Dr. Celal EMANET
“Sevgi varken nefret
niye/ Barış varken savaş niye/ Kardeşlik varken didişmek niye / Dostluk varken
düşmanlık niye/ Hoşgörü varken bağnazlık niye/ Özgürlük varken tutsaklık niye/ Adalet
varken, haksızlık niye?” Hacı Bektaş Veli
“Hep birlikte Allah'ın
ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın. Sakın ayrılığa düşmeyin Allah'ın üzerinizdeki
nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah kalplerimizi
birbirine ısındır da O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Siz bir ateş çukurunun
kenarındaydınız. Allah sizi oradan
kurtardı. İşte Allah ayetlerini size böyle açıklıyor ki hidayete eresiniz.”
“Kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra bölünen ve ihtilafa düşenler gibi olmayın. İşte onlara
büyük bir azap vardır.”[1]
Rabbimizin gönderdiği
bu ayetlerin manasını en doğru anlayan Ashab-ı Güzîn (r.anhûm) olmuştur. Zira
onların gönüllerine iman nuru yerleşince aralarındaki düşmanlıkları kaldırarak
mümin kardeşlerini, İslâm’a girmeyen yakın akrabalarına tercih etmişlerdir. İslam'ın ilk devrinde inşa edilen ashab
kardeşliği ruhuyla hareket edilmesi günümüz Müslümanının en önemli vazifesi
olmalıdır. Bu anlayışın kazanılmasına öncelikle kendi nefsimizden ve yakın
çevremizden başlamalıyız. Çünkü ‘Mü’min, mü’minin kardeşidir, eliyle ve diliyle
ona zarar vermez, haset etmez, kin tutmaz. İnsanların canından ve malından
emniyette olduğu kimsedir’ anlayışının ümmet üzerinde hâkim olmasıyla
birlikte Cenab-ı Hakk ümmet arasındaki ayrılık fitnelerini, düşmanlıkları
bertaraf edecektir.
Maalesef günümüz Müslümanlarının yaşadıkları ve
anladıkları İslam anlayışıyla hiç kimse bir araya gelememekte aksine
aralarındaki husumet her geçen gün artmaktadır. Aslında Allah'ın birliği,
Peygamberin birliği, Kur’ân’ın birliğinde bir değişme yoktur. Ama bugün elliye
yakın Müslüman devlet olduğu ve bu sayı belki de artarak devam edecektir.
Burada Müslümanların birliğinden kastedilen mana coğrafi, fiziki vb. birlik
değildir. Aksine Müslüman halkların, Müslümanlıklarının farklılığıdır. Bu
noktada, akla takılan soru şudur: Acaba, Batının bir asırdır süren yoğun
baskısı, ‘yeni Müslümanlıklar mı’ icat etti? Yılda bir ay tutulan oruca bile
aynı günde başlayamayan ve aynı günde bayramı kutlayamayan İslam dünyasının
hali nicedir? Rusya ile yakın ilişkiler kuran kendilerini sosyalist veya emekçi
olarak tanımlayan Müslümanlarla ABD ve Avrupa ile yakınlıklar kuran Müslümanların
aralarındaki farklar nereden kaynaklanmaktadır?
İslam dünyasının (aslında Müslümanların)
paramparça olduğu bu yüzyılda, Batı kültür ve medeniyetinin mahsulü olan kapitalist
ve komünist toplumlar hep birlikte hareket etmektedirler. Birleşmiş Milletler,
NATO, Varşova Paktı, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler bunlar arasındadır.
Dünyadaki belli-başlı kültür ve medeniyet çevrelerinden ne yazık ki, sadece
Müslümanların merkezî bir otoritesi yoktur. Batı kültür ve medeniyeti, kapitalist
ve komünist kısımları ile Rusya ve Avrupa-Amerika devletlerine sahiptir.
Hinduizm Hindistan’a; Budizm Japon-Çin devletlerine sahiptir. İslam’ın ise
Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilişinden bu yana sırtını dayadığı bir
devlet olmamıştır. İslam, doğrudan doğruya onu gönderen yüce Allah'ın koruması
altında olduğundan kıyamete kadar bakî kalacaktır. Ancak Müslümanlar ve onu
temsil eden devletlerin İslam’a ihtiyacı vardır.
Bugün dünyanın en problemli bölgelerinin başında
Türkiye’nin de yer aldığı İslam ülkeleri gelmektedir. İslam ülkelerinin bu
denli problemli bir coğrafyayı oluşturmasının temelinde birçok faktörün yanında
belki de en temel faktör İslam’ın, yaşayan bir referans olmaktan uzak kalmış
olmasıdır. Kıyamete kadar insanlığa, barış ve huzur içinde yaşamanın ilkelerini
vaaz eden, böylece ahiret saadetinin, ebedi mutluluğun yollarını aydınlatan
İslam’ın yüceliğine inat, İslam dünyasının perişanlığı ortadadır. Bir kişiyi
öldürmenin bütün insanları öldürmek kadar ağır vebal olduğunu haber veren
Rabbimizin ilahî buyruğunu hiçe sayan ve birbirlerini acımasızca öldürebilen
sözde Müslüman kimlikli kana susamış katillere her gün yenileri eklenmektedir.
Kur’ân’da ve
Rasûlullah (saV)’in sünnetinde zalimlere karşı nasıl mücadele verildiğine dair
anlatılanları dinleyip örnek alan, ona göre strateji belirleyen Müslümanlar
neredeler? Merak ediyorum! Abartısız dünyanın her bölgesinde Müslüman kanı
akıyor ve durum hiç de düzeleceğe benzemiyor. İslam’ın tebliği ve hayata
tatbiki hususunda Rasûlullah (sav) kadar sıkıntı ve ıztırap çeken başka kimse
var mıdır? Tabî ki, yoktur. Efendimiz (sav) hayatı boyunca insanlığın
imansızlıktan dolayı karşılaşacağı sıkıntıları ve ızdırabını gönlünde
hissetmiştir. Bu yüzden müşriklerin her türlü işkence, zulüm ve baskılarına
sadece sabırla, güzel öğütle ve öç almak yerine affederek karşılık vermiştir. “(Ey
Rasûlüm!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel
şekilde mücadele et… Eğer (bir suçtan dolayı) ceza verecek olursanız size
yapılan azab ve cezanın misli ile ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o,
sabredenler için daha hayırlıdır. (Ey Peygamber!) Sabret! Sabrın da ancak
Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı üzülme! Kurdukları tuzaklardan telaş
edip sıkıntıya düşme!”[2]
Kur’ân’da her fırsatta sabır tavsiye edildiği halde günümüz Müslümanında bunun
emarelerini görmek çok zor hale geldi. Mesela 2012 yılında ABD’de çekilen bir
filmde Efendimize (sav) hakaret edildiği gerekçesiyle Müslüman ülkelerin büyük
kısmında kalabalıklar sokaklara döküldü. ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin
elçiliklerine saldırılar oldu. Libya’da ABD Büyükelçisi ve beraberinde dört
elçilik görevlisi linç edilerek öldürüldü. Kendilerine emân verilen elçilerin
hunharca öldürülmesine İslâm tarihinin hangi döneminde şahit olunmuştur?
Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden
çekilişi ve Hilafetin ilgası sadece Osmanlı coğrafyasında değil, dünyadaki
Müslüman toplumların kaderlerini derinden etkiledi. Dünyanın ücra noktalarına
serpilmiş Müslüman azınlıklar, Osmanlı ve Hilafet sonrası hamilerini
kaybederek, bulundukları ülkelerin merhametlerine, kendi kaderlerine terk edildiler
ve adeta yetim kaldılar. Bundan dolayı İslam dünyası uzayan bir Ortaçağ’ın
içinden geçiyor. Bundan dolayı Ortadoğu başta olmak üzere İslam ülkelerinin
ekseriyetinde tam bir vahşet görüntüsü var. Elinizi haritada gezdirin ve “şu
bölgede Müslümanlar hayatlarından memnun” diyebileceğiniz kaç ülke var? Yok
böyle bir köy, kasaba, ilçe, il, yok yok yok…. Mısır’da, Kudüs’te, Halep’te,
Tahrir’de, Lübnan’da, Arakan’da, Türkistan’da ... Müslümanlar başlarındaki
diktatör yöneticiler tarafından zulme uğruyorlar ya da kendi kendilerine
zulmediyorlar. İşte Suriye ve Mısır bu zulmün zirveye ulaştığı, genç yaşlı
demeden, kadın erkek ayırmadan insanların hunharca katledildiği, tecavüze uğradığı,
boğazlandığı bir diyar haline geldi. Sanki Ortaçağ’dan fırlayıp gelen bazı
insanlar, akıldışı bir intikam peşindeler. Ama bu öfke onları özgürleştirmiyor,
tersine daha fazla esaretler, mezelletler, problemler üretiyor. Çünkü bu
eylemlerin hiçbiri, emperyalizme karşı siyasal ve felsefi bir direniş
bilincinden beslenmiyor. İşte bu nedenle Suudi Arabistan, Birleşik Arap
Emirlikleri, Kuveyt ve şeriatla yönetilen diğer ülkelerde ne hikmetse “Arap
Baharı!” olmuyor.
Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta, Şam’da, Bağdat’ta, Halep’te
Arakan’da öldürülen masum sivillerin cansız bedenlerini izleyen dünya bir türlü
sessizliğini bozmamaktadır. “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse
kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz”[3] İlahi emrini görmezden
gelip, hizip ve mezhep taassubu, siyasi çıkar, makam hırsı vs. her ne sebeple
olursa olsun zulme ve zalime arka çıkanların yüzünden ümmetin ıztırabı her
geçen gün artmaktadır.
Kuvvete karşı gelmek, devlete karşı isyan bayrağını
çekmek, toplumu da buna teşvik ederek suçsuz insanların katledilmelerine sebep
olmak haramdır. Tarihte buna dair pek çok örnek vardır. Ama hiçbir isyanın
neticesinde topluma huzur gelmemiştir. (Günümüzde Arap Baharı ve ötesi
hadiselerde görüldüğü gibi). Aksine on binlerce Müslümanın kanının dökülmesine
ve kâfirlerin Müslümanlara karşı daha şiddetli hareket etmelerine sebep
olmuşlardır.
Müslümanlar, başarı ve felah istiyorlarsa Rasûlulullah
(sav)’i kendilerine örnek almalıdırlar. Efendimiz (sav) ise toplumun huzur ve
sükûnuna, birlik ve beraberliğine büyük ehemmiyet vermiş, umumi asayişin bozulmaması
için devletin başındakilerinden gelebilecek zulüm ve baskılara karşı isyan
etmeyip tahammül göstermelerini tavsiye etmiştir. Huzeyfe (ra)’dan nakledilen hadiste
Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Benden sonra benim doğru yolumdan gitmeyen ve
benim sünnetimle amel etmeyen hükümdarlar olacaktır.
- “Ben buna yetişirsem ne yapayım, ya Rasûlallah?” diye
sordum.
- O takdirde mevcut olan bütün grupları terk et. Öyle ki
bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş vaziyette olman (gibi ne kadar kötü
şartlar içinde de olsan) ölüm sana gelinceye kadar öyle kal, (fakat gruplara
karışma).[4]
Seleme bin Yezid el-Cu’fî (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)’e:
- Ya Rasûlallah! Lütfen söyle! Başımıza, kendi haklarını
bizden isteyen, fakat bizim haklarımızı bize vermeyen amirler gelirse, bize ne
emir buyurursun?
Efendimiz (sav), kendisinden yüz çevirdi. Sonra tekrar
sordu. Yine ondan yüzünü çevirdi. Üçüncüde tekrar sordu da Eş’as bin Kays onu
çekti. bunun üzerine Rasûlullah (sav):
- “Dinleyin ve itaat edin! Onlara, ancak yüklendikleri,
size de yüklendikleriniz vardır” buyurdular.[5]
Rasûlullah’ın ümmetine, yöneticilerden gelecek haksızlık
ve zararlara sabırla mukabele tavsiyesi, onları zulme boyun eğmeye davet değil;
bilakis isyan yoluyla, devlet ve millet bütünlüğünü zedeleyecek daha büyük
zulüm ve zararlardan kaçındırmak hikmetine mebnidir. Bu noktada bazı insanların
aklına “Zalim olan devlet yöneticilerine isyan edilmez mi, kâfir olan devlete
karşı isyan cihad değil midir?” tarzında sorular gelebilir. İslâm’da cihad,
isyan ve çapulculuk demek değildir. Korsan gösteriler yaparak, halkı sokaklara
döküp etrafı yakıp yıkarak cihad yapılmaz. Aksine toplumda fitne ve anarşi
artar. Dinimize zarar verir.
Ebû Davud’un Sünen’in de nakledilen Rasûlullah (sav)’in bir
hadisi bugün isyan bayrağını çeken ümmet için nasihat olarak yeterlidir. “Kıyamet yaklaştıkça, fitneler çoğalır. Gece
başlarken karanlığın artması gibi olur. Sabah evinden mümin olarak çıkan çok
kimse, akşam kâfir olarak döner. Akşam müminken, gece imanları gider. Böyle
zamanlarda, eve kapanmak fitneye karışmaktan iyidir. Kenarda kalan, ileri
atılandan iyidir. O gün oklarınızı kırın, silahlarınızı bırakın! Herkesi tatlı
dille, güler yüzle karşılayın!”
Müslümanlar ihtilal yapmaz, ama zulme, haksızlığa da
teslim olmazlar. Meşru yollardan haklarını ararlar. Hükümetin meşru emirlerine
uyarlar. Şayet haram olan işleri meşru görüyorlarsa emre itaat etmezler ama
devlete karşı isyan da etmezler. Zira hadiste de zikredildiği gibi Efendimiz
(sav) kanunlara karşı gelmeyi, ihtilal yapmayı değil, meşru yollardan nasihat
verip sabretmeyi emretmektedir.
Milyonlarca mü’minin Hac için hazırlık yaptığı bugünlerde
mezhep, fırka, ırk ayrımı yapmaksızın Müslümanlar yeniden bir araya
gelmelidirler. Şu an Müslümanların başının üzerindeki kara bulutların sebebi İslam’ın
değil, İslam’ı öz kaynaklarından doğru öğrenip doğru uygulamayan Müslümanların
hatasıdır. Bu nedenle soruyoruz, sorguluyoruz. Nerede İman esasları, yaratılış
sırrı, kardeşlik, barış ve huzur içinde yaşama, güler yüzle iyilikle tebliğ,
ister Müslüman, ister gayrı müslim olsun ötekinin hakkına saygı, merhamet, acıma,
bağışlama, hak ve adalet? Kur’ân’da vasfedildiği gibi Müminlerin kardeş
olduğuna inanıyorsanız, bütün Müslümanlara kardeşçe muamele ediniz. Kardeşçe
davranılmasını tavsiye edin. Kardeşlerinizin hukukunu gözetin. Bilin ki bu
kardeşliğinizi koruduğunuz ölçüde güçlü ve huzurlu olacaksınız. Öfkelerinizi
yendiğiniz, sabırlı olduğunuz ve bağışladığınız ölçüde bağışlanacaksınız.
Azcık yönetici korkusuyla yazılmış sanki..nolur bolmaz gibi yani!
YanıtlaSilKardeşim,o devlete zarar verecek bu çökertecek diye diye adaletsiz zorba ve hak yiyen yöneticilerle doldu memleket.. ne zaman hakkımızı arayacağız devlete(!) zeval vermeden?
...
Korkmayın siz ..ulema korkarsa zaten baştan yeniktir ümmet. Rizki hükümet değil Allah verir. Korkmayın siz.
Öncelikle yazıda ifade etmek istediğim şey Müslümanlar olarak Kur'an ve Sünnet'i örnek alarak muvaffak olmak isteniyorsa günümüz Müslümanının yaptıkları, hadiseler karşısındaki üslup ve tavırları ne kadar örtüşüyor onu gündeme getirmeye çalıştım.
Silİkinci olarak hayatım boyunca hiçbir zaman devlet memurluğu yapmadığım için böyle bir korkunun veya endişenin nasıl bir duygu olduğu tecrübesini yaşamadım.
Sabretmek boynunu büküp pusmak değil direnmektir hocam. Nitekim sabretmeyi emreden ayetler savas aninda nazil olmus ayetlerdir. Ali imran 200. Ayetin hendek savasinda nazil olmasi gibi...
YanıtlaSilPeygamberimizin hayatına soyle bir goz atarsak inzivaya cekilmis bir peygamberin aksine at ustunden inmemis bir peygamberi görürüz.
Tabi ki bahsettiklerinizde haklısınız, Rasulullah (sav) bir aksiyon insanıydı. Ancak burada göz ardı edilen hususlardan birisi, Hz. Peygamber ve ashabın 13 yıllık Mekke'de katlandıkları zulüm ve işkenceler karşısında küfrün karşısında imanlarıyla dimdik ayakta durmalarıdır. onların daima bir aksiyon içerisinde bulunmaları demek; günümüz insanının yaptığı gibi her şeye isyan ederek veya kendilerinden olmayanları her fırsatta bertaraf ederek yapmadıklarıdır.
Sil