29 Ağustos 2017 Salı

Hüzün ve Iztıraba Dönüşen Arab Baharı ve Ötesi


Dr. Celal EMANET
“Sevgi varken nefret niye/ Barış varken savaş niye/ Kardeşlik varken didişmek niye / Dostluk varken düşmanlık niye/ Hoşgörü varken bağnazlık niye/ Özgürlük varken tutsaklık niye/ Adalet varken, haksızlık niye?” Hacı Bektaş Veli
“Hep birlikte Allah'ın ipine (Kur’ân’a) sımsıkı sarılın. Sakın ayrılığa düşmeyin Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah kalplerimizi birbirine ısındır da O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Siz bir ateş çukurunun kenarındaydınız. Allah sizi oradan    kurtardı. İşte Allah ayetlerini size böyle açıklıyor ki hidayete eresiniz.”
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra bölünen ve ihtilafa düşenler gibi olmayın. İşte onlara büyük bir azap vardır.”[1]

Rabbimizin gönderdiği bu ayetlerin manasını en doğru anlayan Ashab-ı Güzîn (r.anhûm) olmuştur. Zira onların gönüllerine iman nuru yerleşince aralarındaki düşmanlıkları kaldırarak mümin kardeşlerini, İslâm’a girmeyen yakın akrabalarına tercih etmişlerdir. İslam'ın ilk devrinde inşa edilen ashab kardeşliği ruhuyla hareket edilmesi günümüz Müslümanının en önemli vazifesi olmalıdır. Bu anlayışın kazanılmasına öncelikle kendi nefsimizden ve yakın çevremizden başlamalıyız. Çünkü ‘Mü’min, mü’minin kardeşidir, eliyle ve diliyle ona zarar vermez, haset etmez, kin tutmaz. İnsanların canından ve malından emniyette olduğu kimsedir’ anlayışının ümmet üzerinde hâkim olmasıyla birlikte Cenab-ı Hakk ümmet arasındaki ayrılık fitnelerini, düşmanlıkları bertaraf edecektir.
Maalesef günümüz Müslümanlarının yaşadıkları ve anladıkları İslam anlayışıyla hiç kimse bir araya gelememekte aksine aralarındaki husumet her geçen gün artmaktadır. Aslında Allah'ın birliği, Peygamberin birliği, Kur’ân’ın birliğinde bir değişme yoktur. Ama bugün elliye yakın Müslüman devlet olduğu ve bu sayı belki de artarak devam edecektir. Burada Müslümanların birliğinden kastedilen mana coğrafi, fiziki vb. birlik değildir. Aksine Müslüman halkların, Müslümanlıklarının farklılığıdır. Bu noktada, akla takılan soru şudur: Acaba, Batının bir asırdır süren yoğun baskısı, ‘yeni Müslümanlıklar mı’ icat etti? Yılda bir ay tutulan oruca bile aynı günde başlayamayan ve aynı günde bayramı kutlayamayan İslam dünyasının hali nicedir? Rusya ile yakın ilişkiler kuran kendilerini sosyalist veya emekçi olarak tanımlayan Müslümanlarla ABD ve Avrupa ile yakınlıklar kuran Müslümanların aralarındaki farklar nereden kaynaklanmaktadır?
İslam dünyasının (aslında Müslümanların) paramparça olduğu bu yüzyılda, Batı kültür ve medeniyetinin mahsulü olan kapitalist ve komünist toplumlar hep birlikte hareket etmektedirler. Birleşmiş Milletler, NATO, Varşova Paktı, Avrupa Birliği’ne üye ülkeler bunlar arasındadır. Dünyadaki belli-başlı kültür ve medeniyet çevrelerinden ne yazık ki, sadece Müslümanların merkezî bir otoritesi yoktur. Batı kültür ve medeniyeti, kapitalist ve komünist kısımları ile Rusya ve Avrupa-Amerika devletlerine sahiptir. Hinduizm Hindistan’a; Budizm Japon-Çin devletlerine sahiptir. İslam’ın ise Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilişinden bu yana sırtını dayadığı bir devlet olmamıştır. İslam, doğrudan doğruya onu gönderen yüce Allah'ın koruması altında olduğundan kıyamete kadar bakî kalacaktır. Ancak Müslümanlar ve onu temsil eden devletlerin İslam’a ihtiyacı vardır.
Bugün dünyanın en problemli bölgelerinin başında Türkiye’nin de yer aldığı İslam ülkeleri gelmektedir. İslam ülkelerinin bu denli problemli bir coğrafyayı oluşturmasının temelinde birçok faktörün yanında belki de en temel faktör İslam’ın, yaşayan bir referans olmaktan uzak kalmış olmasıdır. Kıyamete kadar insanlığa, barış ve huzur içinde yaşamanın ilkelerini vaaz eden, böylece ahiret saadetinin, ebedi mutluluğun yollarını aydınlatan İslam’ın yüceliğine inat, İslam dünyasının perişanlığı ortadadır. Bir kişiyi öldürmenin bütün insanları öldürmek kadar ağır vebal olduğunu  haber veren Rabbimizin ilahî buyruğunu hiçe sayan ve birbirlerini acımasızca öldürebilen sözde Müslüman kimlikli kana susamış katillere her gün yenileri eklenmektedir.
Kur’ân’da ve Rasûlullah (saV)’in sünnetinde zalimlere karşı nasıl mücadele verildiğine dair anlatılanları dinleyip örnek alan, ona göre strateji belirleyen Müslümanlar neredeler? Merak ediyorum! Abartısız dünyanın her bölgesinde Müslüman kanı akıyor ve durum hiç de düzeleceğe benzemiyor. İslam’ın tebliği ve hayata tatbiki hususunda Rasûlullah (sav) kadar sıkıntı ve ıztırap çeken başka kimse var mıdır? Tabî ki, yoktur. Efendimiz (sav) hayatı boyunca insanlığın imansızlıktan dolayı karşılaşacağı sıkıntıları ve ızdırabını gönlünde hissetmiştir. Bu yüzden müşriklerin her türlü işkence, zulüm ve baskılarına sadece sabırla, güzel öğütle ve öç almak yerine affederek karşılık vermiştir. “(Ey Rasûlüm!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et… Eğer (bir suçtan dolayı) ceza verecek olursanız size yapılan azab ve cezanın misli ile ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. (Ey Peygamber!) Sabret! Sabrın da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan dolayı üzülme! Kurdukları tuzaklardan telaş edip sıkıntıya düşme!”[2] Kur’ân’da her fırsatta sabır tavsiye edildiği halde günümüz Müslümanında bunun emarelerini görmek çok zor hale geldi. Mesela 2012 yılında ABD’de çekilen bir filmde Efendimize (sav) hakaret edildiği gerekçesiyle Müslüman ülkelerin büyük kısmında kalabalıklar sokaklara döküldü. ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin elçiliklerine saldırılar oldu. Libya’da ABD Büyükelçisi ve beraberinde dört elçilik görevlisi linç edilerek öldürüldü. Kendilerine emân verilen elçilerin hunharca öldürülmesine İslâm tarihinin hangi döneminde şahit olunmuştur?
Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilişi ve Hilafetin ilgası sadece Osmanlı coğrafyasında değil, dünyadaki Müslüman toplumların kaderlerini derinden etkiledi. Dünyanın ücra noktalarına serpilmiş Müslüman azınlıklar, Osmanlı ve Hilafet sonrası hamilerini kaybederek, bulundukları ülkelerin merhametlerine, kendi kaderlerine terk edildiler ve adeta yetim kaldılar. Bundan dolayı İslam dünyası uzayan bir Ortaçağ’ın içinden geçiyor. Bundan dolayı Ortadoğu başta olmak üzere İslam ülkelerinin ekseriyetinde tam bir vahşet görüntüsü var. Elinizi haritada gezdirin ve “şu bölgede Müslümanlar hayatlarından memnun” diyebileceğiniz kaç ülke var? Yok böyle bir köy, kasaba, ilçe, il, yok yok yok…. Mısır’da, Kudüs’te, Halep’te, Tahrir’de, Lübnan’da, Arakan’da, Türkistan’da ... Müslümanlar başlarındaki diktatör yöneticiler tarafından zulme uğruyorlar ya da kendi kendilerine zulmediyorlar. İşte Suriye ve Mısır bu zulmün zirveye ulaştığı, genç yaşlı demeden, kadın erkek ayırmadan insanların hunharca katledildiği, tecavüze uğradığı, boğazlandığı bir diyar haline geldi. Sanki Ortaçağ’dan fırlayıp gelen bazı insanlar, akıldışı bir intikam peşindeler. Ama bu öfke onları özgürleştirmiyor, tersine daha fazla esaretler, mezelletler, problemler üretiyor. Çünkü bu eylemlerin hiçbiri, emperyalizme karşı siyasal ve felsefi bir direniş bilincinden beslenmiyor. İşte bu nedenle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt ve şeriatla yönetilen diğer ülkelerde ne hikmetse “Arap Baharı!” olmuyor.
Suriye’de, Mısır’da, Irak’ta, Şam’da, Bağdat’ta, Halep’te Arakan’da öldürülen masum sivillerin cansız bedenlerini izleyen dünya bir türlü sessizliğini bozmamaktadır. “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz”[3] İlahi emrini görmezden gelip, hizip ve mezhep taassubu, siyasi çıkar, makam hırsı vs. her ne sebeple olursa olsun zulme ve zalime arka çıkanların yüzünden ümmetin ıztırabı her geçen gün artmaktadır.
Kuvvete karşı gelmek, devlete karşı isyan bayrağını çekmek, toplumu da buna teşvik ederek suçsuz insanların katledilmelerine sebep olmak haramdır. Tarihte buna dair pek çok örnek vardır. Ama hiçbir isyanın neticesinde topluma huzur gelmemiştir. (Günümüzde Arap Baharı ve ötesi hadiselerde görüldüğü gibi). Aksine on binlerce Müslümanın kanının dökülmesine ve kâfirlerin Müslümanlara karşı daha şiddetli hareket etmelerine sebep olmuşlardır.
Müslümanlar, başarı ve felah istiyorlarsa Rasûlulullah (sav)’i kendilerine örnek almalıdırlar. Efendimiz (sav) ise toplumun huzur ve sükûnuna, birlik ve beraberliğine büyük ehemmiyet vermiş, umumi asayişin bozulmaması için devletin başındakilerinden gelebilecek zulüm ve baskılara karşı isyan etmeyip tahammül göstermelerini tavsiye etmiştir. Huzeyfe (ra)’dan nakledilen hadiste Efendimiz (sav) şöyle buyurur: “Benden sonra benim doğru yolumdan gitmeyen ve benim sünnetimle amel etmeyen hükümdarlar olacaktır.
- “Ben buna yetişirsem ne yapayım, ya Rasûlallah?” diye sordum.
- O takdirde mevcut olan bütün grupları terk et. Öyle ki bir ağacın köküne dişlerinle tutunmuş vaziyette olman (gibi ne kadar kötü şartlar içinde de olsan) ölüm sana gelinceye kadar öyle kal, (fakat gruplara karışma).[4]       
Seleme bin Yezid el-Cu’fî (r.a.) Rasûlullah (s.a.s.)’e:
- Ya Rasûlallah! Lütfen söyle! Başımıza, kendi haklarını bizden isteyen, fakat bizim haklarımızı bize vermeyen amirler gelirse, bize ne emir buyurursun?
Efendimiz (sav), kendisinden yüz çevirdi. Sonra tekrar sordu. Yine ondan yüzünü çevirdi. Üçüncüde tekrar sordu da Eş’as bin Kays onu çekti. bunun üzerine Rasûlullah (sav):
- “Dinleyin ve itaat edin! Onlara, ancak yüklendikleri, size de yüklendikleriniz vardır” buyurdular.[5]
Rasûlullah’ın ümmetine, yöneticilerden gelecek haksızlık ve zararlara sabırla mukabele tavsiyesi, onları zulme boyun eğmeye davet değil; bilakis isyan yoluyla, devlet ve millet bütünlüğünü zedeleyecek daha büyük zulüm ve zararlardan kaçındırmak hikmetine mebnidir. Bu noktada bazı insanların aklına “Zalim olan devlet yöneticilerine isyan edilmez mi, kâfir olan devlete karşı isyan cihad değil midir?” tarzında sorular gelebilir. İslâm’da cihad, isyan ve çapulculuk demek değildir. Korsan gösteriler yaparak, halkı sokaklara döküp etrafı yakıp yıkarak cihad yapılmaz. Aksine toplumda fitne ve anarşi artar. Dinimize zarar verir.
Ebû Davud’un Sünen’in de nakledilen Rasûlullah (sav)’in bir hadisi bugün isyan bayrağını çeken ümmet için nasihat olarak yeterlidir.  “Kıyamet yaklaştıkça, fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın artması gibi olur. Sabah evinden mümin olarak çıkan çok kimse, akşam kâfir olarak döner. Akşam müminken, gece imanları gider. Böyle zamanlarda, eve kapanmak fitneye karışmaktan iyidir. Kenarda kalan, ileri atılandan iyidir. O gün oklarınızı kırın, silahlarınızı bırakın! Herkesi tatlı dille, güler yüzle karşılayın!”
Müslümanlar ihtilal yapmaz, ama zulme, haksızlığa da teslim olmazlar. Meşru yollardan haklarını ararlar. Hükümetin meşru emirlerine uyarlar. Şayet haram olan işleri meşru görüyorlarsa emre itaat etmezler ama devlete karşı isyan da etmezler. Zira hadiste de zikredildiği gibi Efendimiz (sav) kanunlara karşı gelmeyi, ihtilal yapmayı değil, meşru yollardan nasihat verip sabretmeyi emretmektedir.
Milyonlarca mü’minin Hac için hazırlık yaptığı bugünlerde mezhep, fırka, ırk ayrımı yapmaksızın Müslümanlar yeniden bir araya gelmelidirler. Şu an Müslümanların başının üzerindeki kara bulutların sebebi İslam’ın değil, İslam’ı öz kaynaklarından doğru öğrenip doğru uygulamayan Müslümanların hatasıdır. Bu nedenle soruyoruz, sorguluyoruz. Nerede İman esasları, yaratılış sırrı, kardeşlik, barış ve huzur içinde yaşama, güler yüzle iyilikle tebliğ, ister Müslüman, ister gayrı müslim olsun ötekinin hakkına saygı, merhamet, acıma, bağışlama, hak ve adalet? Kur’ân’da vasfedildiği gibi Müminlerin kardeş olduğuna inanıyorsanız, bütün Müslümanlara kardeşçe muamele ediniz. Kardeşçe davranılmasını tavsiye edin. Kardeşlerinizin hukukunu gözetin. Bilin ki bu kardeşliğinizi koruduğunuz ölçüde güçlü ve huzurlu olacaksınız. Öfkelerinizi yendiğiniz, sabırlı olduğunuz ve bağışladığınız ölçüde bağışlanacaksınız.





[1] Kur’ân-ı Kerîm 3/103, 105.
[2] Kur’ân-ı Kerîm 16/125-127.
[3] Kur’ân-ı Kerîm 49/10.
[4] Buhari, Fiten,11; Müslim, İmaret, 51 (1847).
[5] Müslim, İmaret, 49 (1846); Tirmizi, Fiten, 30.

4 yorum:

  1. Azcık yönetici korkusuyla yazılmış sanki..nolur bolmaz gibi yani!
    Kardeşim,o devlete zarar verecek bu çökertecek diye diye adaletsiz zorba ve hak yiyen yöneticilerle doldu memleket.. ne zaman hakkımızı arayacağız devlete(!) zeval vermeden?
    ...
    Korkmayın siz ..ulema korkarsa zaten baştan yeniktir ümmet. Rizki hükümet değil Allah verir. Korkmayın siz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öncelikle yazıda ifade etmek istediğim şey Müslümanlar olarak Kur'an ve Sünnet'i örnek alarak muvaffak olmak isteniyorsa günümüz Müslümanının yaptıkları, hadiseler karşısındaki üslup ve tavırları ne kadar örtüşüyor onu gündeme getirmeye çalıştım.
      İkinci olarak hayatım boyunca hiçbir zaman devlet memurluğu yapmadığım için böyle bir korkunun veya endişenin nasıl bir duygu olduğu tecrübesini yaşamadım.

      Sil
  2. Sabretmek boynunu büküp pusmak değil direnmektir hocam. Nitekim sabretmeyi emreden ayetler savas aninda nazil olmus ayetlerdir. Ali imran 200. Ayetin hendek savasinda nazil olmasi gibi...
    Peygamberimizin hayatına soyle bir goz atarsak inzivaya cekilmis bir peygamberin aksine at ustunden inmemis bir peygamberi görürüz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Tabi ki bahsettiklerinizde haklısınız, Rasulullah (sav) bir aksiyon insanıydı. Ancak burada göz ardı edilen hususlardan birisi, Hz. Peygamber ve ashabın 13 yıllık Mekke'de katlandıkları zulüm ve işkenceler karşısında küfrün karşısında imanlarıyla dimdik ayakta durmalarıdır. onların daima bir aksiyon içerisinde bulunmaları demek; günümüz insanının yaptığı gibi her şeye isyan ederek veya kendilerinden olmayanları her fırsatta bertaraf ederek yapmadıklarıdır.

      Sil

Yazarlar