25 Ekim 2021 Pazartesi

Site Devletleri ve Medine- II


SİTE DEVLETLERİ VE MEDİNE- II

Prof. Dr. Cahit Külekçi

Bir önceki yazımızda, Allah Resûlü’nün hicretten sonra Medine’de kurumsallaştırmaya gayret ettiği bir yapıdan bahsetmiş, bu yapının çeşitli isimler/ nitelemeler altında incelendiğini ve bunlardan en önemlisinin de hiç kuşkusuz Medine’nin bir site devleti olarak nitelendirildiğine temas etmiştik. Bu çerçevede Medine Vesikasının da alt maddeleriyle toplam elli iki maddeden oluşan bir tür anayasa hükmünde değerlendirildiğini fakat bu bağlamda cevaplanması gereken birkaç soru bulunduğunu da kendi lisanımızca ifade etmiştik.

Mezkûr soruları hatırlamak ve hatırlatmak kabilinden olsa gerektir ki, tekrarına dahi lüzum görülmüştür, şöyle ki… Site ya da şehir devletinin özellikleri nelerdir? Hicretten sonra Medine ismini alan şehir, site devletinin özelliklerini veya bir anayasaya sahip olmanın yeterliliğini taşıyor muydu? Bu bağlamda, geçmiş dönemlerdeki hangi site devletleriyle Medine şehri kıyaslanabilir? Bir İslam tarihçisinin, o dönemdeki şehir yapılanmasını ‘Medine Site Devleti’ veya ‘Medine İslâm Devleti’ şeklinde nitelendirmesiyle bir devlet teşekkül etmiş oluyor muydu? Devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargı erklerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların hak ve ödevlerini, özgürlüklerini saptayan ve düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlanan anayasa ile Medine Vesikasının eşleştirilmesi doğru mudur? Her şeyden önemlisi, gerekli midir?

Bu sorulardan birkaç tanesini konu aldığımız yazımıza, müsaade buyrulduğu takdirde Sümerler ile başlamayı tercih ediyoruz.

Vâkıa rivayet odur ki tarih, Sümerlerle başlar! Hâl böyle olunca tarihte bilinen en eski site devletinin de Sümerler olduğu/ olacağı açıktır. Batı Asya’nın kadîm kültürünü simgeleyen Sümerler aynı zamanda medeniyetin beşiği olarak da vasıflandırılan son derece haddsiz bir antik yapılanmadır.

/Hadd, sınır demektir. Haddsiz ifadesini biz de bu anlamda kullandık. Aksi halde Sümerlere ‘densiz’ demek haddimize değildir! /

Sümerler yerleşik bir millettir ve bu yerleşik halleri onların üretmesine olanak tanımış, bu yönleriyle kendilerinden farklı uygarlıklara eşsiz medenî bilgiler transfer etmişlerdir. Sümerlerin, herkes tarafından takdir edilen yazı konusundaki kabiliyetleri bir tarafa, özellikle dönemlerindeki yerleşik hayatın vazgeçilmez unsurlarından çömlek yapımı, hayatı kolaylaştırıcı basit mekanizmalar gibi hususlardaki faaliyetleri, kendilerinin ne denli bir haddsiz kudrete sahip olduğunu göstermektedir. Tabiri câizse Sümerler, kendilerinden önceki uygarlıkların birikimlerini israf etmediği gibi son derece ergonomik biçimde bunları işlemiş, sonraki nesillere de ulaştırmıştır. İşte site devleti hususundaki gelişimi de şimdiki bilgilerimiz dâhilinde, biz onlara borçluyuz.

Sümerler, ortak kültürel birlikteliklerini çeşitli başlıklar altında bir araya getirerek, tarihteki ilk yazılı hukuk metinlerini oluşturan ve bu metinler çerçevesinde otoritesini kurup, koruyan bir şehir devletidir. Böylece yazılı kültür, belki ilk aşamada ve sadece Sümerler özelinde, bir şehir devletinin en önemli özelliğini oluşturmuştur ve bu kültür ilk dönemlerde mutlak bir otoriteye ihtiyaç duymamışsa da dış saldırılar, birliği muhafaza etme gibi çeşitli sebeplerden ötürü Sümerleri de birtakım krallar hâkimiyetleri altına almıştır.

Sümerlerle birlikte var olduğu ve süreç içerisinde biçimlendiği ileri sürülen bu sistemin iki temel yapıya evirildiği düşünülmektedir. Birisi antik Mısır’da görülen, nomarklar tarafından yönetilen nomlardır. Diğeri de malum olduğu üzere antik Yunan’ın biçimlendirdiği ve genelde belirli bir otoritenin yönetmediği sitelerdir ki siteler, daha sonraları polis kelimesiyle ifade edilmiştir.

Medine şehrine nom değil de doğrudan site devleti denildiğine göre site devletlerinin belli başlı özelliklerini naklederek bir kıyas noktası oluşturmak istiyoruz.

Buna göre, Sümerlerden farklı olarak bir site devletinde, belirli bir yönetim sınıfı ya da yönetici bulunmamaktadır. Dolayısıyla site devletlerinde siyasî anlamda birlikten de bahsedilememektedir. Site devletlerinin esası feodalitedir ki bu durumda da site devletlerinde yasama, yürütme ve yargı erkleri tek bir yerde veya kişide toplanamamaktadır. Site devletlerinin krallar tarafından hâkimiyet altına alınmasıyla bu yapı monarşi, oligarşi gibi başka bir siyasî sisteme kavuşmuş olmaktadır.

Şehir devletlerinde ortak bir yönetim olmasa da ortak bir kültür vardır. Bu kültür birlikteliği şehir devletlerindeki muhtemel karmaşaları önleyebilmektedir. Gerçi yönetimi ele geçirmek gibi bir fikir olmayınca şehir devletlerinde siyasî hırsın sebep olduğu çatışmalar da yaşanmamaktadır ama Yunanlılardaki gibi olimpiyat ruhuyla tuhaf rekabetler görülmekte ve insanlar, bu olimpiyat oyunlarının getirdiği heyecanla birbirlerini öldürerek çeşitli kaoslara sebep olabilmektedir.

Nadir de olsa farklı kültürlerin bir araya gelerek oluşturduğu şehir devletlerine de rastlanmaktadır elbette ki bunlara da kozmopolis denmektedir.

Öte yandan bir site devletinde askerî birlikten söz edilmesi de pek mümkün olmadığından site devletleri dış saldırılara karşı savunmasızdır. Böyle bir durum karşısında şehir devletlerinin durumu pek iç açıcı olmamaktadır. Ama bunların yanında şehir devletlerinin sahip oldukları ya da olmak istedikleri üç temel haslet vardır ki birisi eleutheria, diğeri autonomia, sonuncusu da autarkeiadır. Siyasî, kültürel ve ekonomik bağımsızlığı ifade eden bu kavramlar her ne kadar şehir devletlerinin ideal kimliklerini ifade ediyor olsa da tarihî süreç içerisinde bu kavramlar, şehir devletlerinin durumlarını yansıtma konusunda çok da başarılı olamamıştır.

Bir sonraki yazımızda nasipse, bu yazımızda oluşturduğumuz kıyas noktalarıyla Medine şehrinin bir site devleti olup olamayacağı konusuna odaklanacak, romantizmden uzak belirli birkaç tespit yapmaya çalışacağız.


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar