Prof. Dr. Mehmet Azimli
İslam’ın ilk dönem tarihini anlamada elimizdeki şüphe götürmez
kaynak Kur’an’dır. Onun mevsukiyeti bizim için bir şanstır. Ancak rivayetlerin
yönlendirmesi ile Kur’an’ı yanlış anlama ihtimali vardır ve yapılacak yanlış bir aktarım
ilahi kelamın yanlış anlaşılmasına da sebep olacağından çok tehlikelidir. Bu
sebeple Kur’an’dan faydalanırken çok daha dikkatli olmak zorundayız. Çünkü “İslam tarihini anlamak için Kur’an yeterlidir!” sözü sloganik
olarak doğru olsa da yeterli olamamaktadır. Önce algıyı düzeltmek gerekir.
İslam tarihi kaynaklarındaki bilgileri Kur’an’ın verilerine dayalı
olarak anlamak en doğrusudur. Ancak bu düşünce ne yazık ki İslam tarihçileri ve
tefsirciler açısından genel geçer bir önerme ve slogan olmaktan öteye
geçememiştir. Ne acıdır ki İslam tarihi yazımında Kur’an’dan faydalanma olayı, meselelerin hepsini çözebilen bir
durum olamama noktasına sürüklenmiştir. Daha da ötesi günümüzdeki birçok
problemin kaynağı da neredeyse Kur’an’dan yanlış bir öngörü ile faydalanma
amacından neşet etmektedir.
Doğrusu bu problemin sebebi Kur’an’ın kendisi değildir. Gerçek sebep, onu yanlış anlayan ve
aktaran müelliflerin ön yargılarıdır. Eserlerini Kur’an’dan delillerle
desteklemek isteyen kimi müellifler, kendi kanaatini pekiştirmek için çalakalem
“şu ayet bu konuyu izah ediyor” gibi genel ifadelerle konunun daha da girift
hale gelmesine sebep olmuşlardır. Özellikle birkaç farklı anlama müsait bazı müteşabih ayetleri kullanmak bu tür problemlerin kaynağı
olmaktadır.
Benzer bir yanlışı tefsir veya meal yazan müelliflerde de
görüyoruz. Açıklama gayretinde oldukları ayeti izah sadedinde İslam tarihi kaynaklarındaki kimi rivayeti dolgu malzemesi olarak
eserlerine almaktan çekinmemişlerdir. Bu bağlamda “şu olay bu ayeti izah eder”
anlamına gelen cümlelerle meseleyi izaha çalışırken esasında konunun daha da
muğlaklaşmasına sebep olmuşlardır.
Böylece tefsirciler ve İslam tarihçilerinin birbirlerinden yanlış
bir yöntemle karşılıklı faydalanma talebi, İslam’ın tarihinin anlaşılmasının
önünde önemli bir engel olarak durmaktadır. Bu problemli anlayışı bazı örnekler
üzerinden göstermek istiyoruz.
Ayetlerin
Yanlış Kullanımı
1. Şakku’s-Sadr
Olayı: İslam tarihi yazımında Kur’an’dan faydalanma
amaçlı olarak yapılan alıntılarda en çok düşülen yanlışlardan biri, konuyla
ilgisiz ayetleri İslam tarihi anlatımında kullanmaktır. Buna örnek olarak Şakku’s-Sadr konusuyla
ilgili olarak İnşirah suresinin ilk ayetinin delil getirilmesini verebiliriz.
Kimi İslam tarihi müelliflerimiz, Şakku’s-Sadr olayını ispat sadedinde İnşirah suresi ilk ayetini
ilzam edici bir delil olarak getirirler.[1]
Onların yüzyıllardır ilgili konuda ısrarla bu ayeti vermeleri veya
tefsircilerimizin tersinden hareketle ayeti izah ederken[2]
bu olayı aktarmaları, artık bu ayet gündeme geldiğinde kaçınılmaz olarak Şakku’s-Sadr ile irtibat kurulması gerektiği şeklinde bir yanlış
anlamın kemikleşmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum İslam tarihi yazımında Kur’an’dan yanlış biçimde faydalanmaya bir örnektir. Sonuçta artık maalesef bu olay, ayetle de ispatlanabilen inkar edilemeyen
gerçek bir mucize durumuna gelmiş olmaktadır(!)
Esasen bu ayet, toplumundan işkence ve sıkıntılar çeken Hz.
Peygamber’i rahatlatmak için indirilmiştir. Ayetin devamı meseleyi net olarak
izah etmektedir. Ancak müelliflerimiz ilk ayeti maddi-somut olarak anlayıp,
ikinci ayeti manevi-soyut olarak algılamak şeklinde çelişkili bir izah tarzı
sunmuş ve ayeti bağlamından koparmışlardır. Böylece Şakku’s-Sadr ile Şerhu’s-Sadr birbirine karıştırılmış, alakasız iki konu bu ayet
ile irtibatlandırılmış, hem tefsirin hem İslam tarihinin yazımında değiştirilemeyen yanlış kabulün
oluşmasına katkı sağlanmıştır.
2. Şakku’l-Kamer Olayı: Daha çok muahhar İslam tarihçilerinin kullandığı bu olayda da
Kur’an’dan Kamer suresi ilk ayeti, olayın ispatı için ilzam edici delil olarak
getirilir. Ancak ne gariptir ki bu kadar önemli bir delil(!) getirilse de ilk
İslam tarihçilerimizin hiç biri, Hz. Peygamber’in hayatını aktarırlarken (İbn İshak (v.151), İbn Hişam (v.213), İbn Sad (v.230), Belazuri (v.279), Taberi (v.310)) bu olayı zikretmezler. Bu kadar önemli olması
gereken bir mucizeyi(!) ilk İslam tarihi kaynaklarımızın aktarmamasına rağmen,
ne gariptir ki muahhar kaynaklar ısrarla nakletmekte, üstelik Kur’an’dan da
Kamer suresi ilk ayeti delil getirmektedirler. Tefsircilerimiz ise tersinden
bir çaba ile ayeti izah ederken bu ilgisiz olay ile izah çabasına girerler.
Esasen ayet, kıyametle ilgilidir ve iniş zamanı çok önce olmasına rağmen,
bağlamından koparılarak bu inşai (kurgusal) mucizeyi (Şakku’l-Kamer) destekleme aracı olarak kullanılmaktadır. Ancak
ilginç yönü tefsircilerin ve tarihçilerimizin birbirini kullanarak bu inşai
mucize üzerinden hüküm bina etmeleridir.
3. Necm Suresi: Miraç anlatımlarında Hz. Peygamber’in Allah ile görüşmesi
sadedinde Necm suresinin ilk ayetleri kullanılmaktadır. Oysa bu surenin, 10.
yılda gerçekleştiği iddia edilen miraç olayından en azından 4 yıl önce bir
bütün olarak Kabe’de müşriklere okunduğu sabittir. Bu durumda Miracın 10. yılda
gerçekleştiğini belirtip, sonra çıkıp Miracın 4 yıl önce nazil olan bir surede
anlatıldığını söyleyebilmek büyük bir çelişkidir. Maalesef İslam tarihçilerinin
bu yanlışına tefsirciler de düşmüş ve bu sureyi izah ederken Miraç olayı ile ilgi kurmuşlardır.[3]
0 yorum:
Yorum Gönder