SİTE DEVLETLERİ VE MEDİNE- II
Prof. Dr. Cahit Külekçi
Bir önceki yazımızda, Allah Resûlü’nün hicretten sonra Medine’de kurumsallaştırmaya gayret ettiği bir yapıdan bahsetmiş, bu yapının çeşitli isimler/ nitelemeler altında incelendiğini ve bunlardan en önemlisinin de hiç kuşkusuz Medine’nin bir site devleti olarak nitelendirildiğine temas etmiştik. Bu çerçevede Medine Vesikasının da alt maddeleriyle toplam elli iki maddeden oluşan bir tür anayasa hükmünde değerlendirildiğini fakat bu bağlamda cevaplanması gereken birkaç soru bulunduğunu da kendi lisanımızca ifade etmiştik.
Mezkûr soruları hatırlamak ve hatırlatmak kabilinden olsa gerektir
ki, tekrarına dahi lüzum görülmüştür, şöyle ki… Site ya da şehir devletinin
özellikleri nelerdir? Hicretten sonra Medine ismini alan şehir, site devletinin
özelliklerini veya bir anayasaya sahip olmanın yeterliliğini taşıyor muydu? Bu
bağlamda, geçmiş dönemlerdeki hangi site devletleriyle Medine şehri kıyaslanabilir?
Bir İslam tarihçisinin, o dönemdeki şehir yapılanmasını ‘Medine Site Devleti’ veya
‘Medine İslâm Devleti’ şeklinde nitelendirmesiyle bir devlet teşekkül etmiş
oluyor muydu? Devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargı
erklerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların hak ve ödevlerini,
özgürlüklerini saptayan ve düzenleyen kurallar bütünü olarak tanımlanan anayasa
ile Medine Vesikasının eşleştirilmesi doğru mudur? Her şeyden önemlisi, gerekli
midir?
Bu sorulardan birkaç tanesini konu aldığımız yazımıza, müsaade buyrulduğu
takdirde Sümerler ile başlamayı tercih ediyoruz.
Vâkıa rivayet odur ki tarih, Sümerlerle başlar! Hâl böyle olunca tarihte
bilinen en eski site devletinin de Sümerler olduğu/ olacağı açıktır. Batı
Asya’nın kadîm kültürünü simgeleyen Sümerler aynı zamanda medeniyetin beşiği
olarak da vasıflandırılan son derece haddsiz bir antik yapılanmadır.
/Hadd, sınır demektir. Haddsiz ifadesini biz de bu anlamda
kullandık. Aksi halde Sümerlere ‘densiz’ demek haddimize değildir! /
Sümerler yerleşik bir millettir ve bu yerleşik halleri onların
üretmesine olanak tanımış, bu yönleriyle kendilerinden farklı uygarlıklara
eşsiz medenî bilgiler transfer etmişlerdir. Sümerlerin, herkes tarafından
takdir edilen yazı konusundaki kabiliyetleri bir tarafa, özellikle dönemlerindeki
yerleşik hayatın vazgeçilmez unsurlarından çömlek yapımı, hayatı kolaylaştırıcı
basit mekanizmalar gibi hususlardaki faaliyetleri, kendilerinin ne denli bir haddsiz
kudrete sahip olduğunu göstermektedir. Tabiri câizse Sümerler, kendilerinden
önceki uygarlıkların birikimlerini israf etmediği gibi son derece ergonomik
biçimde bunları işlemiş, sonraki nesillere de ulaştırmıştır. İşte site devleti hususundaki
gelişimi de şimdiki bilgilerimiz dâhilinde, biz onlara borçluyuz.
Sümerler, ortak kültürel birlikteliklerini çeşitli başlıklar
altında bir araya getirerek, tarihteki ilk yazılı hukuk metinlerini oluşturan
ve bu metinler çerçevesinde otoritesini kurup, koruyan bir şehir devletidir. Böylece
yazılı kültür, belki ilk aşamada ve sadece Sümerler özelinde, bir şehir
devletinin en önemli özelliğini oluşturmuştur ve bu kültür ilk dönemlerde mutlak
bir otoriteye ihtiyaç duymamışsa da dış saldırılar, birliği muhafaza etme gibi
çeşitli sebeplerden ötürü Sümerleri de birtakım krallar hâkimiyetleri altına
almıştır.
Sümerlerle birlikte var olduğu ve süreç içerisinde biçimlendiği ileri
sürülen bu sistemin iki temel yapıya evirildiği düşünülmektedir. Birisi antik
Mısır’da görülen, nomarklar tarafından yönetilen nomlardır. Diğeri de malum
olduğu üzere antik Yunan’ın biçimlendirdiği ve genelde belirli bir otoritenin
yönetmediği sitelerdir ki siteler, daha sonraları polis kelimesiyle ifade
edilmiştir.
Medine şehrine nom değil de doğrudan site devleti denildiğine göre
site devletlerinin belli başlı özelliklerini naklederek bir kıyas noktası
oluşturmak istiyoruz.
Buna göre, Sümerlerden farklı olarak bir site devletinde, belirli
bir yönetim sınıfı ya da yönetici bulunmamaktadır. Dolayısıyla site
devletlerinde siyasî anlamda birlikten de bahsedilememektedir. Site
devletlerinin esası feodalitedir ki bu durumda da site devletlerinde yasama,
yürütme ve yargı erkleri tek bir yerde veya kişide toplanamamaktadır. Site
devletlerinin krallar tarafından hâkimiyet altına alınmasıyla bu yapı monarşi,
oligarşi gibi başka bir siyasî sisteme kavuşmuş olmaktadır.
Şehir devletlerinde ortak bir yönetim olmasa da ortak bir kültür
vardır. Bu kültür birlikteliği şehir devletlerindeki muhtemel karmaşaları
önleyebilmektedir. Gerçi yönetimi ele geçirmek gibi bir fikir olmayınca şehir
devletlerinde siyasî hırsın sebep olduğu çatışmalar da yaşanmamaktadır ama
Yunanlılardaki gibi olimpiyat ruhuyla tuhaf rekabetler görülmekte ve insanlar,
bu olimpiyat oyunlarının getirdiği heyecanla birbirlerini öldürerek çeşitli
kaoslara sebep olabilmektedir.
Nadir de olsa farklı kültürlerin bir araya gelerek oluşturduğu
şehir devletlerine de rastlanmaktadır elbette ki bunlara da kozmopolis
denmektedir.
Öte yandan bir site devletinde askerî birlikten söz edilmesi de pek
mümkün olmadığından site devletleri dış saldırılara karşı savunmasızdır. Böyle
bir durum karşısında şehir devletlerinin durumu pek iç açıcı olmamaktadır. Ama
bunların yanında şehir devletlerinin sahip oldukları ya da olmak istedikleri üç
temel haslet vardır ki birisi eleutheria, diğeri autonomia, sonuncusu da
autarkeiadır. Siyasî, kültürel ve ekonomik bağımsızlığı ifade eden bu kavramlar
her ne kadar şehir devletlerinin ideal kimliklerini ifade ediyor olsa da tarihî
süreç içerisinde bu kavramlar, şehir devletlerinin durumlarını yansıtma
konusunda çok da başarılı olamamıştır.
Bir sonraki yazımızda nasipse, bu yazımızda oluşturduğumuz kıyas
noktalarıyla Medine şehrinin bir site devleti olup olamayacağı konusuna
odaklanacak, romantizmden uzak belirli birkaç tespit yapmaya çalışacağız.
0 yorum:
Yorum Gönder