varoluşundan bugüne kadar geçen sürede olanlar, modern dünyanın şimdiki kalabalık ve karmaşık hali bir insanın ya da bir grubun hatta bir devletin tam olarak anlayabileceği, yorumlayabileceği ve çözümler sunabileceği bir durum değil… Belki de bu yüzden bizler tüm bunları ihata edebilecek tek varlığın Allah olduğunu kabul ediyoruz. Yaşananları Allah’ın yarattığı doğanın doğal neticesi olan bir virüse atfetmek yerine, Batı medeniyeti karşısında mağlup olmamızın ezikliğiyle, büyüyen hezimetlerimizle, tarihten ve kahramanlarından ders almak yerine onları kutsallaştırarak oluşturduğumuz bu düşünce yapısıyla gerçekler başka yerlere atfedildi. Yaşanan her olayın altında ya bazı ülkelerin (İsrail, ABD) ya bir milletin (Yahudi) ya bazı ailelerin (Rotcshild, Rockefeller) ya da küresel sermaye temsilcilerinin (Bill Gates) olduğuna inanmak ve tüm olanları bu çerçevede değerlendirmek adeta bir moda haline geldi. Tabii ki kişi istediğine inanabilir ve bunu herkesle paylaşabilir. Buradaki sorun ellerinde hiçbir delil olmadan bu insanların büyük bir özgüvenle bunu savunmaları ve bunun Müslüman toplumda karşılık bulması…

Tabiri caizse yüzyıllardır aynı tren istasyonunda bekleyen İslam dünyası bu büyük salgınla gelen treni de kaçırdı. Bu gidişle daha birçok treni de kaçıracak gibi… Hatta bazılarımız sırf pozisyonlarını kaybetmemek adına ibadet görünümlü ritüellerin, inanç değil duygu birliğinin olduğu kalıcı bir mekân olarak görüyor bu istasyonu… Oysa biz olduğumuz yerde kaldığımızı sansak da zaman geçiyor, her şey değişiyor.

Sonuç olarak insanlar Allah’a inansa da inanmasa da nasıl ki O’nun var olduğu hakikatine inanıyorsak, bilime inansak da inanmasak da “doğruya ulaşma” düşüncesini merkeze alarak yola çıkabiliriz. Her şeyin bizi O’na götürdüğüne inandığımız gibi bu bilim treninin de bizleri sağlıklı ve huzurlu bir şekilde kendisini yaratan yüce Allah’a götüreceğine inanabiliriz. Allahu a‘lem…

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar