İDDİALAR VE İSLAM
Prof. Dr. Cağfer
KARADAŞ
TARİHTE
Tarihe bakıldığında İslam dini ortaya çıktığı günden itibaren karşıtlarının eleştiri, itiraz, iddia ve itibarsızlaştırmalarına maruz kalmıştır. İlk muhataplar olan müşrikler Hz. Peygamber’i (sav) “kendinden uydurmakla, başkasından öğrenmekle, babalarının dinine karşı çıkmakla,” itham ederlerken Yahudiler ve Hıristiyanlar, İslam için “kendi dinlerinden sapma bir mezhep” iddiasında bulunmuşlardır. Bu iddialar daha sonraki dönemlerde artarak devam etmiştir.
Her iki yönden gelen eleştiri ve iddialara
yönelik başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere Hz. Peygamber’in dilinden ve ulemanın
kaleminden birçok cevap verilmiş, onların iddialarının geçersizliği ortaya
konulmuştur. İddiaların aksine kitlesel katılımlarla İslam kısa zamanda kabul
görmüş ve yayılmış hem müntesip sayısı hem de düşünce direnci bakımından inkâr
edilemez bir büyüklüğe ve güce kavuşmuştur.
İslam’ın bu direnci, kimi aşırı
zâhirci kimi aşırı bâtıncı olarak ortaya çıkan grupların ürettiği iç tehditlere
karşı da aynı şekilde vazife görmüştür. Bu direncin en önemli faktörü İslam’ı
Hz. Peygamber’in (sav) ve sahabesinin yolu olarak takip eden büyük kitledir.
Onların zâhirci Haricîlere ile bâtıncı Karmatîlere ve İsmailîlere yönelik
dirençli duruşu bunun tarihteki ispatıdır. Bu tür aşırılıklar bugün de zaman
zaman ortaya çıkmaktadır. Nitekim günümüzde çeşitli adlar altında ortaya çıkan aşırı
zâhirci ve bâtıncı oluşumlar onların güncellenmiş sürümleridir.
Tarihi süreçte İslam coğrafyasında
büyük kayıplara ve yıkımlara yol açan doğuda Moğol ve batıda Latin istilaları
her ne kadar insanî ve maddî planda ciddi zararlara sebebiyet vermiş ve ümmetin
hayatını büyük ölçüde olumsuz etkilemiş ise de dinin ana esaslarını bozacak bir
yıkıma yol açamamıştır. Nitekim Moğol devletlerinin elli yıl içinde Müslüman
olmaları da büyük kitlenin güçlü direncinin ve etkileyici gücünün
göstergesidir.
Hz. Peygamber’in (sav) sünnetini ve sahabenin yolunu takip eden
büyük kitle, zaman zaman zafiyetler yaşasa da İslam’ın inanç ve düşüncesinin
temsilinde dış ve iç yıkıcı etkenlere karşı iyi bir duruş sergilediği ve direnç
gösterdiği aşikârdır. Bugün halk nezdinde bile “Hz. Âdem’in neslinden, Hz.
İbrahim’in milletinden, Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) ümmetinden, Ehl-i Sünnet
inancından olma” bilinci dipdiri durmaktadır.
SÖMÜRGE DÖNEMİNDE
Tarihteki bütün yıkımları geride
bırakan modern sömürge döneminde, İslam dünyası adeta tamamıyla istila edilmiş,
sömürgeleştirilmiş ve zihinsel bir aşınmaya uğratılmak istenmiştir. Bu da
Müslüman zihin dünyasında boşlukların ve yer yer kaymaların ve kayıpların oluşmasına
neden olmuştur. Bu boşlukları doldurmak ve kayıpları telafi etmek için ulema ve
aydın kesimden çeşitli öneriler getirilmiştir. Bu çerçeveden olmak üzere
İslamcılar ilk döneme dönüp yeniden yapılanmaya gitme, öze dönme, tarihî mirası
ayıklama, bir ihya ve tecdit faaliyeti başlatma önerisinde bulunmuşlar;
Selefîler tarihi bugüne taşımaya kalkışmışlar, muhafazakârlar ise eskiden ne
varsa hepsini korumanın derdi ve telaşına düşmüşlerdir.
Bu dağınıklığı ve parçalanmışlığı fırsat bilen İslam karşıtı
unsurlar hemen harekete geçmiş, ürettikleri soru, iddia ve eleştirilerle
Müslümanların zihinlerini daha da bulandırma ve özellikle de Hz. Peygamber’i
(sav) itibarsızlaştırma faaliyetleri yürütmüşlerdir. Pozitivist Renan’ın
iddiaları ve Protestan Anglikan Kilisesi’nin soruları bu çıkışa ve hamleye
örnek olarak gösterilebilir. Özellikle Pozitivistler, yeni kurulan Dârülfünûn
öğrencileri üzerinde bir ölçüde etkili olmuşlardır. İslam âlimleri ve
münevverleri bu meydan okumaya karşı yazdıkları kitaplar, makaleler ve
toplantılarla cevap verme gayreti içinde olmuşlardır. Edebiyatçı Namık Kemal’in
Renan Müdafaanemesi, mücadele ve hareket adamı Abdulaziz Çaviş’in Anklikan
Kilisesine Cevabı ve ünlü felsefeci Ömer Ferid Kam’ın 1919-1920’de
dinsizlik cereyanlarına karşı yaptığı on haftalık “Ayasofya Cuma Vaazları”
bu gayret ve çalışmanın çarpıcı örnekleridir.[1]
GÜNÜMÜZDE
Bugün itibariyle din karşıtları her
ne kadar bilimsel gelişmeler neticesinde birçok eski iddialarından
vazgeçmişlerse de inatçı duruşlarını hala devam ettirmekte olup İslam’ı
yıpratmak için zaman zaman çeşitli batıl düşüncelerini abartılı bir şekilde gündeme
sokmaya çalışmaktadırlar. Sözgelimi 18. yüzyılda evrenin başlangıcının ve
sonunun olmadığını iddia ederlerken Bing Bang teorisinin bir başlangıç
öngörmesiyle bundan dönmüşler ve büyük patlamanın kendiliğinden meydana geldiği
iddiasına sarılmışlardır. Aynı teorinin evrenin belli bir zaman sonra
patlamadan önceki haline döneceği bulgusuyla ve Entropi Yasasıyla yine çark
etmişler ve ardından “paralel evrenler” adlı yeni bir senaryo dillendirmeye
başlamışlardır.
Türkiye özelinde ise zaman zaman
abartılı yapay gündemlerle dindarlar meşgul edilmeye, gençlik yanıltılmaya ve
provoke (kışkırtma) edilmeye çalışılmaktadır. 90’ların sonunda patlak veren
Satanizm tartışmaları bu yapay gündemlerden biridir ve nitekim bir müddet
köpürtüldükten sonra sönmüş ve ortadan kalkmıştır. Zaman içinde sönen bu
tartışmanın yerini günümüzde Deizm ve Ateizm tartışmaları almıştır. Bu abartılı
gündemlerin her ne kadar olgu boyutunda ciddi bir varlığı ve önemi olmasa da
algı boyutunda son derece etkili olduğu açıktır. Bu algının kırılması için
ciddi çaba ve çalışmalara ihtiyaç olduğu da bir gerçektir.
Bu algıyı oluşturmada ateistler ve deistler
aynen bin dört yüz yıl önceki müşriklerin yaptığı gibi “İslam’ın uydurma olduğu,
başka din ve kültürlerden aktarma esaslardan oluştuğu, hurafe ve bilim karşıtı olduğu”
iddialarında bulunmaktadırlar. Hâlbuki İslam’ın uydurma olmadığı bin dört yüz
yıllık tarihsel ve bilimsel mirasıyla açıkça ortaya konulmuştur. Başka din ve
kültürden aktarmalar hususundaki iddialar benzerlikten yola çıkan yüzeysel
bakış açısından kaynaklanmaktadır. Şayet İslam’ın varoluş, amaç ve içerik
farklılıklarına bakılmış olsa bu iddiaların boş ve geçersiz olduğu ilk anda
anlaşılır.
Öte yandan İslam var olduğu günden
itibaren hurafelerle mücadele etmiş bir din olup insanlığa hizmet eden bilimle
de hiçbir zaman sorunu olmamıştır. Günümüzde bilimi dogmalaştırıp din haline
getirenler, dinden daha çok bilime zarar vermektedirler. Bunlar bilimi
dondurmakta ve dondurdukları bu bilimi dinin hasmı haline getirmektedirler.
Türkiye ölçeğinde bile baktığınızda bilime ve teknolojiye hangi zihniyetlerin
öncülük ettiği açıkça görülür.
Devrim Otomobilini işlevsiz kılıp
müzelik haline getirenlerin, ülkeyi ikinci el teknoloji çöplüğüne dönüştürenlerin
ve uçak fabrikalarını kapatıp toprağa gömenlerin de hangi zihniyeti temsil
ettiği açıktır ve milletimiz tarafından gayet iyi bilinmektedir.
Öyleyse ey inananlar gelin ve kulak
verin! “Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin!”, “Kararlı duruş ve dua ile
Allah’dan yardım isteyin!” “Gevşeklik göstermeyin, karamsarlığa kapılmayın! En
üstün sizsiniz, çünkü siz Müslümansınız!” (Zümer 39/53; Bakara 2/153; Al-i
İmran 3/133).
Demek ki neymiş? Allah’ın engin inayeti yanımızda, İslam’ın her
devre hitap eden hakikati elimizde, büyük kitlenin gücü ve direnci arkamızda
olduğu sürece umutsuzluğa yer yokmuş. Şairin diliyle söylersek:
“Sevinin Mehmed’im başlar yüksekte
Ölsek de sevinin eve dönsek de
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte
Yarın elbet bizim elbet bizimdir
Gün doğmuş, gün batmış, ebed
bizimdir.”
Vesselâm…
20 Ekim 2022 /
24 Rebiülevvel 1444
[1] Bk.
Namık Kemal, Renan Müdafanamesi, Akçağ Yayınları Ankara 2014; Abdulaziz Çeviş,
Anklikan Kilisesine Cevap, trc. Mehmet Akif Ersoy, DİB Yayınaları 1974; Ömer
Ferid Kam, Ayasofya Konuşmaları, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul 2021.
0 yorum:
Yorum Gönder