20 Kasım 2021 Cumartesi

Bir Mevlid Öncüsü Eser: Kutatgu Bilig


BİR MEVLİD ÖNCÜSÜ ESER: KUTATGU BİLİG 

Prof. Dr. Âdem APAK

GİRİŞ

Sözlükte “doğum yeri ve zamanı” anlamına gelen mevlid kelimesi, özel anlamda İslâm edebiyatı ve sanatında Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümünde yapılan törenlere verilen isim, aynı zamanda bu törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adıdır. Diğer taraftan Mevsim kelimesi de Arap ülkelerinde hem mevlidi hem diğer bayram kutlamalarını ifade eden geniş bir mâna taşır.

Hz. Peygamber’in sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle Emevî ve Abbâsî devirlerinde de mevlidle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. Mısır’da Şiî Fâtımî Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümü Muiz-Lidînillâh döneminden (972-975) itibaren resmen kutlanmaya başlanmıştır. Bunun yanında Hz. Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve o günkü halifenin mevlidleriyle receb, şâban ve ramazan aylarındaki kandiller, ramazan ve kurban bayramlarıyla diğer bazı kutlamalar bu dönemde zengin bir şölen geleneği oluşturmuştur.[1]

Mevlid kutlamaları sırasında Allah Rasûlü’nün doğumunu anlatan, ayrıca methini de içeren ve genel olarak “mevlid” olarak bilinen şiirlerin okunması gelenek zamanla halini almıştır. Mezkur mevlidlerin en meşhurları arasında Arap dünyasında Kâ‘b b. Züheyr’in Ķaśîdetü’l-Bürde’si, Bûsîrî’nin aynı adla da anılan el-Kevâkibü’d-Dürriyye fî Medĥi Hayri’l-beriyye ve el-Ķaśîdetü’l-Pemziyye’si ile Şemseddin İbnü’l-Cezerî’nin Mevlidü’n-Nebî, Ca‘fer b. Hasan el-Berzencî’nin el-İķdü’l-Cevher’idir. Türk dünyasında ise Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ı bu konuda ilk akla gelen eserdir.[2]

Hicretin 604. (M.1207) yılında Erbil Atabegi Muzafferüddin Kökböri tarafından düzenlenen ihtişamlı mevlid kutlamalarında okunmak üzere İbn Dihye el-Kelbî’nin mensur olarak kaleme aldığı ve sonunda bir methiyenin de bulunduğu et-Tenvîr fî Mevlidi’s-Sirâci’l-Münîr adlı eseri şöhretinden dolayı ilk mevlid kitabı olarak kabul edilmiştir. Halbuki ondan çok önce de bu türde bazı eserler kaleme alınmıştır. Ali b. Hamza el-Kisâî’ye (ö. 189/805) nisbet edilen sîret formunda bir eserle Vâkıdî’ye (ö. 207/823) ait Mevlidü’l-Vâķıdî Maa’ş-şerĥ Ale’t-temâm adlı manzumenin yazmaları mevcuttur. Muhammed b. İshak el-Müseyyebî’nin (ö. 236/850) bir mevlid yazdığı, Ebü’l-Kāsım Abdülvâhid b. Muhammed el-Mutarriz’in kaleme aldığı kasidenin Bağdat’taki mevlid kutlamalarında okunduğu da zikredilir. Aynı şekilde Gazzâlî’ye bir mevlid kitabı nisbet edildiği gibi Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî’nin Mevlidü’n-Nebî’si de meşhur olmuştur. Dolayısıyla Arap edebiyatında “mevlid” terimi II. (VIII.) yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkmış, mevlid literatürü İbn Dihye’den çok önce başlayıp gelişmiştir.

A.   MEVLİD’İN KAYNAKLARI

Genel olarak mevlid müellifleri, başta Kâ‘b b. Züheyr’in Ķaśîdetü’l-Bürde’si olmak üzere bu eserin çok sayıdaki nazîreleriyle Hassân b. Sâbit’in Hz. Peygamber için yazdığı şiirlerden, Abdullah b. Revâha ve diğer bazı sahâbîlerin nazmettiği methiyelerden ilham almıştır. Bununla birlikte mevlidlerin mevzu itibariyle asıl kaynağını ise genelde siyer, megāzî ve şemâil kitapları oluşturur. Bu eserlerin başında ise İbn İshak’ın es-Sîre’siyle İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-Nebeviyye’si ve Ebû Îsâ et-Tirmizî’nin Şemâilü’n-Nebî’si gelir.

Arap dünyasında Hz. Peygamber’in doğumu münasebetiyle eski zamanlardan beri birer mevlid gibi okunmakta olan şiirlerin başında Kâ‘b b. Züheyr’in manzumesiyle bunun nazîreleri gelir. Onun şirinini Bûsîrî’nin daha geniş muhtevaya sahip olan Ķaśîdetü’l-Bürde ile Hemziyye ve Muđariyye kasideleri bunu takip eder. Diğer taraftan daha çok Mağrib’de tanınan Muhammed b. Ebû Bekir eş-Şukrâtîsî’nin Lâmiyye’siyle Bağdatlı Ya‘kūb es-Sarsarî’nin methiyeleri de meşhurdur.

Arapça mevlidlerin muhtevasını genel hatlarıyla Rasûl-i Ekrem’in nurunun yaratılışı, diğer peygamberlerden intikal ederek ona ulaşması, annesinin hamile kalması, babasının vefatı, doğumu sırasında veya bundan önce ve sonra meydana gelen olağanüstü olaylar, Halîme’nin yanına verilmesi, süt annesi Halîme’nin şahit olduğu olağan üstü hadiseler, vasıfları, şemâili, ahlâkı, nübüvveti ve bunun alâmetleri, mûcizeleri, isrâ ve mi‘rac, tebliği ve gazveleri, evlenmesi, çocukları, vefatı teşkil eder. Ancak bunlar, başta tasavvuf ve tarikat erbabının yazdıkları olmak üzere Arapça mevlidlerin çoğunda zayıf rivayetler ve hurafelerle yüklü abartılı bir anlatımla dile getirilir.[3]

B.    SÜLEYMAN ÇELEBİ’NİN MEVLİDİ

Mevlidlerin Türk edebiyatında da ayrı bir yeri vardır. Çoğunlukla manzum kaleme alınan bu eserler, Türk halkının peygamber sevgisinin bir göstergesi olarak kabul edilir. Öyle ki mevlid türü dinî türlerin hiçbirinde görülmeyecek zenginlik ve çeşitliliğe sahiptir.

İlk Türkçe mevlid metni hakkında kaynaklarda açık bilgi bulunmamakla birlikte Süleyman Çelebi’nin 812’de (M.1409) kaleme aldığı Vesîletü’n-Necât adlı mesnevinin ilk mevlid olduğu görüşü yaygın bir şekilde kabul görmektedir. Ancak bundan önce Türkçe yazılmış mevlid benzeri eserlerin varlığı da bilinmektedir. Bunlardan biri Ahmed Fakih’e (ö. 650/1252) ait Çarhnâme olup Vesîletü’n-Necât’ın hâtime kısmında Çarhnâme’dekine benzer ifadeler yer alır. Süleyman Çelebi’den kısa bir süre önce Erzurumlu Mustafa Darîr’in yazdığı manzum-mensur eseri Tercüme-i Siyer-i Nebî de (yazılışı: 790/1388) muhteva itibariyle mevlidi hatırlatır mahiyettedir.  Şiirlerin yanı sıra mensur kısımdaki bazı ilâvelerle Darîr’in yaptığı bu tercüme bir telif mahiyetindedir. Eserdeki manzum kısımlar bir mevlid metninden çok farklı olmadığı gibi Vesîletü’n-Necât’ın bazı yerleri de Darîr’in eseriyle ciddi benzerlikler arz eder. Bu sebeple Darîr’in siyerindeki manzum kısımların Türk edebiyatındaki ilk mevlid metni olması gerektiği ileri sürülmüştür. Bununla birlikte mevlid gerek İslam gerekse Türk edebiyatında sadece şahıslar ve onların eserleriyle açıklanabilecek bir tür değildir. Ka’b b. Züheyr’den itibaren gerek üslup gerekse muhteva açısında bu edebi türe adı bilinen veya bilinmeyen pek çok ilim ve gönül ehli katkı sağlamıştır. Dolayısıyla mevlidler her ne kadar kaynaklarda bazı isimlerle birlikte zikredilse de bu eserlerin anonim katkılar sonucunda oluştuğu, bilinen şair ve ediplerin yanı sıra adı duyulmayan pek çok bilginin mevlide ilham verdiği ileri sürülebilir. Buradan yola çıkarak Süleyman Çelebi’nin de kendisinden öncesi mevlid yazarlarından istifade etmiş olduğu hususu ortaya çıkar. Bu tebliğde Süleyman Çelebi’nin eseri ile Kutatgu Bilig’de bulunan tevhid ve Hz. Peygamber methi bölümleri karşılaştırılarak Yusuf Has Hacib’in eserinin bir mevlid öncüsü olduğu kanaati dikkate sunulmaya çalışılacaktır. 

Mevlidler umumiyetle tevhid, münâcât ve na‘t ile (bazılarında ashâb-ı kirâma, çehâr-yâr-ı güzîne methiye ile) başlamakta, kâinatın zuhur kaynağı olan nûr-ı Muhammedî’den bahsedilerek adından Hz. Peygamber’in doğumuna geçilmekte, onun mi‘racı ve diğer mûcizelerinin anlatılmasının ardından vefatı konusuna yer verilmekte, en sonunda Rasûl-i Ekrem ve ashabı başta olmak üzere eseri yazan, okuyan ve dinleyenler için bir dua ile sona ermektedir.[4]

Vesîletü’n-Necât sade bir Türkçe ile yazılmış bir şiir kitabıdır. Eserde fikir, bilgi ve duygular çok sanatkârane bir üslûpla anlatılmıştır. Müellifin ifadeleri dinî heyecanına bağlı olarak gelişip zenginleşmiş ve ona dönemin çizgisini aşan şahsî ve sanatlı özel bir üslûp kazandırmıştır. Binaenaleyh Vesîletü’n-Necât’ta motiflerin ve edebî sanatların kullanılışı yazarına mahsus olup tamamen orijinaldir. İfadeler halka yönelik konularda çok sade, dinî kavramların anlatımında bazan girift, fakat anlamın derinine inilince gönlü fethedecek özelliktedir.

Mensur bir münâcâtla başlayan eserin muhtevasını ortaya koyan bab başlıkları şöyledir: Allah’ın birliği hakkında, nâzım için dua talebi ve kitap için özür beyanı, âlemin yaratılma sebebinin beyanı, Hz. Muhammed’in ruhunun yaratılmasının beyanı, Hz. Muhammed’in vücudunun zuhura gelmesinin beyanı, Hz. Muhammed’in doğumu sırasında ortaya çıkan fevkalâdeliklerin beyanı, Hz. Peygamber’in methi, mûcizelerinin, mi‘racının ve hicretinin beyanı, onun bazı vasıflarının beyanı, nükte ve nasihat, kötü fiillerden nehyetme, risâletin tebliği, Hz. Peygamber’in vefatı, hâtime.

Süleyman Çelebi’nin Vesîletü’n-Necât’ı hazırlarken bazı eserlerden istifade ettiği anlaşılmaktadır. Bunların başında Arapça siyer kitaplarından Ebü’l-Hasan el-Bekrî’nin eserinin geldiği söylenebilir. Ayrıca Erzurumlu Mustafa Darîr’in tesiri altında kaldığı ileri sürülmekle beraber aslında her ikisinin de çeşitli siyer kitaplarından faydalanmış olduğu ihtimali daha kuvvetlidir. Bunun yanında Âşık Paşa’nın Garibnâme’sindeki beyit ve motiflerin mevliddekilerle benzerlik göstermesi, Ebü’l-Hasan’ın siyerinin Garibnâme’ye de kaynaklık etmiş olduğunu söylemeye imkân vermektedir.[5]

C.   KUTATGU BİLİG İLE VESİLETÜ’N-NECÂT’IN ORTAK YÖNLERİ

1.    Tevhid Bahsi

a.      Kutatgu Bilig: Tanrı Azze ve Cellenin Medhini Söyler:[6]

1. Yaratan, yetiştiren ve göçüren rabbim olan Tanrının adı ile söze başladım.[7]

2. Kadir ve bir olan Tanrıya çok hamd ve binlerce sena olsun; onun için fânilik yoktur.[8]

3. Kara yer ile mâvî göğü, güneş ile ayı, gece ile gündüzü, zaman ile zamaneyi ve mahlûkları o yarattı.[9]

4. İstedi ve bütün bu varlıkları yarattı; bir kere: — "ol!"—dedi, bütün diledikleri oldu.[10]

5. Bütün bu yaratılmış olanlar ona muhtaçtır; muhtaç olmayan yalnız Tanrıdır, onun eşi yoktur.[11]

6. Ey kuvvetli, kadir, ebedî ve müstağni olan Tanrı, senden başkasına bu ad yakışmaz.[12]

7. Ululuk ve büyüklük sana mahsustur; sana eş ve denk olan başka biri yoktur.[13]

8. Ey bir olan Tanrı, bir başkası sana şerik koşulamaz; başta her şeyden evvel ve sonda her şeyden sonra sensin.[14]

9. Senin birliğin hesaba gelmez; bu kudretin her şeye hâkimdir[15],

10.   Sen, şüphesiz, birsin, ey sonsuz Tanrı; istisna sayıya gelmez.[16]

11.   Ey içi ve dışı bilen, ey hakku'l-yakîn; gözden uzaksın, fakat gönüle yakınsın.[17]

12.   Senin varlığın, parlak güneş ve ay gibi, bellidir; fakat nasıl olduğunu kavrayacak gönül ve akıl yoktur.[18]

13.   Senin birliğin eşya ile ilgili değildir; eşyayı sen yarattın, onlar senindir.[19]

14.   Her varlığı sen yarattın; varlık yok olur, bakî kalan yalnız sensin.[20]

15.   Yaratıcı varlığına yaratılmış olanlar şâhiddir; yaratılan iki — birin hâzır şahididir.[21]

16.   Onun eşi yahut benzeri yoktur; nasıl olduğuna mahlûkların aklı ermez.[22]

17.    Yürümez ve yatmaz, uyumaz, uyanıktır ne benzer ne kıyâs edilir ne de tasavvur götürür.[23]

18.        Arkada veya önde değildir ne sağdadır ne solda; yeri ne altta ne üstte ne de ortadadır.[24]

19.        Yeri o yarattı, onun için yer bahis mevzuu değildir; şunu bil ki, onsuz da yer yoktur.[25]

20.        Ey her sırra yakın, ey her gönül için yüksek Tanrı, bütün suret ve şekiller sana şahittir.[26]

21.        Bu sayısız, yüz binlerce canlıyı, ova, dağ, deniz, tepe ve çukurları sen yarattın.[27]

22.   Mâvî göğü sayısız yıldızları ile süsledin, karanlık geceyi ışıklı gündüz ile aydınlattın.[28]

23.      Uçan, yürüyen ve duranların hepsi rızıklarını senden bularak, yiyip, içerler.[29]

24.  Yüksek Arş'tan alttaki toprağa kadar bütün her şey, hepsi sana muhtaçtır, ey rabbim.[30]

25.     Ey Tanrının birliğine inanmış olan, onu dilin ile öğ; gönülün tereddütsüz inandı ise, aklını işe karıştırma.[31]

b.     Vesiletü’n-Necat: Tevhid Bahri

Allah adın zikredelim evvela

Vacib oldu cümle işte her kula

Allah adın her kim ol evvel ana

Her işi asan eder Allah an-a

Allah adı olsa her işin önü

Hergiz ebter olmaya anın sonu

Her nefeste Allah adın de müdam

Allah adıyla olur her iş tamam

Bir kez Allah dese şevk ile lisan

Dökülür cümle günah misli hazan

İsm-i pakin pak olur zikreyleyen

Her murada erişir Allah diyen

Aşk ile gel imdi Allah diyelim

Dert ile göz yazş ile ah edelim

Ola kim rahmet kıla ol padişah

Ol Kerim ü ol Rahim ü ol ilah

Birdir ol birliğine şek yokdürür

Gerçi yanlış söyleyenler çok dürür

Cümle alem yok iken ol var idi

Yaradılmıştan Gani Cebbar idi

Var iken yok idi ins ü melek

Arş u fer u ay u gün hem nuh felek

Sun ile bunları, ol var eyledi

Kudretinin izhar edüp hem ol Celil

Birliğine bunları kıldı delil

“Ol!!! dedi bir kere var oldu cihan

“Olma!” derse, mahvolur ol dem heman

Bari ne hacet kılarız sözü çok

Birdir Allah andan artık tanrı yok

Haşre dek ger denilirse bu kelam,

Nice haşr ola, bu olmaya temam

Pes Muhammed’dir bu varlığa sebep

Sıdk ile anınn rızasına kıl taleb

Ger dilersiz bulasız oddan necat

Aşk ile derd ile edin es-salat[32]

2. Hz. Peygamber’in Medhi Bahsi

a. Kutatgu Bilig: Peygamber Aleyhi's-Selâmın Medhini Söyler [33]

34. Esirgeyen rabbim halkın en seçkini ve insanların en iyisi olan sevgili Peygamberi gönderdi.[34]

35. O karanlık gecede halka meş'ale idi; etrafa ışık saçtı ve seni aydınlattı.[35]

36. O sana Tanrı tarafından gönderilen dâvetçi idi; sen bu sayede doğru yola girdin, ey yiğit.[36]

37. Atasını ve anasını feda etti; tek dileği ümmeti idi, ona yol gösterdi.[37]

38. Gündüz yemedi, gece yatmadı; Tanrıdan seni istedi, başka bir şey istemedi.[38]

39. Bunca zahmet ile gece-gündüz hep seni üstedi; şimdi sen onu öğ ve rızasını dile.[39]

40.  Bütün kaygusu ümmeti idi; rahat etmek için, onun azaptan kurtulmasını dilerdi.[40]

41. Atadan ve anadan daha merhametli idi; Tanrıdan dâima bunu niyaz eder, bunu dilerdi.[41]

42. O ümmeti üzerine Tanrının bir rahmeti idi; güzel tavırlı, dürüst ve kendisine güvenilir bir tabiatte idi.[42]

43. Asîl tabiatli, alçak gönüllü ve güzel tavırlı idi; haya sahibi, şefkatli, cömert ve eli açık idi.[43]

44. Kara yerde de aziz idi, mâvî gökte de Tanrı ona çok değer vermişti.[44]

45. O bütün rehberlerin önünde baş idi; sonra da bütün resullerin hâtemi oldu.[45]

46. Onun yoluna şimdi gönül bağladım; bütün dediklerine inandım ve severek sözünü tuttum.[46]

47. Ey Tanrım, benim gönlümü gözet; kıyamette beni sevgili Peygamber ile birlikte hasret.[47]

48. Kıyamette dolun ay gibi yüzünü göster; ey Tanrım, kendisini bana şefaatçi kıl.[48]

b.     Vesiletü’n-Necat: Nuru Muhammed’i ve Peygamber’in Dünyayı Teşrifi

Hak Teala ne yarattı evvela

Cümle mahlukattan kim evvel ola

Mustafa nurunu evvel kıldı var

Sevdi anı ol Kerim ü girgidar

Her ne türlü kim saadet var durur

Yahşi hu, gerekli adet var durur

Hak sana verdi mükemmel eyledi

Yaradılmıştan müfaddal eyledi

Andan oldu her nihan ü aşikar

Arş ü ferş ü yerde gökte ne ki var

Ger Muhammed olmaya idi ayan

Olmayısardi zemin ü asuman

Hem vesile olduğu içün ol Resul

Adem’in Hak tevbesini kabul

Ger Muhammed gelmeseydi aleme

Tac-i İzzet ermez idi Adem’e

Nuh anınçün buldu hem garktan necat

Dahi doğmadan göründümucizat

Cümle anın dostlğuna adına

Bunca izzet kıldı Hak ecdadına

Ceddi olduğuçün anın hem Halil

Narı cennet kıldı ana ol Celil

Hem dahi Musa elindeki asa

Oldu anın hürmetine ejderha

Ölmeyip İsa göğe buldu yol

Ümmetinden olmak için idi ol

Gerçi kim bunlar dahi mürsel durur

Lik Ahmed ekmel ü efdal durur

Çün temenni kıldılar Hak’tan bular

Kim Muhammet ümmetinden olalar

Şer’ini sünnetin tut ümmeti ol ümmeti

Ta nasip ola sana Hak rahmeti[49]

……………………..

İndiler gökten melekler saf ü saf

Kabe gibi kıldılar evim tavaf

Çün göründü bana bu işler ayan

Hayret içre kalmış idim ben heman

Yarılıp çıktı divardan nagehan

Geldi üç huri bana oldu ayan

Bazıları derler ki ol üç dilberin

Asiye’ydi biri ol meh-peykerin

Biri Meryem Hatun idi aşikar

Birisi hem hurilerden bir nigar

Geldiler lutf ile ol üç mehcebin

Verdiler bana selam ol dem hemin

Çevre yanıma gelip oturdular

Mustafa’yı birbirine muştular

Dediler oğlun gibi hiç bir oğul

Yaradılalı cihan gelmiş değil

Bu senin oğlun gibi kadri cemil

Bir anaya vermemiştir ol Celil

Ulu devlet buldun ey dildare sen

Doğusardır senden ol hulk-i hasen

Bu gelen ilm-i ledün sultanıdır

Bu gelen tevhid-i irfan kanıdır

Bu gelen aşkına devreyler felek

Yüzüne müştak durur ins ü melek

Bu gice ol gicedirkim, ol şerif

Nur ile alemleri eyler latif

Bu gice şadan olur erbab-ı dil

Bu giceye can verir eshab-ı dil

Rahmeten li’l alemindir Mustafa

Hem şefiu’l-muznibindir Mustafa

Vasfını bu resme tertb ettiler

Ol mübarek nuru tergib ettiler

Amine eder çü vakt oldu tamam

Kim vücuda gele ol hayrü’l-enam[50]

SONUÇ

Görüldüğü üzere İslam Edebiyat tarihinde mevlid yazarları olarak belli şairler kabul edilmişlerken, mevlid yazarı olarak tanınmayan ancak eserlerinde mevlid muhtevasıyla ilgili menzun ve Mansur bilgiler bulunan yazarlar da vardır. Dolayısıyla onların da mevlid edebiyatına büyük katkılar sağladığı söylenebilir. Bu anlamda Kutatgu Bilig’inin hemen baş kısmında gerek Allah’ın birliğinin zikri, gerekse onun Rasulü’nün mehdi konusunu ele alan Yusuf Has Hâcib’i de bir mevlid yazarı, hatta erken dönemde eser vermiş olması sebebiyle özellikle Türk Edebiyat tarihi açısından bir mevlid öncüsü olarak kabul etmek mümkündür.

 

 



[1]     İbnü’t-Tuveyr, Nüzhetü’l-Mukleteyn, fî Ahbâri’d-Devleteyn, (nşr. Eymen Fuâd Seyyid), Stuttgard 1992, s. 211-223.

[2]     Özel, Ahmet, “Mevlid”, DİA, XXIX, 475-479.

[3]     Durmuş, İsmail, “Mevlid”, DİA, XXIX, 480-482.

[4]     Aksoy, Hasan, “Mevlid”, DİA, XXIV, 482-484.

[5]     Pekolcay, A. Necla, “Mevlid”, DİA, 485-486.

[6]     Teŋri Azze Ve Celle Ögdisin Ayur

[7]     Bayat atı birle sözüg başladım,
törütgen egidgen keçürgen idim

[8]     Üküş ögdi birle tümen miŋ senâ,
uğan bir bayatka aŋar yok fenâ

[9]     Yağız yer yaşıl kök kün ay birle tün,
törütti halâyık öd üdlek bu kün

[10]   Tiledi törütti bu bolmış kamuğ,
bir ök bol tedi boldı kolmış kamuğ

[11]   Kamuğ barça muŋluğ törütülmişi,
muŋı yok idi bir aŋar yok eşi

[12]   Ay erklig uğan meŋü muŋsuz bayat,
yaramaz seniŋdin adınka bu at

[13]   Uluğluk saŋa ol bedüklük saŋa,
seniŋdin adın yok saŋa tuş teŋe

[14]   Aya ber birikmez saŋa bir adın,
kamuğ aşnuda sen sen öŋdün kedin

[15]   Sakışka katılmaz seniŋ birlikiŋ,
tüzü neŋke yetti bu erkliglikiŋ

[16]   Seziksiz bir ök sen ay meŋü eçü,
katılmaz karılmaz sakışka seçü

[17]   Ay iç taş biligli ay hakku’l-yakin,
közümde yırak sen köŋülke yakın

[18]   Barıŋ belgülüg sen kün ay teg yaruk,
neteglikke yetgü köŋül ögde yok

[19]   Ne ersedin ermez seniŋ birlikiŋ,
ne erselerig sen törüttiŋ seniŋ

[20]   Kamuğ sen törüttüŋ ne erselerig,
yokadur ne erse sen ök sen tirig

[21]   Törütgen barıŋa törütmiş tanuk,
törümiş iki bir tanukı anuk

[22]   Anıŋ okşağı yok azu meŋzegi,
neteglikke yetmez halâyık ögi

[23]   Yorımaz ne yatmaz udımaz oduğ,
ne meŋzeg ne yaŋzağ kötürmez boduğ

[24]   Kedin öŋdün ermez ne soldın oŋun,
ne astın ne üstün ne otru orun

[25]   Orun ol törütti orun yok aŋar,
anıŋsız orun yok bütün bol muŋar

[26]   Ay sırka yakın ay köŋülke ediz,
tanuk ol saŋa barça sûret bediz

[27]   Törüttüŋ tümen miŋ bu sansız tirig,
yazı tağ teŋiz kötki oprı yirig

[28]   Yaşıl kök bezediŋ tümen yulduzun,
kara tün yaruttuŋ yaruk kündüzün

[29]   Uçuğlı yorığlı tınığlı neçe,
tirilgü seniŋdin bulup yer içe

[30]   Ediz arşta altın serâka tegi,
tüzü barça muŋluğ saŋa ay idi

[31]   Ey Tanrının birliğine inanmış olan, onu dilin ile öğ; gönülün tereddütsüz inandı ise, aklını işe karıştırma. (bk. Yusuf Has Hâcib, Kutatgu Bilig, (çev. Reşit Rahmeti Arat), Türk Tarih Kurumu Yayınları, 6. Baskı, Ankara 1994, s. 12-14.

[32]   Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât, (Haz. Mehmet Akkuş-Uğur Derman), Ankara 2008, s. 49-50.

[33]   Yalavaç Aleyhi’S-Selâm Ögdisin Ayur

[34]   Sevüg savçı ıdtı bağırsak idi,
bodunda talusı kişide kedi

[35]   Yula erdi halkka karaŋku tüni,
yaruklukı yadtı yaruttı seni

[36]   Okıçı ol erdi bayattın saŋa,
sen ötrü köni yolka kirdiŋ toŋa

[37]   Atasın anasın yuluğ kıldı ol,
tilek ümmet erdi ayu berdi yol

[38]   Künün yemedi kör tünün yatmadı,
seni koldı rabda adın kolmadı

[39]   Seni koldı tün kün bu emgek bile,
anı ög sen emdi sevinçin tile

[40]   Kamuğ kadğusı erdi ümmet üçün,
kutulmak tiler erdi râhat üçün

[41]   Atada anada bağırsak bolup,
tiler erdi tutçı bayattın kolup

[42]   Bayat rahmeti erdi halkı öze,
kılınçı silig erdi kılkı tüze

[43]   Tüzün erdi alçak kılınçı silig,
uvutluğ bağırsak akı keŋ elig

[44]   Yağız yer yaşıl kökte erdi küsüş,
aŋar berdi teŋri ağırlık üküş

[45]   Başı erdi öŋdün kamuğ başçıka,
kedin boldı tamğa kamuğ savçıka

[46]   Köŋül badım emdi anıŋ yolıŋa,
sevip sözi tuttum bütüp kavlıŋa

[47]   İlâhi küdezgil meniŋ köŋlümi,
sevüg savçı birle kopur kopğumı

[48]  Kıyâmette körkit tolun teg yüzin,
elig tuttaçı kıl ilâhi özin
.  Bu konuda bk. Yusuf Has Hâcib, Kutatgu Bilig, s. 14-15.

 [49]   Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât, s. 51-52.

[50]   Süleyman Çelebi, Vesîletü’n-Necât, s. 55-56.

   

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar