17 Ekim 2021 Pazar

Tarih ve Tarihçi


TARİH VE TARİHÇİ

Yazar: Adnan Demircan

Beyan Yayınları, İstanbul 2016, 175 s.

Engin SANDIK[1]

Adnan Demircan tarafından kaleme alınan eser, 2016 yılında İstanbul’da Beyan Yayınları tarafından basılmıştır.

Ana planına bakıldığında eserin önsöz, giriş, beş bölüm, sonuç ve ek’ler kısımlarından oluştuğu görülmektedir. Önsözde yazar önemli sorunları, usul ve metodoloji noktasında sahadaki eksiklikleri dile getirmekte, tarih alanındaki bazı hususları eleştirmektedir. Ayrıca eseri kaleme almadaki amacı ve yöntemlerini belirten yazar, faydalandığı kaynakların da bir kısmı hakkında bilgi vermektedir.

Önsözde dikkat çekildiğine göre İslam tarihi dünya tarihinin pek tabii bir parçasıdır. Dolayısıyla genel tarih yöntemlerinin bu alanda da geçerli sayılacağını söylemek mümkündür. Buna mukabil yazar, çalışmaları esnasında yaptığı tespitlerden hareketle İslam tarihi usulü sahasında metodoloji çalışmalarının yetersiz olduğunu ifade etmekte ve söz konusu eseriyle bir sistem kurma iddiasında olmadığını belirtmektedir. Fakat bu çalışmanın alandaki eksikliklerin tamamlanmasına katkı sağlamak ve sorunlara çözümler üretmek amaçlarına matuf kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Ayrıca müellif yüzeysel anlatımların tarihin içini boşalttığını (s.12) ifadesiyle “genel, kronolojik bir tarih anlatımının yanı sıra sahaya ilişkin düşünsel, mantıki, metafizik boyutta çalışmalar yapılmasının gerekliliğini” vurgulamaktadır.

Yazar, önsözde “Elinizdeki çalışma, mutlak olarak tasvir edilmesi mümkün olmadığına inandığımız hakikate ulaşma gayreti içinde çözümlemeler yapmak isteyen bir araştırmacının çektiği sıkıntıların kaleminden dökülen ifadeler olarak değerlendirilmelidir” (s.11) sözleriyle kendisine atıf yapmakta ve kendisini “hakikate ulaşma gayreti içinde çözümlemeler yapmak isteyen bir araştırmacı” olarak nitelemektedir. Ayrıca bu ifadeler çalışmanın çıkış noktasına da işaret etmektedir.

Giriş bölümünde tarih ilminin neliği tartışılmakta, tarihin önemi ve sosyal bilimler arasındaki konumu ele alınmaktadır. Farklı -sığ veya kapsamlı- tarih tanımlamalarına yer verilmekte, tarih ve tarihçilik kavramları üzerinde durulmaktadır. Birbiriyle ilişkisi konusunda tespitler yapılan “geçmiş-gelecek-tarih” mefhumları üzerinden tarihin görevleri, vazifeleri, sağladığı yararlar ve nesnellik meselesi izah edilmeye çalışılmaktadır.

Tarihin sosyal bilimler içerisinde önemli bir yeri vardır. Devirlere ve kişilere göre tarihin farklı tanımları yapılmıştır. Örneğin İsmail Özçelik, tarihi “geçmişteki olayları yer ve zaman göstererek anlatan bir bilim” (s.15) olarak tanımlamıştır. Çalışmada verilen kapsamlı bir tavzihle tarih; “insan topluluklarının bütün faaliyetlerini, geçirdikleri gelişmeleri ve aralarında geçen olayları yer ve zaman göstererek, sebep-sonuç ilişkisi içinde, belgelere dayanmak suretiyle araştıran ve günümüze nakleden sosyal bir ilimdir” (s.16). Yazar bu tariflere karşılık tarih ilmine, manası daha geniş, metaforik bir açıklama getirmektedir: Hayata dair bir görüşe sahip olmak (s.15). Bu tanımdan anlaşılan o ki tarih, genel tasvirlere ulaşmak ve bunlar üzerinden hakikat hakkında bilgi sahibi olmaktır. Çünkü tarih sayesinde insan, etrafındaki olayları daha iyi gözlemler, tespitler yapar, analiz ve değerlendirmelerde bulunur. Bu da insana hayata dair bir görüş sahibi olması noktasında yardımcı olur.

Çalışmada yapılan açıklamalara göre tarihçilik; olayları hikâye etmek, onları art arda sıralamak demek değildir. Vakalar arasındaki ilişkileri anlamak, anlamlandırmak, somut ve soyut tespitlere ulaşmaktır. Yani aslında tarihçilik bir “anlam/hakikat” arayışıdır. Yazar da eserini; geçmişi, olguların hakikatini anlamak ve anlatmak için araştıranlara ve yazanlara ithaf etmektedir.

Geçmiş-gelecek-tarih kavramları arasında derin ve sıkı bir ilişki olduğu ifade edilmektedir. Çünkü insan geçmişle gelecek arasındaki bir konumdadır. İnsan geçmişini merak eder, tarih de insan ile geçmişi arasında köprü görevi görür. Bu bağlamda tarihin birtakım faydalarından söz etmek mümkündür. Tarih insanın kendini, toplumunu tanıyıp bilmesine, kimliğini korumasına yardımcı olur. Tarih bir meşruiyet kaynağıdır. Tarih, kişinin özgüvenini arttırır. Tarih; mazi, an ve ati hakkında daha doğru, sıhhatli ve dayanakları güçlü bir kavrayış kazandırır. Tarih, bireyin ait olduğu kültürün kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlar. Tarih kişiye geçmişi bilme, bugünü tahlil etme ve gelecek hakkında öngörü sahibi olmasında destek olur. Dolayısıyla yazar, tarihi geçmişle sınırlandırmamakta, günümüz ve gelecek ile ilişkilendirmektedir.

Birinci bölüm, “tarih-tarihçi-olgular-yönetim” kavramları arasındaki ilişki üzerine inşa edilmiştir. Bu kısımda yazar, tarihçi geçmişte meydana gelen olaylara nesnel bir bakış açısıyla bakabilir mi (s.21) sorusuna cevap aramaktadır. Müellif; din, dil, mezhep, kültür, zihin, çevre, eğitim, siyaset, malzeme/olgu/rivayet açılarından nesnelliğin ve öznelliğin varoluşsal durumunu irdelemektedir. Bu bağlamda tarihçinin durumu, tarihçiyi etkileyen ve yorumunu yönlendiren faktörler, bunların nitel durumları, fonksiyonları, tesirleri ile olguların özellikleri tespit edilmeye ve açıklanmaya gayret gösterilmiştir. Bütün bunlarla birlikte sorunlara çareler, çözümler ve cevaplar üretilmiştir. Ayrıca İbn Haldun’un tenkitleri üzerinden “olması gereken tarihçi” profili belirlenmeye çalışılmıştır.

Yazarın izahlarından özetle tarihçinin nesnelliğini etkileyen, tarih okumalarında ve yazımında göz önünde bulundurulması gereken unsurlar:

- Tarihçi; mensup olduğu din, mezhep, dil, kültür, zihin, çevre, eğitim, toplum, siyasi görüş veya dönemindeki siyaset ve bireysel tecrübelerden bağımsız düşünülemez.

-  Tarihçinin kullandığı kavramlar nesnelliği etkiler.

-  Malzeme/belgeler tarihçinin alanını sınırlar.

-  Tarihin olguları tamamen nesnel olamaz. Olguların güvenilirlik durumu tarihçiyi yönlendirir.

-  Önceki tarihçiler bilerek olguları karartmış, değiştirmiş olabilir.

-  Kötü niyetlerle rivayetlere müdahale edilmiş, rivayetler uydurulmuş olabilir.

-  İyi niyetle olgular üzerinde tasarrufta bulunulabilir.

-  Tarafgirlik tarihçinin olguları yönlendirmesinde etkili olabilir.

-  Tarih, iktidarlar tarafından meşruiyet aracı olarak kullanılabilir.

-  İdeolojik ve siyasi tercihe göre tarihi olgular değiştirilebilir.

-  Siyaset tarihi yönlendirici bir unsurdur.

-  Tarihçinin, toplumun veya devletin ideolojik bakışı tarih okumalarını etkiler.

-  Olguların bir kısmı ulaşmış olabilir.

-  Olgular, gerçeğin çok az kısmıdır.

-  Olgular arasında ilişki ve süreklilik vardır.

-  Olguları anlamak için derin ve geniş bir bakış açısı gereklidir.

Yazar, tespitleriyle bir perspektif sunmakta ve tarihçiye görevler yüklemektedir:  

-       Tarihçi, tarihsel olguları tespit etmelidir.

-       Tarihçi, olgular arasından seçim yapmalıdır. Tarihçi seçicidir.

-       Tarihçi, olgular arasındaki ilişkiyi irdelemelidir.

-       Tarihçi olgu-yorum ilişkisini kurabilmelidir.

-       Tarihçi, varsayımlarda bulunmalıdır.

-       Tarihçi, durmadan niçin sorusunu sormalıdır.

-    Tarihçi, olgulara tüm değer yargılarından (millet, din, dil, mezhep, siyasi görüş, ekonomik durum) sıyrılmış şekilde en tepe noktadan bakabilmelidir.

-       Tarihçi, olgularla ilgili farklı müelliflerin görüşlerini incelemelidir.

-       Tarihçi, farklı malzemeler kullanmalıdır. Hakikate giden yol tek değildir.

-       Tarihçi, derin ve geniş bir bakış açısına sahip olmalıdır.

-       Tarihçi, olguları iyice tahlil etmelidir.

-       Tarihçi, incelediği dönemi ve konuyu olabildiğince dar tutmalıdır.

-       Tarihçi, konunun diğer yönlerini ve bütünü ihmal etmemelidir.

-  Bir yandan olgularla ilgili belgeleri bir araya getirerek tarih yazarken aynı zamanda kendisi de yeni olgular içinde rol alan bir kahramandır.

Yazar birinci bölümün sonlarına doğru İbn Haldun’un tarihçilere yönelttiği eleştirilere ve önerilere yer vermektedir. İbn Haldun’un tarih ve tarihçiliğin neliği, tarihçinin görevleri vs. konularındaki görüşleri günümüz araştırmacılarına kılavuz niteliğindedir. İbn Haldun’un usul sisteminde yer alan tavsiyeler şöyledir:

-         Tarihçi, değişimi göz önünde bulundurmalıdır.

-         Zaman değiştiğinde yöntem değişikliği de gereklidir.

-         Taklit bırakılmalıdır. Bazı tarihçiler öncekileri taklit ederek hataya düşmüştür.

-         Tarihçi, olayları kendi şartlarından ayrı düşünmemelidir.

-         Geçmiş, bugünün değer yargıları üzerinden değerlendirilmemelidir.

-         Tarihçi, olayları aşırı derecede kısaltarak anlatmamalıdır.

-         Rivayetler abartılarak aktarılmamalıdır.

-         Rivayetler iyice araştırılmalı, kritiğe tabi tutulmalıdır.

-         Şahısların hem kötü hem iyi özellikleri nakledilmelidir.

-         Tarihçi, haberleri benzerleriyle kıyaslamalıdır.

-         Tarihçi, gözlem ve inceleme yapmalıdır.

-         Tarihçi, donanımlı olmalıdır.

-         Tarihçi, değişik kaynaklara başvurmalıdır.

-         Tarihçi; sistemli, dikkatli, sağlam bakış açısına sahip olmalıdır.

-         Sadece nakle dayanılmamalıdır.

-      Tarihçi; varlık, siyaset, ahlak, örf, gelenek, din, mezhep, toplumlar ve bölgeler   hakkında bilgi sahibi olmalıdır.

-         Tarihçi, kendi yaşadığı devre hâkim olmalıdır.

-         Tarihçi, sebep-sonuç ilişkisini dikkate almalıdır.

-         Tarihçi, geçmiş-bugün kıyaslamaları yapmalıdır. 

İkinci bölümde yazar, “tarih-kaynaklar” ilişkisi üzerinden ilk olarak İslam ilim geleneğinin oluşum süreci ve özellikleri hakkında bilgi vermektedir. Bu bağlamda yazılı-sözlü gelenek, Hz. Peygamber ile tedvin ve telif dönemleri, rivayetlerin sıhhati, kritiğe tabi tutulması; kaynakların nesnelliği ile İslam Tarihi alanındaki usul ve tenkit anlayışı konusundaki yetersizlikler gibi problemli meseleler ele alınmaktadır. Bunların yanı sıra Kuran’ın ve Hadis literatürünün Siyer ile İslam tarihi alanlarındaki önemine işaret edilmekte, kaynaklık değerleri üzerinde durulmaktadır.

Öyle ki Hz. Peygamber dönemiyle ilgili bilgiler yeterli değildir. O devirde bireysel çalışmalar dışında bir kayıt kültürü yoktu, ileriki yüzyıllarda dönemle ilgili bilgilere ihtiyaç ortaya çıkınca bunların kayıt altına alınması gerektiği anlaşıldı. Hz. Peygamber'in risaletten önceki hayatı konusundaki verilerde de sıkıntılar mevcuttur. Önceki dinlerin anlatılarıyla mucizevi bir peygamber algısı inşa edilmiş, bu algı ileride mutlak bir inanç olarak benimsenmiştir.

Rivayetlerin doğruluğu ve yanlışlığı çalışmada tartışılan sorunlar arasındadır. Bir rivayetin rivayet edilmiş olması onun doğruluğunu göstermemektedir. Rivayetlerle ilgili sağlam, ilmi, tutarlı bir metot ve mukayeseli metin okumaları yapılmalıdır. Olgularla ilgili siyasi, mezhebi görüş farklılıkları bulunmaktadır. Bunlar tartışmalara yol açmaktadır. Aidiyetler ve kimlikler hakikati yönlendirmemelidir.

İslam tarihi sahasındaki bir başka problematik, tarih ilminin ihmal edilmiş olmasıdır. Tarihte bir “İslam tarihi metodolojisi” geleneği oluşturulamamıştır. Bu alandaki çalışmalar sınırlıdır.

İkinci bölümde ele alınan hususlara bakıldığında “Kuran; dil-tarih-dönem-kültür” ilişkisinin incelendiği açıkça görülmektedir. Kuran'ın hangi metotla okunacağı ve ne şekilde kaynak alınacağı önemli bir sorundur. Çünkü bu, usule ihtiyaç duyulan bir konudur. Yazarın izahlarına göre Kuran kaynak olarak kullanılmalı, diğer kitaplar onun çerçevesinden okunmalıdır. Kuran’da yer alan Siyer’le ilgili bilgiler doğru bir şekilde kullanılmalıdır. Kuran’ın doğru anlaşılması için dilinin, indiği toplumun ve dönemin iyi bilinmesi gereklidir. Kuran’dan cahiliye döneminin siyasi, dini, ekonomik, kültürel durumu, Hz. Peygamber’in hayatı, müşriklerin tavırları, Müslümanlar ve diğerleri arasındaki ilişkiler, dönemin insanının karakteri, psikolojisi, dine bakışı gibi konular hakkında malumat elde edilebilir. Dolayısıyla doğru anlaşılabilmesi için Kuran’ın her ayeti, kendi bağlamı içerisinde değerlendirilmelidir.

Yazar, kaynakların objektifliği meselesini irdelemekte, kaynaklar konusunda ihtiyatlı davranılması gerektiğini ifade etmektedir. Kaynakları dönemin siyasi, kültürel durumuyla birlikte düşünmek gerekmektedir. Herhangi bir dönemle alakalı toptancı eleştirilerden kaçınılmalıdır. Kaynaklar yetersiz olduğundan dolayı geçmişteki olayları tüm yönleriyle kuşatmak mümkün değildir. Kaynaklar geniş bir vizyonla dönemin şartları dikkate alınarak okunmalıdır. Uygun ve gerekli bilgiler seçilmelidir. Rivayetler tenkit edilmeli, genel tasvirlere ulaşılmalıdır. Râvilerin seçtiği kelimeler ve mesaj iyi anlaşılmalıdır. Rivayetin zamana ne kadar direndiği tespit edilmeye çalışılmalıdır. Eleştiri geleneği yaşatılmalıdır. Müslümanlar iki kutuplu olmalıdır; hem gelenekten beslenmeli hem de gerektiğinde geleneği eleştirerek geliştirebilmelidir.

Üçüncü bölümde “tarih-hakikat” kavramları arasında bağlantı kurulmaktadır. Bugün bile şahit olduğumuz olaylarda kesin bilgiye sahip değiliz. Hakikat çok yönlü ve tartışmaya açıktır. Tek bir hakikatten söz etmek mümkün değildir. Olan olayla yazılan farklıdır. Yazılanda insan zihninin yorumu bulunur. Yazılanda çeşitli yönlendirmeler yapılmış, uydurma rivayetler nakledilmiş olabilir. Olaylar arasında sebep-sonuç ilişkisi kurulmalıdır. Doğal afetler gibi insanoğlunun iradesi dışında gelişen olaylar göz ardı edilmemelidir. Çünkü bunlar tarihe yön veren hadiseler olabilir.

Dördüncü bölümde “tarih-yorum” ilişkisi bağlamında “fert-toplum-devlet” mefhumları arasındaki münasebet irdelenmektedir. Bu konuda tarihçilerin olaylar karşısındaki farklı yorumlamalarına dikkat çekilmektedir. Tarihin yeni metotlarla ve tahlili tarzlarla tekrar yazılması gerekir. Her yorum kendi döneminin inanç değerlerinden etkilenir. Tarihi hadiseler ideolojik olarak yorumlanmamalıdır. Olaylar kendi bağlamı içinde değerlendirilmelidir. Tarihçinin mensup olduğu din onun anlayışını yönlendirmemelidir. Tarihçi genellemelerden uzak durmalı, istisnaları da göz ardı etmemelidir. Parça olaylar üzerinden genel yargılara gidilmemelidir. Parçayı bütünle anlamak, bütünün içinde bir yere oturtmak gereklidir. Tarihsel yorumlar insanın fıtri özelliklerinden, arzularından bağımsız düşünülemez. Kavramlara yüklenen anlamlar ve tarihin kutsanması olay hakkında yapılan yorumların seyrini değiştirir. Tarihçiler, durdukları yere göre tarihe farklı yorumlar getirirler.

Beşinci bölümde “tarih-medeniyet” bağlantısı izah edilmektedir. İslam medeniyetinin temelinde vahiy vardır. Tarih; medeniyet bilinci ile kimlik oluşumuna, ahlaki ve manevi değerlerin gelişmesine katkı sağlar. Ulusal birlik ve beraberlik zihniyetini sağlarken aynı zamanda bölücü bir işlev de gösterebilir.

Kaynaklar

Bibliyografik bilgi içeren eserin sonunda derli toplu bir kaynakça ve indeks bulunmaktadır. Tarih metodolojisi alanında yazılan eserler, İslam tarihi ve Hadis klasikleri, ansiklopedi maddeleri, yerli ve yabancı ilim insanlarının eserleri kitapta kullanılan kaynak gruplarıdır.

Eserde çağdaş yazarların belli başlı usul eserlerinden faydalanılmıştır ancak İslam tarihi alanında kayda değer bir usul eserinden yararlanılamadığı da anlaşılmaktadır. Bu durum, İslam tarihi alanında bir metodoloji eksikliği olduğu anlamına gelmektedir. Zaten yazar da önsözünün sonunda bu hususu vurgulamaktadır. Bu nedenle usul anlamında alan dışına çıkılmak zorunda kalınmıştır. Yazarın kullandığı çalışmalar incelendiğinde en başta gelen eserlerin Mübahat Kütükoğlu, İsmail Özçelik, A. Zeki Velidi Togan, Ahmet Güneş, İrfan Aycan, İbrahim Sarıçam adlı yazarların kaleme aldığı, tarih usul ve metodolojisi alanında yazılmış kaynaklar olduğu görülmektedir. Ayrıca bu sahada E. Bernheim, Edward Hallet Carr, Leon-E Halkin, Shelley Walia gibi yabancı yazarların çevirilerinden de istifade edilmiştir.

Kaynaklara bakıldığında İbn Sad, İbn Hişam, Taberi gibi müelliflerin temel İslam tarihi klasiklerinden yararlanıldığı müşahede edilmektedir. Buhari, Müslim, Ahmed bin Hanbel, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, Darimi vs. temel hadis eserleri de yararlanılan çalışmalar arasındadır.

Yazar çeşitli konularda Mehmet Apaydın, Mustafa Fayda, Muhammed Hamidullah, Muhammed Bedi Şerif, Yakut el-Hamevi gibi Türk ve Arap yazarlardan faydalanmıştır. Ancak Arap yazarların sayısı diğer kaynaklara oranla oldukça azdır. Türk yazarların hazırladığı ansiklopedi maddeleri de kullanılan kaynaklardandır.

Kaynaklar konusunda temas edilebilecek bir husus da yazarın literatür bilgisinin genişliği ve kaynaklara olan hakimiyetidir.

Üslup

Akademik Yaklaşım – Akademik usullerle (taslak, plan, dipnot, içerik, şekil ve dil itibariyle) meydana getirilen eser, tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanmıştır. Araştırmaya, incelemeye dayalı, analitik, metodik ve sistematik bir çalışmadır.

Temel Hareket Noktasının Belirlenmesi – Üslup açısından sorgulanması gereken ilk mesele, yazarın bu eseri hangi düşünceden yola çıkarak meydana getirdiğidir. Metinde daimî bir nesnellik vurgusu vardır. Öyle anlaşılıyor ki yazar, çalışmasında nesnelliğin gerçekleştirilmesinin yol ve yöntemlerini araştırmıştır. Dolayısıyla nesnellik usulün merkezine oturtulmuş ve metin bu düşünceden yola çıkılarak inşa edilmiştir: “Günlük yaşamda da tarafsızlık bir metot olarak kullanılırsa insanlar çok isabetli sonuçlara ulaşabilirler” (s.76) ifadesiyle bu husus açıkça belirtilmektedir.

Kurgusal ve Sistematik Yaklaşım – Yazar, “olgular-yönetim-kaynaklar-hakikat-yorum-medeniyet” gibi kavramları tarih-tarihçilik-tarihçi kavramlarıyla ilişkilendirerek ele almakta, bunlarla bağlantılı olarak sorun tespitleri yapmakta, meselelere düşünsel, düşündürücü, akli ve tatmin edici cevaplar, çözüm önerileri ve tezler ortaya koymaktadır. Buna “Bundan kurtulmanın imkânı var mıdır? Kanaatimize göre bundan tamamen kurtulmanın imkânı yoksa da bir tarihçinin sırf mezhep perspektifinden hareketle tarih okuması yapması yanlış bilgiler inşa edilmesine sebep olabilir” (s.133) gibi ifadeler örnek olarak gösterilebilir. Dolayısıyla eserin kemik yapısı: “Birbiriyle İlişkili Çatı/Genel Kavramların Belirlenmesi – Sorun Tespiti – Sorular Sorma – Cevaplar/Tezler Ortaya Koyma”.

Geniş Bakış Açısı ve Çok Yönlü Değerlendirmeler – Çalışmada meselelere spesifik bir açıdan bakılmamakta, konularla alakalı çok yönlü değerlendirilmeler yapılmaktadır. Bu ele alış biçimine “Muhalifler hakkında belgeleri karartan bir iktidardan söz edebileceğimiz gibi muhaliflerin iktidara karşı oluşlarının gerektirdiği bir öznellikten de söz edilmelidir” (s.26) ibaresi açıklık getirebilir. “Bununla birlikte” zarfıyla başlayan cümleler de bu hususu destekleyecek mahiyettedir. Mesela kaynakların bilgiler konusunda yetersiz olduğu söylenmekte fakat genele bakıldığında Müslümanların meydana getirdiği literatürün önemine de vurgu yapılmaktadır: “…Bununla birlikte İslam tarihi kaynaklarının çok geniş bir çerçeveye sahip olduklarını, Müslümanların ürettikleri literatürün diğer medeniyetlerle mukayese edildiğinde küçümsenmeyecek genişliğe sahip olduğunu ifade etmek yanlış olmaz” (s.82). Bütün bunlardan sonra söylenebilir ki çalışma düşünsel, soyut, derinlikli bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır.

Neden-Sonuç Odaklı Anlatım – Konuları neden sonuç bağlamında ele alan yazar, nedenlerden ve sonuçlardan bahsedilen yerlerde maddeleme yöntemini kullanmaktadır (s.60,61). Hatta kitapta herhangi bir meselenin nedenlerine veya sonuçlarına dair özel bölümler de açılmıştır. Bu yöntem, yazarın sistematik bir yaklaşıma sahip olduğunu göstermektedir.

Yorumlama ve Değerlendirme – Yazar konularla ilgili farklı yazarların görüşlerinden istifade etmekte (s.150) ancak yer yer kendi çıkarımlarına ve yorumlarına da yer vermektedir. Örneğin İbn Haldun’un görüşlerini naklettikten sonra şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “İnsanlar hakkında olumsuz rivayetleri nakledenler, bir kısmı doğru olsa bile, hayatın bir anında meydana gelmiş bir olayı, kişinin hayatının tümüne teşmil edecek şekilde naklettiklerinde onlarla ilgili bir algı oluştururlar. Bu seçmeci yaklaşım, tarihçilerin her zaman kaçınması gereken bir durumdur” (s.55).

Düşündürücülük – Yazar bazı ifadelerinde, “…Bu rivayetleri “nasıl eleştiriye tabi tutacağımız” hususu ise üzerinde düşünmeye değer bir sorundur” (s.60) cümlesinde olduğu gibi okuyucuyu düşünmeye sevk etmekte ve okuyucudan sorular sormasını istemektedir.

Mukayese – Yazar bazen geçmiş ve günümüz kıyaslamalarına gitmekte, geçmişteki problemlerden hareketle bugüne ışık tutmaya çalışmaktadır (s.71). Dolayısıyla kendi çağındaki olaylardan ve gelişmelerden haberdar olduğu ve bunları yorumladığı anlaşılmaktadır (s.143). Müellif, geçmiş bugün kıyaslamaları üzerinden insan karakteriyle ilgili çıkarımlar ortaya koymakta, geçmişteki insanlarla ilgili hükümler vermektedir. Örneğin: “Bugünün insanından beklediğimizi geçmişteki insandan da bekleriz” (s.137).

Varsayım Odaklı Anlatım – Yazar kimi yerlerde varsayımlar ve bunlar üzerinden ortaya konulan akli değerlendirmelerle konuları izah etme gayreti içerisinde olmuştur: “…Örneğin bir rivayette ele alınan bir savaşa 100.000 kişinin katıldığından söz edildiğini farz edelim. Savaşın cereyan ettiği alana baktığımızda buraya 100.0000 kişinin sığması mümkün değilse bu rakamlarda bir abartı bulunduğuna ya da rivayette yerle ilgili verilen bilginin problemli olduğuna hükmedebiliriz. O zaman anlarız ki sayılarda abartılar var. Ayrıca rivayetleri de birbiriyle kıyaslamak önemlidir” (s.73).

Sorular Sorma – Yazar metin içinde zaman zaman meseleyle bağlantılı sorular sorarak konulara bakışı canlı tutmakta, okuyucuyu düşünmeye sevk etmektedir: “Kuran bir tarih algısı ortaya koyuyor mu, yoksa biz mi algımızı Kuran’a atfederek temellendiriyoruz? Kuran’ın –varsa- tarih algısı nedir? Dahası tarih algımızı inşa ederken Kuran’dan nasıl yararlanmalıyız?” (s.98).

Eleştiri – Yazar, eserini kompoze ederken referans vererek görüşlerinden istifade ettiği çalışmaları da eleştirme cesaretini göstermektedir. Örneğin birinci bölümde İbn Haldun’un tavsiyelerini nakletmekte ancak onun nakillerinin sıhhatini de değerlendirmektedir: İbn Haldûn, tarihi bilgilerin bir kısmını sorgularken, sahih addettiği verileri referans olarak kullanmaktadır. Bu, birçok bilgin tarafından sıklıkla başvurulan bir yöntem olmasına rağmen, söz konusu bilgilerin doğruluğuyla ilgili bir kıstas oluşturmak güçtür (s.60). Dolayısıyla İbn Haldun, bir yöntem ortaya koysa da aslında kendisinin naklettiği bilgilerin doğruluğuyla ilgili bir ölçüt yoktur. Bu durum yazarın daha üst bir noktadan baktığını göstermektedir. Bunu yaparken İbn Haldun’un yöntemini de uygulamaktadır. Onu kendi şartlarına, anlam ve zihin dünyasına göre değerlendirmektedir. Buradan yazarın körü körüne kabuller almadığı anlaşılmaktadır.

Üslup Hataları

Bölümlerdeki Hacimsel Tutarsızlık – İlk etapta bölümlerin hacminin birbirinden tutarsız olduğu söylenmelidir. İlk üç bölümün hacmi birbiriyle uyumludur, ancak sonraki kısımlar daha kısa bir şekilde kaleme alınmıştır.

Değer Yargılarına Atıf – Yazar eserde dini inancını ele veren ifadeler kullanmaktadır. Örneğin sayfa 76’da “Bizi diğer varlıklardan ayıran temel özelliğimiz, akıllı olmamızdır. Bu büyük bir nimet ve sorumluluktur. Bunun bilincinde olarak yaşarsak Allah’ın bize yüklediği muslih olma görevini yerine getirmiş oluruz. Tarih de bu noktada bize yardımcı olacak ilimlerden biridir” ibaresi bunu açıkça göstermektedir. Bu eser, dini kimlikler ile diğer değer yargılarından arınmış bir tarihçilik yaklaşımını benimsemekte ve aktarmaya çalışmaktadır. Metinde verilmeye çalışılan mesajla yazarın buradaki tasarrufu örtüşmemektedir. Dolayısıyla bilimsellik kriterlerine aykırı, kitabın yazılış gayesine ters düşen bir davranış ortaya konulmuştur. Bu çalışma bir dini öğüt kitabı değildir. Eğer meseleye bilim, tarihçilik ve metodoloji nazarından bakılacaksa inanca atıf yapılan ifadelere yer verilmemeliydi.

Misallerde Eksiklik – Sayfa 86’da geçmişteki müelliflerin ele aldıkları konularla ilgili tenkit anlayışlarına dair bilgiler verilmekte ancak bunlara dair misaller zikredilmemektedir. Öncekilerin eleştiri üslubunun daha yakinen görülebilmesi için örnekler verilmesinin konunun iyi anlaşılması ve metot açısından daha doğru olduğu düşünülmektedir.

Tekrarlar – Bazı bilgiler benzer başlıklar ve konular altında sık sık tekrarlanmıştır. Gereksiz açılan başlıklar bilgi tekrarlarına sebep olmuş, bu yöntem hatası taslağın, başlıkların ve metnin hacmini arttırmıştır. Örneğin sayfa 115’teki “Abartı” ve 116’daki “Tarihsel ve Sayısal Verilerdeki Farklılıklar ve Abartılar” başlıkları birbirinin devamı şeklindedir. İkinci başlık gereksizdir, bu kısımdaki bilgiler “Abartı” başlığı altındaki malumatın devamı olarak yazılabilirdi.

Bilinmeyen Kavramların Açıklanmaması – Eserde anlamı bilinmeyen, açıklaması da verilmeyen bazı kavramlar yer almaktadır. “…ilk kez uygulanan nesîden kaynaklanan bir karışıklığın bulunduğuna da dikkat çekilmiştir” (s.118). Bu kavramın anlamı dipnotta ya da metinde parantez içinde verilmeliydi.

Referans ve Dipnot Eksiklikleri – İkinci bölümde neredeyse hiç kaynak kullanılmadığı görülmektedir. Bu kısım genel itibariyle yazarın kendi tecrübelerinden, birikimlerinden, çalışmaları esnasında tespitini yaptığı sorunlardan ve bunlara karşı ortaya koyduğu tezlerden oluşmaktadır. Her ne kadar bu kısım ekseriyetle yazarın kendi deneyimlerinden hareketle meydana getirilmişse de literatürel sayılacak bilgilere dipnotlarda referanslar gösterilmeliydi.

Yazar bazı görüşlerine açıklama sadedinde dipnotlar getirmiştir. Örneğin Geçmişini bilen insanın kendine özgüveni artar ve geleceğine daha emin duygularla bakar. Günümüz dünyasında tarih bilinci olmayan ve geçmişini bilmeyen insanlardan meydana gelen bir topluluğun kimliğini koruması mümkün olmaz. Böyle bir toplum, başka toplumlar tarafından sömürülmeye ve kültürel kimliğini kaybetmeye mahkûm olur. Nitekim günümüzde kimliğini kaybeden toplumların sayısı her geçen gün artmaktadır (s.17) ifadesine 6. dipnotta açıklama yapılmıştır: İletişim imkânlarının arttığı dünyamızda insanların kullandığı binlerce dil yok olma tehdidi altındadır (s.17). Yapılan bu beyan dayanaksız bırakılmıştır. Ortaya konulan iddia “nitel ve nicel verilerle -statikler, sayısal veriler, örnek olaylar vb.- desteklenmemiştir. Yazar bu bakımdan da eserde ortaya koyduğu tezlere mugayir tutum sergilemiş, bilimsel addedilen kıstaslardan uzaklaşmıştır. Bu durum, müellifin verdiği bilgilerin sıhhatine gölge düşürmektedir.

Bir başka referans eksikliğine ise 21. dipnotta rastlanmaktadır: “Bugün Hariciler hakkında elimizde bulunan bilginin hemen tamamına yakını muhalifleri üzerinden bize ulaşmıştır. Bu durumun bizi yönlendirdiğini söylemek mümkün değildir” (s.27). Metinde konuyla ilgili açıklama olarak verilen bu bilgiye dair örnekler zikredilmemekte ve referanslar gösterilmemektedir.

Dil

Akademik üslupla yazılmasına karşılık eserde son derece açık, sade, akıcı, anlaşılır ve okuyucuyu sıkmayan bir dil hâkimdir. Bu açıdan çift yönlü olan çalışma hem akademik platforma hem de halk kitlelerine hitap etmektedir. Dolayısıyla çalışma, dili bakımından geniş bir alanda karşılık bulmaktadır.

Konular üslup açısından kısa ve özet bir şekilde kaleme alınsa da çalışmada yoğun bir anlatım söz konusudur. Bu açıdan dilde düşündürücü, metafizik bir nitelik bulunmaktadır.

Dil Bilgisi Hataları

Cümleler ve paragraflar düzgün şekilde hazırlanmıştır, anlatım bozukluğuna mahal verecek ifadeler bulunmamaktadır. Ancak metinde bazı yerlerde noktalama ve imla gibi dil bilgisi hataları yapılmıştır. Örneğin, “ya da” bağlacından önce ve sonra virgül kullanılmaz: “Bizim açımızdan kaynağın eskiliği, ya da eski bir kaynaktan yapılan nakil önem arz etmektedir. Bu kaynaklardaki bilgiler, tarih kritiği yapılarak kullanılmaktadır” (s.109).

Nokta’dan sonra gelen kelime büyük harfle başlamalıdır. Örneğin, “denk gelmemektedir. En makul tarih, 11 Ocak’tır” (s.113) ifadesinde noktadan sonra küçük harfle başlanmıştır.

Eserde küçük çapta kelime hataları yapılmıştır. Örneğin “yeri” yerine “yerri” yazılmıştır (s.89).

Sonuç

Alanındaki eksiklikleri gören yazar, sahasındaki boşlukların doldurulmasına yönelik katkı sağlamak için İslam tarihi epistemolojisi kanalıyla bir metodoloji ortaya koymaya çalışmıştır. Kadim ve muasır yazarlardan faydalanan müellif, esasen çalışmaları esnasında karşılaştığı sorunlardan hareketle ortaya koyduğu tespitler ve akli değerlendirmelerle bu eseri kaleme almıştır. Dolayısıyla söz konusu çalışma, ağırlıklı olarak tecrübelerden elde edilen bir birikimin somut ve soyut çıktısıdır.

Eser yazılırken meseleler farklı üsluplarla izah edilmeye çalışılmış, genele hitap eden, sade ve anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Ancak eserde yoğun ve metafizik anlatımın olduğu da reddedilemez gerçekliktir. Her ne kadar içinde üslup, dil ve referans hatalarını barındırsa da eser, araştırmacıların karşılaştığı problemlere çözümler getirebilecek, kılavuz mahiyetinde değerli bir çalışmadır.



[1] İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü İslam Tarihi Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi.


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar