HAKİKAT VE HASSASİYET
İYİLİĞİ TEŞVİK KÖTÜLÜKTEN ALIKOYMANIN SINIRI
Cağfer KARADAŞ
İyiliği teşvik kötülükten alıkoyma (marufu emir ve münkerden nehiy) ilkesi hususunda öncelikle iyi ve kötü (maruf ve münker) kavramlarına bir çerçeve belirlenmelidir. Bunu yaparken bu konudaki görüş farklılıkları ve esneklikler dikkate alınmalıdır. Tarihten günümüze bu ilkenin anlaşılma biçimi ve mezhepler arasındaki görüş ayrılıkları, günümüze uygun bir çerçeve çizilmesinde yardımcı olabilir. Sözgelimi maruf ve münker akıl tarafından mı belirlenir, nakil tarafından mı, yoksa her ikisi birden mi? Evrensel bir maruf ve münkerden söz edilebilir mi? İnanç, kültür ve toplumsal eğilimler marufun ve münkerin belirlenmesinde ne kadar etkilidir? Kişisel ihtiyaçlar ve durumlar bu belirlemede ne kadar dikkate alınmalıdır?
Ancak biz burada bu ilke çerçevesinde başka bir
sorunun cevabını arayacağız. O da bu ilkenin uygulaması nerede başlar ve nereye
kadar uzanır? Bir diğer deyişle insanla ilgili gerçekler ne zaman açıklanır ne
zaman saklı tutulur? Doğru nerede söylenir nerede susulur?
Bu soruya cevap verirken öncelikle münkerin
yani kötülüğün görünür ve net olması önemlidir. Göreceli ve kapalı durumlar söz
konusu olduğunda hassasiyet gösterilmelidir. Özellikle kişilerin gizli ve mahrem
alanlarının merak edilip araştırılması asla doğru değildir. Böyle bir
araştırmanın adı tecessüstür. Demek ki başlangıç itibariyle kötülüğün tespiti
tecessüse dayanmamalı, sonuç itibariyle de fitne çıkmasına ve özel hakların ihlaline
sebebiyet vermemelidir. Çünkü tecessüs, özel hayatı merak etmek ve araştırmaktır;
fitne, toplum içinde karışıklık ve çatışma ortamı meydana getirmektir; şahsî
hakların ihlali ise kişinin bedeninin, evinin ve işyerinin mahremiyetinin yok
sayılmasıdır.
Bu hassasiyetler dolayısıyla İslam âlimleri bu
ilkenin uygulamasını birtakım şartlara bağlamışlardır. Öncelikle yapılan teşvik
veya uyarının fitneye yol açmaması, ikinci olarak gizli ve mahrem olanın
araştırılmamasıdır. Zira kötülükten alıkoyma adına özel hayatı araştırma
anlamına gelen tecessüs caiz değildir. Kur’an’da “Ey iman edenler! Çok
zandan sakının, çünkü zanların bir kısmı günahtır. Başkalarının mahremiyetini
merak edip araştırmayın, birbirinizi arkanızdan çekiştirmeyin…” (Hucûrât 49/12)
ayeti yoruma ihtiyaç bırakmayacak açıklıktadır. Peygamber Efendimiz de bir hadîsinde
“Bir kimse hakkında zanda bulunmaktan sakının. Çünkü zanna dayalı beyan,
sözlerin en yalan olanıdır. Birinin özel hayatını bilmeye ve araştırmaya
kalkışmayın” buyurmuştur (Nevevî, 1568). Nitekim bir adam Abdullah b. Mes’ûd’a
geldi ve “Falanca adamın sakalından şarap damlıyor” dedi. İbn Mes’ûd haberi
getiren adamı uyararak “Biz tecessüste bulunmaktan men olunduk yani bir kişinin
özel hayatını araştırmak bize yasaklandı, ancak iş tamamen ortaya çıkmışsa onu
dikkate alırız” dedi (Nevevî, 1570).
Demek ki, iyiliği teşvik kötülükten alıkoymanın
belli şartları vardır ve bunlar gözetilmedir. Öyle uluorta ve rastgele bu işe
kalkışılmamalı, her zannın peşine düşülmemeli, her doğru her yerde
söylenmemeli, her görülene ve duyulana zan ile yorum yapılamamalı ve hüküm
verilmemeli… Çünkü hakikati tespit hassasiyet gerektirir.
*
Öte yandan usulüne uygun iyiliği teşvik ve
kötülükten alıkoyma güzel ahlak olduğu kadar kusur ve hataların örtülmesi de
güzel ahlaktır. Bu ikisinin çatıştığı noktada ikincisi yani kusur ve hataları
örtme tercih edilir. Bu da gösteriyor ki, iyiliği teşvik kötülükten alıkoyma
ilkesinin uygulamasında, diğer toplumsal ve ahlakî değerlerin ve ilkelerin göz
önünde bulundurulması zaruret arz etmektedir.
Abdullah b. Ömer’den rivayet edilen bir hadiste
Rahmet Elçisi şöyle buyurmuştur: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona
zulmetmez; bir bela ve musibete uğradığında veya düşman karşısında kaldığında
onu yalnız bırakmaz. Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da onun
ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman kardeşinin sıkıntısını ortadan kaldırırsa
Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarını kaldırır. Kim de bir kardeşinin
ayıbını, kusurunu ve eksikliğini örterse Allah da kıyamet günü onun günahlarını
örter yani affeder.” (Buhârî, “Kitâbü’l-mezâlim” 3).
İmam Matüridî’nin Te’vîlât’ta naklettiği
bir hadis ise ayıbı ortaya dökenin akıbetine işaret etmektedir: “Kim bir
kardeşinin ayıbını araştırırsa Allah da onun ayıbının araştırılmasına imkân
verir. Böyle bir imkân verildiğinde de ayıp meraklısı kendi evinde bile olsa
rezil ve rüsva olur.”
Demek ki, eden bulurmuş!
Alma muzlumun ahını, çıkar aheste aheste…
Bakınız: Matüridî,
Te’vîlât Ehli’s-Sunne, nşr. Fatıma Yusuf el-Hıyemi, Beyrut 1425/2004, I,
466.
Celaleddin Devvanî, Celal (Şerh
ale’l-Akîdetei’l-Adudiyye), Mahmud Bey Matbaası, İstanbul 1306, s. 81-82.
Nevevî, Riyâzü’s-sâlihîn, nşr. Suphi
Salih, İstanbul: Pamuk Yayınları 1990, s. 865-866 (Hadis no: 1568 ve 1570).
12
Cemaziyelahir 1443 / 15 Ocak 2022
0 yorum:
Yorum Gönder