HAC YOLCULUĞUNDA HİSLER VE HATIRALAR- II
(2023 Yılı)
Dr. Ramazan
YILDIRIM
Kuba Mescidi
Medine’de ikinci ziyaret yerimiz Kuba Mescidi. Peygamberimiz (sav) Mekke’den hicret edip gelince burada birkaç gün konaklamış ve bu arada, ayağının tozuyla bu mescidi inşa etmiştir. Sonraki dönemlerde büyük bir alanı içine alacak şekilde genişletilmiş tabi cami. İnşa edildiği zaman göz önüne alındığında Müslümanın, İslam toplumunun cami ile ilişkisinin nasıl olması gerektiğini gösteren şahane bir örnek. Zira Efendimiz (sav) uzun bir yolculuktan (hicretten) yeni gelmiş, o günkü vasıtalarla, yorgun argın ve maddi anlamda hiçbir imkânı, hatta kalacak evi bile yok ama Cami inşa etmiş. Çünkü ev ferdin kalacağı yer; Cami, cemiyetin, toplumun mekanıdır. Böylece bizlere, toplum olmanın yollarını araştırın, biz olmanın vesilelerini bulun, önce biz olun ki ben olabilesiniz, diye ders veriyor.
Bu mescit, temelinde fedakarlığın,
samimiyetin, takvanın olduğu bir mekân bundan dolayı da Kur’an’ın övgüsüne
mazhar olmuş. İslam’ın zor günlerini hatırlattığı için Efendimiz (sav) kendisi
zaman zaman burayı ziyaret etmiş ve Müslümanların da ziyaret etmelerini tavsiye
etmiştir. Hatta İslam’ın o zor günlerini unutmamak için burayı ziyaret
edenlerin bir Umre sevabı kazanacağını söylemiştir. Zira dava sahibi için,
davasına başladığı zor zamanlar ile hedefine vardığı günler arasında bir
ıttırad/süreklilik/tutarlılık vardır. O da (sav) zorlu başlangıç ile devlet
reisi olduğu günler arasındaki zamanın kendisinden bir şey götürmediğini,
yaşantısını asla değiştirmediğini, güzel ahlakını olduğu gibi devam ettirdiğini
gösteriyordu. Başlangıç ve sonu aynı çizgide birleştirmek için de zor günler
unutulmamalıydı. Camide iki rekât namaz kılıp dualar ettikten sonra dışarıda
toplanan kafilemize cami hakkında tanıtıcı bilgiler verip oradan ayrılıyoruz…
Mescid-i Kıbleteyn
İki kıbleli mescit… Bu mescit de Medine’ye son
derece yakın bir mesafededir. Önceleri Kudüs’teki Mescid-i Aksaya dönüp namaz
kılan Hz. Peygamber ve Ashabının en içten arzuları Kâbe’ye dönmek ve orayı
kıble edinmekti. Bir müddet sonra bu özlem ve şiddetli istek kabul görmüş ve
bir gün öğlen veya ikindi namazında, Müslümanlara imamlık yapan Hz. Peygamber
(sav), namazın ilk iki rekatını bitirince gelen vahyin emriyle, namaz esnasında
Kâbe’ye dönmüş ve son iki rekâtı o şekilde tamamlamıştır. Böylece bu namazın iki
rekâtı Mescid-i Aksaya, iki rekâtı da Kâbe’ye dönülerek kılınmıştır. Bu
hatırayı canlı tutmak için bugün de Mescid-i Aksaya bakan tarafta Kıble alameti
konulmuş ve hala durmaktadır.
Hacılarımızdan,-“Hocam biz de Mescid-i
Aksaya dönüp birkaç rekât namaz kılsak nasıl olur?” diyenler oluyor. Tabi,
inen Kur’an ayetleriyle kıble kesin bir şekilde Kâbe olarak tespit edildikten
sonra bunun artık mümkün olmadığını söylüyoruz. Namaz esnasında Hz. Peygamber (sav)
ve Ashabının anında Kabe’ye dönmeleri, Allah’ın emirlerini yerine getirme
konusundaki ciddiyet ve süratlerini hatırlatıyor insana. Yani “şu namaza
başladık, bitsin, artık bundan sonraki diğer namazlarda Kâbe’ye döner kılarız”
denilmiyor, emir anında yerine getiriliyor. Mevzu son derece hassas ve
titiz…Zira emreden Alemlerin Rabbi, bir saniye bile ertelemeye gelmez. Aklıma, içkiyi
kesin bir şekilde yasaklayan ayetler indiği zaman Müslümanların gösterdiği
hassasiyet ve emri yerine getirmede gösterdikleri sürat geliyor. Zira içki
kesin bir şekilde yasaklandığı zaman birçok Müslümanın evinde belki fıçılarla
içkisi vardı ve bunları elde etmek için kim bilir ne kadar çalışmış ve yorulmuşlardı.
Ancak hiçbiri “hele şu elimizdeki içkileri bitirelim artık, ondan sonra
Allah’ın içki yasağı emrine uyarız,” dememişti. Herkes elinde ne varsa tereddüt
etmeden, anında dökmüş ve belki ayların emeğini çöpe atmışlardı. Hz. Ömer’in
ifadesiyle Medine sokakları günlerce içki kokusundan geçilememişti.
Aynı zamanda tesettürü emreden ayetler indiğinde
Sahabenin gösterdiği hassasiyeti düşünüyor insan... Düşünün, tesettüre uygun
olmayan bir kıyafetle Mescide giden Müslüman hanımlar, mescitte iken inen tesettür
ayetini duyunca, başka imkân olmadığı için, mescidin halı ve kilimlerinden
buldukları parçaları üstlerine sararak evlerine gitmişlerdi. Biz olsaydık
muhtemelen “artık eve varalım ondan sonra hallederiz”, diye düşünürdük. Allah’ın
emirlerinin asla ötelenmemesi gerektiğini gösteren muhteşem itaat örnekleri ve
insanı hayran bırakan hassasiyet anlayışı. Dünya hayatı her an sona ermeye
mahkûm olduğundan, her konuda Allah’a itaat ertelenmemeli aslında. Bu camide de
iki rekât namaz kılıp dualar ettikten sonra, cami hakkındaki tanıtıcı bilgileri
kafilemizle paylaşıyoruz. Onlardan gelen soruları cevapladıktan sonra ayrılıyoruz…
Hendek / Mesacid-i Seb’a
Bugün ziyaret yerlerimizden biri de Hendek
savaşının meydana geldiği mekandır. Burada yolcuların arabadan inmesine izin
verilmiyor, dolayısıyla ziyaretlerimizi ağır bir şekilde seyir halinde olan otobüslerimizle
yapıp geçiyoruz. Geçerken gördüğümüz yerlere bakarak kafilemize olayı ve mekânı
anlatmaya çalışıyoruz. Efendimizin (sav) dua ve ibadet ettiği birkaç noktayı
birleştiren yerde bugün büyükçe bir mescit inşa edilmiş. Aynı şekilde Efendimizin
(sav) dua ettiği, çadırını açtığı, savaşın sevk ve idaresini yaptığı tepedeki noktada
küçük bir yapı inşa edilmiş. Tepenin etrafında farklı noktalarda irili ufaklı
küçük mescitler, o savaş hengamesinde sahabenin ileri gelenlerinin dua ve
tazarruda bulunduğu noktalarda inşa edilen hatıralar olarak karşımızda duruyor.
Kafilemize, bu savaşın Müslümanlar için
ölüm-kalım meselesi olduğunu hatırlatıyoruz. Müslümanların bir ay boyunca devam
eden muhasaraya karşı, ağır şartlar altında, gösterdikleri fedakârlık, sabır ve
sebatları sonunda düşmanın nasıl hezimet uğradığını anlatıyoruz. Ayrıca kuşatmanın
devam ettiği bu bir ay boyunca, savaşın şiddetlendiği zamanlarda bile ne
cepheyi ve ne de ibadetlerini asla terk etmediklerini vurguluyoruz. Savaş
esnasında dahi asla ihmal etmeden kıldıkları namazı (Salat’u-l Havf) münavebeli
bir şekilde nasıl kıldıklarını anlatarak ve arabalardan inmeden devam edip
gidiyoruz.
Uhud
Bir sonraki ziyaret yerimiz Uhud… Yekpare taş
parçasından oluştuğu için uhud/vahid adını alan bu dağın eteğinde Ayneyn (okçular)
tepesinin yanında duruyor, kıyamete kadar gelecek Müslümanlar için ibret ve
derslerle dolu olan Uhud savaşını anlatıyoruz kafilemize. Karşımızda Uhud Şehitlerinin
bulunduğu şehitlik var, etrafı yüksekçe bir duvarla çevrili, duvarın üstünde
demir parmaklıklar. Adeta içeriyi göstermemesi için parmaklıklar birbirine
neredeyse yapışık bir şekilde. İçerideki mezarlıklar yer seviyesi ile dümdüz
bir şekilde, sadece küçük birer taş parçası duruyor birbirine yakın noktalarda.
Bizim mezarlıklardaki gibi ad, soyadı vs. yazılı olduğu herhangi bir mezar taşı
yoktur. Burada Efendimizin (sav) savaşta şehit olan amcası Hz. Hamza başta
olmak üzere, 70 sahabe medfun bulunuyor.
Öteden beri mekanların ruhu olduğuna inanırım.
Bu mekândaki dinginlik, belki yaşanmışlıkların ortama kattığı derinlik bambaşka
dünyalara götürüyor insanı… Dikkat kesilince tekbir, tevhid, tehlil nidaları,
at kişnemeleri, savaş naraları, ok vızıltıları, kılıç-kalkan çarpışmaları,
yaralı iniltilerini duyar gibi oluyor insan. Bakışlarımızı biraz daha kaldırıp bakınca
Efendimizin (sav) savaş esnasında sığındığı mağara tam karşımızda. Neden
mağaraya sığınmak durumunda kaldı? Neden savaşın seyri Müslümanlar lehine devam
ederken birden aleyhlerine döndü? Neden oracıkta düştü yetmiş Sahabe toprağın
kara bağrına? Düşündükçe insanı derinden üzen sorular. Mübarek dişinin
kırıldığını, yüzünün yaralanıp kanının akarak burayı şereflendirdiğini hatırlıyor
insan…
Uhud derslerle dolu gerçekten. Bunları yer ve
zamanın müsaitlik durumuna göre kafilemizle beraber hatırlamaya çalışıyoruz;
1. İstişarenin Önemi ve Bağlayıcılığı. Efendimiz (sav) aslında meydan
savaşına taraftar değildi. Medine’de kalıp savunma savaşı yapılmasını arzu
ediyordu. Ancak savaş öncesi yaptığı istişarede, Sahabenin bir kısmı meydan
savaşında ısrar edince kendi görüşünden vazgeçerek istişarenin sonucuna uymuştur.
2. Azim ve Kararlılık. Yapılan istişarede Efendimizin (sav) taraftar olmadığı
halde meydan savaşını kabul ettiğini gören sahabeler, sonradan gelip pişman
olduklarını, savunma savaşında kalmayı kabul ettiklerini söylemelerine rağmen,
Hz. Peygamber (sav) “bir Peygamber zırhını giydikten sonra savaşmadıkça
çıkarmaz” buyurarak kararlı davranmıştır.
3. Verilen Talimatları Harfiyen Yerine Getirmenin Gerekliliği. Efendimiz
(sav) Ayneyn tepesine yerleştirdiği okçulara; “leş kargalarının
vücutlarımızı parçaladığını görseniz bile asla yerlerinizi terk etmeyin” diye
talimat vermişti. Ancak buna rağmen, farklı saiklerle yerlerini terk etmeleri,
Müslümanlar lehine olan savaşın seyrini birden aleyhlerine çevirmişti.
4. Sahabenin Peygamberimize (sav) olan Sevgisi. Her ortamda Allah Resulüne
(sav) olan sevgi ve muhabbetlerini gösteren Sahabe, Uhud günü savaş
şiddetlenince O’nun etrafında etten duvar ördüler. Hz. Musab b. Ümeyr başta
olmak üzere, kaç tanesi gelen kılıç darbeleri ve oklara karşı vücudunu siper
ederek Uhud’un eteklerinde şehit düştü ve bize fedakarlığın nasıl olması
gerektiğini anlattılar.
5. Efendimiz (sav) ve Sahabesinin davalarına olan iştiyakı ve cesaretleri. O
gün orada uğruna savaşılan tek dava İslam ve İslam’ın bizim gibi sonraki
nesillere ulaştırılması azmiydi. Herhangi somut bir menfaat vs. söz konusu
değildi. Onlar bu dava uğruna her şeyi göze aldılar.
6. Müslümanın aslında sert bir ağaç/kütük değil, adeta eğilen bir ekin gibi
olduğunu, kırılmadığını sadece eğildiğini ve akabinde hemen toparlandığını.
Zira o gün alınan yenilgi çok ağırdı ama bu, Müslümanların kökleri üzere
tekrar dirilmelerine ve biz buradayız demelerine engel olmadı.
7. En zor şartlarda bile başarıya olan azmi ve inancı kaybetmeden, hedefe
ulaşmanın yollarını aramanın gerekliliğini. Zira savaştan hemen sonra Hz.
Peygamber, ordusu ile düşmanı takip ederek, yıkılmadıklarını onlara gösterdi.
Bu ordu içerisinde yara-bere içerisinde olup bineği üzerinde dahi duramayacak
vaziyette olanlar vardı.
8. Efendimiz (sav) normal bir insan gibi tepkiler verdiği halde asla kin
tutmadığını. Zira Hz. Hamza’nın parçalanmış cesedini görünce “Amca ben
onlardan yetmiş tanesini bu hale getireceğim diye yemin etti.” Ancak
Allah’ın uyarmasıyla yemininden vazgeçerek kefaret ödedi. Çünkü O, kendini ve
davasını oracıkta boğmaya gelenleri bile daha sonra affeden yüce bir karakterdi.
9. İnsan eğitimi açısından, bugün kötü olan birinin yarın iyi biri olabileceğini
gösterdi ve bu konularda asla önyargılı olmamak gerektiği hatırlattı. Zira o
gün İslam’ın azılı düşmanı ve yenilginin baş mimarı olan Hz. Halid b. Velid
daha sonra İslam’ın keskin kılıcı ve bükülmez bileği olmuştur.
10. Peygamberimizin (sav) -Batılı bazı düşünürlerin iddia ettiği gibi-
savaş değil rahmet Peygamberi olduğunu gösterdi. Zira Uhud savaşı Medine’ye 5,
Hendek ise 7 km mesafede meydana gelmiştir. Düşünün, düşman 410 km mesafeden kalkıp
kendisini ve şehrini yok etmeye gelmişken, O (sav) bir nevi savaşa mecbur kalmış
ve şehrinin yanı başında savunmaya geçmiştir.
11. Savaş ne kadar büyük olursa olsun, nefisle yaptığımız sürekli savaşa
nispeten küçük cihad olduğunu. Asıl büyük cihad, ebedi ahiret yurdunu kazanmak
veya kaybetmek uğruna nefsimizle yaptığımız mücadeledir. Efendimiz (sav) Uhud
gibi bir savaştan dönerken öyle buyurmuştur.
12. Müslümanın, zaman ve zeminde istemediği bazı olayların meydana gelmesinden
dolayı zaman ve zemine küsmemesi gerektiğini. Uhud yenilgisinden sonra bazı
Müslümanlarda, oraya karşı bir antipati geliştiğini gören Efendimiz (sav); “Biz
Uhud’u severiz, Uhud da bizi”, buyurarak bunun önüne geçmiştir. Çünkü bütün
evren ve içindekiler Müslümandır.
13. Müslümanların, kendilerini yok etmeyi hedefleyen her olaydan sonra daha
bir güçlendiklerini. Nitekim Uhud bir açıdan Müslümanlar için her alanda daha
da güçlenmenin ve kendi ayakları üzerinde durmanın başlangıcı olmuştur.
Ziyaret ettiğimiz bu yerlerin her biri
Efendimizden (sav) ve Sahabesinden manevi izler taşıyor. O esnada insanı bambaşka
duygular, hisler, düşünceler sarıyor ki; bazen kalem tasvirden aciz kalıyor…
Böylece bizlerde ve kafilemizde duygulu anların yaşanmasına vesile olan bu
mekanların ziyareti de sona eriyor.
Gayet yerinde tespitler ve akıcı bir yazı. Kalemine ve eline sağlık. Yazıların devamını bekleriz.
YanıtlaSilAllah razı olsun hocam yüreğinize sağlık
YanıtlaSilHocam Allah razı olsun bizi sanki oralara götürdünüz duyğulandırdınız çok teşekkür ederim hocam Allah’a emanet oluntüm kafile arkadaşlarım
YanıtlaSilBu güzel yazı ile bir kez daha o mekanlara zihnen ve hayalen gittik, geldik, duygulandık, Uhud'ta hüzünlendik, kaleminize sağlık.
YanıtlaSil❤️
YanıtlaSilHEM SİRADAN BİR MÜSLÜMANIN HEMDE AKADEMİK ALANDA OLAN BİR İNSANİN ALACAĞI COK GÜZEL İFADELER OLAN DERİN ANLAMLI COK GÜZEL BİR ANLATİM OLMUŞ HOCAMIZIN ELLERİNE YÜREĞİNE SAĞLIK
YanıtlaSil