HZ. PEYGAMBER VE DİNİN ANLAŞILMASI
Cağfer KARADAŞ
İlahî dinleri diğer dinlerden ayıran aşkın tanrı, ahiret ve melek inancı gibi bazı temel ölçütler vardır. Bunların yanı sıra Şehbenderzâde Ahmed Hilmi’nin deyimiyle tarihî şart yani dinin tarihteki gerçekliğinin belgesi demek olan peygamberlik, diğer bir ayırt edici özelliktir. Peygamberliği bu kadar önemli kılan, hak dinlerin ilahî bilgiye dayanması, bu bilginin de ancak peygamberlik kurumu vasıtasıyla bilinir olmasıdır. Zaten Kur’an’da peygamber kıssalarının ve indirilen kitapların sıkça ve genişçe anlatılmasının hikmeti de bu olsa gerektir. Tevrat, İncil ve Zebur gibi bilinen üç kitabın yanı sıra Hz. İbrahim’e verilen sahifelerden bahsedilmesi ve Kur’an’ın bunları tasdik eden bir kitap olarak geldiğinin belirtilmesi, ilahî bildirimlerin birbirini takip ettiğinin ve aralarında tutarlılığın bulunduğunun/bulunması gerektiğinin delilidir. “De ki: Ben peygamberler arasında benzeri olmayan biri değilim yani ilk defa peygamber olarak gelen ve ilk defa kitap getiren değilim. Öte dünyada bana ve size ne gibi bir muamelede bulunulacağını da bilemem. Ben sadece vahiyle bana bildirilene tabi olurum. Ben ancak ve ancak bir uyarıcıyım.” (Ahkâf 46/9) ayeti Hz. Peygamber’in (sav) Hz. Âdem’den başlayan ve kendisine kadar kesintisiz gelen peygamberler zincirinin son halkası olduğunu ifade eder. “O, peygamberlerin sonuncusudur” (Ahzâb 33/40) ayeti de bu hakikatin tasdik ve tespitidir.
Bu çerçeveden olmak üzere, oryantalistlerin Hz.
Peygamber ve İslam tarihi hakkında ileri sürdükleri iddialara cevap vermek
amacıyla kaleme aldığı Büyük İslam Tarihi adlı kitabının ‘Önsöz’ünde
Abdurrahim Zapsu şu kanaatini dile getirir: “Ahir zaman peygamberi bulunan Hz.
Muhammed aleyhissalatü vesselamın şahsiyeti tebellür etmedikçe İslam dini hakkında
bir kanaat elde edilemez”. Batılı bir araştırmacı olan Karen Amstrong, Muhammad
A Biography of the Prophet adlı kitabında batılılara, eski önyargılarından
vazgeçmeleri çağrısı yaptıktan sonra, İslam’ın doğru anlaşılması için
‘Muhammed’ (sav) figüründen başlanması gerektiği görüşünü dile getirir.
Demek ki Hz. Peygamber (sav) dini bilmenin ve
öğrenmenin temel ve yegâne kaynağıdır. O’nun yok sayılması, göz ardı edilmesi
veya paranteze alınması, din diye bir yapıdan bahsetme imkânını ortadan
kaldırır. Ayrıca Hz. Peygamber’in (sav) kelime-i şehadette geçen kul (abd) ve elçi
(rasûl) sıfatlarını birbirinden ayırmak veya sadece birine indirgemek, abartılı
yüceltme veya kutsama sonucu hayalî bir varlığa dönüştürmek, İslam açısından
kabul edilebilir değildir ve bu tür yaklaşımların öncelikle dine zarar verdiği
açıktır.
Bu durumda peygamberliği, bir anlamda dinin
mihveri olarak nitelemek de mümkündür. Çünkü din peygamberlerden
öğrenilmektedir. Bu hakikatin farkında olan âlimlerimiz, peygamberlik kurumunun
korunması için azamî gayret göstermişler; başta Hz. Muhammed Mustafa (sav) olmak
üzere peygamberlerin kişiliklerine ve kimliklerine zarar verecek tanım, tasvir
ve yakıştırmalardan uzak durulması hususunda uyarılarda bulunmuşlar; bu tür
faaliyet yürütenlerin ileri sürdükleri delilleri (şüpheler) geçersiz kılmak
için de yazdıkları yüzlerce kitabı bugüne miras bırakmışlardır.
Bakıldığında dünün müşriklerinden bugünün İslam
düşmanlarına kadar hepsinin Hz. Peygamber’i hedef almaları, itibarsızlaştırmak
için her türlü iftiraya başvurmaları, ellerindeki tüm araçları bunun için
kullanmaları peygamberliğin dindeki yerinin ne kadar önemli olduğunu göstermeye
yeter. Dünün müşriklerinin küçük düşürücü istihzaları neyse bugünün
densizlerinin karikatür veya espri adı altında ortaya koydukları seviyesizlik
de aynı şeydir. Bazı nasipsizlerin O’nun getirdiği hakikati “Ortaçağ zihniyeti”
diyerek küçümsemelerini, kendilerinin ortaçağın ötesindeki sapkınlıkları
sahiplenmelerini ört bas etmenin telaşı olarak değerlendirmek gerekir.
Sonuç
olarak İslam’ın anlaşılması, gerçek kimliğiyle Hz. Peygamber’in anlaşılmasına
bağlıdır. Bugün O’nunla doğrudan temas kuramayacağımıza göre, ölçümüz O’nun
söz, fiil ve onayının ifadesi olan sünnet-i seniyye ve öğrencileri olan
sahabilerinin ittifak ettikleri hususular yani icmâdır.
Bununla
birlikte tarihî şahsiyetlerin zamanın ilerlemesine paralel olarak
taraftarlarının veya karşıtlarının zihin dünyalarında farklı tasavvurlar
şeklinde ortaya çıkacağı, diğer bir deyişle, tarihî şahsiyeti herkesin
kendisine göre bir ‘model’ haline getireceği de yadsınamaz bir gerçektir.
Mezhepler bu gerçeğin tarihî ve somut örnekleridir. Ancak bu, aslı
tamamen dönüştürmek yani tahrif etmek noktasına götürülmemelidir. Zira bir
tarihî şahsiyetin ‘gerçek tarihi kimliği’ ile bağlarının tamamen koparılması veya
aslına aykırı bir şekilde dönüştürülmesi, yok sayılması veya hayalî bir varlığa
indirgenmesi anlamına gelir.
Bize
düşen, Hz. Peygamber hakkında zihinlerde oluşmuş asılsız tortuların gerisindeki
gerçek peygamber tasavvurunu keşfetme ve temel kaynaklarda tasvir edildiği
şekliyle zihinlerde her daim makes bulmasını sağlama gayreti ve titizliği
içerisinde olmaktır.
“De ki:
Ben sadece sizin gibi bir insanım. Şu var ki bana ilahınızın ancak bir ilah
olduğu vahiyle bildirilmekte. Artık her kim Rabbine kavuşmayı bekliyorsa doğru,
güzel ve faydalı işler yapsın ve ibadetinde hiçbir şeyi Rabbine ortak
koşmasın.” (Kehf 18/110).
29
Cemaziyelevvel 1443 / 2 Ocak 2022
0 yorum:
Yorum Gönder