AĞIT İLE TARİH İNŞA ETMEK
Arş. Gör. Muhammed UĞURLU
Havada bulut yok bu ne
dumandır
Mahlede ölüm yok bu ne
şivandır
Bu yemen elleri ne de
yamandır
Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası
Muş’tur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Kışlanın önünde redif sesi
var
Açın çantasını bakın nesi var
Bir çift potin ile bir de
fesi var
Ano Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Tarihler 1914-15 yıllarını gösterirken Osmanlı’nın
Anadolu’daki muhtelif şehirlerinde mukim olan askerler, vazifelerini ifa edip
terhis olmuşlardı. Memleketlerine dönen askerler evlenmiş, çoluk çocuğa
karışmıştı. Kimi köyde tarlasını ekerken kimi de şehirlerde işlerini
kurmuşlardı. Bu insanlar hayatlarını böyle idame ederken Müslümanların halifesinin
emriyle büyük cihat ilan edildi. Önceden askerlik vazifesini ifa edenler redif
askeri olarak tekrardan askere çağrıldı. Kısa bir eğitimden sonra halkın
zihninde geriye dönüşü olmayan yer olarak zikredilen Yemen Cephesi’ne
gönderileceklerdi. Bu askerler geri
dönüşün olmayacağını biliyorlardı. Peki ne yapacaklardı? Gerisin geri
ailelerine ve işlerine dönüp, İslam ordusunun boynunu bükük mü bırakacaklardı?
Hadi döndüler diyelim; anne ve babaları, eşleri ve çocuklarının yüzlerine nasıl
bakacaklardı? Bu sorular aslında akıllarından dahi geçmeden Peygamber ocağına
doğru yola çıktılar. Yemen ise 1850’lerden beridir kaynayan bir kazan gibiydi.
Askerler aldırış etmeyip, “bizim şehit olanlardan eksiğimiz yok!” diyerek böyle
bir yola çıktılar. Burada İngilizlerle çetin savaşlar yaşadılar; kimi şehitlik
makamına yükselirken kimileri de gazi oldu. Ancak çok fazla şehadet haberleri
gelince özellikle de doğu vilayetlerden gidenlerin sayısının fazlalığı
sebebiyle, en fazla Doğu’da acı bir şekilde hissediliyordu. Yemen’in dumanı
doğuyu sarmıştı. Askerler Yemen’de düşerken Muş’tan feryatlar yükseliyordu. Artık
gidenin gelmeyeceği öğrenilmişti. Bu acı tecrübe bir gelenek başlatmıştı. Öyle
ki; o günlerde Yemen’deki askerlerin eşleri, askerin evde olan küçük yaştaki
kardeşiyle evlendirilmeye başlanmıştı. Bunun sebebi ise şehidin hanımı ortada
kalmasına mâni olmak ve çocuklarının başkasının himayesinde büyümesini
engellemekti. Günümüzde bu durum belki eleştirilebilir ancak o günlerin
psikolojisine şahit olunmadan yapılan her türlü eleştiri yersiz kalacaktır. Bu
öylesine acı bir hâldi ki; geri dönecek olan
askerler bu manzarayla karşılaşmamak için de olsa evine bir daha gidemedi. Ve
Yemen bu savaşlardan sonra binlerce Müslümana mezar oldu. Gerisinde birçok acı
hikâye bıraktı.
Şühedâ gövdesi,
bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa,
dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz
alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna,
yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Büyük
üstad Mehmet Akif’in “Çanakkale Şehitlerine” adlı şiirindeki gerçeklik Yemen
için de geçerliydi. Hakikaten bir hilal uğruna binlerce insan şehadet makamına
ulaşıyordu.
Yukarıda zikredilen ağıt; acıyı,
ayrılığı, gözyaşını öylesine mezcetmiş ki binlerce kitap ve binlerce dersten dahi
öğrenilemeyecek bir tarihi öğretiyordu. Bu acılar unutulursa ahde vefa
anlayışımıza ihanet etmiş olacağız. Bizim için çok önem arz eden Yemen
Cephesinin ortaokul ve liselerde okutulan tarih kitaplarında ayrıntısıyla
öğretilmesi gerekmektedir. Nitekim bu kitapları incelemeye tabi tuttuğumuzda ya
çok az ya da hiç değinilmediğine şahit olmaktayız. Yemen’in Çanakkale’den,
Sarıkamış’tan eksiğinin olmadığı gibi fazlası da yoktur. Çünkü binlerce Anadolu
evladı buralarda şehit düşerken, toprakları şehitlerin kanlarıyla sulanmıştı. En
azından senede bir gün Yemen şehitlerini anma günü ilan edilmeli ve ahde
vefamızdan taviz vermemeliyiz.
Yemen şehitleri adına anlamlı bir yazı
YanıtlaSil