15 Ekim 2022 Cumartesi

Hz. Osman Döneminde Hz. Ali


HZ. OSMAN DÖNEMİNDE HZ. ALİ

Prof. Dr. Adem APAK

 

GİRİŞ

Hz. Ali şüphesiz İslâm tarihinde hakkında en çok tartışma yapılan şahıslardan birisidir. Onun tartışmaların merkezinde yer almasının asıl sebebi ise siyasî kişiliğidir. Dolayısıyla o, tarihî şahsiyet olma özelliğini daha ziyade siyasî konumundan almıştır denilebilir. Hz. Ali’nin siyasî konumu ve siyasî tercihleri, gerek Hz. Peygamber (sav) dönemindeki gerekse daha sonraki süreçteki faaliyetleri, zamanla tarihî kişiliğinden koparılarak, onun çok farklı bir şahsiyet haline getirilmesine sebep olmuştur. Kısacası tarihî/gerçek Hz. Ali’nin yerini siyasî-dinî mezheplerin kendileştirdiği (kişileştirdiği) sanal Ali almış, belki de bundan dolayı hatta neredeyse her siyasî-dinî fırka ve mezhebin bir Hz. Ali telakkisi olmuştur. Öyle ki, onun vefatından çok sonraki dönemlerde sistemleşen çeşitli fırka, mezhep ve tarikatlar varlıklarını, görüş ve prensiplerini onun kurgulanmış şahsiyeti üzerine bina etmişlerdir. Bazen de onun kişiliği, görüşleri ve siyasî konumu, Şia’da olduğu gibi bir inanç meselesi haline getirilmiştir. Şia dışındaki farklı gruplar da bu mezhebin Hz. Ali telakkisine karşılık kendileri için yeni Hz. Ali anlayışları geliştirmişlerdir. Bütün bunlar, Hz. Ali hakkında yapılan yorum ve değerlendirmeleri farklılaştırmış, hatta çoğu zaman da birbirlerini nakzeder hale getirmiştir. Kanaatimizce bunun en önemli sebebi ise Hz. Ali’nin, tarihin konusu olmaktan çıkarılarak siyasetin/ideolojinin konusu haline getirilmiş olmasıdır. Ancak bütün bu algılama farklılıklarına rağmen Hz. Ali’nin her yönleriyle ve zamanımız bakış açısıyla yeniden ele alınıp değerlendirilmesi mümkündür, üstelik buna ihtiyaç duyulduğu da bir gerçektir. Zira onun şahsiyeti, görüşleri ve uygulamaları etrafındaki fikrî-siyasî tartışmalar güncelliğini ve popülerliğini devam ettirmektedir.

  

A.  HZ. OSMAN’IN HALİFE SEÇİMİNDE HZ. ALİ

Hz. Ömer Hicretin 23. yılının Zilhicce ayında (4 Kasım 644) Muğîre b. Şu‘be’nin kölesi Ebû Lü’lüe’nin gerçekleştirdiği suikast sonucunda ağır bir şekilde yaralandı.[1] Bunun üzerine ashâb önderleri kendisinden Hz. Ebû Bekir’in yaptığı gibi yerine birini tayin etmesini istediler. Ancak Hz. Ömer bu teklifi kabul etmedi. Kendisine halef tayiniyle ilgili olarak yapılan tüm teklifleri geri çeviren Hz. Ömer sonunda bu makam için Hz. Peygamber’in (sav) cennet ehlinden saydığı altı sahâbîden teşekkül eden bir aday listesi belirledi. Bunlar Hz. Ali, Hz. Osman, Hz. Sa‘d b. Ebû Vakkâs, Hz. Zübeyr b. el-Avvâm, Hz. Talha b. Ubeydullah ve Hz. Abdurrahman b. Avf idi.[2]

Hz. Ömer halîfe adayı olarak gösterdiği şahısları vefatından önce sırasıyla yanına çağırarak kendilerine bazı nasihatlerde bulundu. Onun en fazla uyardığı kişilerin Hz. Ali ile Hz. Osman olması dikkat çekicidir. Nitekim halîfe, Hz. Ali’ye şayet göreve gelirse Hâşimoğulları’nı halkın yönetimine getirmemesini tavsiye etmiş, Hz. Osman’a ise, “ey Osman, şayet sen bu işi yüklenecek olursan Ebû Muaytoğulları'nı insanların başına musallat etme”şeklinde ikazda bulunmuştur.[3] Hz. Ömer’in adaylar içerisinde en fazla Hz. Osman’a nasihatte bulunduğu, en ciddi ikazları ona yaptığı görülür. Anlaşılan o ki halîfe onun yumuşak huylu olması ve akrabasına düşkünlüğü sebebiyle ileride soyunun isteklerine boyun eğebileceğinden endişe etmiş, dolayısıyla daha göreve gelmeden kendisini bu hususta uyarma gereği duymuştur.

Halîfe seçimi heyetinin bir araya gelmesinden sonra hiçbir şahsın adaylıktan çekilmediğini gören ve seçimin kilitleneceğinden endişelenen Abdurrahman b. Avf, bir çözüme ulaşabilmek amacıyla kendisinin adaylıktan feragat ettiğini açıklayarak eğer razı olunursa halîfe seçiminde hakemlik yapabileceğini söyledi. Diğer üyeler de bu teklifi kabul ettiler. Sadece Hz. Ali hakkı gizlememesi, hevasına tabi olmaması, akraba ayrımı yapmaması ve ümmete lâyık birini seçmesi şartıyla onun hakemliğini kabul edeceğini söyledi.[4]

Abdurrahman b. Avf halîfelik konusunda ilk önce şûrâ üyelerinin tercihini öğrenmeye çalıştı. Hz. Zübeyr’e kimi halîfe olarak görmek istediğini sorduğunda ondan Hz. Ali’nin adını aldı. Hakem, Sa‘d b. Ebû Vakkâs’a bu konuda kendisine vekâlet vermesini istedi. Muhatabı “eğer bu iş için kendini seçeceksen, reyim senindir, şayet Osman'ı seçeceksen reyimin Ali'de olması daha iyidir” cevabını verdi.[5] Hz. Ömer’in de vefat etmeden önce tahmin ettiği gibi halîfelik konusunda Hz. Ali ile Hz. Osman’ın isimleri öne çıktı.[6] Bu da aslında beklenmeyen bir durum değildi. Zira o dönemde Kureyş içinde asabiyeti en kuvvetli iki kabile Benî Hâşim ile Benî Ümeyye olup bu soyları ashâb arasında Hz. Ali ve Hz. Osman temsil ediyordu. Abdurrahman b. Avf’ın yaptığı görüşmelerde adı geçen her iki aday da bu görev için kimin layık olduğu kendilerine sorulduğunda karşılıklı olarak birbirlerinin adını vermişlerdir.[7] Neticede bu iki şahıstan birisinin halîfe olacağı kesinleşmiş oldu; dolayısıyla halîfe ya Benî Hâşim’den ya da Benî Ümeyye’den seçilecekti. Hâşimîler, Hz. Peygamber’in (sav) vefatından beri hilâfette Hz. Ali’yi görmek istiyorlar, idarede sıranın artık kendilerine geldiğini söylüyorlardı. Buna karşılık Ümeyyeliler görev için en uygun adayın Hz. Osman olduğunu düşünüyorlardı. Diğer taraftan Kureyş’in büyük bir kısmı ise hilâfet şayet Hâşimîlere geçerse artık onların tekelinde kalacağından, dolayısıyla daha sonra başka bir ailenin bu makama erişemeyeceğinden endişe ediyordu. Müslümanlar Hz. Osman’ın halîfeliği ihtimali konusunda da başka bir tedirginlik yaşıyorlardı. Hz. Osman’ın halîm-selîm bir kişi olması nedeniyle, kendi ailesinin isteklerine ve onların makam elde etme hırslarına karşı çıkamayacağından bunun sonucunda diğer kabilelerin muhalefetine sebep olacağından, nihayetinde toplumda bir fitnenin patlak vereceğinden korkuluyordu.[8]

Gerek Hz. Ali gerekse Hz. Osman, tahmin edileceği gibi daha seçim aşamasında kabilelerinin telkin ve yönlendirmeleriyle karşı karşıya kalmışlardır. Ümeyyeoğulları, Hz. Osman’ın halîfe olması için propagandaya başlamışlardır. Diğer taraftan Hz. Peygamber’in (sav) amcası ve o dönemde Hâşimoğulları’nın büyüğü olan Hz. Abbâs da halîfe seçimi esnasından Hz. Ali’yi sürekli olarak yönlendirmeye çalışmış, üstelik onu hilâfete ulaşma yolunda pasif kalmakla eleştirmiştir:

“Sana herhangi bir konuda bir teklifte bulunduğum zaman, mutlaka sevmediğim ve arzu etmediğim bir şekilde dönmüşümdür. Rasûlüllah vefat etmeden önce bu işi kimin yükleneceğini ona sormanı istedim, sormadın. Onun vefatından sonra halîfe seçilmen için acele etmeni istedim, yapmadın. Ömer seni şûrâya dâhil ettiği zaman girme dedim kabul etmedin. Vallahi, hilâfeti Osman yüklenecek olursa onu bir kötülükle yüklenecektir.”[9]

Abbâs’ın dile getirdiği bu düşünceler hilâfetin sadece Hâşimoğulları’nın hakkı olduğuna dair kesin inancın sonucudur. Ona göre halîfeliği en iyi şekilde Hz. Ali yapabilir düşüncesi değil, “Hâşimî olan Ali” bu makama gelmelidir anlayışı ön plândadır. Buna karşılık Hz. Osman’ın halîfe olmasını isteyen Ümeyyeoğulları’nın çıkış noktası da Abbâs’tan farklı değildi. Onlar da başka biri yerine kendi kabilelerinden olan Hz. Osman’ın halîfe olmasını arzu ediyorlardı.

Ailelerinin müdahaleleri sonucunda Hz. Ali ile Hz. Osman halîfe seçimi sürecinde Emevî-Hâşimî rekabetinin yeni sembolleri haline geldiler. Adayların da bunun tesiri altında kaldığı durumlara şahit olunmuştur. Nitekim İbn Sa‘d’ın rivayetine göre Hz. Ömer’in vefatının ardından onun cenaze namazını kıldırmak için hem Hz. Ali hem de Hz. Osman özel gayret sarf etmişlerdi. Zira halîfenin cenaze namazını kaldırmak adaylara seçim aşamasında bir avantaj sağlayabilirdi. Bu sebeple şûrânın hakemi Abdurrahman b. Avf, bu davranışın emirlik hırsından kaynaklandığını ifade ederek her ikisini de kınamış, bu görevin Hz. Ömer tarafından Suheyb’e verildiğini hatırlatma gereği duymuştur.[10]

Abdurrahman b. Avf yeni halîfeyi tespit için yaptığı görüşmelerin dördüncü gününün sabah namazında kararı açıklamak üzere halkı bir araya topladı. Yaptığı açılış konuşmasının ardından ashâbdan son olarak bu hususta fikirlerini beyan etmelerini istedi. Burada hazır bulunan Ammâr b. Yâsir şayet Müslümanların ihtilâfa düşmesini istemiyorsa, bunun yolunun Hz. Ali’ye biat etmekten geçtiğini söyledi. Onun sözüne Benî Ümeyyeli Abdullah b. Sa‘d, “eğer Kureyş’in ihtilâfa düşmesini istemiyorsan Osman'a biat et” şeklinde karşılık verdi. Ammâr, bunun üzerine muhatabını “Sen ne zamandır Müslümanlara nasihat etmeye başladın?” sözleriyle azarlayınca ortam birden gerginleşti; taraflar birbirlerine karşı sert ifadeler kullanmaya başladılar. Muhtemel bir çatışmanın çıkmasından endişelenen Sa‘d b. Ebû Vakkâs hakeme bir an önce kararı açıklaması çağrısında bulundu.[11] Abdurrahman b. Avf bunun üzerine Hz. Ali’yi yanına davet ederek eğer halîfe olursa Allah’ın kitabı, Peygamber’in (sav) sünneti ve önceki halîfelerin yolu üzerine hareket edeceği hususunda söz vermesini istedi. Hz. Ali, ilmi ve gücü yettiği kadar bu görevi yerine getireceğini bildirdi. Hakem, ardından diğer aday Hz. Osman’ı davet ederek ona da aynı teklifi sundu. Hz. Osman’dan olumlu cevap alınca da "Allahım, şahit ol! Ben üzerimdeki emaneti Osman'ın üzerine yüklemiş oldum" sözleriyle onu halîfe ilân etti. (H.24/M.644-645). [12]

Abdurrahman b. Avf’ın iki adaydan niçin Hz. Osman’ı tercih ettiği hususunda araştırmacılar çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Hakemin Hz. Ali’den Allah’ın kitabı, Peygamber’in (sav) sünnetine uyma ve kendinden önceki iki halîfenin yolunda gitme hususunda söz istemesi neticesinde onun "gücüm yettiğince" cevabını vermesinin, aynı teklife Hz. Osman’ın ise tereddütsüz olur demesinin tercihte etkili olduğu söylenmiştir. Ayrıca Arap siyaset geleneğinde yaşın ve tecrübenin önemi vurgulanarak, daha genç olan Hz. Ali’nin yerine yaşlı ve tecrübeli Hz. Osman’ın seçilmesinin tabiî olduğu ileri sürülmüştür.[13] Hz. Peygamber (sav) döneminde Bedir, Uhud ve Hendek gibi muharebelere iştirak eden ve bu savaşlarda Müslümanların müşrik olan akrabalarını öldüren Hz. Ali’ye karşı toplum içinde bir hoşnutsuzluk bulunmasının halîfe seçiminde onun aleyhine bir etken olduğu da iddia edilmiştir.[14] Anlaşılan insanlar geçmişte akrabalarını öldürmüş olan sert mizaçlı Hz. Ali yerine mülayim ve hoşgörülü Hz. Osman’ı başlarında görmek istemişlerdir.[15]

B.  HZ. OSMAN’NIN İCRAATI KARŞISINDA HZ. ALİ

Hz. Osman’ın halîfe seçilmesi Mekke’nin eski yönetim sınıfının bir başarısı olarak görülebilir. Öyle ki bu sınıf o zamana kadar idareye hâkim olan Kureyş soylarından memnun değildi. Dolayısıyla onlar üstünlüğün bir gün kendilerine geçeceğine inanıyorlardı. Hz. Osman, Mekke’nin ileri gelen ailelerinden Benî Ümeyye’ye mensuptu. Ayrıca Hz. Peygamber’in (sav) sahâbesi arasında asalet ve kişiliği ile halîfe olmaya en layık olanlardandı. Bu sebeple eski liderler onun devlet başkanı seçilmesi için çaba göstermişlerdir. Hz. Osman’ın halîfe olması ayrıca Emevîlerin de bir zaferiydi. Çünkü elde edilen netice kendileri için eski kudretlerine erişme hususunda bir fırsat sundu. Onlar da bu fırsatı iyi değerlendirerek Mekke fethi öncesinde kaybettikleri iktidar mevkiini yeniden kazanma imkânı buldular.[16]

Hz. Osman’ın halîfe olmasıyla birlikte Benî Ümeyye tekrar iktidara kavuşmuş oldu. Nitekim ailenin reisi konumunda Ebû Süfyan biatten sonra halîfenin evinde toplanan Ümeyyeoğulları’na "Allah'a yemin olsun ki, hilâ­fetin sizin olmasını umuyordum. Hilâfet artık sizin çocuklarınıza miras kalacaktır" dediği rivayet edilir.[17] Bu ifadeler Benî Ümey­ye’nin hilâfete bakışını, aynı zaman Hz. Osman’ın da ne kadar muhteris insanlarla başetmek durumunda kaldığını gösterir.

Ümeyyelilerin Hz. Osman’ın hilâfet görevini üstlenmesinden itibaren idareyi doğrudan yönlendirmeye başladıkları anlaşılmaktadır. Nitekim halîfe  bu yönlendirmenin de bir yansıması olarak görevi üstlenmesinden (H.24/M.644-645) yaklaşık iki yıl sonra Beytülmal âmili Abdullah b. Mes‘ûd ile arasındaki anlaşmazlık sebebiyle Kûfe valisi Sa‘d b. Ebû Vakkâs’ı azlederek yerine anne-bir kardeşi Velîd b. Ukbe’yi tayin etmiştir.[18] Halef-selef valilerin görev değişimi esnasında aralarında geçen diyalog Emevîlerin devlet anlayışını ve iktidar-kabile ilişkisini açıkça ortaya koyar. Sa‘d, Velîd’e “bu göreve gelmek için senin zekân mı arttı yoksa biz mi ahmaklaştık?” şeklinde bir soru yönettiğinde “Ebû İhsak, bu bir mülktür, mülk bir gün birisi tarafından, ertesi gün birisi tarafından alınır” cevabını duyunca, “sizler bu görevleri artık bir mülk haline getirdiniz” diyerek tepki göstermiştir.[19]

Hz. Osman Kûfe’de başlayan kadro değişikliğine devam ederek önce Mısır valisi Amr b. el-Âs’ın yerine sütkardeşi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’i (27 (647) tayin etti.[20] Bundan iki yıl sonra da 29 (649-650) Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’yi azlederek dayısının oğlu Abdullah b. Âmir’i Basra valiliğine atadı.[21] Halîfe daha önce kendisinin tayin etmiş olduğu Velîd b. Ukbe’yi Kûfelilerin şikâyeti üzerine görevden almasının ardından onun yerine yine kendi kabilesinden Sa‘îd b. el-Âs’ı getirdi. (H.30/M.650).[22]eri artık bir mülk haline getirdiniz"afından, ertesi gün birisi tarafından alınır cevabını alınca, "ışını yansıt Eyalet valilerini sırasıyla değiştirip yerlerine Ümeyyelileri atayan Hz. Osman’ın politik tasarrufta bulunmadığı tek eyalet Şam’dır. Zira Hz. Ömer döneminden beri bölgeyi idare eden Muaviye b. Ebû Süfyan zaten Ümeyyelidir. Hz. Osman onu değiştirmek bir yana daha önce Umeyr b. Sa‘d’ın yönetiminde olan Hama, Hıms ve Kınnesrin gibi şehirleri ve Abdurrahman b. Alka­me’nin idaresindeki toprakları yönetimini de Şam valiliğine bağlamıştır.[23] İktidarın bütün kilit görevlerine Ümeyyelileri getiren Hz. Osman bunlara ilave olarak günümüzde başbakanın yetkilerini hâiz makama da amcasının oğlu Mervan b. Hakem’i tayin etmiştir.[24] Gerçekleşen bu kadro değişiklikleri neticesinde devletin neredeyse bütün idarî kademeleri Ümeyyeoğulları’nın kontrolüne geçmiş, bunun sonucunda yönetimde resmen olmasa da fiilen aile saltanatı uygulaması başlamıştır.

Hz. Osman yönetimde takip ettiği bu politikayla esasında halîfe seçilirken vermiş olduğu sözün de hilâfına hareket etmiş oluyordu. Çünkü hakem Abdurrahman b. Avf Allah’ın kitabı, Peygamber’in (sav) sünneti ve ondan sonraki halîfelerin yolundan gitmesi şartıyla kendisine biat edeceğini söylemiş, Hz. Osman da bu konuda söz vermişti.[25] Üstelik Hz. Ömer de kendisini akrabasına karşı dikkatli olması hususunda açıkça uyarmıştı.[26] Buna rağmen Hz. Osman’ın halîfeliği döneminde Hz. Ömer zamanından devralınan yönetim kadrosu büyük oranda değişmiştir.

Hz. Osman döneminde bir kabileye dayanan yönetim sistemine geçilmesi Hz. Peygamber’in (sav) büyük ölçüde etkisiz hale getirdiği, ardından ilk iki halîfenin kontrol altında tuttukları kabilecilik düşüncesinin (asabiyet) yeniden alevlenmesine hatta hadiseleri yönlendirecek bir etkiye ulaşmasına sebep oldu. Bu dönemde gerçekleşen politika değişikliği ilk önce Kureyş içinde tarihten gelen Emevî-Hâşimî rekabetini tekrar canlandırdı. Hz. Peygamber’in (sav) kabileler üstü konumuyla bu mücadele ağırlığını kaybetmişti. Rasûl-i Ekrem’den (sav) sonraki halîfelerin Teym ve Adî’den seçilmiş olmaları sebebiyle Ümeyye ve Hâşimîler iktidardan uzak kaldıkları için, bu iki kabile arasında iktidar mücadelesi geri plana düştü. Ancak Hz. Osman’ın halîfe olması ve ardından Emevîler lehine siyasî kararlar alması bu soyun tarihî rakibi olan Hâşi­mîleri tabiî olarak muhalefet yapmaya sevk etti. Ayrıca ida­reden çeşitli nedenlerle memnun olmayanlar Emevîlere karşı Hâşimîlerin yanında taraf olmaya başladılar. Sonuçta müs­lümanlar Emevî taraftarları ve Hâşimî taraftarları şeklinde ikiye bölünmüş, iki aile arasındaki siyasî rekabet, zamanla nüfuz alanını genişleterek bütün toplum kesimlerini derinden etkiler hale gelmiştir. Bu durumda Hz. Ali de toplum nazarında bir muhalefet lideri olarak görülmeye başlamıştır.

C.  HZ. OSMAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ SÜRECİNDE HZ. ALİ

Hz. Osman’ın halifeliği zamanı sadece parlak zaferlerin gerçekleştirildiği bir dönem değil, aynı zamanda İslâm toplumunu derinden sarsan hadiselerin yaşandığı bir süreci de çağrıştırır. Bu nedenledir ki tarihçiler Hz. Osman’ın hilâfet dönemini kronolojik olarak genelde iki kısma ayırmışlardır. Birincisi (H.24-29/M.644-649) yıllarını içine alan “Sükûnet Dönemi”, diğeri de (H.30-35/M.650-655) yılları arasına tekabül eden “Karışıklık Dönemi”dir.[27] Böyle bir ayrıma gidilmesinin sebebi karışıklıkların ikinci devrede ortaya çıkmış olmasıdır.[28] Ancak ilk dönemin tamamen sükûnet içinde geçtiği, dâhilî problemlerin sadece ikinci devrede meydana geldiği şeklindeki bir görüş isabetli olmaz. Esasında tarihte olayların asıl sebeplerini meydana gelişlerinden daha öncelerde aramak gerekir.

Hz. Osman döneminde ortaya çıkan hadiseleri açıklama sadedinde tarihçiler çok farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunları genel olarak halîfenin icraatından, yöneticilerinin uygulamalarından kaynaklanan problemler ile toplumda siyasî, sosyo-kültürel ve dinî alanlardaki değişimlerden kaynaklanan problemler şeklinde üç başlık altında ele almak mümkündür.

Hz. Osman’ın halîfeliği döneminde gerek Medine gerekse eyaletlerde meydana gelen problemlerin halli adına bazı tedbirlere başvurulmuştur. Bunlardan ilki yönetim muhalifi olarak görülen bazı şahıs ve grupların bulundukları şehirlerden daha uzak bölgelere gönderilmeleri gelir. Yönetimin bu konuda en fazla tartışılan, yankıları ve tesirleri uzun yıllar devam eden iki uygulamasından bahsedilir ki bunlardan ilki Ebû Zer el-Gıfârî’nin Rebeze’ye gönderilmesi ikincisi ise valileri Sa‘îd b. el-Âs ile problem yaşayan bazı Kûfe eşrafının Şam eyaletine sürgün edilmesidir.

Hz. Osman’ın halîfeliğinin ikinci döneminde merkezden uzak şehirlerde meydana gelen hadiselerin haberleri Medine’ye gelmeye başlamıştı. Aynı anda başkente halkı yönetime karşı ayaklanmaya çağıran mektuplar da ulaşıyordu.[29] Bunun üzerine Müslüman önderleri kendilerine gelen mektupları alarak durumu halîfeye intikal ettirdiler. Hz. Osman muhataplarına ne yapılması gerektiğini sorduğunda onlardan güvendiği bazı şahısların teftiş için vilâyetlere göndermesi tavsiyesini aldı. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme Kûfe, Üsâme b. Zeyd Basra, Abdullah b. Ömer Şam ve Ammâr b. Yâsir Mısır’a gözlemci olarak gönderildi. Ammâr dışında görevliler vilayetlerden dönüp yaptıkları incelemeler sonucunda herhangi bir olumsuzluk tespit etmedikleri raporunu verdiler.[30] Ammâr’ın gecikmesi ise Medinelilerin endişesine sebep oldu. Bu arada Mısır valisi Abdullah b. Sa‘d’ın teftiş göreviyle gelen Ammâr b. Yâsir’in Mısır’da Hâlid b. Mülcem, Sevdân b. Humrân ve Kinâne b. Bişr gibi yönetim muhalifleriyle görüştüğünü ihbar eden mektubu halîfeye ulaştı. Vali mektupta şayet izin verilirse bu şahısların tamamını öldürmek istediğini de bildirdi. Fakat Hz. Osman valisini bundan menetti.[31] İslâm tarihi kaynaklarında Ammâr b. Yâsir’in Mısır valisi hakkında nasıl bir rapor verdiği hususunda herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ancak Ammâr’ın vali ile tartıştığı[32] dikkate alınırsa söz konusu raporun müspet olmadığı anlaşılır.

Eyalet merkezlerine gönderilen gözlemcilerin neredeyse tamamı gittikleri yerlerde herhangi bir olumsuz durumla karşılaşmadıklarını bildirmiş olmalarına rağmen toplumda huzursuzluk havası halâ devam ediyordu. Bunun üzerine Müslümanlardan bir grup görüşmeler yapmak üzere Âmir b. Abdullah et-Temîmî’yi halifelik makamına gönderdiler. Âmir b. Abdullah, Hz. Osman’a Müslümanların yönetimin bazı uygulamalarından rahatsız olduğunu, dolayısıyla bu icraatlardan vazgeçmesi gerektiğini söyledi.[33] Şehir ileri gelenleri daha sonra Hz. Ali’ye giderek halîfeyle görüşmesini ve ona gerekli tavsiyelerde bulunmasını istediler. Bunun üzerine Hz. Ali, halkın şikâyetlerini aktardı. Kendisine yapılan ikazlardan alınan halîfe, "sen benim yerimde olsaydın, ben sana böyle bir serzenişte bulunmaz, seni kınamazdım. Muğîre'yi Ömer tayin etmişti. Ben İbn Âmir'i vali tayin ettim diye niye beni kınıyorsun?" sözüyle kendisine haksızlık yapıldığını ima etti. Hz. Ali ise "Ömer valilerini sürekli kontrol altında tutar, hata yaptıklarında onları en ağır şekilde cezalandırırdı. Fakat sen bunu yapmıyorsun. Akrabalarına da yumuşak davranıyorsun" cevabını verdi. Bu defa Hz. Osman sürekli tenkit edilen Muaviye’nin de Hz. Ömer tarafından tayin edildiğini, kendisinin de onu görevde tuttuğunu söyleyince, Hz. Ali "Muaviye'nin, Hz. Ömer'in kölesi Yerfe'den daha çok Ömer'den korktuğunu bilmiyor musun? Fakat Muaviye bugün sana danışmadan bir sürü şeyler çeviriyor ve ’Osman böyle emretti’ diye konuşup dururken sen onu engellemi­yorsun"[34], sözleriyle mukabelede bulundu. Bu ifadeler Hz. Ali’den de gelmiş olsa halîfenin kendisine yapılan tenkit ve tavsiyelerden rahatsız olmaya başladığını gösterir. Nitekim Hz. Ali ile yaptığı görüşmeden sonraki konuşmasında rahatsızlığını açıkça dile getirmiştir:

“Allah’a yemin olsun ki İbn Hattâb’ı kınamadığınız hususlarda beni kınıyorsunuz. O size ayağıyla tekme vurur, eliyle tokat atar, diliyle gerekeni söylerdi de sesinizi çıkarmazdınız. Ama ben yumuşak davrandım. Elimi ve dilimi sizden uzak tuttum. Allah’a yemin olsun ki, taraftarlarımın sayısı sizden daha çoktur. Adamlarımı çağırırsam onlar hemen gelirler. Bu nedenle bana dil uzatmayın ve valilerime ta‘n etmeyin.”[35]

Hz. Osman’ın burada kullanmış olduğu "benim taraftarlarım sizlerden daha çoktur" ifadesi dikkat çekicidir. Halîfe kendisine bağlı gruplardan bahsederken aslında toplumda fiilen bir bölünmüşlüğü kabul etmiş görünüyor. Bu bölünmenin tarafları ise yönetimi elinde bulunduran Ümeyyeoğulları ve diğerleri şeklindedir. Dolayısıyla kendisinin ifadeleri bu dönemin Emevî saltanatına zemin oluşturması yönündeki etkisini ortaya koyar. Zira Hz. Osman dönemi, Kureyş’e dayalı idarî ve siyasî bir yapıdan daha özele giderek Emevî ailesine dayalı bir yapıya geçişe zemin hazırlamıştır.[36]

Hz. Osman ülke dâhilinde karışıklıkların artarak devam ettiğini görünce valilerini ikinci defa başkentte toplama gereği duydu. Nitekim ilkinden bir yıl sonra (H.35/M.655) gerçekleştirilen toplantıda da valiler önceki buluşmada dile getirdikleri tekliflerini tekrarladılar.[37] Farklı olarak görüşmenin ardından Şam valisi Muaviye Hz. Osman’ı Suriye’ye götürme teklifinde bulundu. Ancak halîfe öneriyi kesin bir şekilde reddetti. Zira böyle bir adım aslında halîfeliğin fiilen Şam’a gitmesi ve yönetimin mutlak olarak Muaviye’nin eline geçmesi anlamına geliyordu. Muaviye bunun üzerine halîfeye kendisini koruyacak asker gönderme önerisi getirdi. Ancak Hz. Osman "ben Rasûlüllah’ın komşularını sıkıntıya sokmak istemem" cevabıyla buna da muvafakat vermedi.[38] Halîfeyi Şam’a götürmeye ikna edemeyen ardından Medine’ye asker gönderme teklifi de geri çevrilen Muaviye, son olarak Hz. Ali, Hz. Talha ve Hz. Zübeyr’in de hazır bulunduğu ashâb topluluğuna giderek onları şu sözleriyle tehdit etti: "Ey sahâbe topluluğu, bu ihtiyar hakkında size hayır tavsiye ederim. Eğer o sizin aranızda öldürülürse Allah'a yemin olsun ki, burayı size karşı atlılarla doldururum” "Şayet sizden ona bir zarar gelirse sonuçta bu durum sizin için bir felâket olur"[39]. Muhatapları bu sözlerden oldukça rahatsız oldular. Aralarında sert tartışmalar meydana geldi. Ashâb önderleri kendilerine bu şekilde tehdit diliyle hitap eden Muaviye’yi kınadılar.[40] Şam valisinin ashâbın ileri gelenlerine karşı sarf ettiği sözler kendisini daha o zamanda halîfenin hamisi olarak kabul ettiğini gösterir. Ayrıca bu ifadeler Şam eyaletinin hilâfet merkezi Medine’ye karşı ağırlığını hissettirmeye başladığının da işaretlerini verir. Gerçekten de bu andan itibaren Muaviye başta olmak üzere Ümey­yeoğulları, doğması muhtemel bir idarî boşluğu doldurmak için hazırlıklara başlamış görünmektedir.[41]

Eyaletlere gönderilen müfettişlerin olumlu raporlarına rağmen toplumdaki sıkıntılı durum halen devam ediyordu. O kadar ki gelişmeler Kûfe valisinin şehirden uzaklaştırılması noktasına kadar ulaştı. Üstelik karışıklıklar sadece bu eyaletle de sınırlı olmayıp diğer bölgelerdeki yönetim muhalifleri de topyekûn bir isyan hazırlığına başlamışlardı.[42] Kûfe’den sonra ikinci olay Mısır’da patlak verdi. Esasında Hicretin 27. yılında (M.647) Amr b. el-Âs’ın azlinden itibaren burası idare aleyhine her türlü faaliyetin organize edildiği merkezlerden biri haline gelmişti. Üstelik Muhammed b. Ebû Bekir ile Muhammed b. Ebû Huzeyfe’nin kışkırtmaları halkın yönetime düşmanlığını daha da artırmıştı.[43] Bunların sonucunda muhalif Mısırlılar valileri Abdullah b. Sa‘d’ı halîfeye şikâyet etmek üzere Medine’ye bir heyet göndermeye karar verdiler. Hz. Osman gelenleri dinledikten sonra valisine yönettiği insanlara karşı daha dikkatli olmasını bildiren bir mektup gönderdi. Abdullah ise halîfenin uyarısını dikkate almadığı gibi kendisini şikâyete edenlerden bir kişiyi öldürdü. Onun davranışı eyaletteki muhaliflerin isyan teşebbüsleri için yeni bir bahane teşkil etti. Nitekim onlar başlarında Kinâne b. Bişr, Sevdân b. Humrân, Kuteyre b. Fulân ve Gâfikî b. Harb bulunduğu halde yaklaşık bin kişilik bir toplulukla Medine’ye gittiler.[44]

Mısırlılarla sürekli mektuplaşmakta olan Kûfe ve Basralı muhalifler de Hicretin 35. yılı Şevvâl ayında (Nisan M.656) başkente doğru harekete geçtiler.[45] Eyaletlerden gelenler asıl niyetlerinin hac yapmak olduğunu söylemekle birlikte kendileri Mekke’ye gitmek yerine Medine’ye yakın yerlere gelip konakladılar. Nitekim Basralılar Zû-Hubş, Kûfeliler Avâs, Mısırlılar da Zü’l-Merve’de toplandılar. Onlar daha sonra gruplar halinde şehre gelerek sahâbe önderleri Hz. Ali, Hz. Zübeyr ve Hz. Talha ile görüşmeler yaptılar. Muhataplarına ayrı ayrı gitmek suretiyle kendilerini halîfe yapmak istediklerini bildirdiler, fakat bekledikleri ilgiyi göremediler.[46] Hz. Ali Mısırlılara Medine’ye asıl geliş nedenini sorduğunda, onlar başkentte toplanmaları için kendisinden mektup aldıklarını söylediler. Hz. Ali yemin ederek hiç kimseye bu hususta bir mektup yazmadığını açıkladı.[47] Görünen o ki toplumda karışıklık meydana getirmek isteyen bazı kimseler, vilâyetlerdeki muhalif unsurları Medine’de bir araya getirmek hedefiyle başta Hz. Ali olmak üzere sahâbenin ileri gelenleri adına davet mektupları göndermişlerdi.

Diğer taraftan Hz. Osman yönetime karşı büyük bir tehlike oluşturan âsîlerin Medine’den uzaklaştırılmaları için Hz. Ali’nin yardımını talep etti. Ancak Hz. Ali "ben sana defalarca gelip birçok şeyler söy­ledim, tavsiyede bulundum, fakat ben ayrıldıktan sonra yine bildiğini yaptın. Bu gün meydana gelen olaylar İbn Âmir'in, Muaviye'nin, Abdullah b. Sa‘d'ın yaptıklarının sonucudur. Sen bu adamlara uydun da beni dinlemedin" serzenişinde bulununca halîfe bu defa kendisinin kararına kesinlikle itibar edeceğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ali ashâb ileri gelenleriyle birlikte isyancılarla görüşmeye gitti. Yapılan müzakerelerden sonra Mısırlıların talebi karşılanarak Abdullah b. Sa‘d azledilip yerine Muhammed b. Ebû Bekir vali tayin edildi. Bu şekilde Mısırlılar yeni valileriyle birlikte geri döndüler. Aynı anda Kûfe ve Basralılar Medine’yi terk ettiler.[48]

Mısırlılar Medine’den üç günlük bir mesafe uzaklaştıkları sırada yanlarından geçmekte olan bir köleyi durdurdular. Yaptıkları sorgulama sonucunda onun halîfenin kölesi olduğunu ve Mısır valisine gittiğini öğrendiler. Üzerini aradıklarında ise vali Abdullah b. Sa‘d’a hitaben yazılmış bir mektup buldular. Mektupta valiye görevine devam etmesi, başta Muhammed b. Ebû Bekir olmak üzere Medine’den gelenlerin bir kısmının öldürülmesi, bazılarının da hapsedilmesi emri vardı.[49] Bunun üzerine Mısırlılar öfkeli bir şekilde tekrar Medine’ye dönerek halîfenin evini kuşattılar.[50] Aynı anda Kûfe ve Basralıların da başkente geri geldikleri görüldü. Hz. Ali Mısırlılara Medine’ye niçin geri geldiklerini sorunca, eski vali tarafından kendilerinin öldürülmelerini emreden halîfe mektubunu gösterdiler. Basra ve Kûfelilere de aynı soruyu yönelten Hz. Ali onlardan da asıl niyetlerinin halîfeyi azletmek olduğu cevabını aldı.[51]

Hz. Ali eyaletlerden gelenlerle yaptığı görüşmenin ardından yanına Ensâr’dan Muhammed b. Mesleme’yi de alarak halîfenin yanına gitti.[52] Hz. Osman yemin ederek kendisinin böyle bir olaydan kesinlikle haberinin olmadığını söyledi. Bunun haberini alan asiler "nasıl olur da birisi kalkar, senin köleni senin zekât mallarından bir deve üzerine bindirip bir mektup verir ve mektubu senin mührünle mühürleyip valine gönderirken senin haberin olmaz? Sen ya gerçekten doğru söylüyorsun ya da yalan. Şayet yalan söylüyorsan haksız yere bizim öldürülmemizi emrettiğin için görevden ayrılman gerekir. Şayet doğru söylüyorsan zaaf göstermenden ve böyle işler çevirenlere karşı gaflet içinde bulunmandan dolayı istifa etmen gerekir" demek suretiyle Hz. Osman’dan görevini terk etmesini istediler. Halîfe de Allah’ın kendisine giydirdiği bu elbiseyi kesinlikle çıkarmayacağını bildirince muhalifler onun azlini sağlamadan veya kendisini öldürmeden Medine’yi terk etmeyeceklerini ilân ettiler.[53]

Hz. Osman, muhasara esnasında sık sık evini kuşatanlara nasihatte bulunuyor şayet kendisini öldürürlerse artık bir daha Müslümanların bir araya gelemeyeceğinden, fetihlerin duracağından, feylerin dağıtılamayacağından bahsediyordu. Ancak bütün bu ikazları âsîleri iknaya kifayet etmedi.[54] Halîfe en sonunda şayet Medine’yi terk etmezlerse başlarına büyük belânın geleceği tehdidiyle uzaklaştırmaya çalıştı. Ancak bu tehdit aksi bir netice doğurdu; muhasaracılar halîfeye saldırarak bayıltıncaya kadar dövdüler. Olayı haber alarak Hz. Osman’ı ziyarete gelen Hz. Ali, Emevîlerin sözlü sataşmalarına maruz kaldı. Onlar "bizi helâk ettin. Bu tuzakları bize sen hazırladın. Vallahi ulaşmak istediğin hedefe vardığında, bu dünyayı senin başına yıkacağız" sözleriyle Hz. Ali’yi halîfenin başına gelenler konusunda suçladılar.[55] Ümeyye ailesinin Hz. Ali’ye karşı sarf ettiği bu sözlerin iyi niyetle telifi mümkün değildir. Hz. Ali o zamana kadar kendisine yapılan tüm tahriklere rağmen yönetim aleyhine hiçbir girişimi desteklememiş, kendisini halîfe olmaya çağıran Mısırlılara iltifat etmemiş, üstelik onların memleketlerine geri gönderilmelerini sağlamıştı. Kaldı ki halîfe de hiçbir zaman Hz. Ali’yi kendi aleyhine komplo kurmakla suçlamamıştır. Bütün bunları şüphesiz halîfenin yakınları da biliyorlardı. Ancak Ümeyyeliler ileriye dönük politik amaçlarla olumsuz hadiselerden Hz. Ali’yi sorumlu tutmak istiyorlardı. Şayet Hz. Osman ölür veya öldürülürse yerine geçecek kişi büyük ihtimalle Hz. Ali olacaktı. Öyleyse hilâfetin en kuvvetli adayı yıpratılmalı, birtakım şâibelerle töhmet altında bırakılmalıydı. Arap dâhîlerinden kabul edilen Muğîre b. Şu‘be’nin, halîfenin öldürülmesinden kısa bir süre önce Hz. Ali’ye gelerek, " Medine'yi terk edip başka yerlere git. Halîfe sen burada iken öldürülürse, bunu senden bilecekler"[56] uyarısında bulunmuş olması Emevîlerin Hz. Ali aleyhine oluşturmaya çalıştıkları menfî propagandanın etkili olacağının işaretlerini verir.

Hz. Ali Emevîlerin kendisine karşı sergiledikleri hasmane tutuma rağmen halîfeyle diyalogu kesmedi. Nevar ki Hz. Osman onun tavsiyelerini prensip olarak kabul etmekle birlikte uygulamada pek dikkate almamış, genelde Ümeyyelilerin önerilerini tatbik edilmiştir.[57] Nitekim Hz. Ali "ey Allah'ın kulları! Görüyorsunuz ben evimde oturup bu işlerden uzak kaldığım zaman halîfe gelir ‘Beni yalnız bıraktın, terk ettin. Nerede akrabalığımız, hani hukukumuz? der. Ben onun işleriyle ilgilenip tavsiyelerde bulunduğum zaman ise Mervan gelir onunla oynar ve istediği yola çevirir" şeklinde rahatsızlığını ifade etmiş daha sonra da Hz. Osman’ın yanına giderek bir daha kendisinden yardım talep edilmemesini istemiştir. Hz. Ali’nin ayrılmasından sonra halîfenin yanına gelen eşi Nâile de Hz. Ali’nin haklı olduğunu söyleyip halîfeyi Mervan’ın peşine takılmakla suçlamıştır.[58]

Âsîlerin görüşmeler yoluyla Medine’den uzaklaştırılamayacağını anlayan Hz. Osman en son çare olarak vilâyetlerden asker yardımı talebinde bulunmaya karar verdi.[59] Bunun üzerine Şam valisi Muaviye, Habîb b. Mesleme’yi; Basra valisi Abdullah b. Âmir, Mücâşi b. Sülemî’yi; Mısır valisi Abdullah b. Sa‘d ise Muaviye b. Hudeyc’i başkente doğru harekete geçirdi. Kûfe’den ise Ka‘ka‘a b. Amr komutasındaki askerî birlik Medine’ye doğru yola çıktı.[60] Şam’dan gidenler dışında diğer eyâletlerden gönderildiği zikredilen birliklerin faaliyetleri hakkında kaynaklarda yeterli malumat yoktur. Kaynaklarda Muaviye’nin kendisine yardım çağrısı geldiği zaman bir ordu hazırladığı fakat birliğin gönderilmesini geciktirdiği rivayet edilir.[61] Taberî, bu gecikmeyi onun asker göndermek suretiyle Medine’deki ashâbın tepkisini çekmek istemediğini zikrederek açıklamaya çalışır.[62] Netice olarak Şam’dan geç hareket eden birlikler Vâdi’l-Kurâ mevkiine geldiklerinde halîfenin şehit edildiği haberini alınca geri dönmüşlerdir.[63] Bütün bu gelişmelerden başta Muaviye olmak üzere Emevî ailesinin halîfenin korunması konusunda pek istekli olmadıklarını çıkarmak mümkün olur.

Hz. Osman’ın evini muhasara altında tutan asiler hem eyalet valilerinin başkente gönderecekleri askerlerin ulaşacağını, hem de diğer şehirlerden hac için gelen Müslümanların kendilerine engel olacaklarını düşünerek bir an önce halîfenin öldürülmesi gerektiğine karar verdiler.[64] Bunun için kuşatmanın kırkıncı gününde Hz. Osman’ın evine saldırdılar.[65] Hz. Hasan, Abdullah b. Zübeyr, Muhammed b. Talha gibi ashâb çocukları onları engelleyemediler.[66] Halîfenin bulunduğu odaya ilk olarak Hz. Ebû Bekir’in oğlu Muhammed girdi. Hz. Osman’ın sakalından tutarak "ey Nasel[67], haydi şimdi seni Muaviye ve diğer adamların kurtarsın" diyerek hakarette bulundu. Halîfe ise "ey kardeşimin oğlu, senin baban bu sakalı böyle çekmemişti. Senin bu yaptıklarına karşı Allah'a sığınırım" sözleriyle mukabelede bulununca Muhammed orayı hemen terk etti. Rivayete göre onun çıkmasından sonra isyancılardan Kuteyre, Sevdân b. Hurmân, Amr b. Hâmık içeriye girdiler. Gâfikî b. Harb adındaki isyancı elindeki demirle vurup halîfeyi yaraladı. Aynı anda Sevdân’ın Hz. Osman’a doğru salladığı kılıç, onu korumaya çalışan hanımı Nâile’nin parmaklarının kesilmesine sebep oldu. Saldırganlar daha sonra birlikte halîfeyi şehit ettiler. Hz. Osman’ın öldürülmesi Hicretin 35. yılı 17 veya 18 Zilhicce (16-17 Haziran M.556) tarihine tesadüf eder.[68]

Hz. Osman’ın şehit edilmesi İslâm tarihinin önemli dönüm noktalarından birdir. Her şeyden önce Hz. Peygamber’in (sav) halîfesi Müslümanların toplu şekilde gerçekleştirdikleri bir isyan neticesinde öldürülmüştü. Bu olay İslâm toplumunda uzun süre devam edecek sancılı bir dönemin işaretlerini verir. Nitekim daha sonra Hz. Ali halîfe seçilmiş ancak onun yönetimi başta Ümeyyeoğulları olmak üzere toplumun bazı kesimleri tarafından kabul görmemiştir. Şehit halîfe Hz. Osman’ın ailesi bundan sonra Muaviye liderliğinde harekete geçerek ölen halîfenin kanı üzerinden Hz. Ali’ye karşı iktidar mücadelesi başlatmıştır.


 

KAYNAKLAR

APAK, Adem, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, Ankara 2003.

AYCAN, İrfan, Saltanata Giden Yolda, Muaviye b. Ebî Süfyan, Ankara 1990.

BELÂZÜRÎ, Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (279/892), Ensâbü’l-Eşrâf V, (thk. Goiten, S.D.F), Jerusalem 1963.

BUHÂRÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail el-Buhârî (256/870), Sahîh-i Buhârî, I-VIII, İstanbul 1979.

CEVDET PAŞA, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, I-IV, (nşr. Mümin Çevik), İstanbul 1969.

EBÛ ZEHRA, Muhammed, Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi, (çev. E.Ruhi Fığlalı-Osman Eskicioğlu), İstanbul 1970.

FIĞLALI, E. Ruhi, “Hâricîliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sy. XX, Ankara 1975.

     , Türkiyede Alevilik Bektaşilik, İstanbul, 1991.

     , İbadiyenin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara 1983.

İBN ÂSEM, Ebû Muhammed b. Ahmed (314/926), Kitâbu’l-Futûh, I-IV, Beyrut 1986.

İBN HİBBÂN, Muhammed b. Hibban b. Ahmed b. Ebî Hatim (354/965), Kitabu’s-Sikat, I-II, Haydarabad 1975.

İBN KESÎR, Ebû’l-Fidâ İsmail (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, I-XIV, Beyrut-Riyad ts. (Mektebetü’l-Meârif--Mektebetü’n-Nasr).

İBN SA‘D, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (230/845), et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır).

İBN ŞEBBE, Ebû Zeyd Ömer el-Basrî (262/876), Tarihu’l-Medineti’l-Münevvere, (thk. Fehim Muhammed Şeltut) I-IV, ts.

İBNÜ'L-ESÎR, İzzüddin Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed (630-1232), el-Kâmil fi’t-Tarih, I-IX, Beyrut 1986.

MES'ÛDÎ, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (345/956), Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, (thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid), Mısır 1964.

TABERÎ, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut ts. (Dâru’s-Süveydân).

VIDA, G. Levi Della, “Osman”, İA, IX, 482.

YA‘KÛBÎ, Ahmed b. Ebî Ya‘kûb el-Abbâsî, (284/897), Tarih, I-II, Beyrut 1960.

ZEHEBÎ, Şemsüddin Muhammed b. Ahmed b. Osman (748/1347), Tarihu’l-İslâm, (thk. Ömer Abdüsselam Tedmürî), I-XX, Beyrut 1987.

 

 



[1]   Taberî, Tarih, IV, 190-194; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 329; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 26-27; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 137.

[2]   İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 61, 339, 344; Taberî, Tarih, IV, 228.

[3]   İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 341-344; Taberî, Tarih, IV, 229; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 27; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 137-138, 144-145.

[4]   İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 339; Taberî, Tarih, IV, 232; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 36.

[5]   Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe 8; Taberî, Tarih, IV, 232; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 145.

[6]   Taberî, Tarih, IV, 229; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, III, 35; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 145.

[7]   Taberî, Tarih, IV, 231, 237.

[8]   Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, II, 112-113, 123.

[9]   Taberî, Tarih, IV, 229-230; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 35-36.

[10] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 367.

[11] Taberî, Tarih, IV, 232-233; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 37.

[12] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 63; Taberî, Tarih, IV, 233, 238; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 37; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 146-147.

[13] Fığlalı E. Ruhi, Türkiyede Alevilik Bektaşilik, İstanbul, 1991, s. 41.

[14] Fığlalı, E. Ruhi, “Hâricîliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1975, sy. XX, s. 227.

[15] Ebû Zehra, Muhammed, Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi, s. 66.

[16] Vida, G. Levi Della, “Osman”, İA, IX, 482.

[17] Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 352.

[18] Taberî, Tarih, IV, 251-252.

[19] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 42-43.

[20] Taberî, Tarih, IV, 256-257; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 45, İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 51.

[21] İbn Sa‘d, et-Tabakât, V, 44-45; Taberî, Tarih, IV, 264; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 49; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 153-154.

[22] Taberî, Tarih, IV, 277-278.

[23] Taberî, Tarih, IV, 289; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 58, III, 7-8.

[24] İbn Sa‘d, et-Tabakât, 35; Ya‘kûbî, Tarih, II, 164.

[25] Taberî, Tarih, IV, 233; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 37.

[26] Taberî, Tarih, IV, 192; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 27; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 137-138.

[27] Vida, D., “Osman”, İA, IX, 430.

[28] Fığlalı E.R, İbadiyenin Doğuşu ve Görüşleri, s. 34.

[29] Taberî, Tarih, IV, 341.

[30] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 341-342.

[31] Taberî, Tarih, IV, 341; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 78.

[32] Zehebî, Tarihu’l-İslâm, II, 434.

[33] Taberî, Tarih, IV, 333.

[34] Taberî, Tarih, IV, 336-338; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 75-76; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 169.

[35] Taberî, Tarih, IV, 338-339; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 77; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 163.

[36] Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 113.

[37] Taberî, Tarih, IV, 342-343; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 78.

[38] Taberî, Tarih, IV, 345; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,79; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 169.

[39] İbn Şebbe, Tarihu’l- Medineti’l-Münevvere, III, 1093-1094.

[40] Taberî, Tarih, IV, 344-345; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 79.

[41] Aycan, İrfan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 115; Apak, Âdem, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, s.161-167.

[42] Taberî, Tarih, IV, 348-349; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 352-353; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 79-80.

[43] Taberî, Tarih, IV, 399-400; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 80; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 160.

[44] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 65; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 79-80.

[45] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 71; Taberî, Tarih, IV, 348-349; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II; 353; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 80.

[46] Taberî, Tarih, IV, 349-353; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 80.

[47] İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 195.

[48] Belâzürî, Ensâb, V, 67; Taberî, Tarih, IV, 358-360; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 82-83.

[49] İbn Âsem, Futûh, I, 411; İbn Hibbân, Kitabu’s-Sikât, II, 258.

[50] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 65; Ya‘kûbî, Tarih, II, 175; Taberî, Tarih, IV, 374.

[51] İbn Sa‘d, et-Tabakât III, 65; Taberî, Tarih, IV, 351; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 353; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 80.

[52] Taberî, Tarih, IV, 370.

[53] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 66-67; Taberî, Tarih, IV, 355-356, 367-368, 371-372, 375-377; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 85.

[54] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 67, 71, 73; Taberî, Tarih, IV, 372, 395.

[55] Taberî, Tarih, IV, 353, 364-365.

[56] Taberî, Tarih, IV,392.

[57] Taberî, Tarih, IV, 362; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 173-174.

[58] Taberî, Tarih, IV, 362-364, İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 83-84; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 173.

[59] Taberî, Tarih, IV, 368.

[60] Taberî, Tarih, IV, 351-352, 368-369; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 80; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 180.

[61] İbn Şebbe, Tarîhu’l- Medineti'l-Münevvere, IV, 1289; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 85.

[62] Taberî, Tarih, IV, 368.

[63] Taberî, Tarih, IV, 368; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 85.

[64] Taberî, Tarih, IV, 395.

[65] Ya‘kûbî, Tarih, II, 176; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 190.

[66] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 129; Taberî, Tarih, IV, 388; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 88.

[67] İsyancılar halîfeye bu adı takmışlardı. Nasel ahmak ihtiyar manasına gelir.

[68] İbn Sa‘d, et-Tabakât, III, 73-77; Taberî, Tarih, IV, 391-394, 415-417; Mes‘ûdî, Mürûcü’z-Zeheb, II, 354-355.


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar