21 Ocak 2024 Pazar

Askeri Kişilik Modeli Olarak Hz. Peygamber (sav)


ASKERİ KİŞİLİK MODELİ OLARAK HZ. PEYGAMBER (SAV)


Prof. Dr. Adem APAK

Hz. Muhammed (s.a.s) bir kuman­danda bulunması gereken güçlü irade ve cesaret, sabır ve tahammül, tereddütsüz sorumluluk üstlenme, emri altındakilere iyi davranma, zorluklara göğüs germe, dava arkadaşlarına güven ve saygı telkin etme, süratle doğru ve te­reddütsüz karar verme, yardımcılarına danışma ve yenilgiden dolayı ümitsizliğe kapılmama gibi vasıflara sahipti. Kendisi mümkün olduğu ölçüde zamanındaki askerî strateji ve taktikleri kullanmaya önem verirken, aynı anda askerlerinin moralini yüksek tutma konusunda da bü­yük başarı göstermiş, maddî ve manevî güçler arasında mükemmel bir denge kurmuştur. Savaş şartlarında insan psikolojisine ve sosyal ilişkilere büyük ehemmiyet vermiş, emrindeki askerlerine karşılıklı sevgi ve saygıyı, yönetici ve kumandanlara itaati, çekişme ve ayrılığa düşmemeyi tavsiye etmiştir.

Mekke döneminde Müslümanlar için savunma mahiyetinde de olsa savaş izni verilmemişti. Zira bu süreçte Müslümanlar düşmanlarıyla baş edebilecek güçten yoksundular. Bu imkâna ancak Medine döneminde sahip oldular. Nitekim hicretten kısa süre sonra haksız saldırıya uğramaları sebe­biyle Müslümanlara savaşma izni veren[1] ve onlardan düşmana kar­şı hazırlıklı olmalarını isteyen[2] âyetler nâzil oldu. Bundan dolayı Allah Rasûlü (s.a.s) Müslümanlara karşı saldırma planlarını engellemek, saldırganları cezalandırmak, kendilerine karşı olan düşman güçlerinin birleş­mesini önlemek, yol ve ticaret güvenliğini sağlamak gibi farklı hedeflerle yapılan bir dizi askerî adımlar atmaya başladı. Siyer kaynaklarında yukarıdaki amaçları gerçekleştirmek için teşkil edilen küçük askerî birliklere seriyye adı verilmiştir. Medine merkezli olarak gerçekleştirilen bu faaliyetlerin pek çoğuna Hz. Peygamber (s.a.s) de bizzat iştirak etmiştir.[3]

Savaşların sadece harp meydanında mücadele ile kazanılamayacağı tarihî tecrübelerle sabittir. Bunun için başlangıçtan itibaren planlı bir strateji tespit etmek, her şarta göre yeni taktikler belirlemek, bunun yanı sıra fizikî güçlerin yanına psikolojik savaş tekniklerini de devreye almak şarttır. Medine dönemi askerî faaliyetlere bir bütün olarak bakıldığında savaş için hayati ehemmiyet taşıyan organizasyon, moral, güvenlik, hareketlilik, sürat, merkezî kontrol, bölge coğrafyasından etkin bir şekilde istifade etme, faaliyetin bütünü için gizliliğin muhafazası, bunu destekler mahiyette sağ­lam ve sistemli istihbarat gibi temel yön­tem ve harp prensiplerinin Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından büyük bir maharetle uygulandığı görülür. Bu sayededir ki, Müslümanlar gerçekleştirdikleri hemen bütün askerî harekâtlarında düşmanlarını hazırlıksız yakalamışlar, neticede savaşları her iki taraf için de çok az insan ve mal kaybıyla neticelendirmişlerdir. Nitekim Müslümanların müdâhil oldukları ancak çok az karşılaşmada küçük çaplı da olsa çatışmalar meydana gelmiştir. Bunda Allah Rasûlü’nün (s.a.s) askerî harekâtlarda silâhlı çatışma olmaması için özel tedbirler almasının kuşkusuz büyük payı vardır. Gerçekten de ilk adım olarak meselenin savaş yapılmadan halli için büyük gayret göstermiş, çatışma kaçınılmaz hale geldiğinde ise düşman için dahi insan kaybını en alt düzeye indirmeye gayret etmiştir. Böyle olduğu içindir ki, on yıl süren Medine döneminde Rasûl-i Ekrem'in (s.a.s) iştirak ettiği do­kuz savaşta Müslümanların toplam kaybı 147, onlara karşı savaşan düşman grupların insan zayiatı ise 288 kişide kalmıştır.[4] 

Hz. Peygamber (s.a.s) düşmanlarına karşı gerçekleştirdiği askerî faaliyetlerde daima hukukî meşruiyet aramıştır. Meşruiyeti bulun­mayan bir savaşa rıza göstermediği gibi, savaşın keyfîlikten uzak tutulması ve te­mel hukuk ilkelerine bağlı kalınması için çaba harcamıştır. Bu anlamda İslâm’ın getirdiği savaş hukukunun ilk ve eşsiz örneklerini Allah Rasûlü’nün (s.a.s) savaş pratiğinde görmek mümkündür. Kendisi bu şekilde davrandığı gibi, komutanlarına da aynı esasları talimat olarak bildirmiş, fiilen çatışmaya katılmayan çocuk, kadın ve yaşlı kimselerin öldürülmesini, hıyanette bulunulmasını, ahde vefasızlık gösterilmesini yasaklamış onlardan yetkisini aşanlar olduğunda yaptıklarını onaylamamış üstelik kendilerini en ağır bir şekilde kınamıştır. Nitekim bu çerçevede Allah Rasûlü’ün (s.a.s) verdiği yetkileri aşan ve keyfî davranışlar sergileyen Abdullah b. Cahş, Hâlid b. Velîd ve Üsâme b. Zeyd gibi seriyye komutanları ashabın huzurunda açıkça azarlanmışlardır.[5] Bu konuda Hz. Peygamber’den gelen rivayetlerden en ilgi çekici olan ise ashabdan Mikdâd b. Amr’ın aktardığı bilgidir. Kendisi Rasûlüllah’a (s.a.s), “Ey Allah’ın Rasûlü! Kâfirlerden bir adam benimle savaşıyor. Kılıçla vurup ellerimden birisini kesti. Sonra bir ağaca çıkıp Müslüman olduğunu söyledi. Bu sözü söyledikten sonra onu öldüreyim mi?” diye sordum. Rasûlüllah (s.a.s), “Hayır, onu öldürme!” dedi. Ben, “Onu öldürdüm; bana ne lazım gelir?” dedim. Rasûlüllah (s), “O adam, onu öldürmeden önceki senin haline dönmüş oldu. Sen de onun kelime-i şehâdet söylemeden önceki haline dönmüş oldun.” cevabını vermiştir.[6]

Allah Rasûlü (s.a.s) ayrıca savaşların tabiî neticesi olarak ele geçirilen esirlere iyi davranılmasını em­retmiş, diğer milletlerin uyguladığı işken­ce vb. uygulamaları yasaklamış, özetle hukuka aykırı uygulamalara hiçbir zaman tolerans göstermemiştir. Nitekim İslâm Peygamberi’nin (s.a.s) birçok savaştan sonra esir edilen insanlara gösterdiği insanî muamele onlardan pek çoğunun İslâm’ı kabul etmelerine vesile olmuştur. Mustalikoğulları Gazvesi ile Huneyn savaşı sonucunda İslâm’a girenler bu durumun en güzel örneklerini teşkil eder.

Bedir savaşı ganimetlerin dağıtılmasından sonra sıra esirlerle ilgili alınacak karara geldiğinde Allah Rasûlü (s.a.s) müşrik esirlere nasıl muamele edileceği konusunda ashâbının görüşüne müracaat edince toplantıda ilk önce söz alan Hz. Ömer esirlerin tamamının öldürülmesini teklif etmişti.[7] Buna karşılık Hz. Ebû Bekir onların tespit edilecek bir diyet karşılığında serbest bırakılmasının uygun olacağını söyledi. Rasûl-i Ekrem (s.a.s) ikinci görüşü kabul ederek dört bin dirhem fidye ücreti getirenin serbest bırakılacağını ilan etmiştir.[8] Bunun ardından esir Kureyşliler gruplar halinde Medine’ye getirildi. Müslümanlar kendilerini yok etmek üzere gelen düşman esirlerine son derece iyi davranmışlardır. Nitekim esirler arasında yer alan Velîd b. Velîd b. Muğire’nin bildirdiğine göre, Müslümanlar onlara o kadar iyi muamelede bulunmuşlardı ki, Medine’ye kadar kendileri yaya yürürlerken esirleri hayvanlara bindirerek intikal ettirmişlerdir.[9] Diğer bir esir Ebu’l-Âs b. er-Rebî de Müslümanların müşrik esirlere muamelesini şu sözleriyle takdir eder: “Ben Ensâr’dan bir grupla birlikteydim; Allah onların hayrını versin. Akşam yemek yediğimizde kendileri hurma yiyorlar, bana ise ekmek veriyorlardı. Oysa ekmek onlarda son derece azdı. Hatta onlardan birisi eline bir parça ekmek düştüğünde bana uzatıyordu”.[10]

Allah Rasûlü (s.a.s) önemli bir askerî faaliyet gerçekleştirmeye karar verdiğinde, öncelikli olarak savaş hazırlıklarını bü­yük bir gizlilik içinde sürdürür, fiilen savaş alanına ulaşıncaya kadar niyetinin düş­man tarafından, hatta bazen kendi em­rinde bulunan kişilerce öğrenilmesine im­kân vermezdi. Nitekim Mekke'nin fethi hazırlıkları esnasında Medine'de giriş ve çıkışlar kontrol al­tına alınmış, hedeflenen bölge konusunda ancak Hz. Ebû Bekir ve Âişe gibi çok yakın kişiler bilgilendirilmiş, Medine dışındaki kabilelerin orduya katılmaları yol boyunca sağlanmış, bu şekilde Mekkeliler ancak İslâm ordusu Mekke'ye yakın bir yere geldiğin­de işin farkına varabilmişlerdir.[11]

Savaşta düşmanı yanıltıcı strateji ve taktiklerin önemine dikkat çeken Rasûlüllah[12] Hendek Gazvesi sırasında Gatafân ve Fezâre liderleriyle anlaşma yolları arayarak onları birlikten ayırmak için müşriklerin ittifakını bozmaya çalışmıştır.[13] Psikolojik savaş taktiklerini de başarılı bir şekilde uygulayan Allah Rasûlü (s.a.s) Mekke'nin fethinden önce şehre hâkim tepelere pek çok ateşler yaktırmak suretiyle Mekkelilerin psikolojisini menfi yönde etkileyerek onların muhtemel direncini kırmaya çalışmıştır. Müslüman devriyeler tarafından yakalanıp getirilen Ebû Süfyân’ın önünde orduya resmigeçit yaptırılması da onun psikolojik savaş taktiğinin farklı bir örneği olarak görülmelidir.[14]

Düzenli orduların bulunmadığı Arap kabile toplumunda insanlar maddî güç­lerine göre kendilerini koruyacak silâhla­ra sahip olup savaşlarda bu silahıyla orduya katılıyordu. Hz. Peygamber (s.a.s) savaş duru­muyla sınırlı olsa da orduyu belli bir dü­zen içinde oluşturmak, silâhı bulunma­yanlara silâh temin etmek, yeni silâhlar ve savaş teknikleri konusunda onları ye­tiştirmek için çeşitli tedbirler almıştır. Nitekim bazı sahâbîleri kale kuşatmalarında kullanılan savaş aletlerinin yapımını öğ­renmekle görevlendirmiştir. Tâif kuşat­masında onların imâl ettikleri mancınıklar kullanmıştır.[15] Benzer şekilde Hendek Gazvesi sırasında Medine'­nin çevresine hendek kazılması da Arap­lar arasında o zamana kadar uygulanan bir savaş taktiği olmayıp, Selmân-ı Fârisî'nin tavsiyesiyle gerçekleştirilmiştir.[16]

Hz. Peygamber (s.a.s) bütün savaş taktiklerinin yanı sıra disiplinli ve başa­rılı bir haber alma teşkilâtına da sahipti. Öyle ki, bir sefere çıkıldığında veya dönüşte gerek düşman hakkında bilgi edinmek gerekse yol güvenliğini sağlamak amacıyla ke­şif kolları çıkarır, ayrıca bununla iktifa etmeyip kılavuz ve casuslar kul­lanırdı. Allah Rasûlü’nün (s.a.s) düşmanın casuslarını etkisiz hale getirebilmek için de tedbirler aldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Benî Mustalik kabilesinin Medine’nin saldırıya açık kısımlarını keşif amacıyla gönderdiği casus, şehrin varoşlarını kontrol amaçlı görevlendirilen Müslüman devriyeler tarafından yakalanıp alıkonulmuştur.[17] Benzer şekilde Hâtıb b. Ebû Beltea isimli bir Müslümanın Mekke’de müşrikler arasında kalan yakınlarını tehlikeden korumak amacıyla Hz. Peygamber’in (s.a.s) Mekke’yi fetih hazırlıklarını bildiren bir mektubunu götüren Sâre adındaki müşrik bir kadın Hz. Ali, Zübeyr b. el-Avvâm ve Mikdâd b. el-Esved tarafından takip edilip yakalanmış, bu şekilde Mekkelilerin Müslümanların faaliyetlerinden haberdar olmalarının önüne geçilmiştir.[18]

Hz. Peygamber’in (s.a.s) savaş stratejisinin en önemli prensiplerinden bir de insan hayatının korunmasıdır. Öyle ki, ashâbına da savaş konusunda istekli olmamalarını, düşmanla karşılaşmayı temenni etmemelerini tavsiye etmiş, kılıca müracaatı en son seçenek olarak kullanmalarını istemiş, mümkün olursa hiç çarpışmaya gidilmeden sulha ulaşılmasını hedeflemiştir.[19] Bu amaçla silâhlı kuvvetlerin kullanılmasından ziyade psikolojik, özellikle de ekonomik savaşı öncelemiştir. Nitekim Mekke müşrikleriyle mücadelesini onların ticarî faaliyetlerini engellemek suretiyle başlatmıştır. Onun Mekke’ye karşı uyguladığı bu ekonomik baskının başka maksat ve nedenleri de vardı: Yüzlerce Müslüman aile Mekke’den göç etmek zorunda bırakılmış ve Mekkeli hemşehrileri, bu muhâcirlerin geride bıraktığı taşınır ve taşınmaz bütün mallarına haksız yere el koymuşlardı. Uluslararası savaş hukuku kurallarının yanı sıra, Rasûlüllah’ın (s.a.s) elinde Mekkeli kervanları durdurup mallarına el koymak için başka imkânlar da bulunmaktaydı. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Mekke’nin bu kervan ticaretinden elde ettiği kazanç, İslâm’ın ortadan kaldırılması için kullanılıyordu. Bu durumda Mekke ekonomisinin bu şekilde kullanımını engellemek, Müslümanlar için önemli bir hak ve hatta imkân olmuştur.[20]

 



[1]   Hac, 22/39.

[2]   Enfâl, 8/60.

[3]   İbn Habîb, Kitabu’l-Muhabber, s. 116-124. Bu konuda geniş bilgi için bk. Özdemir, Serdar, Hz. Peygamber’in Seriyyeleri, s. 15-87.

[4]   Özel, Ahmet, “Muhammed”, DİA, XXX, 436-437.

[5]   Buhârî, Cihâd ve’s-Siyer, 148.

[6]   Vâkıdî, Meğâzî, II, 725-726.

[7]   Vâkıdî, Meğâzî, I, 105.

[8]   Müslim, Cihâd ve’s-Siyer 58; Tirmizî, Cihâd 34; Vâkıdî, Meğâzî, I, 107-110; İbn Hişâm, es-Sîre, II, 316; Makrîzî, İmtâü’l-Esmâ, I, 115.

[9]   Vâkıdî, Meğâzî, I, 119.

[10]  Vâkıdî, Meğâzî, I, 119.

[11]  Vâkıdî, Meğâzî, II, 796; Makrîzî, İmtâü’l-Esmâ, I, 352.

[12] Buhârî, Cihâd 157; Müslim, Ci­hâd 17-18.

[13]  Vâkıdî, Meğâzî, II, 477-480; İbn Hişâm, es-Sîre, III, 234; Makrîzî, İmtâü’l-Esmâ, I, 239-240.

[14]  Buhârî, Meğâzî 48; Vâkıdî, Meğâzî, II, 818-820; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 39-47; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 135; Belâzürî, Ensâb, I, 355.

[15]  Buhârî, Meğâzî 56, Tevhîd 31; Vâkıdî, Meğâzî, III, 923-938; İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 121-129; İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 158-159; Belâzürî, Futûh, s. 74-75; Makrîzî, İmtâü’l-Esmâ, II, 22-26.

[16]  Buhârî, Meğâzî 29.

[17] Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr 45.

[18] Buhârî, Cihâd ve’s-Siyer 141.

[19]  Müslim, Cihâd ve’s-Siyer 19-20.

[20]  Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, II, 993-1005; Afzalurrahman, Sîret Ansiklopdedisi, I, 420-438, 491-500, 506-613, 620-640; Ağırman, Mustafa, “Asr-ı Saadette Ordu ve Savaş Stratejisi, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslâm, IV, 21-113; Özel, Ahmet, “Muhammed”, DİA, XXX, 431-438.


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar