17 Mart 2021 Çarşamba

Cahiliye Arapları

 



CAHİLİYE ARAPLARI

Yazar: Adnan DEMİRCAN

Beyan Yayınları, İstanbul 2015, 2. Baskı, 144 Sayfa

                                                                                           Abdullah METİN*

 

           İslam dinini ve Kur’an’ı anlamak için Hz. Peygamberin doğup büyüdüğü ve içinden geldiği toplumu iyi tanıyıp tahlil etmek gerekmektedir. O zamanın toplumunu tanımanın yolu da Cahiliye Araplarını iyi öğrenmekten geçer. Dönemin insanın iktisadi, siyasi, kültürel, dini, ilmi ve içtimai hayatlarını bilmeden onlar hakkında sağlıklı bir çalışma yapılması mümkün olmaz. Yazarın da belirttiği gibi Cahiliye dönemi İslâm tarihinden ayrı düşünülemez. İslâm tarihini ve özellikle de ilk dönemi anlamak için Arap toplumunun İslâm’dan önceki hayatlarını belirtmek için kullanılan Cahiliye toplumunu ve yaşadıkları yerler olan Hicaz bölgesini çok iyi bilmek gerekir.

        “Cahiliye Arapları” isimli İncelediğimiz bu eser, Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN tarafından kaleme alınmıştır. Kitap bir giriş ve yedi ana bölümden oluşmaktadır. Kitapta yazarın incelediği ana başlıklar ise, Arap yarımadası ve Araplar, Coğrafya ve İnsan, Toplum, Din, Siyaset, Ekonomi, Kültür ve İlim ve Sonuç bölümlerinden oluşmaktadır.

          Yazarın önsözde de belirttiği gibi Hz. Peygamberin getirdiği evrensel mesajların iyi anlaşılabilmesi için İslam’ın doğduğu bölge ve dönemin ciddi bir incelemeye tabi tutulması gerekmektedir. Son Peygamberin geldiği ve ömrünün üçte ikisini beraber geçirdiği bu putperest toplumu ve bu toplumun temel dinamiklerini bilmeden İslam’ı doğru anlamak mümkün değildir. Demircan, cahiliye dönemi ile ilgili yapılan çalışmalarda karşılaşılan en büyük problemlerden birinin o dönemde yazılmış bir kaynağın olmamasını belirtir. O döneme ait kaynakların İslami dönemde yazıldığını vurgular. Cahiliye döneminde aktarılanların sözlü kültürden geldiğini belirterek bu durumun araştırmacılar için problem teşkil ettiğini kaydeder. Bu sözlü gelenekten gelen rivayetlerin ciddi bir incelemeye tabi tutulması gerektiğini belirtir. Yazar, konunun başında kaynaklarla ilgili tahliller ve değerlendirmeler yapmaktadır. Ardından cahiliye toplumunun, dini, siyasi, ekonomik, kültürel ve ilmi hayatlarının ve durumlarının nasıl olduklarını bizlere sade, anlaşılır, akıcı bir dil ile aktarmaktadır.

           Demircan, giriş bölümünde Cahiliye Literatüründe bulunan kaynakların ne kadar tarafsız olduklarını incelemekte ve tartışmaya açmaktadır. Yazar İslam tarihinin en eski kaynaklarının Abbasiler dönemine ait olduğunu söyler (s. 13). Abbasi halifelerinin kendi tarihlerini resmi memurlara yazdırmadıklarını ancak tarih yazanları maddi yönden desteklediklerini, destekledikleri tarihçilerin de kalemlerini onların hoşuna gidecek tarzda kullandıklarını anlatıyor. Yazar, verdiği örnekte de Bedir savaşı esirlerini sayarken Abbasilerin atası Hz. Abbas’ı atlamayı tercih eden bir tarih yazıcılığından bahsetmektedir. O dönem tarihçilerinden olan Vâkidi’nin Abbasiler döneminde vezirliğe kadar yükselen Bermekîlerle yakın ilişkilerini anlatır. Belki bu sebepten Bedir esirlerini sayarken Abbas oğullarının atası olan Hz. Abbas’ı atlamayı tercih ettiği tahlilini yapıyor (s. 14).

          Demircan, ilk dönem İslam tarihi kitaplarını yazanların muhalefet cenahından olduklarını söyler. Muhalefet olan kişilerin de yazdıklarında tarafsız olmalarından bahsetmek mümkün değildir der (s. 15). Cahiliye tarihinde en güvenilir kaynağının Kur’an-ı Kerim olduğundan bahisle, kıssalar örneğini tarihi gerçeklik meselesi üzerinden ele alır. Yazar, Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemle ilişkisi dikkate alındığında Kur’an metninin İslami döneme yakın Arap tarihi için kaynak olarak kullanılmasının mümkün olduğunu fakat uzak geçmiş için ise kaynaklığının öneminin azalmasından bahsetmektedir (s. 21). Yazar, bu eserinde Kur’an’dan kaynak olarak nasıl faydalanılacağını Kur’an’ın Putperestler hakkında verdikleri bilgilerin sosyal gerçeklik değerlerini Müşrik toplumun Hz. Peygambere verdikleri tepkilerin tarihsel delillerini anlatmaktadır.

              Arap Yarımadası ve Araplar bölümünde, Arap yarımadasının durumu hakkında bilgiler vermektedir. Ceziretu’l-Arab’ın Hicaz, Yemen, Umman ve Hacer olmak üzere dört ana bölgeden oluştuğu bilgisini veriyor (s. 32). Akabinde Arapların sosyal yaşantı olarak Hadari ve Bedevi olarak yaşantılarının olduğunu ekliyor. Arapların Sami ırklarına mensup olduklarından hareketle, Arapları Arab-ı Baide ve Arab-ı Müsta’ribe olarak ikiye ayırıyor (s. 34). Cahiliye kavramı üzerinde kısaca duruyor. Mekke döneminde nazil olan ayetlerde cahiliye kelimesinin bulunmadığını fakat Medine’de inen ayetlerde dört ayette cahiliye kelimesinin bulunduğu tespitini yapıyor (s. 35).

           Coğrafya ve İnsan isimli bölümde Demircan, İslâm’ın doğduğu bu bölgenin demografik yapısını bilmenin ilk dönemde meydana gelen gelişmeleri anlamak için elzem olduğu tahlilini yapıyor. Hz. Peygamberin yeni dini yayma hedefinin Arap yarım adasının dışına taşmışsa da öncelikli faaliyet alanının Hicaz bölgesi olduğunu anlatıyor. Hicaz bölgesinin de kuzey, Güney, orta olmak üzere üç bölgeye ayrıldığını söyler (s. 42). Mekke’ de Kuzeyli Adnanilerin önemli bir kolu olan Kureyş kabilesinin yaşadığını, Medine’de Güneyli Arapların yanı sıra Yahudilerin yaşadığından ve Taif’de Sakif kabilesinin yaşadıklarından bahseder. Hicaz bölgesinin şehirleri olan Mekke, Medine, Taif’in iklim, coğrafya ve ticaretleri hakkında kısa ve öz olarak aydınlatıcı bilgiler veriyor. Medine’de bulunan Yahudiler hakkında detaylarına girmeden aktarımlar yapıyor. Bölgede yaşayan kabilelerin nesepleri ve nereden geldikleri hakkında verileri sıralıyor.

        Üçüncü bölümde yazar, “Toplum” başlığı altında Kabile ve kabileciliği, evlilik ve aile hayatını, Arapların önem verdikleri değerleri, kadının toplum içindeki yerini o günün şartlarını temel alarak anlatmıştır. Demircan, Arap toplumunu tanıyabilmek için kabileyi ve kabileciliği iyi tanımak gerektiği görüşündedir. Zamanın kabilecilik anlayışının toplumsal hayatta sosyal, dini, siyasi, ekonomik ve kültürel alanda ciddi etkileri mevcuttur. Araplar, ancak bir kabileye mensup olarak hayatta kalabilirlerdi. Kişi kabilesi kadar yaşar. Aslında doğru olan tespit de budur. Yazar, kabilecilik anlayışının İslâm’ın kabulünün ve yayılmasının karşısında bir direnç oluşturduğunun, bazen de bir kabile içerisinde kabulünün kolaylaşması yönünde tesir ettiğinin tahlilini yapar (s. 49).

         Kabileyi meydana getiren asıl unsur, kan bağıyla kabileye bağlı olan hürlerdir. Araplarda akrabalık kan bağına dayalı ve erkekler üzerinden devam etmekle birlikte, istihlak, muahat ve hilf yoluyla da kabileye katılmak mümkündür. Kabileye kan bağıyla bağlı olmamakla birlikte hür olan diğer grup da mevalidir. Demircan, bütün bu kavramlara açıklık getirip, kölelik, aile ve evlilik, kadın ve Arapların önemsedikleri değerler hakkında bilgiler vererek, dönemin cahiliye toplumunun tahlilini yapmıştır.

        Dördüncü bölümde, “Din” üst başlığı altında Arap yarımadasında cahiliye döneminde bulunan dinler incelenmiştir. Bu devirde Araplar arasında en etkili ve yaygın inancın putperestlik olduğunu görmekteyiz. Yazar, Arapların Allah inançlarının olduğunu fakat Allah’a tek başlarına ulaşamayacaklarını düşündükleri için putlara taptıkları, onları kendileriyle Allah arasında aracı kıldıkları tespitini yapar (s. 61). Kur’an’ın da Hicazlı muhataplarının bu inançlarını “Şirk” olarak tanımladığı bilgisini verir. Demircan, putperestlerin Hz. Muhammed (s.a.s.)’e karşı koyarlarken en önemli savunularının atalarının dinine olan bağlılıkları olduğu tahlilini yapar. Çünkü din onlar için kabile kimliğinin ve varlık kaynağı olarak gördükleri geçmişlerinin bir parçasıdır. Bu sebeple de Hz. Muhammed (s.a.s.)’e karşı çıkanların çoğunluğunun yaşlı insanlar olduklarını anlatır.

         Yazar, Arapların putlarının isimleri ve putperestliğin Hicaz bölgesine girişi hakkında bilgiler verir. Kısaca Kâbe, Yahudilik ve Hristiyanlık hakkında sunum niteliğinde anlatımlarda bulunur. Günümüze kadar din midir? Değil midir? Tartışmasıyla gelen Haniflik kavramı üzerinde mülahazalarda bulunmak suretiyle tartışmalara istinaden bir tarihçi olarak fikirlerini beyan etmiştir.

        Demircan, beşinci bölüm olan “Siyaset” bölümünde Mekke’deki siyasi görevlerin neler olduğunu buradaki siyasete hangi kabilelerin yön verdiğini, siyasetin her dönem olduğu gibi çekişmelere neden olduğunu anlatmaktadır (s. 99). Kabileler arasında “Ficar” savaşlarının meydana geldiğini ve kabileler arasında çıkar odaklı yapılan bazı antlaşmalara değindiğini görmekteyiz. Yazar, Hicaz bölgesinin diğer iki önemli şehirleri olan Medine ve Taif’te de durumun çok farklı olmadığını oraların da kabilecilik siyasetiyle bölünmüş bir durumda oldukları tahlilini yapar. Bölümün sonunda o dönemin iki süper gücü olan Bizans ve Sasani arasındaki mücadeleye Arapların tutum ve yaklaşımlarına yer veriyor.

        Yazar, altıncı bölümde “Ticaret” başlığı altında, insanların yaşantılarında en önemli etkenlerden birisi olarak günümüzde de değerini koruyan iktisadi ve ticari hayattan bahsetmektedir. Hicaz bölgesinin ekonomik kaynaklarının yetersiz olduğu için ticari faaliyetlerin yaygın olduğu tespitini yapar. Demircan, hac ibadetiyle ticaret arasında sıkı bir ilişki olduğunu zira müşriklerin Hz. Muhammed (s.a.s.)’e karşı çıkmalarında ki diğer bir sebebin de kabilecilik duygusunun yanında ticari faaliyetlerin zarar görme korkusunun olduğu tahlilini yapar (s. 108). Kureyşliler’in cahiliye döneminde bazı kabile ve ülkelerle “Îlaf” adı altında antlaşmalar yaptıkları bilinmektedir. Dönemin şartları gereği güven içinde ticaret yapılabilmesi için antlaşma yapmak şarttır. Yazar, ticaret yolları ve ticaret malları hakkında kısaca bilgiler verdikten sonra, Hicaz’da kurulan panayırların önemine de değinmeden geçmemiştir. Bölümün sonunda haram aylar ve “Nesi” uygulaması hakkında kısa öz bilgiler verir.

        Son bölümde yazar, “Kültür ve İlim” kısmında, Hicaz bölgesinde yaşayan Arapların genellikle göçebe yaşadıklarını, kültürlerinin ve ilmi hayatlarının bu minval üzere şekil aldığından bahseder. Bu sebeple de kültürlerini basit bir geleneksel yapı içinde sözlü olarak, gelecek nesillere aktarabildiklerinden söz eder. Demircan, dönemin dili ve yazısı hakkında bilgiler verdikten sonra Arapların şiir ve şaire neseplerinin övünç kaynağı yapılması ve kabilelerinin güçlü bir hitabetle savunulması sebebiyle düşkün olduklarını anlatır (s. 117). Yine bu kısımda cahiliye Arapları’nda dilin ve yazının, edebiyatın ve ilimlerin nasıl bir konumda olduğu, hangi kültürlerden beslendikleri konuları da incelenmektedir.

       Sonuç olarak incelemekte olduğumuz bu eser, amacına uygun olarak dönem çalışması olarak literatüre geçmiştir. Cahiliye Arapları’nın coğrafi, siyasi, ekonomik, kültürel, dini durumlarını kısa ve öz bir şekilde okuyucunun bilgisine sunup, dönemin tahlilini yapması bakımından başarılıdır.  Dönem hakkında bilgi sahibi olmak ve çalışma yapmak isteyenlerin bakması gereken kitaplardan olacağı kuşkusuzdur. Kitabın makalelerden dönüştürülmesi ve anlatılanların sınırlı olması kitabın zayıf noktasını oluşturmaktadır. Ayrıca dipnotlardaki ansiklopedi maddelerinin çokluğu da dikkat çekmektedir. Yazar, konularını son derece akıcı bir üslupla, sıkıcı olmayan akademik bir dille anlatmıştır.

       

        * Yüksek Lisans Öğrencisi, (Öğretmen) Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyer-i Nebi ve İslâm Tarihi Anabilim Dalı, abdullah_metin_@outlook.com

 

       

1 yorum:

Yazarlar