BABAMIN GÖZYAŞLARI
Prof. Dr. Şaban ÖZ
Hani hep akademik hep bir hassasiyet hani hep bir ders, öğüt verme derdi içeren yazılar yazarız ya. Sanki hayatımızda kitaptan, yazıdan, dersten başka bir şey yokmuş gibi… Oysa “insanız” değil mi? Gülen, ağlayan, duyguları olan… Hatta benim gibi iflah olmaz “acı çeken” bir Fenerbahçeli iseniz bu duyguları hep üst düzeyde yaşıyorsunuz demektir…
Adnan Hocamın, “yazıyı unuttun
yine” uyarısı gelince kaç zamandır aklımda olan bir “kılık-kıyafet” yazısı
yazıp başörtülü kardeşlerin ölçülü makyaj yapmaları ne bileyim yırtık pırtık
pantolon giymemeleri veya kimsenin omzuna çıkmamaları gerektiğiyle ilgili bir
yazı yazayım dedim ki… Sana ne el-alemin kimin omzuna çıkmasından, makyajından
deyip vazgeçiverdim… Milletin kılık kıyafetiyle uğraşan zaten bunca insan
varken bir de sen mi tebelleş olacaksın diye de bir güzel kendimi azarladım.
Sonra projeler hakkında bir
bilgilendirme yazısı yazıp genç arkadaşlara yardımcı olur muyum diye düşündüm
ki… Genç arkadaşların zaten maşallahları olduğu ve kimsenin aklına da
ihtiyaçları zinhar olmadığı aklıma geldi… Hatta ve hatta bir “nasıl yazıyorum”
yazısı patlatıp prim kasayım bile dedim ki, “hiç susmayan” iç sesim bu sefer
nahoş bir şekilde “he millete de dert olmuştu nasıl yazdığın ya” deyince ondan
da vazgeçiverdim.
Bütün müflis tacirler gibi ben de
yayımlanmış/yayımlanmamış yazı klasörlerini kurcaladım ki aha bu yazıyı gördüm.
Ve hep özlediğim tek insan olan baba özlemim de depreşince… Önce Adnan Hocam,
sonra okuyacak olanlar kusura bakmazlar inşallah diyerekten…
Buyurun efendim…
Hiç babanızı ağlarken gördünüz mü?
Evlat iseniz görmemelisiniz. Baba
iseniz çocuklarınızın yanında ağlamamalısınız. Yanlış hatırlamıyorsam 94
yılıydı. 93 de olabilir veya başka bir tarih.
Tatile bir hafta kalmıştı, bayram
mıydı sömestr mı? Onu da hatırlamıyorum. Ama şimdiki gibi cep telefonları
yoktu. O sıralarda amcam ağır hasta idi hastaneye kaldırmışlardı. Ablam aradı…
Ne ilginç bütün kötü haberleri bana vermek hep o ablama düşmüştü! Belki diğer
ablam cesaret edemiyordu. Belki, küçüklüğümde de beni sırtında hep o taşıdığı
içindi kara haber verme görevini de üstlenmişti.
-Nasılsın kardeşim?
-Boş ver şimdi beni, ne oldu? Amcam
nasıl?
-Amcamın durumu aynı da Mustafa abi
trafik kazası geçirmiş, onu kaybettik!
-Amcaoğlu!
-Amcaoğlu…
Hemen AŞTİ’ye gittim artık hangi
otobüs nereden geliyor, nereye gidiyorsa önemli değildi. Acelem babama
yetişmekti. En sevdiği yeğeni olduğunu biliyordum. Hatta evin bir odasında
kilit olmamasının hikayesinde de artık rahmetli olan Mustafa ağabeyin adı
geçerdi. Küçükken amcamla aynı evde yaşarmışız. Daha yeni yürümeye başlayan
Mustafa, odaya rahat girebilmesi için babam tarafından sökülmüş. Anahtar deliği
olup ne mandalı ne sürgüsü vardı. Odayı tek başına kullanmaya başladığımda bir
defasında kilit yaptırmak istediğimde mahzun olduğunu görmüş ben de
vazgeçmiştim.
Doğanyol’a vardığımda sabah ezanı
okunmak üzereydi. Malatya’dan taksi tutmuştum. Dedim ya cep telefonları henüz
yoktu. Kapıyı çaldım yoktu evde kimse. Ama anahtarın yeri değişmezdi, pinin
(sizin folluk dediğiniz yere biz pin derdik, eski evlerimizde ana kapının hemen
yanında tavuklar için ayrı bir kapı olurdu, oradan girip çıkarlardı, sonraları
kapattılar) önündeki taşın altı. Oradaydı. İçeri girip namazı kılmıştım ki,
ışığın yandığını gören komşumuz Zeynep abla geldi. Malatya’ya gitmişler. Cenaze
oradan kalkacakmış. Tamam dedim. O zamanlar bir otobüs vardı. Kenan’ın otobüsü.
Önceleri Necipgilin’de vardı. Hatta bir ara Belediye’nin bile vardı. Sonra tek
otobüs kaldı. 90 km’lik yolun, dört beş saatte gidildiği zamanlar. Yolda yemek
molası verilirdi diyeyim de… Sabah karanlığında yola düşülüp ancak öğlene doğru
Malatya’ya ulaşılan yıllar. Bugün neredeyse saat başı karşılıklı minibüsler
çalışıyor. Bir buçuk saat sürüyormuş.
Uzattım… Saat on bir gibi cenaze
evinin önünde karşılaştık… Elini öptüm. “Başın sağ olsun, Allah sabır versin”
dedim ki… Ağladı… “Baba” diyebildim sadece…
Babamla çok vakit geçirmiştim; çok tartışmıştık,
çok gülmüştük!
Tamam tartışmaları hatırlıyorum,
tamam güldüğümüz anları da hatırlıyorum ama ya hemen akabinde ya hemen
öncesinde… Babamın gözyaşları gelir hep aklıma.
O yüzden sıkı sıkı tembihlerim,
ağlamayın sakın ha diye!
Çünkü kahramanlar ağlamamalı!
Elinize sağlık hocam
YanıtlaSil