Koruma
Maksatlı Kullanım
1. Sahabe Algısı: İslam tarihi kitaplarında sahabenin
fazileti bağlamında birçok ayet kullanılır. Bunlar sahabenin değeri açısından
önemlidir. Ancak yine Kur’an’da ki bazı ifadelerde sahabe içinde büyük günahlardan
sayılan zinayı,[1]
hırsızlığı,[2]
masum kadınlara (Hz. Aişe’ye) iftira atmayı,[3]
yalan söylemeyi yapan[4]
ve Kur’an ifadesi ile fasıklıkla suçlananlar da[5]
vardır.
Bu durumda sahabenin fazileti ile ilgili ayetlerin bütün sahabeye şamil
olduğu şeklindeki ifadelerden kaçınılması gerekirken ne yazık ki biraz da Şia ile mücadele bağlamında tepkisel görüşler geliştiren Sünni paradigmanın tesiri ile sahabenin hepsinin örnek alınacak
insanlar olduğu algısı yaygındır.
2. Mezhebi Körlük: Şia’nın sinekten yağ çıkarırcasına her ayeti Hz. Ali ile ilintilendirmesine karşı hamle yapan Sünni paradigma,
birçok ayeti Hz. Ebu Bekir’in faziletine
delil getirmektedir. Kur’an’daki “Şavirhum fil emri”,[6]
ve “Men yertedde” ifadesinde kastedilenin de Hz. Ebu Bekir olduğu,[7]
yine Hicr suresi 47. ayette onun kastedildiği aktarılmaktadır.[8]
Tahrim suresindeki Allah’ın bildirdiği şey olarak ilk iki halifeyi kastettiği
yorumları da buna benzemektedir. Bunlar mezhepsel bakışla Kur’an’ı okumanın dramatik örnekleridir.
3. Allah’ın Koruması: Kur’an’da geçen “Vallahu
yağsımuke” ibaresi[9]
genelde Hz. Peygamber’in Allah tarafından korunduğu gibi algılanmıştır. Oysaki
sahabe ayeti bu şekilde anlamamıştı. Sahabenin, onu ölümüne kadar niçin
korumaya devam ettikleri konusunu düşünmek gerekir. Bu ayet Hz. Peygamber’in
yerinde ifadesiyle şu anlamda olmalıdır:
Allah beni
elçiliğine memur ettiğinde çok sıkıldım. Biliyordum ki insanlardan bir kısmı
beni yalanlıyorlar. Kureyş müşrikleri, Yahudiler, Hıristiyanlar tehdit
ediyorlar. Bunun üzerine bu ayetle tebliğ vazifesinin korkusuzca yerine
getirilmesi emredildi (Artık benden o sıkıntı ve endişe tamamen zail oldu).[10]
Kur’an’ı
Literal Okuma
İslam tarihi yazımında Kur’an’dan faydalanmanın getirdiği en
problemli meselelerin başında Kur’an’ı literal okuma anlayışı gelmektedir. Bu anlayış Kur’an’ın indiği
ortamın düşünülmeden, ayetlerin ve surelerin bağlamı önemsenmeden, olduğu gibi konuyla irtibat kurularak
ayetlerin ilintilendirilmesidir. Bu bazı Selefi ve Haricilerin “müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün!” ayetinin
bağlamını, nüzul sebebini düşünmeden müşrik avına çıkan uygulamalarına
benzemektedir. Bu ayeti böyle yorumlamak Kur’an’ı doğru anlamak olmadığı gibi
İslam tarihini de yanlış yorumlamak olacaktır.
1. Fil Olayı: Uzun detaylarına girmeksizin belirtelim ki;
tarihteki birçok örnekte olduğu gibi[11]
Allah Kabe’yi korumaz iken, üstelik Kabe o gün itibariyle bir putperest mabedi, gelen ordu ise mümin bir ordu (İslam gelmeden
önceki son din olan Hıristiyanlık) iken, Kabe ve müşrikler korunmuş, bu mümin
ordu yok edilmiştir(!) Mesele böyle basit bir helak tarzında okunduğunda ilgili
ayetleri bu konuya adapte etmek de çok kolay olacaktır.
Ancak mesele hiç de böyle değildir. Esasen ayetlerde Allah’ın
hakimiyetine vurgu bulunmakta iken Kureyşî anlayış, ayetleri Allah’ın Kureyş müşriklerini
desteklediği şeklindeki algıya dönüştürmüş, bu durum tefsirlere ve İslam
tarihlerine bu şekilde yansımıştır.
2. Meleklerin Yardımı: Hz. Peygamber’in başında olduğu
ordunun gerçekleştirdiği birçok savaşta sahabiler mazlumen öldürülmüştür. Ancak
bu savaşlarda meleklerin bir yardımı söz
konusu edilmemiştir. Bedir ve Uhut savaşı ile irtibatlı ayetlerde bu konu işlendiği için rivayet
kültürü bu konuyu alabildiğine genişletmiş ve iki olayla ilgili birbirine zıt
birçok rivayet üretilmiştir. İslam tarihi müellifleri de bu konunun anlatımı
sadedinde derhal bu ayetlere müracaat ederek böyle bir yardımı
ispatlamışlardır(!) Oysa ayetlerin bağlamı iyi düşünülür ve literal okunmaz ise, Razi, Maturidi, Abduh, Esed, Mevdudi gibi bilginlerin de değindiği şekilde bu ayetlerden böyle
bir anlam (meleklerin yardımını) çıkarmak mümkün değildir.
3. Mescid-i Aksa: Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Aksa diye bir tabir kullanılmamıştır. Hadisler tarandığı
zaman ilk kıblemizle ilgili deyim “Beytu’l-Makdis” olarak karşımıza çıkarken, İsra suresi ilk ayet, Kudüs ile ilintilendirilebilmiştir. Hamidullah da Mescid-i Aksa’yı Kudüs ile ilintilendirmenin yanlışlığını belirtmektedir. Bu
yanlışı hem tefsircilerimiz hem de İslam tarihçilerimiz yapmaktadırlar.
[1] Tirmizi,
Hudud, 4.
[2] Buhari,
Hudud, 15.
[3] İbnü’l-Esir,
“Safvan b. Muattal”, Üsdü’l-Ğabe, byy., trz.
[4] Sahabeden Muğire b. Şube’nin Hz. Peygamber’e en son dokunan
kimse olduğu şeklindeki sözünün yalan olduğunu Hz. Ali açıkça bildirir. İbn
Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, Beyrut, 1994, VII, 599; ayrıca Hz. Ömer,
Zübeyr b. Avvam’ın yalan söylediği açıkça söyler. Bkz. Belazuri, Ensabu’l-Eşraf,
Dımeşk, 1997, II, 7. Yine bir örnek verirsek sahabeden Amr b. As’ın bir kabile
hakkındaki yalan ve iftirası, bütün sahabe huzurunda ortaya çıkmış ve Hz. Ömer
tarafından kötü bir şekilde azarlanmıştır. Bkz. Vakıdi, 55-56.
[5] Hucurat
Suresi 6. Ayette geçen fasık kimsenin Velit b. Ukbe olduğu kaynaklarda net
olarak aktarılırken, bazı müellifler Velit’in o yaşlarda küçük olduğundan
ayette bahsedilen kimsenin Velit olmadığını sahabeyi savunma adına öne
sürerler. Bkz. Kadı Ebu Bekir, 92, Ancak bu savunma, meseleyi çözmemektedir.
Eğer bu kimse Velit değilse o zaman başka bir sahabedir. Hz. Peygamber’in
elçisi olarak Ben-i Mustalık’a görevlendirilen hangi sahabe ise Kur’an ona
fasık demektedir. Ayrıca Velit’in Hz. Ebu Bekir, döneminde komutanlık yaptığını
biliyoruz. Bu durumda çocuk birisi iki yıl içinde nasıl komutan olacaktır?
[6] Suyuti,
Tarihu’l-Hulefa, Mısır, 1952, 49.
[7] Suyuti,
65; ayrıca Nur suresi 55. ayette de Hz. Ebu Bekir’in kastedildiği
aktarılmaktadır. Bkz. Suyuti, 88-90.
[8] “Biz,
onların gönüllerindeki kini söküp attık; onlar artık köşkler üzerinde karşı
karşıya oturan kardeşler olacaklar.” Zehebi, 15.
[9] Maide
67.
[10] Sa’lebi,
el-Keşfu ve’l-Beyan, Beyrut, 2004, ilgili ayetin tefsiri, II, 477;
Tabatabai, el-Mizan, byy, 1971, ilgili ayetin tefsiri, VI, 61.
[11] Örnekler
için bkz. Mehmet Azimli, Siyeri Farklı Okumak, Ankara, 2013, 59 vd.
0 yorum:
Yorum Gönder