15 Ağustos 2017 Salı

Kur’an-Siyer İlişkisi-I

Prof. Dr. Mehmet Azimli 
İslam’ın ilk dönem tarihini anlamada elimizdeki şüphe götürmez kaynak Kur’an’dır. Onun mevsukiyeti bizim için bir şanstır. Ancak rivayetlerin yönlendirmesi ile Kur’an’ı yanlış anlama ihtimali vardır ve yapılacak yanlış bir aktarım ilahi kelamın yanlış anlaşılmasına da sebep olacağından çok tehlikelidir. Bu sebeple Kur’an’dan faydalanırken çok daha dikkatli olmak zorundayız. Çünkü “İslam tarihini anlamak için Kur’an yeterlidir!” sözü sloganik olarak doğru olsa da yeterli olamamaktadır. Önce algıyı düzeltmek gerekir.

İslam tarihi kaynaklarındaki bilgileri Kur’an’ın verilerine dayalı olarak anlamak en doğrusudur. Ancak bu düşünce ne yazık ki İslam tarihçileri ve tefsirciler açısından genel geçer bir önerme ve slogan olmaktan öteye geçememiştir. Ne acıdır ki İslam tarihi yazımında Kur’an’dan faydalanma olayı, meselelerin hepsini çözebilen bir durum olamama noktasına sürüklenmiştir. Daha da ötesi günümüzdeki birçok problemin kaynağı da neredeyse Kur’an’dan yanlış bir öngörü ile faydalanma amacından neşet etmektedir.
Doğrusu bu problemin sebebi Kur’an’ın kendisi değildir. Gerçek sebep, onu yanlış anlayan ve aktaran müelliflerin ön yargılarıdır. Eserlerini Kur’an’dan delillerle desteklemek isteyen kimi müellifler, kendi kanaatini pekiştirmek için çalakalem “şu ayet bu konuyu izah ediyor” gibi genel ifadelerle konunun daha da girift hale gelmesine sebep olmuşlardır. Özellikle birkaç farklı anlama müsait bazı müteşabih ayetleri kullanmak bu tür problemlerin kaynağı olmaktadır.
Benzer bir yanlışı tefsir veya meal yazan müelliflerde de görüyoruz. Açıklama gayretinde oldukları ayeti izah sadedinde İslam tarihi kaynaklarındaki kimi rivayeti dolgu malzemesi olarak eserlerine almaktan çekinmemişlerdir. Bu bağlamda “şu olay bu ayeti izah eder” anlamına gelen cümlelerle meseleyi izaha çalışırken esasında konunun daha da muğlaklaşmasına sebep olmuşlardır.
Böylece tefsirciler ve İslam tarihçilerinin birbirlerinden yanlış bir yöntemle karşılıklı faydalanma talebi, İslam’ın tarihinin anlaşılmasının önünde önemli bir engel olarak durmaktadır. Bu problemli anlayışı bazı örnekler üzerinden göstermek istiyoruz.
Ayetlerin Yanlış Kullanımı
1. Şakku’s-Sadr Olayı: İslam tarihi yazımında Kur’an’dan faydalanma amaçlı olarak yapılan alıntılarda en çok düşülen yanlışlardan biri, konuyla ilgisiz ayetleri İslam tarihi anlatımında kullanmaktır. Buna örnek olarak Şakku’s-Sadr konusuyla ilgili olarak İnşirah suresinin ilk ayetinin delil getirilmesini verebiliriz.
Kimi İslam tarihi müelliflerimiz, Şakku’s-Sadr olayını ispat sadedinde İnşirah suresi ilk ayetini ilzam edici bir delil olarak getirirler.[1] Onların yüzyıllardır ilgili konuda ısrarla bu ayeti vermeleri veya tefsircilerimizin tersinden hareketle ayeti izah ederken[2] bu olayı aktarmaları, artık bu ayet gündeme geldiğinde kaçınılmaz olarak Şakku’s-Sadr ile irtibat kurulması gerektiği şeklinde bir yanlış anlamın kemikleşmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum İslam tarihi yazımında Kur’an’dan yanlış biçimde faydalanmaya bir örnektir. Sonuçta artık maalesef bu olay, ayetle de ispatlanabilen inkar edilemeyen gerçek bir mucize durumuna gelmiş olmaktadır(!)
Esasen bu ayet, toplumundan işkence ve sıkıntılar çeken Hz. Peygamber’i rahatlatmak için indirilmiştir. Ayetin devamı meseleyi net olarak izah etmektedir. Ancak müelliflerimiz ilk ayeti maddi-somut olarak anlayıp, ikinci ayeti manevi-soyut olarak algılamak şeklinde çelişkili bir izah tarzı sunmuş ve ayeti bağlamından koparmışlardır. Böylece Şakku’s-Sadr ile Şerhu’s-Sadr birbirine karıştırılmış, alakasız iki konu bu ayet ile irtibatlandırılmış, hem tefsirin hem İslam tarihinin yazımında değiştirilemeyen yanlış kabulün oluşmasına katkı sağlanmıştır.
2. Şakku’l-Kamer Olayı: Daha çok muahhar İslam tarihçilerinin kullandığı bu olayda da Kur’an’dan Kamer suresi ilk ayeti, olayın ispatı için ilzam edici delil olarak getirilir. Ancak ne gariptir ki bu kadar önemli bir delil(!) getirilse de ilk İslam tarihçilerimizin hiç biri, Hz. Peygamber’in hayatını aktarırlarken (İbn İshak (v.151), İbn Hişam (v.213), İbn Sad (v.230), Belazuri (v.279), Taberi (v.310)) bu olayı zikretmezler. Bu kadar önemli olması gereken bir mucizeyi(!) ilk İslam tarihi kaynaklarımızın aktarmamasına rağmen, ne gariptir ki muahhar kaynaklar ısrarla nakletmekte, üstelik Kur’an’dan da Kamer suresi ilk ayeti delil getirmektedirler. Tefsircilerimiz ise tersinden bir çaba ile ayeti izah ederken bu ilgisiz olay ile izah çabasına girerler.
Esasen ayet, kıyametle ilgilidir ve iniş zamanı çok önce olmasına rağmen, bağlamından koparılarak bu inşai (kurgusal) mucizeyi (Şakku’l-Kamer) destekleme aracı olarak kullanılmaktadır. Ancak ilginç yönü tefsircilerin ve tarihçilerimizin birbirini kullanarak bu inşai mucize üzerinden hüküm bina etmeleridir.
3. Necm Suresi: Miraç anlatımlarında Hz. Peygamber’in Allah ile görüşmesi sadedinde Necm suresinin ilk ayetleri kullanılmaktadır. Oysa bu surenin, 10. yılda gerçekleştiği iddia edilen miraç olayından en azından 4 yıl önce bir bütün olarak Kabe’de müşriklere okunduğu sabittir. Bu durumda Miracın 10. yılda gerçekleştiğini belirtip, sonra çıkıp Miracın 4 yıl önce nazil olan bir surede anlatıldığını söyleyebilmek büyük bir çelişkidir. Maalesef İslam tarihçilerinin bu yanlışına tefsirciler de düşmüş ve bu sureyi izah ederken Miraç olayı ile ilgi kurmuşlardır.[3]




[1]       İnşirah, 1-2. “Senin gönlünü açmadık mı? Belini büken yükünü üzerinden almadık mı?”

[2]       Bkz. Kurtubi, İnşirah, 1-2 ayetlerin tefsiri.

[3]       Kurtubi, Necm, 8. ayetin tefsiri.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar