17 Ekim 2022 Pazartesi

Hilafetin Emevî Hanedanından Abbâsî Hanedanına Geçişi


HİLAFETİN EMEVÎ HANEDANINDAN ABBÂSÎ HANEDANINA GEÇİŞİ

Prof. Dr. Âdem APAK

Emevîler devletinin yerine Abbâsî hanedanının iktidara geldiği ve hilafetin el değiştirdiği Mîlâdî 750 yılı gerek İslâm tarihinin gerekse dünya ta­rihinin en mühim dönüm noktalarından birini teşkil eder. İktidar değişikliğini sağlayan Abbâsî hareketi, esas olarak Hz. Peygamber’in (sav) amcası Abbâs’ın torunlarından Muhammed b. Ali liderliğinde başlayıp 32 yıl kadar süren bir faaliyetin ardından Emevî Devleti’nin ortadan kaldırılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu tarihî gelişme temelde Emevî idaresinden memnun olmayan grupların ortak faaliyetleri neticesinde teşkilatlanan büyük bir kitlenin harekete geçmesiyle meydana gelmiş; hilafetin el değiştirmesinin yanı sıra birçok yönüyle ictimaî, siyasî ve dinî alanda derin değişmelere ve farklılaşmalara yol açacak bir sürecin de başlangıcını oluşturmuştur.

Emevîler devleti Muaviye’nin halîfeliğinden itibaren zaman zaman dinî veya siyasî nitelikli birtakım isyanlarla yüz yüze kaldı. İktidarı değiştirme amacıyla başlatılan bu hareketlerden en önemlilerinden biri de Muaviye’nin ölümünden sonra devlet başkanı olan oğlu Yezîd’in (H.60-64/M.680-684) halîfeliğini tanımayı reddeden Hz. Hüseyin’in teşebbüsüdür. Kûfeliler tarafından Emevîlere karşı bir siyasî hareket başlatmak üzere ayaklanmaya davet edilen Hz. Hüseyin, bizzat çağrı sahiplerinin kendisini yalnız bırakması neticesinde (10 Muharrem 61/10 Ekim 680) tarihinde Kerbelâ’da pek çok aile efradıyla birlikte öldürülmüştür.[1] Hz. Hüseyin’e yardım konusunda gösterilen duyarsızlık nedeniyle oluşan pişmanlık başta Irak halkı olmak üzere Müslümanların birçoğunu Kerbelâ’nın intikamını alma düşüncesine sevk etmiştir. Kûfe‘de başlayan Tevvâbûn hareketinin geliştiği zemin üzerinde Muhtar es-Sekafî de Emevîlere karşı bir ayaklanma gerçekleştirmiştir. Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. el-Hane­fiyye (V.H.81/M.700-1) adına hareket ettiğini ileri süren Muhtar, özellikle mevâlînin de desteğini almak suretiyle taraftarlarıyla birlikte Kûfe’nin idaresini ele geçirmiştir. (H.66/M.685). Ancak onun (H.67/M.686) yılında Abdullah b. Zübeyr tarafından öldü­rülmesiyle bu hareket de neticesiz kalmıştır.[2] Bununla birlikte Kûfe, Emevîler dönemi boyunca yönetime karşı muhalefet hareke­tinin merkezi olma konumumu hep sürdürmüştür. Nitekim bu hadiselerden sonra da Emevîler dönemi boyunca iktidarı hedef alan en önemli isyan hareketleri yine bu şehirde gerçekleştirilmiştir.

Emevîler asrında Yezîd‘in ölümünden sonra ortaya çıkan hilâfet mücadelesinde güney Araplarından Kelb kabilesi Emevî ailesinden Mervân b. Hakem’i, kuzey Araplarından Kays kabilesi de Abdullah b. Zübeyr’i desteklemişti. Bu iki ana akım Arap soyunun Mercirâhit’taki kanlı savaşı Kelbîlerin galibiyeti ile sonuçlandı. (H.65/M.684). Bu gelişmeyle birlikte Emevî halîfeleri kabileler arasındaki mücadelelerde taraf olmak durumunda kaldılar. Yeni şartlarda halîfe Abdülmelik ve oğlu I. Velîd zamanında Haccâc’ın desteklediği Kays kabilesi güçlenirken, buna karşılık Velid’in kardeşi Süleyman zamanında halîfenin desteğiyle iktidarın gücü Yemenlilerin kontrolüne geçti. Bütün bunların bir neticesi olarak devlet yönetimi, adeta kabile politikalarının icracısı ve asabiyet savaşlarının mücadele sahası haline geldi. Nitekim II. Velid’in tahttan indiren III. Yezîd, Yemenlilerin desteğiyle yönetime geldiği için, idarede Güney Arapları lehine bir siyaset takip etmek zorunda kaldı. Emevî halîfelerinin kabile merkezi siyaset takip etmiş olmaları, onların bir devletin idarecisi olmaktan çok, belli bir zümrenin temsilcisi haline gelmeleri sonucunu doğurmuş, bu gelişme ise Emevîlerin, toplumun önemli bir kısmının kamuoyu desteğini yitirmesine sebep teşkil etmiştir.

Emevî devletinin zayıflama sebepleri arasında, II. Velid’in halîfelikten uzaklaştırılmasında görüldüğü gibi, hanedan içindeki mücadeleler de yer alır. Bu saray kavgalarıyla birlikte yıllardan beri Irak muhalefetine karşı Emevî iktidarının en büyük destekçisi olan Suriye Arapları, Mudarî ve Yemenî şeklinde ikiye bölünmüştür. İhtilâf o hale gelmiştir ki Kuzey Araplarının desteğiyle iktidarı ele geçirmiş bulunan son halîfe II. Mervân, Yemenîlerin etkin oldukları Dimaşk’ı terk ederek hilâfetin yeni merkezi olarak Harran’ı seçmek zorunda kalmıştır. Bu adım da Emevî devletinin parçalanmasını hızlandırmaktan başka bir netice getirmemiştir.

Bilindiği gibi İslâm kendisini evrensel bir din olarak takdim etmiş, insan hakları açısından Müslümanların eşit oldukları prensibini getirmiştir. Bundan ilham alan Müslüman fâtihler, ele geçirdikleri bölge halklarını kendileri gibi eşit vatandaş olarak görmüşlerdir. Emevî asrının ikinci yarısından itibaren Horasan İslâm topraklarına katılmıştı. Neticede büyük gruplar halinde fethi gerçekleştiren Arapların birçoğu da Horasan’a yerleşmişti. Bu topraklarda yaşayan yerli halktan bir kısmı Müslüman olmuş, bir kısmı ise eski dinlerinde kalmak istediklerinden cizye ödemek suretiyle ibadet hürriyetinden ve Arapların himayesinden istifade etmişlerdir. Ancak bilhassa Emevîler döneminde Arap olmayan Müslümanlar (Mevâlî), Araplar tarafından küçümsenmiş, üstelik onlardan büyük bir kısmı Müslüman olmalarına rağmen, gayr-i müslim tebeanın ödediği vergileri vermek zorunda bırakılmıştır. Kendilerine reva görülen bu ve benzeri ayrımcı uygulamalardan rahatsız olan mevâlî, kendilerine insanca muamele edilmesi ve kendilerinin Müslüman Araplarla aynı kategoride değerlendirilmesi taleplerini dillendirmeye başlamışlardır. Mevâlînin bu beklentileri Ömer b. Abdülaziz (H.99-101/M.717-720) halîfeliği dönemde nispeten karşılanmışsa da onun kısa süren halîfeliğinin ardından Eme­vîlerin klâsik mevâlî politikasına geri dönülmüş, Müslüman olan gayr-ı Arap unsurlardan cizye alınmaya devam edilmiş, üstelik onlardan savaşa iştirak edenlerin ücretleri de kendilerine verilmemiştir. Bunun gibi olumsuz gelişmeler sebebiyle Araplar dışındaki halk toplulukları Emevî idaresinin potansiyel muhalifi haline gelmişlerdir.

Mevâlîye karşı devlet eliyle yürütülen bu ayrımcı politikaların yanı sıra fetihlerin ardından Horasan‘a yerleşen Mudar, Rebîa ve Ezd kökenli Arap kabile grupları arasında devlet imkânlarının paylaşımında kıskançlıklar, hâkimiyeti rakip gruba kaptırmama adına kanlı çatışmalar da yaşanmıştır. Özellikle Şam ve Irak bölgesinde sıklıkla meydana gelen kabile çatışmaları zamanla ülkenin başka bölgelerine de sirayet etmiştir. Buna ilave olarak merkezî hükümet tarafından Horasan’a tayin edilen valilerin, adı geçen kabile gruplarından herhangi birine yakınlık duyması ve onları devlet imkânlarından daha çok istifade ettirmesi, kabileler arası düşmanlığı daha da körüklemiştir. Bütün bunlar Arap olsun mevâlî olsun Emevî idaresi altındaki halkta genel bir memnuniyetsizliğe sebep olmuştur. Bunlar arasında bilhassa mevâlî topluluklar, kendisinin hem sosyal hem de ekonomik açıdan dışlandığını düşünüyordu. Bu durum onları, Emevîlere rakip olarak ortaya çıkacak her türlü iktidar alternatifine destek vermeye hazır hale getirdi. Benzer şekilde Araplar arasında da iktidar avantajlarının dengesiz dağılımı, iç çekişmelere sebep olduğu gibi muhalif Arap kabile mensuplarını yönetime karşı infialini tetikledi. Emevî iktidarının aleyhine olan bu gelişmeleri kendileri adına en verimli bir şekilde değerlendiren ise Abbâsîler oldu. Abbâsîler hilâfet makamını ele geçirmek adına bütün muhalifleri bir araya getirmek suretiyle şartları kendi lehlerine ustaca kullanmasını bildiler. Onlar ülkede yaygın bir şekilde hissedilen memnuniyetsizlikten istifadeyle Emevîlere karşı bir ihtilâl girişimi başlattılar.

Abbâsî hanedanının adını aldığı Hz. Peygamber‘in (sav) amcası Abbâs ve oğlu Abdullah, başlangıçtan itibaren siyasî olaylara katılmamışlardır. Özellikle Abdullah b. Abbâs, ilimle meşgul olmuş, oğlu Ali de babasının yolunu takip etmiştir. Ancak kendisi bizzat Emevî halîfesi I. Velid tarafından baskıya mâruz bırakılınca (H.96/M.714) yılında başkent Dimaşk’ı terk ederek Suriye hac yolu üzerinde bulunan Humeyme‘ye yerleşti. Bu andan itibaren İslâm tarihindeki siyasî mücadelenin belki en eski ve en ince propaganda faaliyeti de burada başlamış oldu.[3]

Humeyme‘de Emevîlere karşı isyan hareketi başlatmaya karar veren ilk kişi olarak Abbâsî ailesinden Ali b. Abdullah’ın oğlu Muhammed kabul edilir. Kaynaklarda onun sabırlı bir kişiliğe sahip olup aynı zamanda mantıklı ve uzak görüşlülüğü ile tanındığı rivayeti vardır. Anlaşılan o ki ihtilâlin mimarı olan Muhammed, yaşadığı toplumun sıkıntılarına vakıf olmuş, devletin Arap öncelikli bir politika takip ettiğini, toplumun önemli bir kısmını teşkil eden mevâlînin ikinci sınıf vatandaş olarak görüldüğünü müşahede etmiştir. Müslümanların daha iyi yönetilebilmesi için Abbâsoğullarının iktidara gelmesi gerektiğine inanan Muhammed b. Ali, bunun için iktidar değişiminin gerekli olduğu kararını vermiştir. Yaşadığı dönemin sahip olduğu kültürel gelenekte kabile veya soyun öneminin farkında ve mensubu bulunduğu Hâşimoğulları’nın -peygamberin ailesi olması hasebiyle- halk arasındaki itibarının da bilincinde olarak ihtilâl hareketini hem Ali hem de Abbâsoğulları’nı içine alacak şekilde Hâşimoğulları adına başlatmış ve hedefini “Peygamber ailesinden kimden razı olunursa” şeklinde formülleştirmiştir. Araştırmacıların üzerinde birleştiği nokta Abbâsîler’in daha geniş taraftar kitlesi kazanabilmek için böyle bir sloganı benimsedikleri şeklindedir. Ancak bu sloganla asıl hedeflenen Alioğulları’nın değil, Abbâsoğulları’nın iktidara getirilmesidir.

Humeymeyi ihtilâl merkezi olarak belirleyen Muhammed b. Ali, Horasan’ı ise propaganda sahası olarak tespit etti. Bu hususta Horasan’ın tercih edilmesi anlamlıdır. Zira burası Emevî devletinin kuruluşundan itibaren Arap kabileleri arasındaki asabiyet kavgalarının alanı olmuş, ayrıca bölgenin başkent Dimaşk’a uzaklığı da ihtilâlciler için büyük bir avantaj teşkil etmiştir. Bütün bunların yanında Horasan’da Emevî devletine kin besleyen pek çok mevâlînin bulunması da hareketin diğer bir güvencesini oluşturmuştur. Emevî yönetimine karşı muhalefetin merkezi olan Kûfe ise Horasan ile Humeyme arasında irtibatı sağlayan bir üs vazifesi görmüştür.

İhtilâlin alt yapısını teşkil edecek bütün hazırlıklar tamamlandıktan sonra Muhammed b. Ali teşkilâtın ilk üyeleri olarak Meysere, Muhammed b. Huneys, Ebû İkrime es-Serrâc ve Hayyân el-Attâr’ı dâî (propagandacı) tayin ederek bunları ilk faaliyetlerini başlatmaları için (H.100/M.718-19) yılında Irak ve Horasan‘a gönderdi. Dâîler taktik gereği başlangıç aşamasında imâmın adını gizli tutacaklar, propaganda faaliyeti gerçekleştirirken Emevî yöneticilerinin dikkatlerini çekmemek için de kendilerini tüccar olarak tanıtacaklardı. Muhammed b. Ali, Horasan’a sevk edilen propagandacılarına şöyle hitap etmiştir: “Kûfe ve çevresi Ali ve evlâdı taraftarıdır. Basra ve çevresi Osman ahlâkındadır. Onlar, olup bitenlere engel olmama temayülündedirler. Allah’ın maktul kulu ol, katil kulu olma derler. Cezîreliler Hâricîdir. Suriyeliler ise Emevîlere itaatten başka bir şey bilmezler. Mekke ve Medine’ye Ebû Bekir ve Ömer hâkim olmuştur. Fakat siz asıl Horasan’a bakın. Orada kalabalık bir toplum ve sağlam bir kuvvet var. Orada sağlam göğüsler, basit arzuların parçalayamadığı, atıyyelerin bölemediği temiz kalpler vardır. Onlar güçlü vücutlara, omuzlara ve pazulara sahip gür sesli bir ordudur. Ben doğuyu, dünyanın ve halkın ışığının doğduğu yeri uğurlu sayıyorum”.[4]

Abbâsî propagandası ve yer altı faaliyetleri önce Şam-Horasan güzergâhının tam ortasında yer alan Kûfe‘de başladı. (H.100/M.718). Buradaki faaliyetler Meysere liderliğinde gerçekleştirildi. Onun ölümünün ardından Kûfe merkezli propaganda hareketinin sorumluluğuna Bukeyr b. Mâhân getirildi. Bukeyr (H.107/M.725-26) yılında Horasan istikametinde içlerinde İkri­me, Muhammed b. Huneys ve Ammâr’ın da bulunduğu birçok daîyi görevlendirdi. Bunlar başlattıkları ilk faaliyetlerinde dönemin Horasan valisi Esed b. Abdullah el-Kasrî‘nin takibi sonucunda yakalanıp idam edildiler. İçlerinden sadece Ammâr canını kurtarıp Kûfe’ye dönebildi. Ammâr durumu Bukeyr b. Mâhân’a anlatmış o da Muhammed b. Ali‘yi bu konuda mektupla bilgilendirmişti. Muhammed b. Ali, Bukeyr b. Mâhân’a mücadelenin her şeye rağmen sürdürülmesinin gereğini şu sözlerle ifade etmiştir: “Sizin davetinizi ve sözünüzü doğrulayan Allah’a hamdolsun! Sizden bu uğurda öldürülecek daha niceleri var”.[5]

736 yılında Abbâsî ailesinden Ali b. Abdullah b. Abbâs da ölmüş, yerine hareketin asıl lideri kabul edilen oğlu Muhammed b. Ali geçmişti. Muhammed’in, Abbâsî hareketinin kuvvetlenmesinde babasından çok daha fazla pay sahibi olduğu gerçektir. İlk olarak Horasan’daki fiilî başkaldırının ilk müsebbibi Hidâş’ı tanımadığını ilân edip bütün olumsuzlukları onun sırtına yükleyerek davayı ayakta tutmasını bilmiştir. Bundan sonra faaliyete katılan Abbâsî dâîlerine kendilerini bir iktidar isteklisi olmaktan çok, Allah tarafından istenilen değişikliğin aracıları olarak tanıtmaları talimatı göndermiştir. Yeni vizyonla ileri sürülen dava hakkın haksızlığa karşı mücadelesi idi. Biat kendileri için değil, ileride Peygamber ailesinden üzerinde ittifak edilecek bir şahıs adına alınıyordu. Muhammed b. Ali’nin bu görevle gönderdiği elçiler, Horasan şehirlerini tek tek dolaşarak halkı ihtilâl için hazır hale getirme faaliyetlerini yeniden başlattılar.

Hicretin 125. (M.743) yılında İmâm Muhammed b. Ali vefat edince, yerine vasiyeti gereği oğlu İbrahim geçti. İbrahim ilk iş olarak Horasan’da gelişmekte olan ihtilâl faaliyetini hızlandırmak adına Ebû Müslim‘i mukaddes ailenin vekili sıfatıyla Horasan’a gönderdi. Harekete lider tayin edilen Ebû Müslim’in milliyeti kesin olarak bilinmemekle beraber, kendisinin Arap olmadığı muhakkaktır. Anlaşıldığı kadarıyla kendisi Abbâsî ailesine intisap etmeden önce Kûfe‘de köle veya mevlâ olarak yaşıyordu. Genç yaşına rağmen burada Abbâsî hareketini yönetenlerin dikkatini çekmiştir. Bunun üzerine Abbâs ailesinin lideri İbrahim b. Muhammed, Ebû Müslim’i (H.128/M.745-746 yılında “Muhammed ailesinin” vekili sıfatıyla Horasan’a göndermiştir.[6]

Ebû Müslim’in Horasan’a gönderilerek hareketin liderliğini üstlenmesi, Abbâsî ihtilâli için bir dönüm noktası kabul edilir. Çünkü o zamana kadar davet için şiddet ve kuvvete başvurulmamış, dâîler kendilerine tüccar veya yola çıkmış hacı adayları görüntüsü vermişlerdi. Ebû Müslim Horasânî’nin Abbâsî davetine katılmasıyla birlikte hareket potansiyelden eylem safhasına geçmiştir. Bu safha ise Emevî saltanatının çöküşü ile sona eren kesintisiz savaşlar dönemidir.

İhtilâl lideri Ebû Müslim, bölgedeki faaliyetlerini gerçekleştirirken aynı zamanda Humeyme‘de bulunan İmâm İbrahim ile devamlı temas halinde idi. Nitekim (H.129/M.746-47) yılında İmâm, Ebû Müslim’i görüşmeler yapmak amacıyla yanına çağırdı. Bunun üzerine Ebû Müslim, Hicretin 129 yılı Cemâziyel­âhir’in ortalarında (M. Mart 747) yanında 70 kişiyle beraber Ho­rasan’dan Irak‘a doğru harekete geçti. Kûmis şehrine geldiğinde kendisine ve Süleyman b. Kesîr’e iletilmek üzere İmâm İbrahim’den bir mektup ulaştı. İmâm mektubunda davetin açıktan yapılması talimatıyla birlikte Ebû Müslim’e zafer bayrağını gönderdiğini, mektubun kendisine ulaştığı yerden derhal geri dönmesini ve Kahtabe liderliğinde diğer ihtilâl önderlerini kendisine göndermesini istedi. Ebû Müslim bunun üzerine yanındaki mal ve eşyaları Kahtabe ile birlikte imâma göndererek hareketi idare etmek üzere tekrar Horasan’a geri döndü.[7]

Horasan’da ihtilâl hazırlıkları tamamlandıktan sonra 15 Haziran 747 (1 Şevvâl 129) tarihinde Süleyman b. Kesîr taraftarlarının toplu halde bulundukları Sifezenç’te İmâm İbrahim‘in gönderdiği siyah bayrak açılmak suretiyle Abbâsî faaliyeti resmen başlatılmış oldu.[8] Kısa süre zarfında Horasan’daki Emevî taraftarlarının toplanmasına fırsat vermeden eyaletin başşehri Merv’i işgâl etti. Emevîlerin son Horasan valisi Nasr b. Seyyâr bunun üzerine bölgenin diğer bir önemli merkezi Nîsâbur‘a çekilmek zorunda kaldı. Karşısına çıkan bütün Emevî birliklerini mağlup eden Ebû Müslim, Merv’den sona Mervürrûz, Herat, Nesâ ve Ebîverd gibi önemli şehirleri sırasıyla ele geçirdi. Aynı anda İmâm İbrahim’in yanından dönen ve onun tarafından başkumandanlığa tayin edilen Kahtabe b. Şebîb, Tûs yakınlarında Nasr b. Seyyâr’ı mağlûp etti. Hicretin 130. Yılı Ramazan ayında (Haziran 748) Emevî valisi Nasr’ın Nîsâbur’u terk etmesiyle Horasan hâkimiyeti tamamen Abbâsî destekçilerinin eline geçmiş oldu.

Horasan‘daki tehlikeli gelişmeler üzerine Nasr b. Seyyâr hem halîfeden hem de Irak Valisi Yezîd b. Ömer b. Hubey­re’den Horasan’a yardımcı kuvvetler gönderilmesini talep etti. Ancak bölgeye sevk edilen kuvvetler Nasr’a ulaşamadan etkisiz hale getiriliyordu. Bu şartlarda Abbâsî orduları komutanı Kah­tabe batıya doğru ilerleyerek sırasıyla Rey ve Hemedân ve Ni­hâvend’i zapt etti. Hicretin 131. yılı (M.749) ilkbaharında Isfâ­han civarında Emevî ordusuna karşı bir kez daha üstünlük sağlayınca Kahtabe’ye Irak yolu açılmış oldu. Kahtabe’nin öncü birliklerine komuta eden oğlu Hasan, Celûlâ’da karargâh kurmuş bulunan İbn Hubeyre’den sıyrılarak Dicle‘yi geçip Kûfe‘ye doğru ilerlemeye başladı. Aynı anda Kahtabe de (8 Muharrem 132/27 Ağustos 749) çarşamba günü Yezîd b. Ömer b. Hubey­re’nin karargâhına ânî bir baskın düzenleyerek Emevî ordusunu tekrar mağlûp etti. Beklemediği yenilgiyle karşı karşıya kalan İbn Hubeyre Irak’ın müstahkem şehri Vâsıt’a çekildi. Bu sürede meydana gelen savaşlar esnasında Kahtabe hayatını kaybetti. Babasının yerine ordunun idaresini üstlenen oğlu Hasan kısa süre sonra Emevî ordusunun çekilmesi sebebiyle savunmasız kalan Kûfe’yi ele geçirdi.[9]

Kûfe‘nin Abbâsîler’in kontrolüne girmesi üzerine Irak’ta Hz. Peygamber (sav) ailesinin veziri unvanını taşıyan Ebû Seleme el-Hallâl gizlendiği yerden çıkarak idareyi ele aldı. Diğer taraftan hareketin asıl organizatörü olan Abbâsîler de artık ön plâna çıkıp gerçek niyetlerini açıklama zamanının geldiğine karar verdiler. Horasan’da ihtilâl hızla gelişirken Emevî halîfesi Mervân, hareketin lideri İbrahim’i Harran’a götürerek hapsetmişti. Rivayete göre İbrahim, kendi yerine kardeşi Ebu’l-Ab­bâs’ın geçmesini vasiyet etmişti. Abbâsî ailesi Kûfe’nin zap­tından hemen sonra şehre intikal etti. Bu şekilde 28 Kasım 749 Cuma günü (H. 12 Rabiulâhir 132) Kûfe Camii’nde Ebu’l-Abbâs halîfe ilân edilmiş halifelik resmen Emevî hanedanından Abbâsî hanedanına intikal etmiş oldu.[10]

Ebu’l-Abbâs, halîfe olarak okuduğu ilk hutbesinde yönetim hakkının Abbâsîler’e ait olduğunu çeşitli deliller ileri sürerek ispat etmeye çalıştı. Abbâsîler ihtilâl hazırlıklarının başladığı ilk anlardan itibaren Şiîlerle birlikte hareket ediyormuş gibi görünüyorlar, başlangıç aşamasında gerçek niyetlerini açığa vurmuyorlardı. Ancak onlar iktidarı ellerine geçirince amca­oğullarına sırt çevirdiler. Nitekim yeni halîfe harekât merkezini Şiîler’in hâkim olduğu Kûfe’den önce Hâşimiyye’ye ardından da Enbâr’a nakletti. Bu gelişmeden kısa süre sonra da bizzat Ebû Müslim, o dönemde Şiîlerin önderi konumundaki Ebû Seleme ile Süleyman b. Kesîr’i ortadan kaldırdı. Böylece Abbâsîler, iktidarı kimseyle paylaşmayacaklarını açıkça ilân etmiş oldular.

Kûfe’de yeni halîfeye biat gerçekleştirilirken aynı anda Abbâsî orduları Emevîlerin başkenti Dimaşk‘ı ele geçirmek için batıya doğru ilerlemelerini devam ettirdiler. Nitekim Kahtabe ve oğlu Hasan, Horasan bölgesinden Kûfe üzerine yürürlerken, ikinci bir ordu ise Ebu’l-Abbâs’ın amcası Abdullah b. Ali kumandasında Suriye istikametinde doğru yönelmişti. Halîfe II. Mervân, Suriye ve Cezîre Araplarından topladığı bir ordu ile Büyük Zap kenarında Abbâsî orduları komutanı Abdullah’ı karşıladı. (2 Cemâziyelâhir 132/16 Ocak 750) tarihinde başlayıp yaklaşık on gün devam eden şiddetli çarpışmalar sonucunda Emevî ordusu ağır bir mağlubiyete uğradı. Hezimetten sonra başkenti Harran‘a çekilen Mervân orada da tutunamayacağını anlayınca önce Dimaşk’a, ardından Ürdün‘e gitti. Aynı anda Abbâsî orduları komutanı Abdullah b. Ali, hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Dimaşk şehrini zapt etti (14 Ramazan 132/26 Nisan 750).[11] Sürekli güneye doğru çekilen Mervân’ın peşini bırakmayan Abbâsîler onu Yukarı Mısır‘da Bûsîr adı verilen köyde yakalayıp öldürdüler. Bu hadise sonucunda halifelik el değiştirdiği gibi, Emevî devleti de tamamen ortadan kaldırılmış oldu. (Muharrem 132/Ağustos 750).[12]

 



[1]     Taberî, Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân), V, 427-455; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut-Riyad ts. (Mektebetü’l-Meârif--Mektebetü’n-Nasr), VIII, 179-188.

[2]     Ya’kûbî, Tarih, I-II, Beyrut 1960, II, 263-264; Taberî, Tarih, VI, 93-116.

[3]     Belazürî, Ensâbü’l-Eşrâf, (thk. Abdülaziz ed-Dûrî), Beyrut 1978, III, 74-79; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-IX, Beyrut 1986, el-Kâmil, IV, 253.

[4]     İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I-IV, Mısır 1952, I, 204; Belazürî, Ensâb, III, 81.

[5]     Taberî, Tarih, VII, 40; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 197-198.

[6]     Taberî, Tarih, VII, 198-199; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 252-254, 261.

[7]     Taberî, Tarih, VII, 354-355.

[8]     Taberî, Tarih, VII, 355; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 300.

[9]     Taberî, Tarih, VII, 410, 412-416, 418; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 321-322.

[10]    Taberî, Tarih, VII, 410-417, 421-429; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 320-327.

[11]    Taberî, Tarih, VII, 436-438; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 330.

[12]    Taberî, Tarih, VII, 438-443; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 330-331.


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar