TARİH VE TARİHÇİ
Yazar: Adnan Demircan
Beyan Yayınları, İstanbul 2016, 175
s.
Engin SANDIK[1]
Adnan Demircan tarafından kaleme
alınan eser, 2016 yılında İstanbul’da Beyan Yayınları tarafından basılmıştır.
Ana planına bakıldığında eserin önsöz, giriş, beş bölüm, sonuç ve ek’ler kısımlarından oluştuğu görülmektedir. Önsözde yazar önemli sorunları, usul ve metodoloji noktasında sahadaki eksiklikleri dile getirmekte, tarih alanındaki bazı hususları eleştirmektedir. Ayrıca eseri kaleme almadaki amacı ve yöntemlerini belirten yazar, faydalandığı kaynakların da bir kısmı hakkında bilgi vermektedir.
Önsözde dikkat çekildiğine göre İslam
tarihi dünya tarihinin pek tabii bir parçasıdır. Dolayısıyla genel tarih yöntemlerinin
bu alanda da geçerli sayılacağını söylemek mümkündür. Buna mukabil yazar,
çalışmaları esnasında yaptığı tespitlerden hareketle İslam tarihi usulü
sahasında metodoloji çalışmalarının yetersiz olduğunu ifade etmekte ve söz
konusu eseriyle bir sistem kurma iddiasında olmadığını belirtmektedir. Fakat bu
çalışmanın alandaki eksikliklerin tamamlanmasına katkı sağlamak ve sorunlara
çözümler üretmek amaçlarına matuf kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Ayrıca
müellif yüzeysel anlatımların tarihin
içini boşalttığını (s.12) ifadesiyle “genel, kronolojik bir tarih
anlatımının yanı sıra sahaya ilişkin düşünsel, mantıki, metafizik boyutta
çalışmalar yapılmasının gerekliliğini” vurgulamaktadır.
Yazar, önsözde “Elinizdeki çalışma, mutlak olarak tasvir edilmesi mümkün olmadığına
inandığımız hakikate ulaşma gayreti içinde çözümlemeler yapmak isteyen bir
araştırmacının çektiği sıkıntıların kaleminden dökülen ifadeler olarak
değerlendirilmelidir” (s.11) sözleriyle kendisine atıf yapmakta ve
kendisini “hakikate ulaşma gayreti içinde çözümlemeler yapmak isteyen bir
araştırmacı” olarak nitelemektedir. Ayrıca bu ifadeler çalışmanın çıkış
noktasına da işaret etmektedir.
Giriş bölümünde tarih ilminin neliği
tartışılmakta, tarihin önemi ve sosyal bilimler arasındaki konumu ele alınmaktadır.
Farklı -sığ veya kapsamlı- tarih tanımlamalarına yer verilmekte, tarih ve
tarihçilik kavramları üzerinde durulmaktadır. Birbiriyle ilişkisi konusunda
tespitler yapılan “geçmiş-gelecek-tarih” mefhumları üzerinden tarihin
görevleri, vazifeleri, sağladığı yararlar ve nesnellik meselesi izah edilmeye
çalışılmaktadır.
Tarihin sosyal bilimler içerisinde
önemli bir yeri vardır. Devirlere ve kişilere göre tarihin farklı tanımları
yapılmıştır. Örneğin İsmail Özçelik, tarihi “geçmişteki
olayları yer ve zaman göstererek anlatan bir bilim” (s.15) olarak tanımlamıştır. Çalışmada verilen
kapsamlı bir tavzihle tarih; “insan
topluluklarının bütün faaliyetlerini, geçirdikleri gelişmeleri ve aralarında
geçen olayları yer ve zaman göstererek, sebep-sonuç ilişkisi içinde, belgelere
dayanmak suretiyle araştıran ve günümüze nakleden sosyal bir ilimdir” (s.16).
Yazar bu tariflere karşılık tarih ilmine, manası daha geniş, metaforik bir açıklama
getirmektedir: Hayata dair bir görüşe
sahip olmak (s.15). Bu tanımdan anlaşılan o ki tarih, genel tasvirlere
ulaşmak ve bunlar üzerinden hakikat hakkında bilgi sahibi olmaktır. Çünkü tarih
sayesinde insan, etrafındaki olayları daha iyi gözlemler, tespitler yapar,
analiz ve değerlendirmelerde bulunur. Bu da insana hayata dair bir görüş sahibi
olması noktasında yardımcı olur.
Çalışmada yapılan açıklamalara göre
tarihçilik; olayları hikâye etmek, onları art arda sıralamak demek değildir. Vakalar
arasındaki ilişkileri anlamak, anlamlandırmak, somut ve soyut tespitlere
ulaşmaktır. Yani aslında tarihçilik bir “anlam/hakikat” arayışıdır. Yazar da
eserini; geçmişi, olguların hakikatini
anlamak ve anlatmak için araştıranlara ve yazanlara ithaf etmektedir.
Geçmiş-gelecek-tarih kavramları
arasında derin ve sıkı bir ilişki olduğu ifade edilmektedir. Çünkü insan
geçmişle gelecek arasındaki bir konumdadır. İnsan geçmişini merak eder, tarih
de insan ile geçmişi arasında köprü görevi görür. Bu bağlamda tarihin birtakım faydalarından
söz etmek mümkündür. Tarih insanın kendini, toplumunu tanıyıp bilmesine,
kimliğini korumasına yardımcı olur. Tarih bir meşruiyet kaynağıdır. Tarih,
kişinin özgüvenini arttırır. Tarih; mazi, an ve ati hakkında daha doğru,
sıhhatli ve dayanakları güçlü bir kavrayış kazandırır. Tarih, bireyin ait
olduğu kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlar. Tarih kişiye geçmişi bilme,
bugünü tahlil etme ve gelecek hakkında öngörü sahibi olmasında destek olur. Dolayısıyla
yazar, tarihi geçmişle sınırlandırmamakta, günümüz ve gelecek ile ilişkilendirmektedir.
Birinci bölüm, “tarih-tarihçi-olgular-yönetim” kavramları arasındaki ilişki üzerine inşa edilmiştir. Bu kısımda
yazar, tarihçi geçmişte meydana gelen olaylara nesnel bir bakış açısıyla bakabilir mi (s.21)
sorusuna cevap aramaktadır. Müellif; din, dil, mezhep, kültür, zihin, çevre,
eğitim, siyaset, malzeme/olgu/rivayet açılarından nesnelliğin ve öznelliğin
varoluşsal durumunu irdelemektedir. Bu bağlamda tarihçinin durumu, tarihçiyi
etkileyen ve yorumunu yönlendiren faktörler, bunların nitel durumları, fonksiyonları,
tesirleri ile olguların özellikleri tespit edilmeye ve açıklanmaya gayret
gösterilmiştir. Bütün bunlarla birlikte sorunlara çareler, çözümler ve cevaplar
üretilmiştir. Ayrıca İbn Haldun’un tenkitleri üzerinden “olması gereken tarihçi”
profili belirlenmeye çalışılmıştır.
Yazarın izahlarından özetle
tarihçinin nesnelliğini etkileyen, tarih okumalarında ve yazımında göz önünde
bulundurulması gereken unsurlar:
- Tarihçi; mensup olduğu din,
mezhep, dil, kültür, zihin, çevre, eğitim, toplum, siyasi görüş veya
dönemindeki siyaset ve bireysel tecrübelerden bağımsız düşünülemez.
- Tarihçinin kullandığı kavramlar nesnelliği etkiler.
- Malzeme/belgeler tarihçinin alanını sınırlar.
- Tarihin olguları tamamen nesnel olamaz. Olguların güvenilirlik
durumu tarihçiyi yönlendirir.
- Önceki tarihçiler bilerek olguları karartmış, değiştirmiş olabilir.
- Kötü niyetlerle rivayetlere müdahale edilmiş, rivayetler uydurulmuş
olabilir.
- İyi niyetle olgular üzerinde tasarrufta bulunulabilir.
- Tarafgirlik tarihçinin olguları yönlendirmesinde etkili olabilir.
- Tarih, iktidarlar tarafından meşruiyet aracı olarak kullanılabilir.
- İdeolojik ve siyasi tercihe göre tarihi olgular değiştirilebilir.
- Siyaset tarihi yönlendirici bir unsurdur.
- Tarihçinin, toplumun veya devletin ideolojik bakışı tarih
okumalarını etkiler.
- Olguların bir kısmı ulaşmış olabilir.
- Olgular, gerçeğin çok az kısmıdır.
- Olgular arasında ilişki ve süreklilik vardır.
- Olguları anlamak için derin ve geniş bir bakış açısı gereklidir.
Yazar, tespitleriyle bir perspektif
sunmakta ve tarihçiye görevler yüklemektedir:
- Tarihçi, tarihsel olguları tespit etmelidir.
- Tarihçi, olgular arasından seçim yapmalıdır. Tarihçi seçicidir.
- Tarihçi, olgular arasındaki ilişkiyi irdelemelidir.
- Tarihçi olgu-yorum ilişkisini kurabilmelidir.
- Tarihçi, varsayımlarda bulunmalıdır.
- Tarihçi, durmadan niçin sorusunu sormalıdır.
- Tarihçi, olgulara tüm değer yargılarından (millet, din, dil,
mezhep, siyasi görüş, ekonomik durum) sıyrılmış şekilde en tepe noktadan
bakabilmelidir.
- Tarihçi, olgularla ilgili farklı müelliflerin görüşlerini
incelemelidir.
- Tarihçi, farklı malzemeler kullanmalıdır. Hakikate giden yol tek
değildir.
- Tarihçi, derin ve geniş bir bakış açısına sahip olmalıdır.
- Tarihçi, olguları iyice tahlil etmelidir.
- Tarihçi, incelediği dönemi ve konuyu olabildiğince dar tutmalıdır.
- Tarihçi, konunun diğer yönlerini ve bütünü ihmal etmemelidir.
- Bir yandan olgularla ilgili belgeleri bir araya getirerek tarih yazarken aynı zamanda kendisi de yeni olgular içinde rol alan bir kahramandır.
Yazar birinci bölümün sonlarına doğru İbn Haldun’un tarihçilere yönelttiği eleştirilere ve önerilere yer vermektedir. İbn Haldun’un tarih ve tarihçiliğin neliği, tarihçinin görevleri vs. konularındaki görüşleri günümüz araştırmacılarına kılavuz niteliğindedir. İbn Haldun’un usul sisteminde yer alan tavsiyeler şöyledir:
-
Tarihçi,
değişimi göz önünde bulundurmalıdır.
-
Zaman
değiştiğinde yöntem değişikliği de gereklidir.
-
Taklit
bırakılmalıdır. Bazı tarihçiler öncekileri taklit ederek hataya düşmüştür.
-
Tarihçi,
olayları kendi şartlarından ayrı düşünmemelidir.
-
Geçmiş,
bugünün değer yargıları üzerinden değerlendirilmemelidir.
-
Tarihçi,
olayları aşırı derecede kısaltarak anlatmamalıdır.
-
Rivayetler
abartılarak aktarılmamalıdır.
-
Rivayetler
iyice araştırılmalı, kritiğe tabi tutulmalıdır.
-
Şahısların
hem kötü hem iyi özellikleri nakledilmelidir.
-
Tarihçi,
haberleri benzerleriyle kıyaslamalıdır.
-
Tarihçi,
gözlem ve inceleme yapmalıdır.
-
Tarihçi,
donanımlı olmalıdır.
-
Tarihçi,
değişik kaynaklara başvurmalıdır.
-
Tarihçi;
sistemli, dikkatli, sağlam bakış açısına sahip olmalıdır.
-
Sadece
nakle dayanılmamalıdır.
- Tarihçi;
varlık, siyaset, ahlak, örf, gelenek, din, mezhep, toplumlar ve bölgeler hakkında
bilgi sahibi olmalıdır.
-
Tarihçi,
kendi yaşadığı devre hâkim olmalıdır.
-
Tarihçi,
sebep-sonuç ilişkisini dikkate almalıdır.
- Tarihçi, geçmiş-bugün kıyaslamaları yapmalıdır.
İkinci bölümde yazar, “tarih-kaynaklar” ilişkisi üzerinden ilk olarak İslam ilim geleneğinin oluşum süreci
ve özellikleri hakkında bilgi vermektedir. Bu bağlamda yazılı-sözlü gelenek,
Hz. Peygamber ile tedvin ve telif dönemleri, rivayetlerin sıhhati, kritiğe tabi
tutulması; kaynakların nesnelliği ile İslam Tarihi alanındaki usul ve tenkit
anlayışı konusundaki yetersizlikler gibi problemli meseleler ele alınmaktadır. Bunların
yanı sıra Kuran’ın ve Hadis literatürünün Siyer ile İslam tarihi alanlarındaki
önemine işaret edilmekte, kaynaklık değerleri üzerinde durulmaktadır.
Öyle ki Hz. Peygamber dönemiyle
ilgili bilgiler yeterli değildir. O devirde bireysel çalışmalar dışında bir
kayıt kültürü yoktu, ileriki yüzyıllarda dönemle ilgili bilgilere ihtiyaç ortaya
çıkınca bunların kayıt altına alınması gerektiği anlaşıldı. Hz. Peygamber'in risaletten
önceki hayatı konusundaki verilerde de sıkıntılar mevcuttur. Önceki dinlerin
anlatılarıyla mucizevi bir peygamber algısı inşa edilmiş, bu algı ileride
mutlak bir inanç olarak benimsenmiştir.
Rivayetlerin doğruluğu ve yanlışlığı
çalışmada tartışılan sorunlar arasındadır. Bir rivayetin rivayet edilmiş olması
onun doğruluğunu göstermemektedir. Rivayetlerle ilgili sağlam, ilmi, tutarlı
bir metot ve mukayeseli metin okumaları yapılmalıdır. Olgularla ilgili siyasi,
mezhebi görüş farklılıkları bulunmaktadır. Bunlar tartışmalara yol açmaktadır.
Aidiyetler ve kimlikler hakikati yönlendirmemelidir.
İslam tarihi sahasındaki bir başka problematik,
tarih ilminin ihmal edilmiş olmasıdır. Tarihte bir “İslam tarihi metodolojisi”
geleneği oluşturulamamıştır. Bu alandaki çalışmalar sınırlıdır.
İkinci bölümde ele alınan hususlara
bakıldığında “Kuran; dil-tarih-dönem-kültür” ilişkisinin incelendiği açıkça görülmektedir.
Kuran'ın hangi metotla okunacağı ve ne şekilde kaynak alınacağı önemli bir
sorundur. Çünkü bu, usule ihtiyaç duyulan bir konudur. Yazarın izahlarına göre Kuran
kaynak olarak kullanılmalı, diğer kitaplar onun çerçevesinden okunmalıdır.
Kuran’da yer alan Siyer’le ilgili bilgiler doğru bir şekilde kullanılmalıdır. Kuran’ın
doğru anlaşılması için dilinin, indiği toplumun ve dönemin iyi bilinmesi
gereklidir. Kuran’dan cahiliye döneminin siyasi, dini, ekonomik, kültürel
durumu, Hz. Peygamber’in hayatı, müşriklerin tavırları, Müslümanlar ve diğerleri
arasındaki ilişkiler, dönemin insanının karakteri, psikolojisi, dine bakışı
gibi konular hakkında malumat elde edilebilir. Dolayısıyla doğru
anlaşılabilmesi için Kuran’ın her ayeti, kendi bağlamı içerisinde
değerlendirilmelidir.
Yazar, kaynakların objektifliği
meselesini irdelemekte, kaynaklar konusunda ihtiyatlı davranılması gerektiğini
ifade etmektedir. Kaynakları dönemin siyasi, kültürel durumuyla birlikte
düşünmek gerekmektedir. Herhangi bir dönemle alakalı toptancı eleştirilerden
kaçınılmalıdır. Kaynaklar yetersiz olduğundan dolayı geçmişteki olayları tüm
yönleriyle kuşatmak mümkün değildir. Kaynaklar geniş bir vizyonla dönemin şartları
dikkate alınarak okunmalıdır. Uygun ve gerekli bilgiler seçilmelidir. Rivayetler
tenkit edilmeli, genel tasvirlere ulaşılmalıdır. Râvilerin seçtiği kelimeler ve
mesaj iyi anlaşılmalıdır. Rivayetin zamana ne kadar direndiği tespit edilmeye
çalışılmalıdır. Eleştiri geleneği yaşatılmalıdır. Müslümanlar iki kutuplu olmalıdır;
hem gelenekten beslenmeli hem de gerektiğinde geleneği eleştirerek geliştirebilmelidir.
Üçüncü bölümde “tarih-hakikat” kavramları arasında bağlantı kurulmaktadır. Bugün bile şahit
olduğumuz olaylarda kesin bilgiye sahip değiliz. Hakikat çok yönlü ve tartışmaya
açıktır. Tek bir hakikatten söz etmek mümkün değildir. Olan olayla yazılan
farklıdır. Yazılanda insan zihninin yorumu bulunur. Yazılanda çeşitli yönlendirmeler
yapılmış, uydurma rivayetler nakledilmiş olabilir. Olaylar arasında sebep-sonuç
ilişkisi kurulmalıdır. Doğal afetler gibi insanoğlunun iradesi dışında gelişen
olaylar göz ardı edilmemelidir. Çünkü bunlar tarihe yön veren hadiseler
olabilir.
Dördüncü bölümde “tarih-yorum”
ilişkisi bağlamında “fert-toplum-devlet” mefhumları
arasındaki münasebet irdelenmektedir. Bu konuda tarihçilerin olaylar
karşısındaki farklı yorumlamalarına dikkat çekilmektedir. Tarihin yeni
metotlarla ve tahlili tarzlarla tekrar yazılması gerekir. Her yorum kendi
döneminin inanç değerlerinden etkilenir. Tarihi hadiseler ideolojik olarak
yorumlanmamalıdır. Olaylar kendi bağlamı içinde değerlendirilmelidir.
Tarihçinin mensup olduğu din onun anlayışını yönlendirmemelidir. Tarihçi
genellemelerden uzak durmalı, istisnaları da göz ardı etmemelidir. Parça
olaylar üzerinden genel yargılara gidilmemelidir. Parçayı bütünle anlamak,
bütünün içinde bir yere oturtmak gereklidir. Tarihsel yorumlar insanın fıtri
özelliklerinden, arzularından bağımsız düşünülemez. Kavramlara yüklenen anlamlar
ve tarihin kutsanması olay hakkında yapılan yorumların seyrini değiştirir.
Tarihçiler, durdukları yere göre tarihe farklı yorumlar getirirler.
Beşinci bölümde “tarih-medeniyet” bağlantısı izah edilmektedir. İslam medeniyetinin temelinde vahiy vardır. Tarih; medeniyet bilinci ile kimlik oluşumuna, ahlaki ve manevi değerlerin gelişmesine katkı sağlar. Ulusal birlik ve beraberlik zihniyetini sağlarken aynı zamanda bölücü bir işlev de gösterebilir.
Kaynaklar
Bibliyografik bilgi içeren eserin
sonunda derli toplu bir kaynakça ve indeks bulunmaktadır. Tarih metodolojisi
alanında yazılan eserler, İslam tarihi ve Hadis klasikleri, ansiklopedi
maddeleri, yerli ve yabancı ilim insanlarının eserleri kitapta kullanılan
kaynak gruplarıdır.
Eserde çağdaş yazarların belli başlı
usul eserlerinden faydalanılmıştır ancak İslam tarihi alanında kayda değer bir usul
eserinden yararlanılamadığı da anlaşılmaktadır. Bu durum, İslam tarihi alanında
bir metodoloji eksikliği olduğu anlamına gelmektedir. Zaten yazar da önsözünün
sonunda bu hususu vurgulamaktadır. Bu nedenle usul anlamında alan dışına
çıkılmak zorunda kalınmıştır. Yazarın kullandığı çalışmalar incelendiğinde en
başta gelen eserlerin Mübahat Kütükoğlu, İsmail Özçelik, A. Zeki Velidi Togan,
Ahmet Güneş, İrfan Aycan, İbrahim Sarıçam adlı yazarların kaleme aldığı, tarih
usul ve metodolojisi alanında yazılmış kaynaklar olduğu görülmektedir. Ayrıca
bu sahada E. Bernheim, Edward Hallet Carr, Leon-E Halkin, Shelley Walia gibi yabancı
yazarların çevirilerinden de istifade edilmiştir.
Kaynaklara bakıldığında İbn Sad, İbn
Hişam, Taberi gibi müelliflerin temel İslam tarihi klasiklerinden yararlanıldığı
müşahede edilmektedir. Buhari, Müslim, Ahmed bin Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi,
İbn Mace, Darimi vs. temel hadis eserleri de yararlanılan çalışmalar
arasındadır.
Yazar çeşitli konularda Mehmet
Apaydın, Mustafa Fayda, Muhammed Hamidullah, Muhammed Bedi Şerif, Yakut
el-Hamevi gibi Türk ve Arap yazarlardan faydalanmıştır. Ancak Arap yazarların
sayısı diğer kaynaklara oranla oldukça azdır. Türk yazarların hazırladığı
ansiklopedi maddeleri de kullanılan kaynaklardandır.
Kaynaklar konusunda temas edilebilecek bir husus da yazarın literatür bilgisinin genişliği ve kaynaklara olan hakimiyetidir.
Üslup
Akademik Yaklaşım – Akademik usullerle (taslak,
plan, dipnot, içerik, şekil ve dil itibariyle) meydana getirilen eser, tez
yazım kurallarına uygun olarak hazırlanmıştır. Araştırmaya, incelemeye dayalı,
analitik, metodik ve sistematik bir çalışmadır.
Temel Hareket Noktasının Belirlenmesi – Üslup açısından sorgulanması gereken ilk mesele, yazarın bu eseri
hangi düşünceden yola çıkarak meydana getirdiğidir. Metinde daimî bir nesnellik
vurgusu vardır. Öyle anlaşılıyor ki yazar, çalışmasında nesnelliğin gerçekleştirilmesinin
yol ve yöntemlerini araştırmıştır. Dolayısıyla nesnellik usulün merkezine oturtulmuş
ve metin bu düşünceden yola çıkılarak inşa edilmiştir: “Günlük yaşamda da tarafsızlık bir metot olarak kullanılırsa insanlar
çok isabetli sonuçlara ulaşabilirler” (s.76) ifadesiyle bu husus açıkça
belirtilmektedir.
Kurgusal ve Sistematik Yaklaşım – Yazar,
“olgular-yönetim-kaynaklar-hakikat-yorum-medeniyet” gibi kavramları tarih-tarihçilik-tarihçi
kavramlarıyla ilişkilendirerek ele almakta, bunlarla bağlantılı olarak sorun
tespitleri yapmakta, meselelere düşünsel, düşündürücü, akli ve tatmin edici cevaplar,
çözüm önerileri ve tezler ortaya koymaktadır. Buna “Bundan kurtulmanın imkânı var mıdır? Kanaatimize göre bundan tamamen
kurtulmanın imkânı yoksa da bir tarihçinin sırf mezhep perspektifinden
hareketle tarih okuması yapması yanlış bilgiler inşa edilmesine sebep olabilir”
(s.133) gibi ifadeler örnek olarak gösterilebilir. Dolayısıyla eserin kemik
yapısı: “Birbiriyle İlişkili Çatı/Genel Kavramların Belirlenmesi – Sorun
Tespiti – Sorular Sorma – Cevaplar/Tezler Ortaya Koyma”.
Geniş Bakış Açısı ve Çok Yönlü Değerlendirmeler – Çalışmada meselelere spesifik bir açıdan bakılmamakta, konularla alakalı
çok yönlü değerlendirilmeler yapılmaktadır. Bu ele alış biçimine “Muhalifler
hakkında belgeleri karartan bir iktidardan söz edebileceğimiz gibi muhaliflerin
iktidara karşı oluşlarının gerektirdiği bir öznellikten de söz edilmelidir” (s.26)
ibaresi açıklık getirebilir. “Bununla birlikte” zarfıyla başlayan cümleler de
bu hususu destekleyecek mahiyettedir. Mesela kaynakların bilgiler konusunda
yetersiz olduğu söylenmekte fakat genele bakıldığında Müslümanların meydana
getirdiği literatürün önemine de vurgu yapılmaktadır: “…Bununla birlikte İslam tarihi kaynaklarının çok geniş bir çerçeveye
sahip olduklarını, Müslümanların ürettikleri literatürün diğer medeniyetlerle
mukayese edildiğinde küçümsenmeyecek genişliğe sahip olduğunu ifade etmek
yanlış olmaz” (s.82). Bütün bunlardan sonra
söylenebilir ki çalışma düşünsel, soyut, derinlikli bir bakış açısıyla kaleme
alınmıştır.
Neden-Sonuç Odaklı Anlatım – Konuları neden
sonuç bağlamında ele alan yazar, nedenlerden ve sonuçlardan bahsedilen yerlerde
maddeleme yöntemini kullanmaktadır (s.60,61). Hatta kitapta herhangi bir
meselenin nedenlerine veya sonuçlarına dair özel bölümler de açılmıştır. Bu yöntem,
yazarın sistematik bir yaklaşıma sahip olduğunu göstermektedir.
Yorumlama ve Değerlendirme – Yazar
konularla ilgili farklı yazarların görüşlerinden istifade etmekte (s.150) ancak
yer yer kendi çıkarımlarına ve yorumlarına da yer vermektedir. Örneğin İbn Haldun’un
görüşlerini naklettikten sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İnsanlar hakkında olumsuz rivayetleri
nakledenler, bir kısmı doğru olsa bile, hayatın bir anında meydana gelmiş bir
olayı, kişinin hayatının tümüne teşmil edecek şekilde naklettiklerinde onlarla
ilgili bir algı oluştururlar. Bu seçmeci yaklaşım, tarihçilerin her zaman
kaçınması gereken bir durumdur” (s.55).
Düşündürücülük – Yazar bazı ifadelerinde, “…Bu rivayetleri “nasıl eleştiriye tabi
tutacağımız” hususu ise üzerinde düşünmeye değer bir sorundur” (s.60) cümlesinde
olduğu gibi okuyucuyu düşünmeye sevk etmekte ve okuyucudan sorular sormasını
istemektedir.
Mukayese – Yazar bazen
geçmiş ve günümüz kıyaslamalarına gitmekte, geçmişteki problemlerden hareketle bugüne
ışık tutmaya çalışmaktadır (s.71). Dolayısıyla kendi çağındaki olaylardan ve
gelişmelerden haberdar olduğu ve bunları yorumladığı anlaşılmaktadır (s.143). Müellif,
geçmiş bugün kıyaslamaları üzerinden insan karakteriyle ilgili çıkarımlar ortaya
koymakta, geçmişteki insanlarla ilgili hükümler vermektedir. Örneğin: “Bugünün insanından beklediğimizi geçmişteki
insandan da bekleriz” (s.137).
Varsayım Odaklı Anlatım – Yazar kimi
yerlerde varsayımlar ve bunlar üzerinden ortaya konulan akli değerlendirmelerle
konuları izah etme gayreti içerisinde olmuştur: “…Örneğin bir rivayette ele alınan bir savaşa 100.000 kişinin
katıldığından söz edildiğini farz edelim.
Savaşın cereyan ettiği alana baktığımızda buraya 100.0000 kişinin sığması
mümkün değilse bu rakamlarda bir abartı bulunduğuna ya da rivayette yerle
ilgili verilen bilginin problemli olduğuna hükmedebiliriz. O zaman anlarız ki
sayılarda abartılar var. Ayrıca rivayetleri de birbiriyle kıyaslamak önemlidir”
(s.73).
Sorular Sorma – Yazar metin
içinde zaman zaman meseleyle bağlantılı sorular sorarak konulara bakışı canlı
tutmakta, okuyucuyu düşünmeye sevk etmektedir: “Kuran bir tarih algısı ortaya koyuyor mu, yoksa biz mi algımızı Kuran’a
atfederek temellendiriyoruz? Kuran’ın –varsa- tarih algısı nedir? Dahası tarih
algımızı inşa ederken Kuran’dan nasıl yararlanmalıyız?” (s.98).
Eleştiri – Yazar, eserini
kompoze ederken referans vererek görüşlerinden istifade ettiği çalışmaları da
eleştirme cesaretini göstermektedir. Örneğin birinci bölümde İbn Haldun’un tavsiyelerini
nakletmekte ancak onun nakillerinin sıhhatini de değerlendirmektedir: İbn Haldûn, tarihi bilgilerin bir kısmını
sorgularken, sahih addettiği verileri referans olarak kullanmaktadır. Bu,
birçok bilgin tarafından sıklıkla başvurulan bir yöntem olmasına rağmen, söz
konusu bilgilerin doğruluğuyla ilgili bir kıstas oluşturmak güçtür (s.60).
Dolayısıyla İbn Haldun, bir yöntem ortaya koysa da aslında kendisinin
naklettiği bilgilerin doğruluğuyla ilgili bir ölçüt yoktur. Bu durum yazarın
daha üst bir noktadan baktığını göstermektedir. Bunu yaparken İbn Haldun’un
yöntemini de uygulamaktadır. Onu kendi şartlarına, anlam ve zihin dünyasına
göre değerlendirmektedir. Buradan yazarın körü körüne kabuller almadığı anlaşılmaktadır.
Üslup Hataları
Bölümlerdeki Hacimsel Tutarsızlık – İlk etapta bölümlerin hacminin birbirinden tutarsız olduğu
söylenmelidir. İlk üç bölümün hacmi birbiriyle uyumludur, ancak sonraki
kısımlar daha kısa bir şekilde kaleme alınmıştır.
Değer Yargılarına Atıf – Yazar eserde
dini inancını ele veren ifadeler kullanmaktadır. Örneğin sayfa 76’da “Bizi diğer varlıklardan ayıran temel
özelliğimiz, akıllı olmamızdır. Bu büyük bir nimet ve sorumluluktur. Bunun
bilincinde olarak yaşarsak Allah’ın bize
yüklediği muslih olma görevini yerine getirmiş oluruz. Tarih de bu noktada
bize yardımcı olacak ilimlerden biridir” ibaresi bunu açıkça
göstermektedir. Bu eser, dini kimlikler ile diğer değer yargılarından arınmış
bir tarihçilik yaklaşımını benimsemekte ve aktarmaya çalışmaktadır. Metinde
verilmeye çalışılan mesajla yazarın buradaki tasarrufu örtüşmemektedir. Dolayısıyla
bilimsellik kriterlerine aykırı, kitabın yazılış gayesine ters düşen bir
davranış ortaya konulmuştur. Bu çalışma bir dini öğüt kitabı değildir. Eğer
meseleye bilim, tarihçilik ve metodoloji nazarından bakılacaksa inanca atıf
yapılan ifadelere yer verilmemeliydi.
Misallerde Eksiklik – Sayfa 86’da
geçmişteki müelliflerin ele aldıkları konularla ilgili tenkit anlayışlarına
dair bilgiler verilmekte ancak bunlara dair misaller zikredilmemektedir. Öncekilerin
eleştiri üslubunun daha yakinen görülebilmesi için örnekler verilmesinin
konunun iyi anlaşılması ve metot açısından daha doğru olduğu düşünülmektedir.
Tekrarlar – Bazı bilgiler benzer
başlıklar ve konular altında sık sık tekrarlanmıştır. Gereksiz açılan başlıklar
bilgi tekrarlarına sebep olmuş, bu yöntem hatası taslağın, başlıkların ve
metnin hacmini arttırmıştır. Örneğin sayfa 115’teki “Abartı” ve 116’daki “Tarihsel
ve Sayısal Verilerdeki Farklılıklar ve Abartılar” başlıkları birbirinin devamı
şeklindedir. İkinci başlık gereksizdir, bu kısımdaki bilgiler “Abartı” başlığı
altındaki malumatın devamı olarak yazılabilirdi.
Bilinmeyen Kavramların Açıklanmaması – Eserde anlamı bilinmeyen, açıklaması da verilmeyen bazı kavramlar
yer almaktadır. “…ilk kez uygulanan nesîden kaynaklanan bir karışıklığın bulunduğuna
da dikkat çekilmiştir” (s.118). Bu kavramın anlamı dipnotta ya da metinde
parantez içinde verilmeliydi.
Referans ve Dipnot Eksiklikleri – İkinci
bölümde neredeyse hiç kaynak kullanılmadığı görülmektedir. Bu kısım genel
itibariyle yazarın kendi tecrübelerinden, birikimlerinden, çalışmaları
esnasında tespitini yaptığı sorunlardan ve bunlara karşı ortaya koyduğu
tezlerden oluşmaktadır. Her ne kadar bu kısım ekseriyetle yazarın kendi deneyimlerinden
hareketle meydana getirilmişse de literatürel sayılacak bilgilere dipnotlarda
referanslar gösterilmeliydi.
Yazar bazı görüşlerine açıklama
sadedinde dipnotlar getirmiştir. Örneğin Geçmişini
bilen insanın kendine özgüveni artar ve geleceğine daha emin duygularla bakar.
Günümüz dünyasında tarih bilinci olmayan ve geçmişini bilmeyen insanlardan
meydana gelen bir topluluğun kimliğini koruması mümkün olmaz. Böyle bir toplum,
başka toplumlar tarafından sömürülmeye ve kültürel kimliğini kaybetmeye mahkûm
olur. Nitekim günümüzde kimliğini kaybeden toplumların sayısı her geçen gün
artmaktadır (s.17) ifadesine 6. dipnotta açıklama yapılmıştır: İletişim imkânlarının arttığı dünyamızda
insanların kullandığı binlerce dil yok olma tehdidi altındadır (s.17).
Yapılan bu beyan dayanaksız bırakılmıştır. Ortaya konulan iddia “nitel ve nicel
verilerle -statikler, sayısal veriler, örnek olaylar vb.- desteklenmemiştir.
Yazar bu bakımdan da eserde ortaya koyduğu tezlere mugayir tutum sergilemiş,
bilimsel addedilen kıstaslardan uzaklaşmıştır. Bu durum, müellifin verdiği
bilgilerin sıhhatine gölge düşürmektedir.
Bir başka referans eksikliğine ise 21. dipnotta rastlanmaktadır: “Bugün Hariciler hakkında elimizde bulunan bilginin hemen tamamına yakını muhalifleri üzerinden bize ulaşmıştır. Bu durumun bizi yönlendirdiğini söylemek mümkün değildir” (s.27). Metinde konuyla ilgili açıklama olarak verilen bu bilgiye dair örnekler zikredilmemekte ve referanslar gösterilmemektedir.
Dil
Akademik üslupla yazılmasına karşılık eserde son derece açık,
sade, akıcı, anlaşılır ve okuyucuyu sıkmayan bir dil hâkimdir. Bu açıdan çift yönlü olan çalışma hem akademik platforma hem de
halk kitlelerine hitap etmektedir. Dolayısıyla çalışma, dili bakımından geniş
bir alanda karşılık bulmaktadır.
Konular üslup açısından kısa ve özet bir şekilde kaleme alınsa da çalışmada yoğun bir anlatım söz konusudur. Bu açıdan dilde düşündürücü, metafizik bir nitelik bulunmaktadır.
Dil Bilgisi Hataları
Cümleler ve paragraflar düzgün
şekilde hazırlanmıştır, anlatım bozukluğuna mahal verecek ifadeler
bulunmamaktadır. Ancak metinde bazı yerlerde noktalama ve imla gibi dil bilgisi
hataları yapılmıştır. Örneğin, “ya
da” bağlacından önce ve sonra virgül kullanılmaz: “Bizim açımızdan kaynağın
eskiliği, ya da eski bir kaynaktan yapılan nakil önem arz etmektedir. Bu
kaynaklardaki bilgiler, tarih kritiği yapılarak kullanılmaktadır” (s.109).
Nokta’dan sonra gelen kelime büyük
harfle başlamalıdır. Örneğin, “denk gelmemektedir. En makul tarih, 11
Ocak’tır” (s.113) ifadesinde noktadan sonra küçük harfle başlanmıştır.
Eserde küçük çapta kelime hataları yapılmıştır. Örneğin “yeri” yerine “yerri” yazılmıştır (s.89).
Sonuç
Alanındaki eksiklikleri gören yazar,
sahasındaki boşlukların doldurulmasına yönelik katkı sağlamak için İslam tarihi
epistemolojisi kanalıyla bir metodoloji ortaya koymaya çalışmıştır. Kadim ve
muasır yazarlardan faydalanan müellif, esasen çalışmaları esnasında
karşılaştığı sorunlardan hareketle ortaya koyduğu tespitler ve akli değerlendirmelerle
bu eseri kaleme almıştır. Dolayısıyla söz konusu çalışma, ağırlıklı olarak tecrübelerden
elde edilen bir birikimin somut ve soyut çıktısıdır.
Eser yazılırken meseleler farklı
üsluplarla izah edilmeye çalışılmış, genele hitap eden, sade ve anlaşılır bir
dil kullanılmıştır. Ancak eserde yoğun ve metafizik anlatımın olduğu da
reddedilemez gerçekliktir. Her ne kadar içinde üslup, dil ve referans hatalarını
barındırsa da eser, araştırmacıların karşılaştığı problemlere çözümler
getirebilecek, kılavuz mahiyetinde değerli bir çalışmadır.
[1]
İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları
Bölümü İslam Tarihi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.
0 yorum:
Yorum Gönder