Küçüktüm
ve küçük bir dünyam vardı Pervari'de. Bu küçük dünyamın, en fazla kırk
kilometre kare bir alanı vardı. Bu alanın içine, bahçesi, yaylası, çarşısı,
mer'ası bile dâhildi. Bütün tanıdıklarım, bu alan içinde fonksiyon icra eden
iki bin kadar insandı. O zamanlar ilçemizde bulunan tek okul, ilk okula da
gitmeseydim, bu insanların da çoğunu tanımamış olacaktım, ve dünyam daha da
küçücük, daha da sempatik kalacaktı. Ne olurdu hiç ilçem‘den dışarı
çıkmasaydım; ve o zamanlar yapımına başlanan, ve fakat bir türlü bitirilmeyen
araba yoluna da hiç başlanmasaydı. İlk okulu bitirmeseydim, ve Siirt'te orta
okula, liseye kaydolarak, bana tamamen yabancı, çocukluk değerlerime bile ters
düşen bir kültürü almaya zorlanma- saydım. Pervari'deki değerlerimi, hayatımı,
gerçeklerimi bulamadığım bir eğitim için, bir çocuğun yapamayacağı özveriyi
göstermeye değer miydi? Bana "ilâh"larmış gibi benimsetilen
Batı Klasikleri'ni okumasaydım,
edebiyat Hocasının anlattığı romantizm cereyanını, kaynağından öğrenmek için,
Victor Hugo'nun Sefiller'ini, Doksan üç ihtilâlini okuyup, körpe dimağıma, Jean Valjean masalını işlemeseydim ne olurdu? Bana ne'ydi Karamazof Kardeşler, Faust'lar, Hamlet'ler, Othello'lar?... Bir gün benim akıbetim de aynı olacak
idiyse, Kartaca Muharebeleri'nde kaç kişinin
öldürüldüğünü öğrenmenin ne yararı vardı? Hiç öğrenmeseydim iki kere ikinin
dört olduğunu, üçgenin alan formülünü, “pi sayısı”nın maharetini... Okunanlarla çelişkili bir hayat
yaşanacak idiyse, ne diye "Adam
olmak için" Ankara'da okumaya gittim, bilmem ki! "Şeriatçı" naralarını atarak Müslümanlara
kan kusturanlara karşı Şeriat'ı, yâni İslâm'ı sahiplenerek
Şeriat'ın yanında olunmayacak idiyse, o ne biçim İlâhiyat Fakültesinde
öğrenci olmaktı?.. Onlarca sene sonra, ruhuna tamamen ters düşecek şekilde
rejime müdâhene edilecekse, neden okunsundu ki Risâle-i Nûr Külliyatı? Bütün bunlar olup bitmişken, daha da büyütmek
için dünyamı, Paris'e doktoraya gitmeseydim n'olurdu? Görmeseydim Cezayir'de
milyonlarca can alan De Gaulle'ün "örnek
kültürü"nü,
“lejyon katiller”ini... Dünyam küçük kalıp
da, insanlığın yüz karası olan ve Batı'ya kölelikte nişanlar kazanmış Tunus
Habib Burgiba'sı ile hiç karşılaşmasaydım, küçük dünyam daha kutsal olmaz
mıydı? İslâm dünyasından çalına çalına antikalarla doldurulmuş olan British Museum'u gezmesem, sonra da
çıkıp Oxford Street'in bir kenarında
oturup, Müslümanları idare ederek onlara ihânet edenleri lânetlemesem, daha
içten, daha masumane olmaz mıydı küçücük dünyam?... Doktorayı bitirdikten
sonra, tayin edildiğim Erzurum İmâm-Hatip Lisesi'nde kalıp, Üniversiteye
geçmeseydim; ve namaz kıldıkları hâlde İslâm'a ihânet edenlerle tanışmasaydım
ne kadar daha güzel olurdu dünyam!... Bana rağmen büyüyen dünyam, yuvarlanarak
Sakarya'da biraz daha büyümeseydi ne olurdu? Mecidiye dostları bana yetmez miydi ki, mahkûm oldum üniversitenin
kaypak patikalarını çıkmaya? Kendi demokratik anlayışına göre azınlığı
çoğunluğa tercih eden Demirel'in tayin etmiş olduğu, ve tek özelliği,
şuraya-buraya Müslümanları ihbar etmek olan İsmail Çallı'nın yüzünü hiç
görmeseydim daha anlamlı bir dünyam olmaz mıydı benim? Risâle-i Nur'a
bağlı olduklarını söyleyen, ve fakat onun ruhuna tamamen ters düşerek, qalîl semen peşine düşen bir zamanki sırdaşlarımı bu
vaziyette görmektense, Sakarya İlâhiyat’a hiç gitmeseydim olmaz mıydı? Ve
nihâyet, siyasete dair hiç okumasaydım, ve de makamında kalmak için tek hüneri,
Müslümanları Clinton'a şikâyet etmek olan, Güney Doğu'da insanlar yok
olurken, rey uğruna başkalarına yüzme havuzları vadeden, Müslüman Filistinli
kardeşlerimizin kollarını kameralar karşısında kıran Yahudilerle "arz-ı mev'ud" ideallerini paylaşan, ve
o zamanlar bana Ulu'l-Emr konumunda bulunan kadının adını, ve de ona,
yaptıklarında başarı dualarını yapan hocalar(!)ın isimlerini hiç
duymamış olsaydım, hiç öğrenmemiş olsaydım, daha güzel olmaz mıydı dünyam? Ah!
Dünyam hep küçük kalsaydı!
Şimdi
birileri çıkıp, "bu kadar yakınıyorsan, dön eski küçük dünyana!"
diyeceklerdir elbette... Onlara diyorum ki:
- İçinde yaşanabilecek
bir dünya mı bıraktınız?
[1] Bu makale, 1995
yılında, Sakarya İlâhiyat Fakültesinde öğretim üyesiyken, varlığımı çekemeyen Fetullah
Gülen örgütünün üniversitede, ve özellikle de İlâhiyat Fakültesinde
estirdikleri “cemaat(!) terörü” üzerine tarafımızdan kaleme alınmıştır.
ne güzel bir yürek, ne güzel bir kalem... keşke bazı şeyler önceden anlaşıla bilseydi...
YanıtlaSilBazı şeyleri gördüğünüz halde birşey yapamamanın sitemi. Yüreğinize sağlık hocam.
YanıtlaSilBazı şeyleri gördüğünüz halde birşeyler yapamamanın sitemini görüyorum. Yüreğinize sağlık hocam . En azından hakkı hak bilip hak yolda yürümeye Azm etmişsiniz.
YanıtlaSil