HİLAFETİN EMEVÎ
HANEDANINDAN ABBÂSÎ HANEDANINA GEÇİŞİ
Prof. Dr. Âdem
APAK
Emevîler devletinin yerine Abbâsî hanedanının iktidara geldiği ve hilafetin el değiştirdiği Mîlâdî 750 yılı gerek İslâm tarihinin gerekse dünya tarihinin en mühim dönüm noktalarından birini teşkil eder. İktidar değişikliğini sağlayan Abbâsî hareketi, esas olarak Hz. Peygamber’in (sav) amcası Abbâs’ın torunlarından Muhammed b. Ali liderliğinde başlayıp 32 yıl kadar süren bir faaliyetin ardından Emevî Devleti’nin ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu tarihî gelişme temelde Emevî idaresinden memnun olmayan grupların ortak faaliyetleri neticesinde teşkilatlanan büyük bir kitlenin harekete geçmesiyle meydana gelmiş; hilafetin el değiştirmesinin yanı sıra birçok yönüyle ictimaî, siyasî ve dinî alanda derin değişmelere ve farklılaşmalara yol açacak bir sürecin de başlangıcını oluşturmuştur.
Emevîler devleti Muaviye’nin halîfeliğinden itibaren zaman zaman dinî veya siyasî nitelikli
birtakım isyanlarla yüz yüze kaldı. İktidarı değiştirme amacıyla başlatılan bu
hareketlerden en önemlilerinden biri de Muaviye’nin ölümünden sonra devlet
başkanı olan oğlu Yezîd’in (H.60-64/M.680-684) halîfeliğini tanımayı reddeden Hz. Hüseyin’in
teşebbüsüdür. Kûfeliler tarafından Emevîlere karşı
bir siyasî hareket başlatmak üzere ayaklanmaya davet edilen Hz. Hüseyin, bizzat
çağrı sahiplerinin kendisini yalnız bırakması neticesinde (10 Muharrem 61/10
Ekim 680) tarihinde Kerbelâ’da pek çok aile efradıyla birlikte öldürülmüştür.[1] Hz. Hüseyin’e
yardım konusunda gösterilen duyarsızlık nedeniyle oluşan pişmanlık başta Irak halkı olmak üzere
Müslümanların birçoğunu Kerbelâ’nın intikamını alma düşüncesine sevk etmiştir. Kûfe‘de başlayan Tevvâbûn hareketinin geliştiği zemin üzerinde Muhtar es-Sekafî de Emevîlere karşı bir
ayaklanma gerçekleştirmiştir. Hz. Ali’nin
oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye (V.H.81/M.700-1) adına
hareket ettiğini ileri süren Muhtar, özellikle mevâlînin de desteğini almak
suretiyle taraftarlarıyla birlikte Kûfe’nin idaresini ele geçirmiştir.
(H.66/M.685). Ancak onun (H.67/M.686) yılında Abdullah b. Zübeyr tarafından öldürülmesiyle bu hareket de
neticesiz kalmıştır.[2]
Bununla birlikte Kûfe, Emevîler dönemi boyunca yönetime karşı muhalefet hareketinin
merkezi olma konumumu hep sürdürmüştür. Nitekim bu hadiselerden sonra da
Emevîler dönemi boyunca iktidarı hedef alan en önemli isyan hareketleri yine bu
şehirde gerçekleştirilmiştir.
Emevîler asrında Yezîd‘in ölümünden sonra ortaya çıkan hilâfet mücadelesinde güney
Araplarından Kelb kabilesi Emevî ailesinden Mervân b.
Hakem’i, kuzey Araplarından Kays kabilesi de Abdullah b. Zübeyr’i
desteklemişti. Bu iki ana akım Arap soyunun Mercirâhit’taki kanlı savaşı Kelbîlerin galibiyeti ile sonuçlandı.
(H.65/M.684). Bu gelişmeyle birlikte Emevî halîfeleri kabileler arasındaki
mücadelelerde taraf olmak durumunda kaldılar. Yeni
şartlarda halîfe Abdülmelik ve oğlu I. Velîd zamanında
Haccâc’ın desteklediği Kays kabilesi güçlenirken, buna karşılık Velid’in
kardeşi Süleyman zamanında halîfenin desteğiyle iktidarın gücü Yemenlilerin kontrolüne geçti. Bütün bunların bir neticesi olarak devlet
yönetimi, adeta kabile politikalarının icracısı ve asabiyet savaşlarının
mücadele sahası haline geldi. Nitekim II. Velid’in tahttan indiren III. Yezîd,
Yemenlilerin desteğiyle yönetime geldiği için, idarede Güney Arapları lehine
bir siyaset takip etmek zorunda kaldı. Emevî halîfelerinin kabile merkezi
siyaset takip etmiş olmaları, onların bir devletin idarecisi olmaktan çok,
belli bir zümrenin temsilcisi haline gelmeleri sonucunu doğurmuş, bu gelişme
ise Emevîlerin, toplumun önemli bir kısmının kamuoyu desteğini yitirmesine
sebep teşkil etmiştir.
Emevî devletinin zayıflama sebepleri
arasında, II. Velid’in halîfelikten uzaklaştırılmasında görüldüğü gibi, hanedan
içindeki mücadeleler de yer alır. Bu saray kavgalarıyla birlikte yıllardan beri
Irak muhalefetine karşı Emevî
iktidarının en büyük destekçisi olan Suriye Arapları, Mudarî ve Yemenî şeklinde ikiye bölünmüştür. İhtilâf o hale
gelmiştir ki Kuzey Araplarının desteğiyle iktidarı ele geçirmiş bulunan son
halîfe II. Mervân, Yemenîlerin etkin oldukları Dimaşk’ı
terk ederek hilâfetin yeni merkezi olarak Harran’ı
seçmek zorunda kalmıştır. Bu adım da Emevî devletinin parçalanmasını
hızlandırmaktan başka bir netice getirmemiştir.
Bilindiği gibi İslâm kendisini
evrensel bir din olarak takdim etmiş, insan hakları açısından Müslümanların
eşit oldukları prensibini getirmiştir. Bundan ilham alan Müslüman fâtihler, ele
geçirdikleri bölge halklarını kendileri gibi eşit vatandaş olarak görmüşlerdir.
Emevî asrının ikinci yarısından itibaren Horasan İslâm topraklarına
katılmıştı. Neticede büyük gruplar halinde fethi gerçekleştiren Arapların
birçoğu da Horasan’a yerleşmişti. Bu topraklarda yaşayan yerli halktan bir
kısmı Müslüman olmuş, bir kısmı ise eski dinlerinde kalmak istediklerinden
cizye ödemek suretiyle ibadet hürriyetinden ve Arapların himayesinden istifade
etmişlerdir. Ancak bilhassa Emevîler döneminde Arap olmayan
Müslümanlar (Mevâlî), Araplar tarafından küçümsenmiş,
üstelik onlardan büyük bir kısmı Müslüman olmalarına rağmen, gayr-i müslim
tebeanın ödediği vergileri vermek zorunda bırakılmıştır. Kendilerine reva
görülen bu ve benzeri ayrımcı uygulamalardan rahatsız olan mevâlî, kendilerine insanca
muamele edilmesi ve kendilerinin Müslüman Araplarla aynı kategoride
değerlendirilmesi taleplerini dillendirmeye başlamışlardır. Mevâlînin bu
beklentileri Ömer b. Abdülaziz (H.99-101/M.717-720)
halîfeliği dönemde nispeten karşılanmışsa da onun kısa süren halîfeliğinin
ardından Emevîlerin klâsik mevâlî politikasına geri dönülmüş, Müslüman olan
gayr-ı Arap unsurlardan cizye alınmaya devam edilmiş, üstelik onlardan savaşa
iştirak edenlerin ücretleri de kendilerine verilmemiştir. Bunun gibi olumsuz
gelişmeler sebebiyle Araplar dışındaki halk toplulukları Emevî idaresinin potansiyel
muhalifi haline gelmişlerdir.
Mevâlîye karşı devlet eliyle yürütülen
bu ayrımcı politikaların yanı sıra fetihlerin ardından Horasan‘a yerleşen Mudar, Rebîa ve Ezd kökenli Arap kabile grupları
arasında devlet imkânlarının paylaşımında kıskançlıklar, hâkimiyeti rakip gruba
kaptırmama adına kanlı çatışmalar da yaşanmıştır. Özellikle Şam ve Irak bölgesinde sıklıkla meydana
gelen kabile çatışmaları zamanla ülkenin başka bölgelerine de sirayet etmiştir.
Buna ilave olarak merkezî hükümet tarafından Horasan’a tayin edilen valilerin,
adı geçen kabile gruplarından herhangi birine yakınlık duyması ve onları devlet
imkânlarından daha çok istifade ettirmesi, kabileler arası düşmanlığı daha da
körüklemiştir. Bütün bunlar Arap olsun mevâlî olsun Emevî idaresi altındaki
halkta genel bir memnuniyetsizliğe sebep olmuştur. Bunlar arasında bilhassa
mevâlî topluluklar, kendisinin hem sosyal hem de ekonomik açıdan dışlandığını
düşünüyordu. Bu durum onları, Emevîlere rakip olarak ortaya çıkacak her türlü
iktidar alternatifine destek vermeye hazır hale getirdi. Benzer şekilde Araplar arasında da iktidar
avantajlarının dengesiz dağılımı, iç çekişmelere sebep olduğu gibi muhalif Arap
kabile mensuplarını yönetime karşı infialini tetikledi. Emevî iktidarının
aleyhine olan bu gelişmeleri kendileri adına en verimli bir şekilde değerlendiren
ise Abbâsîler oldu. Abbâsîler hilâfet makamını ele geçirmek adına bütün
muhalifleri bir araya getirmek suretiyle şartları kendi lehlerine ustaca
kullanmasını bildiler. Onlar ülkede yaygın bir şekilde hissedilen
memnuniyetsizlikten istifadeyle Emevîlere karşı bir ihtilâl girişimi
başlattılar.
Abbâsî hanedanının adını aldığı Hz.
Peygamber‘in (sav) amcası Abbâs ve oğlu Abdullah, başlangıçtan itibaren
siyasî olaylara katılmamışlardır. Özellikle Abdullah b. Abbâs, ilimle meşgul olmuş, oğlu Ali de babasının
yolunu takip etmiştir. Ancak kendisi bizzat Emevî halîfesi I. Velid tarafından
baskıya mâruz bırakılınca (H.96/M.714) yılında başkent Dimaşk’ı
terk ederek Suriye hac yolu üzerinde bulunan
Humeyme‘ye yerleşti. Bu andan itibaren İslâm tarihindeki siyasî
mücadelenin belki en eski ve en ince propaganda faaliyeti de burada başlamış
oldu.[3]
Humeyme‘de Emevîlere karşı isyan hareketi başlatmaya karar veren ilk kişi olarak
Abbâsî ailesinden Ali b. Abdullah’ın oğlu Muhammed kabul edilir. Kaynaklarda onun sabırlı bir
kişiliğe sahip olup aynı zamanda mantıklı ve uzak görüşlülüğü ile tanındığı
rivayeti vardır. Anlaşılan o ki ihtilâlin mimarı olan Muhammed, yaşadığı
toplumun sıkıntılarına vakıf olmuş, devletin Arap öncelikli bir politika takip
ettiğini, toplumun önemli bir kısmını teşkil eden mevâlînin ikinci sınıf
vatandaş olarak görüldüğünü müşahede etmiştir. Müslümanların daha iyi
yönetilebilmesi için Abbâsoğullarının iktidara gelmesi gerektiğine inanan Muhammed b. Ali,
bunun için iktidar değişiminin gerekli olduğu kararını vermiştir. Yaşadığı
dönemin sahip olduğu kültürel gelenekte kabile veya soyun öneminin farkında ve
mensubu bulunduğu Hâşimoğulları’nın -peygamberin ailesi olması hasebiyle- halk arasındaki
itibarının da bilincinde olarak ihtilâl hareketini hem Ali hem de Abbâsoğulları’nı
içine alacak şekilde Hâşimoğulları adına başlatmış ve hedefini “Peygamber
ailesinden kimden razı olunursa” şeklinde formülleştirmiştir. Araştırmacıların
üzerinde birleştiği nokta Abbâsîler’in daha geniş taraftar kitlesi kazanabilmek
için böyle bir sloganı benimsedikleri şeklindedir. Ancak bu sloganla asıl
hedeflenen Alioğulları’nın değil, Abbâsoğulları’nın iktidara getirilmesidir.
Humeymeyi ihtilâl merkezi olarak belirleyen Muhammed b. Ali,
Horasan’ı ise propaganda sahası olarak tespit etti. Bu hususta Horasan’ın
tercih edilmesi anlamlıdır. Zira burası Emevî devletinin kuruluşundan itibaren
Arap kabileleri arasındaki asabiyet kavgalarının alanı olmuş, ayrıca bölgenin
başkent Dimaşk’a uzaklığı da ihtilâlciler için büyük bir avantaj teşkil etmiştir.
Bütün bunların yanında Horasan’da Emevî devletine kin besleyen pek çok
mevâlînin bulunması da hareketin diğer bir güvencesini oluşturmuştur. Emevî
yönetimine karşı muhalefetin merkezi olan Kûfe ise Horasan ile Humeyme
arasında irtibatı sağlayan bir üs vazifesi görmüştür.
İhtilâlin alt yapısını teşkil edecek
bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Muhammed b. Ali teşkilâtın ilk üyeleri olarak Meysere, Muhammed b. Huneys,
Ebû İkrime es-Serrâc ve Hayyân el-Attâr’ı dâî (propagandacı) tayin ederek bunları ilk faaliyetlerini
başlatmaları için (H.100/M.718-19) yılında Irak ve Horasan‘a gönderdi. Dâîler taktik gereği başlangıç aşamasında imâmın adını
gizli tutacaklar, propaganda faaliyeti gerçekleştirirken Emevî yöneticilerinin
dikkatlerini çekmemek için de kendilerini tüccar olarak tanıtacaklardı.
Muhammed b. Ali, Horasan’a sevk edilen propagandacılarına şöyle hitap etmiştir:
“Kûfe ve çevresi Ali ve evlâdı
taraftarıdır. Basra ve çevresi Osman
ahlâkındadır. Onlar, olup bitenlere engel olmama temayülündedirler. Allah’ın
maktul kulu ol, katil kulu olma derler. Cezîreliler Hâricîdir. Suriyeliler ise
Emevîlere itaatten başka bir şey bilmezler. Mekke ve Medine’ye Ebû Bekir ve
Ömer hâkim olmuştur. Fakat siz asıl Horasan’a bakın. Orada kalabalık bir toplum
ve sağlam bir kuvvet var. Orada sağlam göğüsler, basit arzuların
parçalayamadığı, atıyyelerin bölemediği temiz kalpler vardır. Onlar güçlü vücutlara,
omuzlara ve pazulara sahip gür sesli bir ordudur. Ben doğuyu, dünyanın ve
halkın ışığının doğduğu yeri uğurlu sayıyorum”.[4]
Abbâsî propagandası ve yer altı
faaliyetleri önce Şam-Horasan güzergâhının tam ortasında
yer alan Kûfe‘de başladı. (H.100/M.718). Buradaki faaliyetler Meysere liderliğinde
gerçekleştirildi. Onun ölümünün ardından Kûfe merkezli propaganda hareketinin
sorumluluğuna Bukeyr b. Mâhân getirildi. Bukeyr (H.107/M.725-26) yılında
Horasan istikametinde içlerinde İkrime, Muhammed b. Huneys ve Ammâr’ın da bulunduğu birçok daîyi
görevlendirdi. Bunlar başlattıkları ilk faaliyetlerinde dönemin Horasan valisi
Esed b. Abdullah el-Kasrî‘nin takibi sonucunda yakalanıp idam edildiler. İçlerinden sadece
Ammâr canını kurtarıp Kûfe’ye dönebildi. Ammâr durumu Bukeyr b. Mâhân’a
anlatmış o da Muhammed b. Ali‘yi
bu konuda mektupla bilgilendirmişti. Muhammed b. Ali, Bukeyr b. Mâhân’a
mücadelenin her şeye rağmen sürdürülmesinin gereğini şu sözlerle ifade
etmiştir: “Sizin davetinizi ve sözünüzü doğrulayan Allah’a hamdolsun! Sizden bu
uğurda öldürülecek daha niceleri var”.[5]
736 yılında Abbâsî ailesinden Ali b.
Abdullah b. Abbâs da ölmüş, yerine hareketin
asıl lideri kabul edilen oğlu Muhammed b. Ali geçmişti. Muhammed’in, Abbâsî hareketinin
kuvvetlenmesinde babasından çok daha fazla pay sahibi olduğu gerçektir. İlk
olarak Horasan’daki fiilî başkaldırının ilk müsebbibi Hidâş’ı tanımadığını ilân
edip bütün olumsuzlukları onun sırtına yükleyerek davayı ayakta tutmasını
bilmiştir. Bundan sonra faaliyete katılan Abbâsî dâîlerine kendilerini bir
iktidar isteklisi olmaktan çok, Allah tarafından istenilen değişikliğin
aracıları olarak tanıtmaları talimatı göndermiştir. Yeni vizyonla ileri sürülen
dava hakkın haksızlığa karşı mücadelesi idi. Biat kendileri için değil, ileride
Peygamber ailesinden üzerinde ittifak edilecek bir şahıs adına alınıyordu.
Muhammed b. Ali’nin bu görevle gönderdiği elçiler, Horasan şehirlerini tek tek
dolaşarak halkı ihtilâl için hazır hale getirme faaliyetlerini yeniden
başlattılar.
Hicretin 125. (M.743) yılında İmâm
Muhammed b. Ali vefat edince, yerine
vasiyeti gereği oğlu İbrahim geçti. İbrahim ilk iş olarak Horasan’da gelişmekte olan ihtilâl faaliyetini hızlandırmak adına Ebû
Müslim‘i mukaddes ailenin vekili sıfatıyla Horasan’a gönderdi. Harekete
lider tayin edilen Ebû Müslim’in milliyeti kesin olarak bilinmemekle beraber, kendisinin
Arap olmadığı muhakkaktır. Anlaşıldığı kadarıyla kendisi Abbâsî ailesine
intisap etmeden önce Kûfe‘de köle veya mevlâ olarak yaşıyordu. Genç yaşına rağmen burada
Abbâsî hareketini yönetenlerin dikkatini çekmiştir. Bunun üzerine Abbâs
ailesinin lideri İbrahim b. Muhammed, Ebû Müslim’i (H.128/M.745-746 yılında “Muhammed ailesinin” vekili
sıfatıyla Horasan’a göndermiştir.[6]
Ebû Müslim’in
Horasan’a gönderilerek hareketin liderliğini üstlenmesi, Abbâsî ihtilâli için bir dönüm noktası kabul
edilir. Çünkü o zamana kadar davet için şiddet ve kuvvete başvurulmamış, dâîler
kendilerine tüccar veya yola çıkmış hacı adayları görüntüsü vermişlerdi. Ebû
Müslim Horasânî’nin Abbâsî davetine
katılmasıyla birlikte hareket potansiyelden eylem safhasına geçmiştir. Bu safha
ise Emevî saltanatının çöküşü ile sona eren kesintisiz savaşlar dönemidir.
İhtilâl lideri Ebû Müslim,
bölgedeki faaliyetlerini gerçekleştirirken aynı zamanda Humeyme‘de bulunan İmâm İbrahim ile devamlı temas halinde idi. Nitekim
(H.129/M.746-47) yılında İmâm, Ebû Müslim’i görüşmeler yapmak amacıyla yanına
çağırdı. Bunun üzerine Ebû Müslim, Hicretin 129 yılı Cemâziyelâhir’in
ortalarında (M. Mart 747) yanında 70 kişiyle beraber Horasan’dan Irak‘a doğru harekete geçti. Kûmis şehrine geldiğinde kendisine ve
Süleyman b. Kesîr’e iletilmek üzere İmâm İbrahim’den bir mektup ulaştı. İmâm
mektubunda davetin açıktan yapılması talimatıyla birlikte Ebû Müslim’e zafer
bayrağını gönderdiğini, mektubun kendisine ulaştığı yerden derhal geri
dönmesini ve Kahtabe liderliğinde diğer ihtilâl
önderlerini kendisine göndermesini istedi. Ebû Müslim bunun üzerine yanındaki
mal ve eşyaları Kahtabe ile birlikte imâma göndererek hareketi idare etmek
üzere tekrar Horasan’a geri döndü.[7]
Horasan’da ihtilâl hazırlıkları
tamamlandıktan sonra 15 Haziran 747 (1 Şevvâl 129) tarihinde Süleyman b. Kesîr taraftarlarının toplu halde bulundukları
Sifezenç’te İmâm İbrahim‘in gönderdiği siyah bayrak açılmak suretiyle Abbâsî faaliyeti
resmen başlatılmış oldu.[8] Kısa süre zarfında Horasan’daki Emevî taraftarlarının toplanmasına
fırsat vermeden eyaletin başşehri Merv’i işgâl etti. Emevîlerin son Horasan valisi Nasr b. Seyyâr bunun üzerine bölgenin diğer bir önemli
merkezi Nîsâbur‘a çekilmek zorunda kaldı. Karşısına çıkan bütün Emevî birliklerini
mağlup eden Ebû Müslim, Merv’den sona Mervürrûz, Herat, Nesâ ve Ebîverd gibi önemli şehirleri
sırasıyla ele geçirdi. Aynı anda İmâm İbrahim’in
yanından dönen ve onun tarafından başkumandanlığa tayin edilen Kahtabe b. Şebîb, Tûs yakınlarında Nasr b. Seyyâr’ı
mağlûp etti. Hicretin 130. Yılı Ramazan ayında (Haziran 748) Emevî valisi Nasr’ın
Nîsâbur’u terk etmesiyle Horasan hâkimiyeti tamamen Abbâsî destekçilerinin
eline geçmiş oldu.
Horasan‘daki tehlikeli gelişmeler üzerine Nasr b. Seyyâr hem halîfeden hem de Irak Valisi Yezîd b. Ömer b. Hubeyre’den Horasan’a yardımcı kuvvetler gönderilmesini talep etti. Ancak
bölgeye sevk edilen kuvvetler Nasr’a ulaşamadan etkisiz hale getiriliyordu. Bu şartlarda Abbâsî orduları komutanı Kahtabe batıya doğru ilerleyerek
sırasıyla Rey ve Hemedân ve Nihâvend’i zapt etti. Hicretin 131. yılı (M.749) ilkbaharında Isfâhan
civarında Emevî ordusuna karşı bir kez daha üstünlük sağlayınca Kahtabe’ye Irak
yolu açılmış oldu. Kahtabe’nin öncü birliklerine komuta eden oğlu Hasan, Celûlâ’da
karargâh kurmuş bulunan İbn Hubeyre’den
sıyrılarak Dicle‘yi geçip Kûfe‘ye doğru ilerlemeye başladı. Aynı anda Kahtabe de (8 Muharrem
132/27 Ağustos 749) çarşamba günü Yezîd b. Ömer b. Hubeyre’nin karargâhına ânî
bir baskın düzenleyerek Emevî ordusunu tekrar mağlûp etti. Beklemediği
yenilgiyle karşı karşıya kalan İbn Hubeyre Irak’ın müstahkem şehri Vâsıt’a çekildi. Bu sürede meydana gelen savaşlar esnasında Kahtabe
hayatını kaybetti. Babasının yerine ordunun idaresini üstlenen oğlu Hasan kısa
süre sonra Emevî ordusunun çekilmesi sebebiyle savunmasız kalan Kûfe’yi ele
geçirdi.[9]
Kûfe‘nin Abbâsîler’in kontrolüne girmesi üzerine Irak’ta Hz. Peygamber (sav) ailesinin veziri
unvanını taşıyan Ebû Seleme el-Hallâl gizlendiği yerden çıkarak idareyi
ele aldı. Diğer taraftan hareketin asıl organizatörü olan Abbâsîler de artık ön
plâna çıkıp gerçek niyetlerini açıklama zamanının geldiğine karar verdiler.
Horasan’da ihtilâl hızla gelişirken Emevî halîfesi Mervân, hareketin
lideri İbrahim’i Harran’a götürerek hapsetmişti. Rivayete göre İbrahim, kendi yerine
kardeşi Ebu’l-Abbâs’ın geçmesini vasiyet etmişti. Abbâsî ailesi Kûfe’nin zaptından
hemen sonra şehre intikal etti. Bu şekilde 28 Kasım 749 Cuma günü (H. 12
Rabiulâhir 132) Kûfe Camii’nde Ebu’l-Abbâs halîfe ilân edilmiş halifelik resmen
Emevî hanedanından Abbâsî hanedanına intikal etmiş oldu.[10]
Ebu’l-Abbâs, halîfe olarak okuduğu
ilk hutbesinde yönetim hakkının Abbâsîler’e ait olduğunu çeşitli deliller ileri
sürerek ispat etmeye çalıştı. Abbâsîler ihtilâl hazırlıklarının başladığı ilk
anlardan itibaren Şiîlerle birlikte hareket ediyormuş gibi görünüyorlar,
başlangıç aşamasında gerçek niyetlerini açığa vurmuyorlardı. Ancak onlar
iktidarı ellerine geçirince amcaoğullarına sırt çevirdiler. Nitekim yeni
halîfe harekât merkezini Şiîler’in hâkim olduğu Kûfe’den önce Hâşimiyye’ye ardından da Enbâr’a nakletti. Bu gelişmeden kısa süre sonra da bizzat Ebû Müslim, o
dönemde Şiîlerin önderi konumundaki Ebû Seleme ile Süleyman b. Kesîr’i
ortadan kaldırdı. Böylece Abbâsîler, iktidarı kimseyle paylaşmayacaklarını
açıkça ilân etmiş oldular.
Kûfe’de yeni halîfeye biat gerçekleştirilirken aynı anda Abbâsî
orduları Emevîlerin başkenti Dimaşk‘ı
ele geçirmek için batıya doğru ilerlemelerini devam ettirdiler. Nitekim Kahtabe ve oğlu Hasan, Horasan bölgesinden Kûfe üzerine
yürürlerken, ikinci bir ordu ise Ebu’l-Abbâs’ın amcası Abdullah b. Ali kumandasında Suriye istikametinde doğru yönelmişti. Halîfe II.
Mervân, Suriye ve Cezîre Araplarından topladığı bir
ordu ile Büyük Zap kenarında Abbâsî orduları
komutanı Abdullah’ı karşıladı. (2 Cemâziyelâhir 132/16 Ocak 750) tarihinde
başlayıp yaklaşık on gün devam eden şiddetli çarpışmalar sonucunda Emevî ordusu
ağır bir mağlubiyete uğradı. Hezimetten sonra başkenti Harran‘a
çekilen Mervân orada da tutunamayacağını anlayınca önce Dimaşk’a, ardından
Ürdün‘e gitti. Aynı anda Abbâsî orduları komutanı Abdullah b. Ali,
hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Dimaşk şehrini zapt etti (14 Ramazan 132/26
Nisan 750).[11]
Sürekli güneye doğru çekilen Mervân’ın peşini bırakmayan Abbâsîler onu Yukarı
Mısır‘da Bûsîr adı verilen köyde yakalayıp
öldürdüler. Bu hadise sonucunda halifelik el değiştirdiği gibi, Emevî devleti de
tamamen ortadan kaldırılmış oldu. (Muharrem 132/Ağustos 750).[12]
[1] Taberî, Tarihu’l-Ümem
ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân),
V, 427-455; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut-Riyad ts.
(Mektebetü’l-Meârif--Mektebetü’n-Nasr), VIII, 179-188.
[2] Ya’kûbî, Tarih, I-II, Beyrut 1960, II,
263-264; Taberî, Tarih, VI, 93-116.
[3] Belazürî, Ensâbü’l-Eşrâf, (thk.
Abdülaziz ed-Dûrî), Beyrut 1978, III, 74-79; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-IX, Beyrut 1986, el-Kâmil, IV, 253.
[4] İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I-IV, Mısır
1952, I, 204; Belazürî, Ensâb, III, 81.
[5] Taberî, Tarih, VII, 40; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 197-198.
[6] Taberî, Tarih, VII, 198-199; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, IV, 252-254, 261.
[7] Taberî, Tarih, VII, 354-355.
[8] Taberî, Tarih, VII, 355; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, IV, 300.
[9] Taberî, Tarih, VII, 410, 412-416,
418; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV,
321-322.
[10] Taberî, Tarih,
VII, 410-417, 421-429; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 320-327.
[11] Taberî, Tarih,
VII, 436-438; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
IV, 330.
[12] Taberî, Tarih,
VII, 438-443; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 330-331.
0 yorum:
Yorum Gönder