18 Haziran 2018 Pazartesi

Kitap Tanıtımı: Hz. Ali Dönemi ve Ehl-i Beyt

Hz. Ali Dönemi ve Ehl-i Beyt, Prof. Dr. Adnan DEMİRCAN[1], Beyan Yayınevi, İstanbul 2014, ISBN: 978-975-473-420-1, 264 sayfa
                                                  Hazırlayan: İsmail TANRIVERDİ[2]

         Yazarın dokuz ayrı makalesinden oluşan bu kitap, Hz. Ali ve Hilafet dönemini yakından ilgilendiren konuları işlemektedir. Kitapta işlenen konu başlıkları şunlardır:
1.     Arap siyasî geleneğinin Ehl-i beyt tamlamasının kavramlaşma sürecine etkisi.
2.     Hâricîlik hareketinin doğuşu.
3.     Hz. Ali’yi tahkimi kabule zorlayanlar üzerine. 
4.     Nehcü’l-Belâğa’ya göre Hz. Ali’nin yaşadığı dönemin belli başlı siyasî gelişmelerine bakışı.
5.     Hz. Ali’nin siyasî faaliyetleri bağlamında Ehl-i Sünnetin tarihi okuma biçimi üzerine.
6.     Hz. Ali’nin siyasî hayatı bağlamında Hâricî, Şiî ve Sünnî tarih okumaları arasında bir karşılaştırma.
7.     Hz. Ali’nin iktidar yıllarında İslâm toplumunda siyaset.
8.     İmam Şâfiî’nin âsilerle ilgili görüşlerine Hz. Ali dönemi uygulamalarının etkisi.
9.     Ali-Muâviye kavgası bağlamında bir siyasî mücadele aracı olarak lanet okuma.  



1.     Arap Siyasî Geleneğinin Ehl-İ Beyt Tamlamasının Kavramlaşma Sürecine Etkisi.
            Yazar, bu makalesinde özellikle hicri birinci asırda ehl-i beyt tamlamasının siyasi anlamda meşruiyet zemini oluşturmada nasıl kullanıldığını anlatmaktadır. Bunun yanında Şîa’nın siyasi bir hareket olarak ehl-i beyt taraftarlığı şeklinde ortaya çıktığı ilk dönemler üzerinde durulmaktadır. Siyasi bir hareket olarak Şiîliğin ortaya çıkışı, Hz. Peygamberin vefatından hemen sonra Şî‘atu Alî şeklinde varlık göstermeye başlamıştır. Yazara göre Şîa’nın ortaya çıkışında İran kültürünün etkisi söz konusu değildir. Çünkü başta Hz. Ali olmak üzere ilk dönemlerde Hz. Ali’ye taraftar olanların İran kültürüyle ilişkilendirilmesi mümkün değildir. Buna karşılık Hz. Ali’nin iktidar beklentisi tamamen Arap kültürüne dayanan bir talepti. Ancak Emevîler döneminde mevali politikasından olumsuz anlamda en çok etkilenenlerin İranlılar olduğu göz önüne alındığında Emevîlerden ehl-i beytin intikamını alma argümanı ehl-i beyt taraftarlığıyla İranlıları bir araya getirmiştir.
            Ehl-i beyt tamlaması “ehl” ve “beyt” kelimelerinden oluşmaktadır. Ehl “aşireti, akrabaları, eşi, ailesi gibi anlamlara gelmektedir. Ehl-i beyt tamlamasının Arap geleneğindeki karşılığı şu şekilde özetlenebilir: 1. Aile bireyleri, hane halkı 2. Kâbe’nin sahipleri ve 3. Kabilenin hâkim ailesi. Bu tamlama en dar anlamda hane halkı anlamına gelirken zaman içerisinde siyasi etkilerle kapsamı genişlemiş ve hanedanlık gibi farklı anlamlar yüklenmiştir. Ehl-i beyt tamlamasının İslam Tarihinin ilk dönem siyasi olaylarındaki yansımasına bakıldığında bu kavramın Cahiliye dönemindeki anlamıyla paralellik arz ettiği görülür. Başta Şiîlerde olmak üzere ehl-i beyt tamlamasının kapsamı sürekli canlı tutulan konulardan biri olmuştur. Elimizdeki eserde bu tamlamanın kavramlaşması sürecinde Müslümanlar nazarında elde edilecek prestij, ekonomik boyut ve dini boyutun etkisinin olduğu üzerinde durulmaktadır.  
            Ehl-i beyt tamlamasının siyasî hayattaki yeri konusunda yazar, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in uygulamaları iktidar hususunda söz sahibi bir ehl-i beyt varlığını kabule imkân vermemektedir der. Yazara göre bu tamlama “liderin ailesinin mensupları” anlamıyla Hz. Peygamberin vefatından sonra siyasî saiklerle şekillenmiştir. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hâşim oğullarına lider olabilecek kişiler konusunda Hz. Hamza’nın Uhud’da ölümü, Hz. Abbas’ın ise geç Müslüman oluşu haliyle genç olduğu halde erken Müslüman olması nedeniyle Hz. Ali’yi ön plana çıkarmıştır. Ancak bunda Hz. Ali’nin Hz. Peygamber’e damat oluşunun önemli bir etkisi yoktur. Ne var ki Hz. Ali’nin genç oluşu liderliğinin bütün Müslümanlar nazarında kabul görmesindeki en önemli engellerden biri olmuştur.
            Arapların lider belirlemeleri konusunda Güneyli ve Kuzeylilerin farklı anlayışlara sahip oldukları üzerinde duran yazar, bu farklı anlayışın ileriki dönemlerde muhalif akımların şekillenmesine de etkide bulunduğunu vurgular. Güney Arapları Kuzey Araplarına nispeten devlet tecrübesine sahip oldukları gibi hanedanlık fikrine de yabancı değillerdi. Bu durum Hz. Ali Hilâfete geldiğinde Güney Araplarının çoğunun ona destek vermesine katkıda bulunmuştur. Bundan sonraki dönemlerde bile gayr-ı memnunlar arasında Yemenlilerin varlığı onlardaki hanedan düşüncesi, Hâşimîlerin siyasî miras talepleriyle de uyuşan ve ortak mağduriyet fikrini besleyen etkenlerden biri olarak hesaba katılmalıdır.
Hz. Ali kendisinden önceki ilk üç Halifeye karşı kendisinin Hilâfete daha layık olduğu fikrini devamlı beslemiştir. Bu fikrinde sürekli Hz. Peygamber’e yakınlığını öne sürmüştür. Yazar ilk üç halifeden sonra Hz. Ali döneminde meydana gelen siyasi gelişmelerin ehl-i beyt tamlamasının kavramlaşmasına etkilerini anlatır. Hz. Ali evlatlarının içerisinde bulunduğu siyasi olaylar ve en nihayet Kerbela faciası sonrası ehl-i beytin temsilcisi olma konusu bu tamlamanın siyasi olaylardaki etkisini giderek belirgin hale getirmiştir. Abbas oğullarının siyaset sahnesinde belirmeleri ve iktidarı ele geçirmeleri sürecinde ehl-i beyt kavramının yanında Âlu Muhammedşeklinde Abbas oğullarını da kapsayacak bir kavram ortaya atılmıştır.
2.     Hâricîlik Hareketinin Doğuşu
Yazar, bu makaleye Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer dönemlerini siyasal tarih açısından özetleyerek başlar. Daha sonra Hâricîliğin ortaya çıkışı konusunda ortaya çıkan iki ayrı görüş üzerinde durur. Birincisi Hâricîlik hareketini, Sıffîn savaşı sırasındaki gelişmelerle başlatır. Diğer görüşe göre ise, Hâricîliğin doğuşu Hz. Osman dönemiyle, özellikle de onun öldürülmesiyle başlatılır. Yazar bu ikinci görüşü Hâricîliğin doğuşu anlamında daha çok benimsediğini ortaya koyarak tarihi delilleri üzerinde durur. Örneğin Hz. Osman’ın öldürülmesi olayında adı öne çıkanlardan biri, Basra’dan gidenlerin lideri Hurkus b. Züheyr es-Sa‘dî ki bu zat, bir süre sonra Hâricîlerin önemli liderlerinden biri olacaktır. 
Hz. Osman döneminin ikinci yarısından sonra halkta yönetime karşı önemli bir rahatsızlık görülmeye başladı. Araplar artık şehirlere yerleşmeye başlamış fetihlerden sonra elde edilen ganimetler sayesinde kültürel bir değişim başlamıştı. Bununla birlikte bir kısım insanların ekonomik durumu epey düzelmişken bir kısmının yeterince düzelmemişti. Fetihler azalmış şehirlerde yaşayan Araplar, dikkatlerini yönetime çevirmişlerdi. Ayrıca Hz. Osman’ın akrabalarına devlet yönetiminde fazla yer vermesi diğer insanlarda kıskançlıkların ve hoşnutsuzlukların doğmasına neden olmuştu. Ülke genelinde ortaya çıkan bu rahatsızlıklar neticesinde Basra, Kûfe ve Mısır’dan Medine’ye gelerek Halife’den bazı isteklerde bulunan gruplar Hz. Osman’ın ölümüyle sonuçlanan bir krize yol açtılar. 
Hz. Ali, isyancıların Medine halkına halife seçmeleri için yaptıkları baskılar sonucu iktidara geldi. Halife olduktan sonra Hz. Osman’ın katillerine karşı takındığı tutum, Hz. Ali hakkında bazı ithamlar ileri sürmelerine neden olmuştu. Hz. Osman’ın katliyle sonuçlanan fitne olaylarında ismi öne çıkan Eşter en-Nehâî’yi komutan olarak ataması, katiller arasında olduğu söylenen Amr b. el-Hamık’ı ordusunda barındırması ve fitne olaylarına karışan Muhammed b. Ebî Bekr’i Mısır’a vali olarak ataması Hz. Ali hakkındaki ithamları pekiştirmişti. Hz. Osman’ın katledilmesi sırasında Hac için Mekke’de bulunan Hz. Âişe, bu olayı Medine’ye dönüş yolunda alınca Mekke’ye geri döndü. Talha ve Zübeyr’in de Mekke’ye gitmelerinin ardından muhalifler Mekke’de toplanmaya başladılar. Mekke’den Basra’ya doğru harekete geçen muhaliflerle Hz. Ali’nin birlikleri el-Hureybe denilen yerde karşılaştı. Birkaç barış girişimi sonuçsuz kalınca aralarında çarpışma meydana geldi. Savaş Talha ve Zübeyr’in ölümü ve Hz. Âişe taraftarlarının yenilgisiyle sonuçlandı. Cemel savaşı sırasında Hz. Osman’ın öldürülmesi olayına bulaşan ve sonraları Hâricî olacak kişiler de Hz. Ali’nin yanında yer aldılar. Bunların sertlik yanlısı tutumları Cemel’de de kendini göstermişti. 
Hz. Ali hilafete gelince birçok valinin yanında Şam’da 20 yıl kesintisiz valilik yapmış olan ve aynı zamanda Hz. Osman’nın da amcaoğlu olan Muâviye’yi de azledip yerine Sehl b. Huneyf’i atadı. Bu da gösteriyor ki, Hz. Ali siyaseti ince hesaplarla değil, dindarlığıyla uzlaştırarak yapmaya çalışmıştır. Sehl daha Şam’a varmadan Muâviye taraftarlarınca uzaklaştırıldı. Daha sonra Hz. Ali ve Muâviye taraftarları Sıffîn’de karşılaştılar. Bir aydan fazla süren çatışmalar, küçük birlikler arasında meydana geldi. Büyük saldırı ise Kur’an’ın taraflarca hakem kabul edilmesiyle sonuçsuz kaldı. Hz. Ali’yi tahkimi kabule zorlayan askerler, daha sonra bunun için onu tekfirle suçlayıp tövbe etmesini isteyen ve ondan ayrılan Hâricîlerdir. Yazara göre Hz. Ali’yi tahkime zorlayanlar arasında Hâricîler olabilir. Ancak bu işi bizzat Hâricîlerin yaptığını söylemek doğru değildir. Dûmetü’l-cendel bölgesinin Ezruh mevkiinde bir araya gelen hakemlerin aldıkları kararı Hz. Ali kabul etmedi. Hâricîler, daha hakemler gönderilmeden tahkimden vazgeçilmesini istemişlerdi. Hz. Ali tahkimi kabul edip Kûfe’ye yönelince ordusundan 12.000 kişi ayrılıp Harura denilen yere gittiler. Daha sonra Nehrevân’da bu Hâricî grupla karşı karşıya kalan Hz. Ali bu Hâricîlerin birçoğunu kılıçtan geçirdi. Bu çatışmada Hâricîlerden olup savaşa katılmayan bir grup Nuhayle denen yerde Hz. Ali’ye karşı bayrak açtı. Bazı girişimler sonuçsuz kalınca bu Hâricî grubun da tamamına yakını etkisiz hale getirildi. Hâricîlerin Hz. Ali’ye karşı sürdürdükleri mücadele, ona düzenledikleri suikast sonucu ölümüyle bitmiştir.  
3.     Hz. Ali’yi Tahkimi Kabule Zorlayanlar Üzerine 
Gerek Sünnilerin gerekse Şiîlerin ortak kanaati olan ve aynı zamanda çağdaş birçok kitapta da yer bulan bu konuyla ilgili araştırmalar, Hâricîlerin anlatılan çelişkili tutumlarını, sert karakterli ve bedevi kökenli olmalarıyla açıklamaktadırlar. Bununla birlikte Hz. Ali, başından itibaren tahkime karşı çıkan; Eş‘as b. Kays, Hz. Ali’ye baskı yapan biri olarak tasvir edilmekte; Hâricîlere ise gelişmelerin müsebbibi, kıt görüşlüler ve tutarsızlık içinde olanlar rolü biçilmektedir. Buna karşılık Hâricî kaynaklar tahkimin sorumluluğunu Hz. Ali’ye yükleyerek Hâricîlere yönelik ithamları reddetmektedirler.
Hilafete gelince Hz. Ali’ye karşı iki muhalif grup harekete geçti. Birincisi, Temelleri Mekke’de atılan ve Basra’da gelişen Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr’in liderliğini yaptığı hareket. İkincisi ise, Muâviye’nin liderliğinde Şam’da ortaya çıkan muhalif grup. Hz. Ali bu ikinci grupla Sıffîn’de karşı karşıya geldi. Ancak Sıffîn’de Hz. Ali, ordusu açısından iki önemli çıkmaz ile karşı karşıyaydı. Birincisi, iki ordu da Müslümanlardan oluşuyordu. İkincisi Arap kabileleri, taraflar arasında bölünmüştü. Bu durum savaş alanına öldürmeye, gerekirse ölmeye giden insanların bir kısmında, tereddüde neden oluyordu. Neticede Sıffîn savaşında kılıçların gölgesinde tahkime giden bir süreç başladı. Sıffîn’de çatışmaların yoğunlaştığı ve Şam ordusunun gerilediği bir sırada Şam ordusunun komuta kademelerinde, Iraklılara Kur’ân hakemliğini önerme düşüncesi gelişmişti. Kaynaklar, önerinin samimi niyetlerle ortaya atılmadığını öne sürseler de Şamlıların ortaya koyduğu bu taktik “harp, hile” olduğuna göre savaşın doğasında olan bir durumdur. Bununla birlikte anlaşmazlığın Kur’ân’a götürülmesi Şamlıların tezlerine dayanak olarak kullanabilecekleri önemli bir argümandı. Muâviye, mazlum olarak öldürüldüğünü ilan ettiği Hz. Osman’ın kanını talep etmek üzere ortaya çıkmıştı. Kur’an ise maktulün velisine bu hakkı İsra suresi 33. ayetiyle vermektedir. Aynı zamanda Arap örfü de Muâviye’ye bu hakkı vermektedir.
 Hz. Ali, Kur’an’ın hakemliği önerisini samimi bulmamış bunun, zaman kazanmaya yönelik bir taktik olduğunu savunmuştur. Buna rağmen Hz. Ali ordusunda bulunanlar arasında tahkim teklifi, kısa sürede büyük bir destek bulmuştur. Tahkimin Hz. Ali’nin ordusunda kabul görmesinde en çok çaba gösteren kişi Eş‘as b. Kays olmuştur. Eş‘as hem Sıffîn’de hem de sonrasında meydana gelen olaylarda aktif bir rol üstlenmiş; bunu yaparken de gücünü Kinde kabilesinin lideri olarak Güneyli Araplara dayandırmıştır. Bu çabasından dolayı Eş‘as’ı Hâricîlerden sayanlar olsa da bu görüşün herhangi bir mesnedi yoktur. Eş‘as bu çabayı sadece kabile çıkarları çerçevesinde yürütmüştür. Yazar bu makalesinde de Hz. Ali’ye tahkimi kabul ettirenlerin Hâricîler olduğu görüşünü reddetmektedir. Bu fikrini tahkim sürecinde aktif olanlarla müstakbelde Hâricî olacak kişiler arasında bazı kıyaslamalar yaparak delillendirmektedir. Aynı zamanda yazar, Hz. Ali’nin başarısızlığını tahkim bağlamında Hâricîlere hamletme, Irak rivayetlerinin bir çabası olabilir der. 
4.     Nehcü’l-Belâğa’ya Göre Hz. Ali’nin Yaşadığı Dönemin Belli Başlı Siyasî Gelişmelerine Bakışı
Nehcü’l-Belâğa, Hz. Ali’ye isnat edilen konuşmaları, mektupları ve hikmetli sözlerinin derlendiği esere verilen addır. Bu eser Hz. Ali’nin vefatından yaklaşık üç buçuk asır sonra derlenmiştir. Bu yüzden Nehcü’l-Belâğa’da geçen bütün sözlerin Hz. Ali’ye ait olduğunu söylemek zordur. Buna rağmen eser Hz. Ali’nin yaşadığı dönem hakkında fikir sahibi olmak için çok kıymetli bilgiler ihtiva etmektedir. Nehcü’l-Belâğa’nın Türkçe’ye birçok tercümesi yapılmıştır. En son elimizdeki eserin de müellifi olan kıymetli hocamız Prof. Dr. Adnan Demircan tarafından tekrar Türkçe çevirisi yapılmış ve 2006 yılında Beyan Yayınları tarafından basılmıştır.
Yazar bu makalede Nehcü’l-Belâğa’da yer alan konuşma ve mektuplardan hareketle Hz. Ali’nin yaşadığı dönemde meydana gelen hadiselere bakışı üzerinde durmaktadır. Makale, Hz. Ali’nin siyaî hakları, ilk üç halifenin iktidarı, biatine karşı çıkan ve Cemel’de çatıştığı muhalifler, Muâviye ve yandaşları ile Hâricîler hakkındaki görüşleri etrafında şekillenmektedir. Nehcü’l-Belâğa’da yer alan ve Hz. Ali’nin yaşadığı dönemde meydana gelen olaylar hakkında yaptığı değerlendirmelerin, genellikle tarihî gelişmelere uygun olduğu görülmektedir. Bununla birlikte eser Şiîlerin savundukları aşırı görüşleri ihtiva etmemektedir.
Nehcü’l-Belâğa’ya göre Hz. Ali hilafetin kendi hakkı olduğu halde Hz. Ebû Bekr’in seçilmesiyle bu hakkın verilmediğini, daha sonraki iki halifenin seçiminde de söz konusu haksızlığın devam ettiğini düşünmektedir. Ancak bu fikrini nassa dayandırarak hakkını vermeyenleri tekfir edici dışlayıcı bir görüş sürmemesi dikkat çekicidir. Hz. Osman’a yönelik ciddi eleştirileri olmasına rağmen onun öldürülmesini tasvip etmediğini ifade etmektedir. Diğer taraftan Talha ve Zübeyr’in başka amaçlarla bu işi kullandıklarını ve Hz. Âişe’nin ise kandırıldığını ifade etmektedir. Muâviye’yi de samimi olmamakla ve Hz. Osman’ın öldürülmesinden kendisine çıkar sağlamakla itham eden Hz. Ali, ona karşı daha sert bir dil kullanmaktadır. Çoğu zaman Bedir harbine gönderme yaparak kendisinin doğru yolda olduğunu, Muâviye’nin ise batıl üzere olduğunu ifade etmektedir. Hâricîler Hz. Aliye çok sıkıntı vermiş olmalarına rağmen, onlarla savaştığı halde kendilerini tekfir etmekten kaçınmış, görüşlerinde hata ettiklerini özellikle belirtmiştir.
5.     Hz. Ali’nin Siyasî Faaliyetleri Bağlamında Ehl-İ Sünnetin Tarihi Okuma Biçimi Üzerine
Yazar, bağnaz bir mezhebî duruşun tarihi okuma ve algılamada çağdaş araştırmacıların önündeki önemli engellerden biri olduğundan hareketle böyle bir konuyu ele almaktadır. Ancak günümüzde bazı ilim adamlarının asırlar önce yaşamış insanların eylemlerine taraf olarak çalışmalarına da bunu yansıttıkları bir gerçektir. İdeolojilere, dinlere ve mezheplere mensup insanların, tarihi hâdiseleri taraflı bir şekilde anlayıp değerlendirdikleri bilinmektedir. Ehl-i Sünnet mezhebi de zamanla, mezhebin genel anlayışına uygun olarak hâdiseleri okuma biçimi geliştirmiştir. Yazar, Hz. Ali’nin siyasî faaliyetlerini konu olarak seçmekteki en önemli maksadını şöyle açıklar: onun taraf olduğu siyasî hâdiselerin sonraki dönemlerde de canlı tartışmalara yol açması ve mezhep mensuplarının savundukları farklı görüşlerin belirlenmesine elverişli olmasıdır.
Çalışmada Ehl-i Sünnet’in en yaygın itikadî mezhepleri olan Eş‘ariyye ve Mâturidiyye’nin bazı önemli kelamcılarının kitapları esas alınmıştır. Tarihçilerin anlattıklarıyla kelamcıların çizdiği tablo arasında önemli farklar olduğu göze çarpmaktadır. Ehl-i Sünnet âlimlerinin söz konusu dönemle ilgili değerlendirmeleri şöyledir:
1.          Hz. Ebû Bekr, meşru yollarla ve ümmetin icmaıyla hilafete gelmiştir. Hz. Ali, baştan itibaren ona tâbi olmuş ve hilafetini tanımıştır. Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekr’e herhangi bir kızgınlığı olmadığı gibi bundan dolayı biatini geciktirmiş olduğu da doğru değildir.
2.          Hz. Ömer de Hz. Ebû Bekr gibi ümmetin büyük bir desteğiyle halife olmuştur. Hz. Ebû Bekr, Ashabın ileri gelenlerinden bazılarına danışarak onu hilafet için vasiyet etmiştir.
3.          Hz. Osman, Hz. Ömer’in tayin ettiği şûra üyeleri arasından, Hz. Ali’nin de kabul ettiği şartlarla, Abdurrahman b. Avf tarafından belirlenmiş; Hz. Ali, Hz. Osman döneminde meydana gelen karışıklıklara katılmamış; asilere destek olmamıştır.
4.          Hz. Osman’ın bir grup asi tarafından öldürülmesinden sonra Hz. Ali, Medinelilerin biatiyle halife olmuştur. Talha ve Zübeyr’in daha sonra –Medine’de Hz. Ali’ye baskı altında biat ettiklerini söyleyerek- biatlerini bozmaları Hz. Ali’nin hilafetine zarar vermez.
5.          Cemel olayında Hz. Ali haklı, muhalifleri ise ictihadlarında hata etmişlerdir.
6.          Muâviye, meşru halife olan Hz. Ali’ye karşı savaşmıştır. Bununla birlikte ictihadında hata edip etmediği ve asi olarak isimlendirilip isimlendirilemeyeceği hususunda ihtilaf edilmiştir.


6.     Hz. Ali’nin Siyasî Hayatı Bağlamında Hâricî, Şiî ve Sünnî Tarih Okumaları Arasında Bir Karşılaştırma
Yazar, bu makalesinde Hz. Ali’nin taraf olduğu hâdiseler hakkında görüş beyan eden belli başlı mezheplerden Hâricîlik, Şiîlik ve Sünnîliğin bakış açılarını genel hatlarıyla ortaya koymaya çalışır. Hâricîlerin Hz. Ali’nin siyasî tutumları hakkındaki görüşleri tahkim öncesi ve tahkim sonrası olmak üzere ikiye ayrılır. Tahkim öncesinde, Hz. Ali’nin faaliyetleri hakkındaki yaklaşımları Sünnîlerle paralellik arz eder. Tahkimi kabul ettiği için ise Hz. Ali’yi tekfir ederek bundan sonraki faaliyetlerini şiddetle reddederler. Şîa ise, Hz. Ali ve çocuklarının siyasî iddiaları etrafında ortaya çıkıp onların yaşadıkları dönemden yıllar sonra itikadîleşen bir mezhep olarak bütün görüşlerini, Hz. Ali’nin haklılığı ve muhaliflerinin haksızlığı üzerine bina etmiştir. Sünnîler ise, mezheplerinin genel yapısına ve tarihsel serüvenine uygun bir tutum geliştirerek aşırı yaklaşımları törpülemişler; hem Hz. Ali’yi, hem de ümmetten ayrı görmedikleri siyasî rakiplerini kurtarmayı ve onları tartışma alanının dışında tutmayı hedefleyen bir yaklaşım ortaya koymuşlardır. 
İlk iki halifenin meşruiyeti konusunda Hâricîler ile Sünnîler hem fikir iken Hâricîler, imamların Kureyşîliği şartını kabul etmezler. Şiîler ise ilk üç halifenin kendilerine ait olmayan bir hakkı gasp ettiklerini savunurlar. 
Hâricîlere göre Hz. Osman hilafetinin ilk altı yılında, Hz. Ali ise tahkime kadar meşru iken, bundan sonra işledikleri büyük günahlar nedeniyle kâfir olmuşlardır. Sünnîler, Hz. Osman’ın mazlum olarak ve haksız yere öldürüldüğünü savunurlar. Hâricîler ve Şiîler ise onun işlediği günahlar yüzünden öldürüldüğü görüşündedirler.
Her üç mezhep de Hz. Ali’nin meşru yollarla hilafete geldiğini söylerler. Ancak Hâricîler ve Şiîler Cemel olayından dolayı Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr’i halifeye karşı ayaklandıkları gerekçesiyle tekfir ederler. Ancak Sünnîler onların iyi niyetle ve ıslah amacıyla Basra’ya gittiklerini ve savaşa istemeyerek dâhil olduklarını söylerler. Buna karşılık Hz. Ali bu olayda meşru halife olarak haklıydı. Şiî ve Hâricîler Sıffîn savaşında Hz. Ali’ye karşı savaşan Muâviye ve adamlarını tekfir ederken, Sünnîler onların hatalı olmakla birlikte tevil nedeniyle savaştıkları için tekfir edilemeyeceklerini söylerler. Yine Şiî ve Sünnîler Hz. Ali’nin tahkimdeki tutumunu doğru bulurken; Hâricîler ise bu sebeple onu tekfir etmektedirler.
7.     Hz. Ali’nin İktidar Yıllarında İslâm Toplumunda Siyaset
Hz. Ali dönemi Râşid Halifeler devrinin yaklaşık dört buçuk yıllık en karışık dönemidir. Hz. Osman döneminde etkisini göstermeye başlayan karışıklıklar, Hz. Ali döneminde zirveye çıkmıştır. Bu dönemde toplumsal çatışmanın artmasına neden olan gelişmelerin sebeplerini İslâm toplumunun geçirdiği büyük dönüşümde aramak gerekir. Özellikle fetih hareketleri toplumda ekonomik, sosyal, siyasî ve kültürel değişimlerin önünü açmıştır.
Hz. Ali döneminde toplum üç gruba ayrılıyordu. Bu grupların birincisi, Hz. Osman’ın öldürülmesine karşı olmanın yanında, katillerinin cezalandırılmasını da talep edenlerden oluşuyordu. İkinci önemli grup, Hz. Osman’ın muhalifleriydi. Özellikle Kûfe ve Basra gibi önemli eyalet merkezlerinde Hz. Osman’a karşı ciddi bir muhalefet oluşmuştu. Hz. Osman’ın katlinden sonra bu muhalifler Hz. Ali’nin yanında yer aldılar. Üçüncü grup, ortaya çıkan toplumsal çatışmalardan rahatsızlık duyarak gelişmeleri fitne olarak nitelendiren ve evlerinde oturmayı tercih eden kişilerdi. 
Hz. Ali’ye muhalif olanların başında özellikle Ümeyye oğullarının müttefikleri ve onların iyi ilişkiler içinde oldukları diğer Kureyş kabileleri geliyordu. Bununla birlikte Muâviye’ye Şam’da bulunan Arap kabileleri arasında önemli bir destek vardı. Hz. Ali’yi destekleyenler arasında Hz. Osman’ın katillerinin bulunması, bu grubun en önemli zaaflarından biriydi. 
Yazar, o günkü toplumun içerisinde ortaya çıkan iç karışıklıklarda insanların tutum belirlemesinde etkin olan hususları şöyle sıralar: Kabilecilik, dini hassasiyetler, ekonomik faktörler ve kişisel çıkarlar. Ayrıca Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr’in Hz. Ali’ye muhalif olmalarının nedenleri üzerinde durmaktadır. Yazara göre Hz. Âişe’yi Hz. Ali’ye muhalif yapan nedenlerin başında Hz. Ali’nin Hz. Ebû Bekr’e hilafeti esnasındaki kırgınlığı gelir. Talha Hz. Ebû Bekr’in akrabasıydı. Zübeyr ise, Hz. Ali’yle de akraba olmasına karşın Hz. Âişe’nin ablası Esma’nın kocasıydı. Bununla birlikte Hz. Ali dönemindeki baş döndürücü siyasî gelişmeler dikkate alındığında, olayların kahramanlarının tutumlarını tek bir sebeple izah etmek doğru değildir.
Yazarın konunun temelini oluşturan Hz. Ali’nin yönetim tecrübesi hakkındaki görüşleri şöyledir: Hz. Ali uzun yıllar yönetimden uzak kaldıktan sonra iktidara gelmişti. Aslında Hz. Peygamber döneminde savaşlarda üstlendiği önemli görevler dışında fazla bir yönetim tecrübesi kazanmış değildi. Kendisinden önceki halifeler döneminde gerçekleşen fetih hareketlerine katılmadığı gibi, hep Medine’de kaldığı için toplumda meydana gelen değişimi yeterince takip edememiştir. Yönetimden uzak kaldığı süreçte tefekküre çok zaman ayırabilmiş; Kur’an üzerine daha çok düşünmeye zamanı olmuştur. Bununla birlikte uzun süre siyasi gelişmelerin dışında kalmasından dolayı Hz. Peygamber’e ilk inanlardan biri olarak yaşadığı coşkun dini duygularıyla, karşılaştığı siyasi sorunları uzlaştıramadığı söylenebilir.  
8.     İmam Şâfiî’nin Âsilerle İlgili Görüşlerine Hz. Ali Dönemi Uygulamalarının Etkisi
İmam Şâfiî, soy olarak Kureyş kabilesine mensup olup babasının erkek ataları tarafından Muttalibî ve babasının kadın ataları tarafından Hâşimî olduğu belirtilir. Şâfiî doğduktan kısa süre sonra babasını kaybedince annesi tarafından iki yaşındayken Mekke’ye götürülmüştür. Burada büyük maddi sıkıntılar içinde sürdürdüğü eğitimini İmam Mâlik’in yanına giderek Medine’de devam ettirmiştir.
Âlimlerin yaşadıkları dönemde ki gelişmeler ile görüş ve içtihatları arasında ilişki olması kaçınılmazdır. Fâkih, bir anlamda çağının sorunlarını geçmiş üzerinden de değerlendirir. İmam Şâfiî, Mansûr (136-158), Mehdî (158-169), Hâdi (169-170), Hârûn er-Reşîd (170-193), Emîn (193-198) ve Me’mûn (198-218) dönemlerinde yaşamıştır. Bu dönem, halifelerin muktedir oldukları ilk Abbasî dönemidir. Şâfiî, aktif olarak bir isyana katılmadığı gibi yöneticilerin zulüm olarak nitelenen kimi uygulamalarına karşı sabretmeyi tercih etmiştir. Bu dönemde meydana gelen birçok ayaklanmaya rağmen o, yöneticilerle uzlaşı içinde olmuştur. Bununla birlikte iktidardan farklı görüşe sahip olma hakkının korunmasını da önemsemiştir.
İmam Şâfiî, tevil sebebiyle ayaklanmalara karşı takınılacak tutumun sıradan suçlularla bir tutulamayacağını ortaya koymaktadır. Öncelikle fiili bir ayaklanmaya dönüşmeyen görüş farklılıklarına karşı eyleme geçilmesini doğru bulmaz. Ancak görüş farklılığı başkaldırıya dönüşmüşse Kur’ân’a göre onların itaate çağırılmaları, itaat etmemeleri durumunda ise onlarla savaşılması gerekir. Bununla birlikte Savaş sona erdikten sonra onları öldürmek, öldürdükleri kişiler sebebiyle onlara kısas uygulamak, zarar verdiklerin malları onlara tazmin ettirmek mümkün değildir. Hz. Ali’nin Cemel, Sıffîn ve Nehrevân’daki uygulamaları bunun en önemli dayanağıdır. Tevil sebebiyle başkaldıranları diğerlerinden ayıran Şâfiî, yol kesenlerin ve yeryüzünde fesat çıkaranların ise işledikleri suça göre cezalandırılmaları gerektiğini söyler. Onun bu yaklaşımı farklı siyasi görüşlere hürriyet tanınması açısından önemlidir.
9.     Ali-Muâviye Kavgası Bağlamında Bir Siyasî Mücadele Aracı Olarak Lanet Okuma
Hz. Ali’nin başlattığı, Muâviye’nin de karşılık vererek uyguladığı lanet okumanın ondan sonra iktidara gelen Emevîler tarafından Hz. Ali ve taraftarlarına minberlerden lanet okuma şeklinde devam ettirildiği, ancak Ömer b. Abdülaziz’in iktidara geldiğinde bu uygulamaya son verdiği belirtilmektedir. Bununla birlikte söz konusu uygulamanın keyfiyeti hususunda farklılık arz eden rivayetler, çağdaş yazarların farklı görüşler benimsemelerine sebep olmuştur.
 Lanet okumanın İslam öncesinde Cahiliye Arapları arasında mevcut olduğu anlaşılmaktadır. O halde lanet, ilk defa Müslümanların kullandığı bir kavram değildir. Kur’an’da ve hadislerde bazı davranışlarla şahıs ya da topluluklar lanetlenmiştir. Ancak Müslümanların lanetlenmesinden kaçınma hususunda özellikle hadislerde pek çok tavsiyeler mevcuttur. Bu sebeple birçok İslam bilgini sadece Müslümanların değil, Müslüman olarak ölmesi muhtemel olan kâfirlerin de lanetlenmesini uygun görmemişlerdir. Buna rağmen lanet okumaya devam edilmiş; Ashab döneminde de lanet okuma, Bir siyasi mücadele aracı olarak kullanılmıştır.
Emevîlerin Hz. Ali’ye ve taraftarlarına minberlerden lanet okuttuklarına dair rivayetler mevcut olmakla birlikte bu uygulamaya Hz. Ali, tahkimden sonra sabah namazında okuduğu kunutta Muâviye ve bazı taraftarlarını lanetleyerek başlamış; Muâviye de buna cevap vermekte gecikmemiştir. Daha sonraki yıllarda da zaman zaman Şiîleri sindirmek ve Hz. Ali ile Ehl-i Beyt mensuplarının itibarını zedelemek amacıyla Ehl-i Beyt taraftarlarının yoğun olduğu bölgelerde lanet okuma ve hakaret etme uygulamaları devam etmiştir.



         
              





[1]İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı öğretim Üyesi.
[2]İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı doktora öğrencisi.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar