Ebû Ömer b. Dâvud
Her inancın bir geçmişi var. Geçmişi yoksa ona bir geçmiş hazırlanır. Bu sebeple geçmiş ile inanç arasında sürekli bir ilişki olması anlaşılabilir bir durum…
Dinle tarih birbirlerini inşa ederler. Bazen din tarihî gelişmelerle şekil alır, bazen de tarihe inanç ve kanaatlere göre ayar verilir.
Geçmişte meşruiyet arayışı,
bir anlatının hoşa gitmemesi, küçük ya da büyük rötuşlarla olanı olması
gerektiği gibi gösterme, dini tercihlerin sonuçlarından bir kısmıdır. Bu yaklaşım
sebebiyle tarihçiden beklenen olanı değil, olması gerekeni anlatmasıdır. Bu da
yetmez, anlattığına inanması yani kurgusal ve manipüle edilmiş ilmiyle âmil
olması gerekir.
Dinin geçmişte meydana gelen
olaylar gibi tarihin konusu olması kaçınılmaz… En azından kişi ile Allah
arasında öznel ve içsel ilişkinin dışında kalan boyutu için durum bu… Hatta öznel
olanın dışa yansıması da tarihin konusu...
Buraya kadar sorun yok.
Asıl sıkıntı tarihte olan
bazı gelişmeleri, insanların kişisel tercihlerini, tutum ve davranışlarını,
çoğu zaman iradi olmayan içinde bulundukları olayları din zannetmek…
Geçmişte vuku bulan olayların
kendi koşulları içinde anlamı ve etkisi varken sonraki dönemler için tarihi bir
olay olmanın ötesinde bir anlam ve önemi yok.
Tarih açısından saat hiçbir
zaman durmaz.
O zaman neden gönüllü olarak
saat durmuş gibi yaşayalım?
Başkasının iradi ya da gayri
iradi yaşadıklarını neden kendimize din olarak kabul edelim?
Hataları yok sayarak, tevil
ederek, doğruları abartarak kendimizi neden kandıralım?
Tarihi tarih olarak, dini
metinleri kendi evrenini dikkate alarak okuyalım. Onun da tarihle ilişkisini
göz ardı etmeden… O zaman tarih okurken tüylerimiz diken diken olmaz, insanı
insan olarak okumuş oluruz.
Bir insanı canavar, bir
diğerini melek olarak gösterme yanılgısına gönüllü olmaya gerek var mı?
Aklımızı teslim etmeden ve
meseleyi iman konusuna çevirmeden hakikatin peşindeki tarihçinin anlattıklarına
kulak verirsek tarihi bize din diye yutturan insanların sihrinden kurtulur,
irademizi başkasının eline koymayız.
Esaret zincirlerinden
kurtulmanın yolu, bize sunulan, sorgulanamaz olduğu iddia edilen perspektifle
değil, akıl ve muhakemeyle, tefekkür ve teenniyle, serinkanlılıkla ve sükûnetle
geçmişi anlamak, bugünü yaşamak ve geleceği planlamaktan geçer.
Bizi akletmeye çağıranlar
değil, körü körüne inanmaya davet edenler daha çok yanıltır.
Tarihi bize din dine anlatanlar,
mezhebin görüşüne göre tarih diye bir hakikat olduğunu zannedenler yanılgılarına
bizi ortak etmek isteyebilirler. Bunlar çoğu zaman yanılgı içinde olduklarını
bilmezler, düşünmezler, kendilerine ihsas ettirildiğinde ise savunmaya geçerek
kabul etmezler.
Mezhebin görüşüne göre tarih
olmaz, mezhebin görüşüne göre yorum olur, o da çoğu zaman yönlendirici, bazen
de yanıltıcı olur.
Gelin tarihe din olarak
inanmaktan vazgeçelim.
Gelin tarihin ve dinin yakasından
düşelim.
Hem tarih ve din rahatlasın
hem de biz rahatlayalım.
0 yorum:
Yorum Gönder