HZ. PEYGAMBER’İN (SAV) İNSANLARLA İLETİŞİM METODU VE PRENSİPLERİ
Prof. Dr. Adem APAK
Hz. Peygamber’in (s.a.s) muallim olarak incelenmeye değer oluşu, her şeyden önce onun gönderildiği toplum üzerinde çok değişik ve zengin bir eğitim faaliyeti gerçekleşmesinden gelir. İptidaî bir kültürün babalardan çocuklara daha çok taklitle intikal ettiği bir toplumda Hz. Peygamber’in (s.a.s) aldığı ilk vahiyle yeni değer ve kuralların benimsetilmesi ve öğretilmesi çok önemli bir konudur. Allah Rasûlü (s.a.s) bu yeni kültür ve manevî değerlerin tebliğ ve benimsetilmesi işindeki rolünü açıkça “muallimlik” olarak belirlemiş, yenidünya görüşü içinde, önceden önemsiz birçok kelime zamanla canlılık kazanarak, insan ve eğitim kavramları etrafında manalı ve tutarlı bir sistem oluşturmuştur. Netice olarak okuma, yazma, kalem, kâtib, muallim, mektep, öğretim, kalb, inanç, davranış vb. kelimelerin önem kazandığı canlı ve yepyeni bir zihniyet ve anlayış gündeme gelmiştir.
Muallim kavramının temelini teşkil eden ilim kelimesi,
sözlükte bilmek anlamına gelir. Bu kelime genellikle bilgi ve bilim karşılığında
kullanılır. Klasik sözlüklerde bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle
örtüşen kesin inanç, bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu
gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması gibi farklı şekillerde
tarif edilmiştir. İlim, aynı zamanda bilgisizlik demek olan cehlin karşıtı
olarak tanımlanır. Bu kelimeden türeyen âlim, alîm, allâm ve allâme, ma'lûm,
malûmat, muallim, müteallim, muallem kelimeleri bilgi anlamıyla bağlantılı
olarak kullanılmaktadır.[1]
İslâm dini özelde tebliğin ilk muhatapları olan
Araplarda, genelde de diğer insan topluluklarında sosyo-kültürel dönüşümü
gerçekleştirmek için bir eğitim ve öğretim sistemi hedeflemiştir. Kaldı ki,
sistemin kurucusu olan Hz. Peygamber (s.a.s), açık bir şekilde kendisinin Allah
tarafından bir muallim olarak gönderildiğini ifade etmiştir.[2]
Dolayısıyla tebliği boyunca onun uygulamalarının neredeyse tamamını bir eğitim
ve öğretim faaliyeti olarak değerlendirmek mümkündür. Esasen Kur’ân’da da Hz.
Muhammed’in (s.a.s) ilâhî tebliğ görevinin bir eğitim-öğretim işi olduğu da
açıkça vurgulanmaktadır.[3]
İslâmî tebliğin başlangıcı aşamasında Hz.
Peygamber’in (s.a.s) de dediği gibi Araplar “Ne okuyup yazmayı ve ne de hesap
yapmayı bilen bir câhiller topluluğu” idi.[4] Bundan dolayı topluluğun bir
bütün olarak eğitim ve öğretime tabi tutulması zarureti vardı. Nitekim Allah
Rasûlü (s.a.s) peygamberlik görevini üstlendiği andan itibaren ciddî bir eğitim
faaliyetini de başlatmıştır. Zira kendisine ilk nâzil olan âyetler oku emri ile
başlamış ve aynı âyetler içinde kaleme özel olarak vurgu yapılmıştır.[5]
Her ne kadar Hz. Peygamber’in (s.a.s) yoğun
eğitim ve öğretim faaliyetleri Medine döneminde gerçekleşmişse de ilmin önemine
dair Kur’ân âyetlerinin mühim bir kısmın Mekke döneminde nâzil olmuştur. Bu da
İslâmî öğretinin ilme ve eğitime verdiği önemin en bâriz işareti kabul
edilebilir. Nitekim “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[6]“…
Size ancak az bir bilgi verilmiştir.”[7]; “… ve şöyle de: Rabbim!
Benim ilmimi artır!”[8];
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak
(mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri (yazmakla) bitmez. Kuşkusuz Allah mutlak
galip ve hikmet sahibidir.”[9] ;
“Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.”[10]; “Kaleme ve (kalem
tutanların) yazdıklarına and olsun ki!”[11] gibi âyetlerin tamamı Mekke
döneminde nâzil olmuştur.
İlimle ilgili pek çok âyet Mekke’de nâzil
olmakla birlikte Hz. Peygamber’in (s.a.s) eğitim-öğretim uygulamaları
konusundaki asıl faaliyetinin gerçek iktidarının ortaya çıktığı Medine
döneminde gerçekleştiği görülür. Nitekim Medine’ye gelir gelmez içinde vakit
namazlarının kılınabileceği ve İslâmî eğitim-öğretim faaliyetlerinin
yapılabileceği bir mekânın inşasına girişmiştir ki, bu da Mescid-i Nebevî’nin
yapımı faaliyetidir. İnşa edilen bina üç bölümden meydana gelmiştir: Bunlardan
ilki namaz kılmaya tahsis edilen geniş bir salon, ikincisi okul ve yurt mekânı
olarak kullanılan ve Suffe denilen bölüm ve nihayet Allah Rasûlü’nün (s.a.s)
ikametgâhı olarak düşünülen odalar.[12] Mescid’in yanında inşa
edilen Suffe İslâm’daki ilk düzenli eğitim-öğretim faaliyet merkezi olarak
kabul edilir. Bu merkezin idarecisi ve ilk hocası olan Allah Rasûlü (s.a.s)
burada bizzat ders vermiş, ayrıca henüz işin başında bulunanlara okuma-yazmayı
ve Kur’ân’ı öğretmek üzere kendisine yardımcılar tayin etmiştir.
İlimle meşgul olmayı ve âlimi her zaman takdir
eden Allah Rasûlü (s.a.s) “Âlim kimsenin âbid kimseye karşı üstünlüğü benim
sizin en aşağı mertebede olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir. Allah ve
Melekleri, göklerin ve yerlerin halkı, hatta yuvasındaki karıncalar hatta
balıklar, insanlara hayır ve faydalı şeyler öğreten kimseye dua ederler.”[13]
“Bir tek âlim, Şeytana karşı (savaşta) bin zahitten daha çetindir” [14]
sözlerini de sık sık tekrarlamıştır.
Hz.
Peygamber (s.a.s) Allah’ın aslında kendisini güzel ahlâkın gerçekleştirilmesi
için bir muallim olarak gönderildiğini belirtmektedir. Klasik Müslüman yazarların, Peygamberlerin ortak özellikleri
olarak gösterdikleri hususlar bir bakıma onların ruh sağlığını, ruhî
yapılarındaki ideal motiflerinin canlılığını ifade eder. Kısaca doğruluk,
güvenirlik, günah işlememe, zeki olmak ve bildiklerini başkalarına duyurmak
diye belirtilen bu niteliklerin, bulunduğu kimsede öğretim gücünü büyük ölçüde
artıracağı şüphesizdir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.s) ümmî bir toplumda
büyümüş ve okuma, yazmayı öğrenme imkânı bulamamıştır. Ancak onun kuvvetli bir
sağduyuya sahip olduğu şüphesizdir. O'nun peygamberlik öncesindeki hayatında
her bakımdan güvenilir bir kişiliğe sahip olduğunu biliyoruz. Sonuç olarak
diyebiliriz ki, Allah Rasûlü (s.a.s) fıtrî kabiliyeti ve vahyin kendisine
sağladığı bilgi ve maharet ile örnek bir lider ve muallim olarak yetişmiştir.
Örnek bir muallim olarak kendisini gösteren Rasûl-i Ekrem’in (s.a.s) eğitim
anlayışı ve prensiplerini de şu şekilde ortaya koymak mümkündür:
Hz.
Muhammed (s.a.s) eğitim anlayışının önemli bir hedefi olarak hayatı boyunca
insanları haktan uzaklaştıran gayr-i ahlâki tutumları değiştirmeyi benimsemiştir
Öyle ki, insanları iyiliğe çağırmak ve bu hususta örnek olmak noktasındaki
hassasiyetini, onları kötülükten uzaklaştırmak hususunda da göstermiş ve
davranışların düzeltilmesinde mükemmel örneklik sunmuştur. Bu amaçla ashâbı
arasında birinin yanlış bir davranışını veya uygun olmayan kıyafetini gördüğü
zaman utandırmamak için hatasını yüzüne vurmamış, bu uyarıyı daha sonra
başkalarının yapmasını istemiştir.[15] Allah Rasûlü (s.a.s) tedip
maksadıyla da olsa hayatında hiçbir kadını ve köleyi dövmemiş, kendisine
yapılan haksızlıktan dolayı intikam almaya yönelmemiştir.[16] Nitekim ona on yıl boyunca
hizmet eden Enes b. Mâlik'i bir kere bile azarlamamıştır.[17] Son derece nazik ve hatta
utangaç sayılabilecek olan Allah Rasûlü (s.a.s) hayânın imandan olduğunu söylemiştir.
Onun hoşlanmadığı bir söz veya davranış ile karşılaştığı yüzünden belli olurdu.
Öyle ki, hanımların bazı özel hallerine dair sorulara muhatap olduğunda edebi
sebebiyle cevaplama esnasında zorlanmıştır.[18]
Allah
Rasûlü (s.a.s) hiçbir zaman kendisine bile yapılmış olsa kötülüğe kötülükle karşılık
vermemiş, bunun yerine insanların kusurlarını görmezden gelmiştir.[19]
Rivayete göre görgüsüz bedevîlerin kaba davranışlarına dahi tepki göstermeyip
onları tebessümle karşılamıştır.[20]
Bilindiği
gibi insanlar içinde sadece peygamberler günah işlemekten korunmuşlardır. Zira
Cenâb-ı Hakk onları ismet (günah işlememe) özelliği ile muttasıf kılmıştır. Bu
nedenle peygamberler dışındaki bütün insanlar günah işleme ve hata yapma ile
maluldürler. İslâm dini, yasak olan fiilleri (günah) açıkça bildirmiş ve
müminlere bu davranış ve alışkanlıklardan uzak durmalarını emretmiştir. Kişi bu
emirlere uyduğu takdirde kendisini kurtaracak ve Allah’ın sevgili kulları
arasına girecektir. Ancak Müslümanın vazifesi sadece yasak fiillerden
kaçınmakla bitmez. Onun bir diğer görevi de Allah’ın haram kıldığı amelleri
işleyen kardeşlerini bu davranış ve alışkanlıklardan vazgeçirmeye çalışmaktır.
Buna İslâm literatüründe “Emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” “iyiliği
yaygınlaştırmak, kötülüğü engellemek” adı verilmektedir. Cenâb-ı Allah yüce
kitabında Müslümanlar için bunun bir vazife olduğunu bildirmektedir.[21] Hz.
Peygamber’in (s.a.s) bu konudaki tavrını şu hadisi şerif çok veciz şekilde
ifade eder: “Sizden bir kimse çirkin bir iş görürse onu eliyle değiştirsin
(düzeltsin), eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, buna da gücü yetmezse
kalben nefret etsin. Bu ise imanın en
zayıf derecesidir”.[22]
Allah Rasûlü’nün (s.a.s) iyiliği emretmesinin yanı
sıra, kötü alışkanlık ve davranışları önleme hususunda eşsiz örnekler sunduğu
bilinmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s) sürekli olarak ashâbıyla bir araya gelir,
onlara kendisine vahyedilmiş bulunan yeni âyetleri okur ve dinin hükümlerini
anlatırdı. Toplantılarında ayrıca müminlere güzel huy ve davranışları anlatıp
onları bu hususta teşvik ederken, aynı zamanda kötü davranış ve huylardan
bahsederek de ashabını bu gibi hallerden sakındırmaya çalışırdı. “Gıybet,
kardeşini onun hoşlanmadığı bir vasıf ile zikir ve tavsif etmendir. Eğer
dediğin sıfat kardeşinde varsa işte o zaman gıybet olur, yoksa ona bühtan ve
iftira etmiş olursun”[23]
sözleriyle gıybet etmeyi; “Ara bozmak için laf getirip götüren kimse Cennet’e
giremez” [24]
diyerek dedi-koduyu; “Doğru sözlülük iyiliğe, iyilik de Cennet’e götürür. Kişi
doğru söyleye söyleye Allah nezdinde sıddîklar derecesine çıkar. Yalan
kötülüğe, kötülük de Cehennem’e götürür. İnsan yalancılık yapa yapa nihâyet
Allah katında yalancılar defterine yazılır”[25]
sözleriyle yalan söylemeyi; “Her kim, bir Müslümanın malını haksız yere almak
için yalandan yemin ederse, Allah’ın azabına uğrar”[26] diyerek
yalan yere yemin etmeyi; “Lânet etmek doğruların şanından değildir”[27]
“Hiçbiriniz diğerine ‘Allah sana lânet etsin, Allah’ın gazabına uğra,
Cehennem’de yan gibi beddualarla lânet etmesin”[28]
sözleriyle lânet etmeyi; “Hasedden sakının. Çünkü ateşin odunu ve otları yok
ettiği gibi hased de güzel amelleri mahveder”[29] diyerek
hased etmeyi; “Ben sarhoşluk veren her şeyden sizi men ediyorum”[30]
sözüyle de içki içmeyi ashabına, dolayısıyla Müslümanlara yasaklamıştır.
Allah
Rasûlü (s.a.s) hataları düzeltme amacıyla ashabı içinde muhatabını incitici
sözler söyleyen veya hatalı hareket yapan birini gördüğünde derhal müdahale
eder ve uygun bir şekilde hatalı davranışta bulunan şahsı uyarırdı. Nitekim Hz.
Peygamber (s.a.s) bir gün namazda iken, cemaatten biri Mâlik b. Duhşüm’un
nerede olduğunu sorduğunda orada bulunan biri, onun, Allah ve Rasûlü’nü (s.a.s)
sevmeyen bir münafık olduğunu söyledi. Rasûlüllah (s.a.s) o adama, böyle
söylememesini, çünkü onun Allah’ın rızasını isteyerek Lâilâhe İllallâh
dediğini, Allah’ın da böyle diyen bir kişiyi Cehennem’e haram kılacağını
buyurmuştur.[31]
Rivayete
göre ashâbdan Ebû Mesûd el-Bedrî, uşağını kamçı ile dövüyordu. Hz. Peygamber
(s.a.s) onun yaptığını görünce kendisini “Ebû Mes’ûd, iyi bil ki senin bu
köleye kudretinden, Allah’ın senin üzerindeki kudreti daha büyüktür” sözleriyle
uyarmış, bunun üzerine Ebû Mes’ûd kölesini âzâd etmiştir.[32]
Hz. Peygamber’in (s.a.s) hatalı alışkanlık ve
davranışlara karşı tavrı ve bunları ıslahı hususundaki uygulamaları yanında
onun hatalarını düzeltmedeki üslubu da eşsizdir. Allah Rasûlü’nün (s.a.s) bu
husustaki ilk prensibi, hata yapan kişinin davranışını yüzüne vurmadan onun yanlışını
düzeltme yoluna gitmesidir. Kendisi bir kişide gördüğü yanlışı tashih ederken
muhatabının şahsiyetini incitmemeye özen gösterir, yaptığını yüzüne vurarak ve
onu teşhir ederek mahcup etmekten sakınırdı. Böyle durumda ya umumi bir tarzda
konuşarak: “Bazıları neden böyle yapıyor?” diye uyarır veya hoşnutsuzluğunu
gösteren bir tavır sergiler, böylece Hz. Peygamber’in (s.a.s) bu davranışı
beğenmediği anlaşılırdı.[33]
Allah Rasûlü’nün (s.a.s) hataları ıslah
etmedeki ikinci prensibi muhatabını tatlı dille ve yumuşak sözle uyarmasıdır.
Kendileri karşısındakinin bir yanlışını düzelteceği yahut ona bir şey
söyleyeceği zaman iltifatlarla önce onun gönlünü kazanır, daha sonra asıl
söyleyeceklerini ifade ederdi.[34]
Allah Rasûlü (s.a.s) insanlarla ilişkilerindeki nezaketi diğer Müslümanlara da
tavsiye etmiştir:
“Allah, kullarına rıfk (yumuşaklık) ile muamele
eder ve bütün işlerde nezâket ve yumuşaklığı sever”.[35] “Nezaket ve yumuşaklık
hangi işte bulunursa o işi güzelleştirir. Herhangi bir şeyden nezaketin
kaldırılması ise o şeyi çirkinleştirir”.[36] “Rıfk ve nezaketten mahrum
olan bir kimse bütün hayırlardan da mahrum olur”.[37]
Sonuç
olarak ifade etmek gerekirse, bütün insanlığı tevhide davet etmek onları bu
hususta eğitmek ve onları güzel davranışlarla muttasıf kılmak üzere gönderilmiş
olan Hz. Peygamber’in (s.a.s) insanlarla iletişiminde sadece eğitimi meslek
edinenlerin değil, bütün insanların alacağı pek çok dersin olduğu kuşkusuzdur.
KAYNAKLAR
Ahmed b. Hanbel. Ebû Abdullah (281/855), Müsned, 5 cilt, Beyrut: ts.
Buhârî. Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhârî
(256/870), Sahîh-i Buhârî, 8 cilt,
İstanbul: 1979.
Dârimî. Ebu
Muhammed Abdullah b. Abdurrahman (255/869), el-Müsnedü’l-Câmî, 10 cilt,
Beyrut-Mekke: 1999.
Ebû Dâvûd. Süleyman b. Eş’as b. İshâk el-Ezdî es-Sicistanî
(275/889), Sünen, (thk. Muhammed Avvâme), Cidde 1998.
Güner,
Ahmet. “Asr-ı Saadette Mescitler ve Fonksiyonları”, Bütün Yönleriyle Asr-ı
Saadette İslâm, I-V, (ed. Vecdi Akyüz), İstanbul: 1994.
İbn Mâce. Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd Mâce el-Kazvinî (273/887), Sünen,
(thk. Muhammed Fuâd Abdülbâkî), 2 cilt, Kahire: 1953.
İbn Manzûr. Ebu’l-Fadl Cemalüddin Muhammed b. Mükrim (771/1369), Lisânü’l-Arab, 15 cilt., Beyrut ts.
(Dârus-Sâdır).
Müslim. İmam Ebu’l-Hüseyn Müslim b. Haccâc el-Kureşî
en-Nisâbûrî (261/874), Sahîh-i Müslim, (thk.
Muhammed Fuad Abdulbâki), 5 cilt, Beyrut: 1972.
Tirmizî. Muhammed b. İsâ b. Serve (279/892), Sünen, 5 cilt, İstanbul: 1981.
[1] İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, 1:416-418.
[2] İbn Mâce, Mukaddime17.
[3] Bakara, 2/129.
[4] Buhârî, Savm 13.
[5] Alak, 96/1-5.
[6] Zümer, 39/9.
[7] İsrâ, 17/85.
[8] Tâhâ, 20/114.
[9] Lokman, 31/27.
[10] Nahl, 16/ 43.
[11] Kalem, 68/1.
[12] Buhârî, Salât 62, 63, Vesâyâ
30. Bu konuda ayrıca bk. Ahmet Güner, “Asr-ı Saadette Mescitler ve
Fonksiyonları”, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, 4:155-223.
[13] Dârimî, Mukaddime
17.
[14] Tirmizî, İlim 19; İbn Mâce, Mukaddime
17.
[15] Ebû Dâvûd, Edeb, 4.
[16] Müslim, Fedâil, 79
[17] Müslim, Fedâil, 51
[18] Buhârî, Hayz, 13, 14, Salât,8, Menâkıb,
23, Edeb, 72, 77.
[19] Tirmizî, Birr 69.
[20] Ebû Dâvûd, Edeb, 1.
[21] Âl-i İmran, 3/104, 110
[22] Buhârî, Tevhid, 37; Müslim, İman,
78
[23] Müslim, Birr 70.
[24] Müslim, İman, 168; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
5:391, 396, 399, 406.
[25] Buhârî, Edeb, 69; Müslim, Birr,
103, 104, 105; Ebû Dâvûd, Edeb, 80.
[26] Buhârî, Tevhid, 24; Müslim, İmân,
218.
[27] Müslim, Birr, 84; Tirmizî, Birr,
72.
[28] Ebû Dâvûd, Edeb, 45; Tirmizî, Birr,
84.
[29] İbn Mâce, Zühd, 22; Ebû Dâvûd, Edeb,
44.
[30] Buhârî, Eşribe, 74; Ebû Dâvûd,
Eşribe, 20.
[31] Buhârî, Salât, 46, 65, Teheccüd,
36, Rikâk, 6; Müslim, Mesâcid, 24.
[32] Müslim, İmân, 34, 35, 36; Ebû Dâvûd, Edeb,
124.
[33] Ebû Dâvûd, Edeb, 6.
[34] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 256
[35] Buhârî, Edeb 35; Müslim, Birr 47.
[36] Müslim, Birr 78.
[37] Müslim, Birr 74-76.
0 yorum:
Yorum Gönder