HAKİKATTE
BÜTÜNLÜK
Cağfer KARADAŞ
Ne demiştik? “Ben bilirim”, “Ben bulurum”,
“Ben kurtarırım” diyenler kendilerini ve başkalarını aldatanlardır. Hepsi
birden aldananlardır. Aldatan da aldanan da kaybeder. Biri sahtekârlığından
diğeri tamahkârlığından.
Bunlar birkaç tipten oluşur: Kimi göksel âlemle ilişki kurduğunu iddia eder, kimi gökteki yıldızlardan yorum üretir, kimi ilahî alandan bilgi aldığını ihsas eder, kimi düşe yatıp ermiş havasına girer, kimi ise gündüz gözü kimsenin görmediğini görür… Çoğaltmak mümkün bu örnekleri. Akıllı sanılan bazı insanların yanlış yorumları da bu tiplere dayanak teşkil eder.
Geçmişte koca koca adamlar göğü
hakikatin kaynağı, kapalı bilginin yumağı, hakikat erenlerinin oymağı
zannetmişler. O kaynağa ulaştıklarında, yumağın bir ucunu tuttuklarında, göktekilerle
irtibat kurduklarında hakikate ulaşacakları vehmine kapılmışlar. Kimi faal
akılla ilişki ve iletişim kurma derdine düşmüş, kimi fanilik perdesi arkasında
bakilik düşüne yatmış; kimi erdim, kimi ulaştım, kimi ilişki kurdum demiş. Ama
her birine itibar edenler bulunmuş. Bu itibarlar onları daha bir tahrik etmiş,
uçurumun kenarına itmiş, kimi düşmüş, kimi son anda kurtulmuş.
Aldatanlar da aldananlar da verilen imkânları
ve bulundukları şartları yeterli bulmayanlardan çıkmış; sizin anlayacağınız
duygularına yenik düşen, harislerden ve kanaatsizlerden. Daha fazlasını
istemiş, hırs sarmalının içine düşmüş, döndükçe dolanmış, dolandıkça
ilerlediğini sanmış; dönmenin verdiği sarhoşluğa kapılmış, gündüz güneşin
parıltısı, gece ayın ışığı, yıldızların ışıltısı gözünü almış, böylece geçici
ışıkların cazibesine kapılmış, sonunda her şey kararmış, bir çukura yuvarlanmış,
dibi bulmuş, ne kendi olmuş, ne etrafını oldurmuş…
Düşünmezler ki evren Allah’ın
yarattığı varlıkların bütünü, insan bu bütünün küçük bir unsuru. Evreni de
insanı da parçalayanlar, her ikisine de zarar vermişler, hala vermekteler. Hâlbuki
evren göğüyle ve yeriyle, görüneniyle ve görünmeyeniyle bir bütün olduğu gibi,
insan da ruhuyla ve bedeniyle bir bütün. Yer göğe, görünen görünmeyene, insan
evrene, ruh bedene, beden ruha… ama hepsinin toplamı bir Yaratıcıya muhtaç. Her
bir parçanın tek başına ne bir anlamı ne de kendine yeterli olması söz konusu.
Ne işe yarar tek başına ruh veya ruhtan ayrılan beden? Gidenin gelmediği yer
olmasa ne anlam ifade eder yaşanılan hayat? Bir gün gelecek, vakit dolacak, o gelinmeyen
yere herkes gidecek.
Her şey fâni, Allah bâki; her şey
muhtaç, Allah müstağni.
Demek ki neymiş? Evrene, insana,
hayata ve varlığa bir bütün olarak bakmak gerekmiş. Görülen ayrılıklar ve
aykırılıklar seni aldatmasın! Kadın ve erkek birbirinden ayrı ve birbirine
aykırı ama insanlığın devamı onların birlikteliğine bağlı. Toprak, hava, ateş
ve su da birbirinden ayrı ve birbirine aykırı. Ama toprak havaya, hava suya, su
ateşe ve insanoğlu hepsine muhtaç.
Kopabilir misin topraktan, içme hele
bir sudan, nefes alma havadan, ısınma ateşten?
Niye korkar insanlar acaba son
nefesten?
Sen bu saydıklarımda güç vehmetme,
hepsinin ipi Yüce Kudretin elinde. Nefes verdiren de nefesini kesen de O’dur
nihayetinde. Zira Yüce Yaratan böyle kurmuş düzeni, her şeyi her şeye muhtaç
kılmış, hepsinin ipini de avucuna almış.
Hakikati keşfetmek, işte bu bütünü
görüp her şeyin bir ve yegâne olan Yüce Allah’ın bilgisi, dilemesi ve
eylemesine bağlı olduğunu bilmektir. Aksi ise, çokluğun sarhoşluğuna kapılıp
bütünlüğü görmemek, ayrılık derdine düşüp birliği yok etmek, vahdet denizinde
kesret dalgasına kapılmak, yüce dağda bir tümseğe takılmak, düz ovada bir
çukura saplanmak, denizi geçip derede boğulmak, dağı aşıp düz yolda
şaşırmaktır.
8 Rebiulevvel
1443 / 14 Ekim 2021
0 yorum:
Yorum Gönder