CAHİLİYE ARAPLARI
Yazar: Adnan
DEMİRCAN
Beyan Yayınları, İstanbul 2015, 2. Baskı, 144 Sayfa
Abdullah METİN*
İslam dinini ve Kur’an’ı
anlamak için Hz. Peygamberin doğup büyüdüğü ve içinden geldiği toplumu iyi
tanıyıp tahlil etmek gerekmektedir. O zamanın toplumunu tanımanın yolu da
Cahiliye Araplarını iyi öğrenmekten geçer. Dönemin insanın iktisadi, siyasi,
kültürel, dini, ilmi ve içtimai hayatlarını bilmeden onlar hakkında sağlıklı
bir çalışma yapılması mümkün olmaz. Yazarın da belirttiği gibi Cahiliye dönemi
İslâm tarihinden ayrı düşünülemez. İslâm tarihini ve özellikle de ilk dönemi
anlamak için Arap toplumunun İslâm’dan önceki hayatlarını belirtmek için
kullanılan Cahiliye toplumunu ve yaşadıkları yerler olan Hicaz bölgesini çok
iyi bilmek gerekir.
“Cahiliye Arapları”
isimli İncelediğimiz bu eser, Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN tarafından kaleme alınmıştır.
Kitap bir giriş ve yedi ana bölümden oluşmaktadır. Kitapta yazarın incelediği
ana başlıklar ise, Arap yarımadası ve Araplar, Coğrafya ve İnsan, Toplum, Din,
Siyaset, Ekonomi, Kültür ve İlim ve Sonuç bölümlerinden oluşmaktadır.
Yazarın önsözde de belirttiği gibi Hz.
Peygamberin getirdiği evrensel mesajların iyi anlaşılabilmesi için İslam’ın
doğduğu bölge ve dönemin ciddi bir incelemeye tabi tutulması gerekmektedir. Son
Peygamberin geldiği ve ömrünün üçte ikisini beraber geçirdiği bu putperest
toplumu ve bu toplumun temel dinamiklerini bilmeden İslam’ı doğru anlamak
mümkün değildir. Demircan, cahiliye dönemi ile ilgili yapılan çalışmalarda karşılaşılan
en büyük problemlerden birinin o dönemde yazılmış bir kaynağın olmamasını belirtir.
O döneme ait kaynakların İslami dönemde yazıldığını vurgular. Cahiliye
döneminde aktarılanların sözlü kültürden geldiğini belirterek bu durumun
araştırmacılar için problem teşkil ettiğini kaydeder. Bu sözlü gelenekten gelen
rivayetlerin ciddi bir incelemeye tabi tutulması gerektiğini belirtir. Yazar,
konunun başında kaynaklarla ilgili tahliller ve değerlendirmeler yapmaktadır.
Ardından cahiliye toplumunun, dini, siyasi, ekonomik, kültürel ve ilmi hayatlarının
ve durumlarının nasıl olduklarını bizlere sade, anlaşılır, akıcı bir dil ile
aktarmaktadır.
Demircan, giriş
bölümünde Cahiliye Literatüründe bulunan kaynakların ne kadar tarafsız
olduklarını incelemekte ve tartışmaya açmaktadır. Yazar İslam tarihinin en eski
kaynaklarının Abbasiler dönemine ait olduğunu söyler (s. 13). Abbasi
halifelerinin kendi tarihlerini resmi memurlara yazdırmadıklarını ancak tarih
yazanları maddi yönden desteklediklerini, destekledikleri tarihçilerin de
kalemlerini onların hoşuna gidecek tarzda kullandıklarını anlatıyor. Yazar,
verdiği örnekte de Bedir savaşı esirlerini sayarken Abbasilerin atası Hz.
Abbas’ı atlamayı tercih eden bir tarih yazıcılığından bahsetmektedir. O dönem
tarihçilerinden olan Vâkidi’nin Abbasiler döneminde vezirliğe kadar yükselen
Bermekîlerle yakın ilişkilerini anlatır. Belki bu sebepten Bedir esirlerini
sayarken Abbas oğullarının atası olan Hz. Abbas’ı atlamayı tercih ettiği
tahlilini yapıyor (s. 14).
Demircan, ilk dönem
İslam tarihi kitaplarını yazanların muhalefet cenahından olduklarını söyler.
Muhalefet olan kişilerin de yazdıklarında tarafsız olmalarından bahsetmek
mümkün değildir der (s. 15). Cahiliye tarihinde en güvenilir kaynağının
Kur’an-ı Kerim olduğundan bahisle, kıssalar örneğini tarihi gerçeklik meselesi
üzerinden ele alır. Yazar, Hz.
Peygamber’in yaşadığı dönemle ilişkisi dikkate alındığında Kur’an metninin
İslami döneme yakın Arap tarihi için kaynak olarak kullanılmasının mümkün
olduğunu fakat uzak geçmiş için ise kaynaklığının öneminin azalmasından
bahsetmektedir (s. 21). Yazar, bu eserinde Kur’an’dan kaynak olarak
nasıl faydalanılacağını Kur’an’ın Putperestler hakkında verdikleri bilgilerin
sosyal gerçeklik değerlerini Müşrik toplumun Hz. Peygambere verdikleri
tepkilerin tarihsel delillerini anlatmaktadır.
Arap Yarımadası ve Araplar bölümünde, Arap yarımadasının durumu
hakkında bilgiler vermektedir. Ceziretu’l-Arab’ın Hicaz, Yemen, Umman ve Hacer
olmak üzere dört ana bölgeden oluştuğu bilgisini veriyor (s. 32). Akabinde
Arapların sosyal yaşantı olarak Hadari ve
Bedevi olarak yaşantılarının
olduğunu ekliyor. Arapların Sami ırklarına mensup olduklarından hareketle,
Arapları Arab-ı Baide ve Arab-ı Müsta’ribe olarak ikiye ayırıyor (s. 34).
Cahiliye kavramı üzerinde kısaca duruyor. Mekke döneminde nazil olan ayetlerde
cahiliye kelimesinin bulunmadığını fakat Medine’de inen ayetlerde dört ayette
cahiliye kelimesinin bulunduğu tespitini yapıyor (s. 35).
Coğrafya
ve İnsan isimli bölümde
Demircan, İslâm’ın doğduğu bu bölgenin demografik yapısını bilmenin ilk dönemde
meydana gelen gelişmeleri anlamak için elzem olduğu tahlilini yapıyor. Hz.
Peygamberin yeni dini yayma hedefinin Arap yarım adasının dışına taşmışsa da
öncelikli faaliyet alanının Hicaz bölgesi olduğunu anlatıyor. Hicaz bölgesinin
de kuzey, Güney, orta olmak üzere üç bölgeye ayrıldığını söyler (s. 42). Mekke’
de Kuzeyli Adnanilerin önemli bir kolu olan Kureyş kabilesinin yaşadığını,
Medine’de Güneyli Arapların yanı sıra Yahudilerin yaşadığından ve Taif’de Sakif
kabilesinin yaşadıklarından bahseder. Hicaz bölgesinin şehirleri olan Mekke,
Medine, Taif’in iklim, coğrafya ve ticaretleri hakkında kısa ve öz olarak aydınlatıcı
bilgiler veriyor. Medine’de bulunan Yahudiler hakkında detaylarına girmeden
aktarımlar yapıyor. Bölgede yaşayan kabilelerin nesepleri ve nereden geldikleri
hakkında verileri sıralıyor.
Üçüncü bölümde yazar,
“Toplum” başlığı altında Kabile ve kabileciliği, evlilik ve aile hayatını,
Arapların önem verdikleri değerleri, kadının toplum içindeki yerini o günün
şartlarını temel alarak anlatmıştır. Demircan, Arap toplumunu tanıyabilmek için
kabileyi ve kabileciliği iyi tanımak gerektiği görüşündedir. Zamanın
kabilecilik anlayışının toplumsal hayatta sosyal, dini, siyasi, ekonomik ve
kültürel alanda ciddi etkileri mevcuttur. Araplar, ancak bir kabileye mensup
olarak hayatta kalabilirlerdi. Kişi kabilesi kadar yaşar. Aslında doğru olan
tespit de budur. Yazar, kabilecilik anlayışının İslâm’ın kabulünün ve
yayılmasının karşısında bir direnç oluşturduğunun, bazen de bir kabile
içerisinde kabulünün kolaylaşması yönünde tesir ettiğinin tahlilini yapar (s.
49).
Kabileyi meydana
getiren asıl unsur, kan bağıyla kabileye bağlı olan hürlerdir. Araplarda
akrabalık kan bağına dayalı ve erkekler üzerinden devam etmekle birlikte,
istihlak, muahat ve hilf yoluyla da kabileye katılmak mümkündür. Kabileye kan
bağıyla bağlı olmamakla birlikte hür olan diğer grup da mevalidir. Demircan,
bütün bu kavramlara açıklık getirip, kölelik, aile ve evlilik, kadın ve
Arapların önemsedikleri değerler hakkında bilgiler vererek, dönemin cahiliye
toplumunun tahlilini yapmıştır.
Dördüncü bölümde,
“Din” üst başlığı altında Arap yarımadasında cahiliye döneminde bulunan dinler
incelenmiştir. Bu devirde Araplar arasında en etkili ve yaygın inancın
putperestlik olduğunu görmekteyiz. Yazar, Arapların Allah inançlarının olduğunu
fakat Allah’a tek başlarına ulaşamayacaklarını düşündükleri için putlara
taptıkları, onları kendileriyle Allah arasında aracı kıldıkları tespitini yapar
(s. 61). Kur’an’ın da Hicazlı muhataplarının bu inançlarını “Şirk” olarak
tanımladığı bilgisini verir. Demircan, putperestlerin Hz. Muhammed (s.a.s.)’e
karşı koyarlarken en önemli savunularının atalarının dinine olan bağlılıkları
olduğu tahlilini yapar. Çünkü din onlar için kabile kimliğinin ve varlık
kaynağı olarak gördükleri geçmişlerinin bir parçasıdır. Bu sebeple de Hz.
Muhammed (s.a.s.)’e karşı çıkanların çoğunluğunun yaşlı insanlar olduklarını
anlatır.
Yazar, Arapların putlarının isimleri ve
putperestliğin Hicaz bölgesine girişi hakkında bilgiler verir. Kısaca Kâbe, Yahudilik
ve Hristiyanlık hakkında sunum niteliğinde anlatımlarda bulunur. Günümüze kadar
din midir? Değil midir? Tartışmasıyla gelen Haniflik kavramı üzerinde
mülahazalarda bulunmak suretiyle tartışmalara istinaden bir tarihçi olarak
fikirlerini beyan etmiştir.
Demircan, beşinci
bölüm olan “Siyaset” bölümünde Mekke’deki siyasi görevlerin neler olduğunu
buradaki siyasete hangi kabilelerin yön verdiğini, siyasetin her dönem olduğu
gibi çekişmelere neden olduğunu anlatmaktadır (s. 99). Kabileler arasında
“Ficar” savaşlarının meydana geldiğini ve kabileler arasında çıkar odaklı
yapılan bazı antlaşmalara değindiğini görmekteyiz. Yazar, Hicaz bölgesinin
diğer iki önemli şehirleri olan Medine ve Taif’te de durumun çok farklı
olmadığını oraların da kabilecilik siyasetiyle bölünmüş bir durumda oldukları
tahlilini yapar. Bölümün sonunda o dönemin iki süper gücü olan Bizans ve Sasani
arasındaki mücadeleye Arapların tutum ve yaklaşımlarına yer veriyor.
Yazar, altıncı bölümde
“Ticaret” başlığı altında, insanların yaşantılarında en önemli etkenlerden
birisi olarak günümüzde de değerini koruyan iktisadi ve ticari hayattan
bahsetmektedir. Hicaz bölgesinin ekonomik kaynaklarının yetersiz olduğu için
ticari faaliyetlerin yaygın olduğu tespitini yapar. Demircan, hac ibadetiyle
ticaret arasında sıkı bir ilişki olduğunu zira müşriklerin Hz. Muhammed
(s.a.s.)’e karşı çıkmalarında ki diğer bir sebebin de kabilecilik duygusunun
yanında ticari faaliyetlerin zarar görme korkusunun olduğu tahlilini yapar (s.
108). Kureyşliler’in cahiliye döneminde bazı kabile ve ülkelerle “Îlaf” adı
altında antlaşmalar yaptıkları bilinmektedir. Dönemin şartları gereği güven
içinde ticaret yapılabilmesi için antlaşma yapmak şarttır. Yazar, ticaret
yolları ve ticaret malları hakkında kısaca bilgiler verdikten sonra, Hicaz’da
kurulan panayırların önemine de değinmeden geçmemiştir. Bölümün sonunda haram
aylar ve “Nesi” uygulaması hakkında kısa öz bilgiler verir.
Son bölümde yazar,
“Kültür ve İlim” kısmında, Hicaz bölgesinde yaşayan Arapların genellikle göçebe
yaşadıklarını, kültürlerinin ve ilmi hayatlarının bu minval üzere şekil
aldığından bahseder. Bu sebeple de kültürlerini basit bir geleneksel yapı
içinde sözlü olarak, gelecek nesillere aktarabildiklerinden söz eder. Demircan,
dönemin dili ve yazısı hakkında bilgiler verdikten sonra Arapların şiir ve
şaire neseplerinin övünç kaynağı yapılması ve kabilelerinin güçlü bir hitabetle
savunulması sebebiyle düşkün olduklarını anlatır (s. 117). Yine bu kısımda
cahiliye Arapları’nda dilin ve yazının, edebiyatın ve ilimlerin nasıl bir konumda
olduğu, hangi kültürlerden beslendikleri konuları da incelenmektedir.
Sonuç olarak
incelemekte olduğumuz bu eser, amacına uygun olarak dönem çalışması olarak
literatüre geçmiştir. Cahiliye Arapları’nın coğrafi, siyasi, ekonomik,
kültürel, dini durumlarını kısa ve öz bir şekilde okuyucunun bilgisine sunup,
dönemin tahlilini yapması bakımından başarılıdır. Dönem hakkında bilgi sahibi olmak ve çalışma
yapmak isteyenlerin bakması gereken kitaplardan olacağı kuşkusuzdur. Kitabın
makalelerden dönüştürülmesi ve anlatılanların sınırlı olması kitabın zayıf
noktasını oluşturmaktadır. Ayrıca dipnotlardaki ansiklopedi maddelerinin
çokluğu da dikkat çekmektedir. Yazar, konularını son derece akıcı bir üslupla,
sıkıcı olmayan akademik bir dille anlatmıştır.
* Yüksek Lisans
Öğrencisi, (Öğretmen) Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Siyer-i Nebi ve İslâm Tarihi Anabilim Dalı,
abdullah_metin_@outlook.com
Diline sağlık kıymetli hocam
YanıtlaSil