12 Şubat 2024 Pazartesi

İslâm Tarihi Kaynaklarından Fütûhât Kitapları


İSLÂM TARİHİ KAYNAKLARINDAN FÜTÛHÂT KİTAPLARI

Prof. Dr. Âdem APAK

GİRİŞ

İslâm tarihinin kaynaklarını ana kaynaklar ve müracaat eserleri olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. Ana kaynak, incelenmek istenen dönemden kalan veya o dönemle ilgili olarak bize ulaşan bakıyye ve kayıtlar demektir. Bunlar gözle görülen bir eser, ayakta kalan bir bina, yazılı bir vesika veya telif edilmiş kitap olabilir. Ana kaynaklar da kendi arasında esas ana kaynaklar ve yardımcı ana kaynaklar şeklinde ikiye ayrılır. Esas kaynaklar, müelliflerin belli dönem hakkında kaleme aldıkları ve bu döneme ait olaylarla, zamanın kültürel şartlarını aktarmayı hedefleyerek yazdıkları kaynaklardır. Bunun yanında eser sahiplerinin ilk planda tarihî hadiseleri aktarmak niyetiyle yazmadıkları ancak içlerinde doğrudan veya dolaylı olarak tarihle alakalı bilgilerin dağınık bir şekilde bulunduğu kaynaklar vardır ki, bunlara da yardımcı kaynak adı verilebilir. Şiir divanları, sözlükler ve fıkıh kitapları bu tür eserlerdendir.

İslâm tarihinin mühim kaynaklarından biri de coğrafya ve tarih kitaplarıdır. Hemdânî’nin (H.334/M.9045) Sıfatu Cezîreti’l-Arab, Makdisî’nin (H.390/M.1000) Ahsenü’t-Tekâsim’i, Bekrî’nin (H.487/M.1094) Mu’cem Ma’sta’cem, Yâkût el-Hamevî’nin (H.626/M.1229) Mu’cemu’l-Buldân’ı başta gelen coğrafya kitaplarıdır. Mu’cemu’l-Buldân aslında çoğunluğu coğrafyaya ait bilgiler içeren bir ansiklopedik eser olmakla birlikte, içinde tarih ve edebiyata dair bilgiler, kültür ve medeniyete ilişkin değerlendirmeler de mevcuttur.

Araplar nazarında en önde gelen tarih kitabı, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî‘nin Târîhu’r-Rusûl ve’l-Mülûk (veya Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk) isimli eseridir. Müellif, aynen tefsirinde yaptığı gibi ulaşabildiği bütün haberleri toplamış ancak birkaç istisna dışında rivayetleri herhangi bir tercihte bulunmaksızın aktarmıştır. Kendisinden sonraki genel tarih çalışmalarına da örneklik teşkil eden Taberî’nin bu kitabını muhteva açısından 3 kısımda değerlendirmek mümkündür. Birinci kısımda dünyanın yaratılması (kozmoloji), ardından da ilk insandan başlamak üzere insanlığın geçmişi anlatılır. Bu şekilde İslâm tarihinin muhtevası insanlık tarihiyle özdeş hale getirilmiş olur. Eserin bu bölümüne Peygamberler Tarihi de denilebilir. Taberî ve takipçilerinin eserlerinin başlangıç kısımlarında Yahûdî ve Hıristiyan kutsal kitaplarından çokça istifade edilmiştir ki, buna İsrailiyat adı verilmektedir. Bu sebeple gerek Taberî’nin, gerekse onu model alan sonraki tarihçilerin kitaplarının tenkide en mukavemetsiz olan kısımları bu başlangıç bölümleridir.

Târîhu’l-Ümem’in ikinci kısmında Hz. Peygamber’in (sav) hayatı ele alınır. Onun soyu, ailesi, peygamberlikten önceki hayatı, peygamberliği, savaşları bir meğâzî ve siyer kitabı üslubuyla aktarılır. Bu kısımlar umumî tarih kitaplarının en güvenilir yerlerini teşkil eder. Çünkü bu bölümler yazılırken, Kur’ân ve Hadis’in yanında sadece Hz. Peygamber (sav) dönemini ele alan siyer ve meğâzî kitaplarına müracaat edilmiştir.

Taberî ve müntesiplerinin kitaplarının son kısımları, Hz. Peygamber’den (sav) sonraki dönemden başlamak suretiyle müelliflerin kendi zamanlarına kadar geçen dönemi ele aldıkları bölümlerdir. Eserlerin bu bölümleri, birinci bölümler kadar zayıf olmamakla birlikte, siyeri konu edinen ikinci bölümler kadar da güvenilir değildir. Ancak ilk kaynak olmaları sebebiyle bu tür kitapların en orijinal bölümleri buralardır. Mes’ûdî‘nin et-Tenbîh ve’l-İşrâf,Mürûcü’z-Zeheb ve Ahbâru’z-Zaman’ı, İbnü’l-Esîr‘in el-Kâmil fi’t-Tarih’i, İbn Kesîr‘in el-Bidâye ve’n-Nihâye’si de Taberî ile benzer hususiyetler arz eder.

İslam tarihi kaynakları arasında genel tarih kitapları muhtevasına benzer konuları ele alan, ancak büyük oranda Müslümanların askerî faaliyetlerini, yayılma, yani fütuhat tarihini merkezinde rivayetler aktaran eserler genel olarak fütûhât kitapları olarak bilinir. İsimlerinde fütûhât bahisleri geçse de bu kaynaklarda Müslümanların sadece fetihleriyle değil, bazen iç siyasî hadiseleriyle, fethedilen topraklardaki imar ve iskân faaliyetleriyle, buralarda gerçekleştirdikleri toprak reformu ve iskân faaliyetleriyle de ilgilenmişlerdir. Bu sebeple fütûhât kitapları İslam tarihi araştırmaları için vazgeçilmez eserlerdir. Bu eserlerin en önemli ve en fazla müracaat edilenleri ise Belâzürî’nin Fütûhu’l-Büldân’ı, İbn Abdülhakem’in Fütûhu Mısır ve Ahbâruhâ’sı ile İbn A’sem’in Futûh’udur. 

I.    BELÂZÜRİ: FÜTÛHU’L-BÜLDÂN

Ebü’l-Hasen Ahmed b. Yahyâ b. Câbir b. Dâvûd el-Belâzürî’nin (ö. 279/892-93) doğum yeri ve tarihi bilinmemektedir. Farsça’dan Arapça’ya tercümeler yaptığı için çağdaş araştırmacılar genellikle onun İran asıllı olduğunu iddia ederler. Nesebi hakkında bilgi bulunmaması ve büyük dedesi Dâvûd’dan önceki atalarından hiç bahsedilmemesi de esasında bu kanaati güçlendirmekte ve bu bilgiler onun en azından Arap asıllı bir aileden gelmediğini göstermektedir. Künyesi ise kaynaklarda Ebü’l-Hasan, Ebü’l-Abbâs ve Ebû Ca‘fer şeklinde farklı olarak geçmektedir.

Belâzürî’nin hayatı ile ilgili olarak kaynaklarda bulunan bilgilerin büyük bir kısmı Abbâsî halifeleri ve vezirleriyle olan münasebetleri hakkındadır. Buna göre Halife Mütevekkil-Alellâh’ın huzurunda yapılan ilmî ve edebî sohbetlerde bulunmuş, Halife Müstaîn-Billâh da kendisine yakınlık göstermiştir. Onun selefi Mu‘tez de oğlu Abdullah’ın eğitim ve öğretimini kendisine emanet etmiştir. Mu‘temid-Billâh zamanında hayatının en sıkıntılı ve kötü günlerini yaşayan Belâzürî Hicretin 279. yılında (M.892-93) Bağdat’ta seksen yaşlarında iken vefat etmiştir. İbnü’n-Nedîm, onun hâfızasını kuvvetlendirmek için hindistan cevizine benzer bir meyve olan belâzür (semacarpus anacardium, anacard) içtiğini ve bundan dolayı hâfızasını kaybedip perişan bir halde akıl hastanesinde öldüğünü söyler. Bazı kaynaklar ise bu olayın kendisi ile değil, bilakis dedesi Câbir ile ilgili olduğunu ve Belâzürî nisbesinin de kendisine bu sebeple verildiğini kaydeder.[1]

Belâzürî’nin Ensâbü’l-Eşrâf ile günümüze kadar ulaşabilen iki önemli eserden birisi de bahsimizle ilgili olan Fütûhu’l-Büldân’dır. Müellif mezkûr kitabında İslâm fetihleri ile bu fetihlerin akabinde fethedilen bölgelerde gerçekleştirilen imar, iskân ve kültürel faaliyetleri ele almıştır.

Fütûhu’l-Büldân’ın konuları Hz. Peygamber’in (sav) Medine’ye hicretiyle başlar. Dolayısıyla müellifin, Allah Rasûlü’nün (sav) Mekke’den Medine’ye hicretini de bir fetih olarak değerlendirdiği anlaşılmaktadır. Belâzürî, Hicret’in ardından Hz. Peygamber’in (sav) Medine’ye girmeden önce birkaç gün kaldığı Kuba beldesinin hususiyetleri, yöre halkı, burada inşa edilen ilk Mescid hakkında bilgi verdikten sonra, bölge etrafındaki yerleşim yerlerinin, hatta daha sonra buraların kimlere ikta olarak verildiğini zikreder.[2] Bundan sonraki konu Benû Nadîr ve Benû Kureyza’nın Medine’den uzaklaştırılmaları ve cezalandırılmaları bahsi olup, burada onların kalan mallarının Hz. Peygamber (sav) tarafından nasıl muameleye tabi tutulduğu zikredilir. Aynı durum Müslümanlar tarafından Medine dışında fethedilen ilk Yahudi yerleşim mekânları olan Hayber, Fedek, Vâdi’l-Kurâ, Teymâ için de geçerledir.[3]

Belâzürî Müslümanlar için dönüm noktası olması sebebiyle Mekke’nin fethine de geniş olarak işaret etmiştir. Fethin gerekçelerini ve nasıl gerçekleştiğini zikrettikten sonra Mekke’nin yerleşim alanı ve maddî imkânları üzerine rivayetler aktarmıştır. Müellifin bu bahiste müstakil başlık altında ele aldığı konular ise Mekke Kuyuları ile Mekke selleridir.[4] Mekke’den sonra Hicaz’ın üçüncü önemli merkezi Tâif’e gelir. Bu kısımda Huneyn savaşı, ardından Tâif kuşatmasıyla başlayan mücadeleye işaret edilip, Tâif halkının Medine’ye gelip Müslümanlığı kabul etmesi özet bir şekilde aktarılıp Tâif’in maddî zenginlik ve imkânlarının aktarılmasıyla tamamlanır.[5] Müellif Tâif’in ardından Müslümanlar tarafından fethedilmiş bulunan Tebâle, Cüreş, Tebûk, Eyle, Ezruh, Makna, el-Cerbâ ve Dûmetü’l-Cendel fetihlerine dair bilgi ve rivayetlere yer verir.[6]

Belâzürî, Medine’ye hicreti fetih addederek eserine aldığı gibi, herhangi bir savaş ve çatışma olmaksızın İslam’ı kabul eden ve rıza ile Müslümanların idaresine girmeye razı olan Müslüman beldeleri de fütûhât konulu kitabında konu edinmiştir. Necranlılarla gerçekleştirilen anlaşma, Yemen, Umân, Bahreyn halkının davet mektupları neticesinde Müslümanlara itaatleri bu bahiste zikredilebilir.[7] Yemâme’yi de müstakil bir başlıkla ele alan müellif önce bölge halkının Müslümanlığı kabul etmesine, ardından da aynı yörede ortaya çıkan ve Müseylime liderliğinde gelişen irtidat hadiselerinin nasıl bastırıldığına işaret eder.[8]

Belâzürî ridde hadiselerinin tesirsiz hale getirilmesinin ardından Şam fetihleri bahsine geçer. Burada sadece fetihle ilgili bilgiler verilmekle yetinilmemiş, fetihten sonra bölge idaresi ve idarecileri hakkında da teferruatlı bilgiler verilmiştir. Şam fetihleri başlığı altında Busrâ, Ürdün, Dimaşk gibi merkezlerin fethedilmesiyle birlikte bu fetihlerin gerçekleşmesinde kilit rol oynayan Ecnâdeyn, Mercü’s-Sufer ve Yermük savaşı gibi önemli muharebelere, nihayet Kıbrıs’ın fethi ve fetih sonrası Kıbrıs yönetimine de işaret edilmiştir.[9] Eserde Şam fetihlerinden sonra Cezîre ve İrminiye fetihleri de konu edilmiştir.[10] Fütûhu’l-Buldân’da ele alınan fetih hareketlerinden biri de Mısır-Kuzey Afrika ve Endülüs hattındaki fetihlerdir. Hz. Ömer döneminde başlayan bu süreç Velid b. Abdülmelik zamanında tamamlanmıştır. Bu bölümde ayrıca Akdeniz’de fethedilen adalara da işaret edilmiştir.[11] Eserin geri kalan kısmı ise büyük oranda İran-Horasan coğrafyasının fethine ayrılmıştır. Başta Kadisiye savaşı ve Nihavend savaşı gibi Arap-Fars çatışmasında kilit rol oynayan savaşlarla birlikte, bölgedeki bütün önemli merkezlerin fethi detaylı bir şekilde incelenmiştir. Bu dönemde gerçekleştirilen fetih hareketleri Sicistan, Kabil ve Sind fetihleriyle tamamlanmıştır. Fetihlerin aktarıldığı konuların yanı sıra eserde Kûfe, Basra, Bağdat gibi şehirlerin kuruluşuna değinilmiş, ayrıca Araplarda ilk para kullanımı, haraç ve toprak kullanımı hükümleri, Hz. Ömer döneminde verilen atâlar ve mühürler hakkında da bilgiler aktarılmıştır.[12]

Belâzürî eserinde, savaşların teferruatına girmeden bir yerin kimin tarafından ve hangi tarihte fethedildiğine, barış (sulhen) veya savaş (anveten) yoluyla ele geçirildiğine dair haberleri ve buna bağlı olarak muahedelerle belirlenen toprak vergilerini, bu arada İslâm devleti hâkimiyetine giren gayri müslimlerin ödedikleri cizye miktarlarını da zikretmiştir. Onun eseri ayrıca fetihlerden sonraki imar ve iskân faaliyetlerine, yapılan camilere, çarşılara, açılan kuyulara ve kanallara, inşa edilen köşk ve saraylara, iktâ edilen veya mera haline getirilen topraklara ait haber ve rivayetlere yer vermesiyle dikkat çeker.

Belâzürî Fütûhu’l-Büldân’ı yazarken daha önceki tarihçilerin çoğu zamanımıza kadar ulaşmamış kitaplarından, özellikle Vâkıdî, Ebû Ubeyd Kāsım b. Sellâm, Medâinî, İbn Sa‘d ve İbn Hişâm’ın eserlerinden, çeşitli yerleri ziyareti sırasında edindiği ve bilhassa Abbâsî sarayındaki yakın dostlarından aldığı bilgilerden istifade etmiştir. Onun haber ve bilgileri rivayet ederken hadisçilerin takip ettikleri yaygın sened usulüne göre râvilerin isimlerini zikretmekle beraber, zaman zaman da adlarını vermeden “râvilerin dediklerine göre” ifadesiyle olayları bir bütünlük içerisinde vermeyi tercih etmiştir. Müellif ayrıca hadis ve siyer âlimlerinin rivayetlerini, bunun yanında ülkelerin fetihlerine dair çeşitli sözleri bazen aynen naklettiğini, bazen da diğer rivayetlerle karşılaştırıp doğruyu bulmaya çalıştığını söyleyerek takip ettiği metodu da belirtmiştir.

İslâm fetihleri alanında yazılmış olup günümüze kadar gelebilen eserlerin en eskilerinden biri olan Fütûhu’l-Büldân meşhur tarihçi Mes‘ûdî’nin takdirini kazanmış[13], Yâkūt el-Hamevî de Mu’cemü’l-Büldân’ı yazarken bu eserden geniş ölçüde faydalanmıştır. Belâzürî bu eseriyle tarih alanında olduğu kadar coğrafya alanına da büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca Basra, Kûfe, Fustat, Kayrevan gibi yeni şehirlerin kurulması ve bunların planları, ayrıca Arap kabilelerinin çeşitli bölgelere yerleşmesiyle ilgili olarak medeniyet tarihi ve ülkelerin İslâmlaşması açısından çok önemli bilgiler vermiştir.[14]

II.     İBN ABDÜLHAKEM: FÜTÛHU MISR VE AHBÂRUHÂ

Asıl adı Ebü’l-Kāsım Abdurrahmân b. Abdillâh b. Abdilhakem el-Mısrî el-Kureşî (ö. 257/870) olan İbn Abdülhakem Fustat’ta 182 (798) veya 187 (803) yılında doğdu. Dedesinin ismine izâfeten İbn Abdülhakem lakabıyla tanınır. Babası Abdullah ise İmam Mâlik’in öğrencilerinden daha sonra Mâlikî mezhebinin imamı ve aynı zamanda Mısır’ın başlıca âlimlerinden biridir. İbn Abdülhakem ilk tahsilini babasının yanında tamamlamış ve ondan özellikle Mâlikî fıkhıyla birlikte pek çok hadis öğrenmiştir. Muharrem 257’de (Aralık 870) Fustat’ta vefat eden İbn Abdülhakem, İmam Şâfiî’nin kabrinin yanına defnedilmiştir. Kendisi fakihliği ve hadisçiliği yanında daha çok tarihçiliğiyle ünlüdür.[15]

İbn Abdülhakem’in günümüze yalnız Fütûhu Mısr ve Ahbâruhâ adlı kitabı ulaşmıştır. Fütûhu Mısr ve’l-Maġrib ve’l-Endelüs, Fütûhu Mısr ve’l-İskenderiyye ve’l-Maġrib ve’l-Endelüs ve abâruhâ adlarıyla da bilinen eser hususen Mısır, İfrîkıye, Mağrib ve Endülüs’ün Müslümanlar tarafından fethini anlatan ana kaynaklardan birisidir. Müellif kitabını hazırlamada klasik tarih yazarlarının üslûbunu aynen takip etmiş; derlediği bilgileri tenkit süzgecinden geçirmeden, fakat kuvvetli rivayetlerden başlayarak kitabına almıştır; binaenaleyh onun bazen birbiriyle çelişkili iki rivayeti birlikte verdiği görülür.

İbn Abdülhakem’in Fütûh’a Hz. Peygamber’in Kıptîler hakkındaki hadisleriyle başlayıp ardından bölgenin İslam öncesi tarihi ve bu topraklarda geçen peygamberlerin hayatlarıyla Benî İsrail’in Mısır’daki serüvenini aktadır. Bu kısımda ayrıca Mısır’ın gerek Bâbilliler, gerek Rumlar, gerekse Fârisiler tarafından işgal süreçleri de ele alınır.[16]

Müslümanların Mısır ile ilişkilerinin başlangıcı, Hz. Peygamber’in (sav) Mukavkıs’a sahâbeden Hâtıb b. Ebî Beltea’nın götürdüğü davet mektubu faslıyla başlar. Ardından Amr b. el-Âs’ın Mısır’ı fethi ve fethin ardından Mısır’da gerçekleştirilen imar, iskân ve iktisadî faaliyetler üzerinde durulur. Bu arada Mısır merkezli başka fetih hareketlerine de işaret edilir.[17] Eserde Mısır’ın fethi ve iskânından sonra Kuzey Afrika’nın fethi konuları başlar. Bunun ardından da Amr b. el-Âs’ın ardından Afrika fetihlerine çıkan komutanlar ve onların fetih faaliyetleri sıralanır.[18]

İbn Abdilhakem Endülüs’ün fethi için müstakil bir başlık açmıştır. Bu bölümde Müslümanlar’ın Kuzey Afrika üzerinde İspanya topraklarına intikali ve mezkür coğrafyada gerçekleştirdikleri fetih hareketlerinden bahsedilir.[19] Endülüs fethi bahsinden sonra fetihten 246 (860) yılına kadar Mısır’da kadılık yapan şahıslar ve onların kaza faaliyetleri isim sırasına göre aktarılır.[20] Bunun ardından gerek fetih zamanında, gerekse fetihten sonra bölgeye gelen sahâbîler ile onlardan hadis nakledenler veya kendilerinden hadis rivayet edilenler, ayrıca onlar aracılığı ile yayılan hadislerden bahsedilmiştir.[21]

İbn Abdülhakem eserini hazırlaması esnasında hadislerden, kendinden önceki tarihçilerin eserlerinden ve kussâs rivayetlerinden faydalanmıştır. Bu sebeple onun kitabı kendisinden sonraki Mısır tarihçileri için vazgeçilmez bir kaynak olmuştur. Bilhassa Nüveyrî’ninNihâyetü’l-ereb, Makrîzî’ninel-Hıtat İbn Tağrîberdî’ninen-Nücûmü’z-zâhire ve Süyûtî’ninHüsnü’l-muhâdara adlı eserlerinde Mısır, İfrîkıye, Mağrib ve Endülüs’ün müslümanlar tarafından fethini anlatırken bu kitabı neredeyse kelimesi kelimesine iktibas etmişlerdir. Ayrıca İbn Haldûn el-İber’inde özellikle Berberîler hakkında bilgi verirken, Yâkūt el-Hamevî ise Mısır coğrafyasındaki pek çok yer için İbn Abdülhakem’den faydalanmıştır. Onun eseri İslâm dininin Kuzey Afrika ve Endülüs’e yayılmasında Mısır’ın oynadığı rolü ortaya koyması bakımından ayrı bir önemi haiz olup Afrika’nın İslâmlaşması ve Araplaşmasıyla ilgili araştırma yapanların mutlaka müracaat etmeleri gereken bir kaynaktır. Kaldı ki bu eser mahallî tarih yazıcılığının ilk örneklerinden biri olması itibariyle de ayrıca önem taşımaktadır.[22]

III.  İBN A‘SEM el-KÛFÎ: KİTÂBÜ’L-FÜTÛH

Asıl adı Ebû Muhammed Ahmed b. A‘sem el-Kûfî el-Ahbârî (ö. 320/932’den sonra) olan müellifin doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemektedir. Kaldı ki onun isminde de ihtilâf vardır. Kitabının Arapça aslında Ahmed b. Muhammed b. A‘sem, Farsça tercümesinde Ahmed b. Ali A‘sem şeklinde geçen isim, hakkında bilgi veren iki kaynaktan Yâkūt’un Mu’cemü’l-üdebâ’sında Ahmed b. A‘sem, Kâtib Çelebi’nin Keşfü’ž-žunûn’unda ise bir defa Muhammed b. Ali, bir defa da Ahmed b. Ali (II, 1239) şeklinde yazılmıştır.

İbn A‘sem’in Kitâbü’l-Fütûh adıyla bilinen tek eserinin Arapça aslı ile Farsça tercümesi bulunmaktadır. Eser Hulefâ-yi Râşidîn dönemi konularıyla başlar. Bu bahiste ele alınan ilk konu Benî Saîde toplantı yerinde Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesidir. Müellif bundan sonra ridde hadiseleri ile bu olayların bastırılması konu edinir.[23] Ridde hadiselerinden sonra Şam fetihleri bahsine geçilip burada Müslüman orduların Şam beldelerine sevk edilmesi ile Bizans ordularıyla gerçekleştirilen savaşlar aktarılır. Bölgede meydana gelen savaşların başta gelenleri Ecnadeyn, Mercüssufer’dir. Hz. Ebû Bekir dönemin askerî seferleri onun vefatı esnasında gerçekleşen Dimeşk fethiyle sona erer.[24] Müellif özellikle Hz. Ömer zamanındaki fetihleri geniş olarak eserine alır. Bu bahiste aynı anda hem Irak-İran cephesinde, hem de Şam-Filistin cephesinde gerçekleşen savaş ve fetihlerden haberler aktarır. Şüphesiz bu iki cephede her iki taraf için de en kritik savaşlar Irak’ta Kâdisiye savaşı, Şam topraklarında ise Yermük savaşıdır. Müellif fetihlerle ilgili rivayetler aktarırken, Hicretin 18. Yılında Şam bölgesinde gerçekleşen veba salgınında vefat eden ashâbdan da özel olarak bahseder.[25]

Futûh’ta Şam fetihlerinden sonra Cezîre fetihlerine geçilir. İyâz b. Ganm’in riyasetinde gerçekleştirilen fetihler sonucunda Ruha, Nusaybin, Meyyafâkin gibi önemli Cezîre şehirleri Müslümanların eline geçmiştir.[26] Müellif Cezîre fetihlerinin ardından Horasan şehirlerinin fethini ele alır. Bu bahiste en önemli fetihler Tüster, Rey, İsfâhan iken, en kritik zafer de Nihavend savaşıdır.[27]

Hz. Ömer’in şehit edilmesinden sonra halifelik makamına gelen Hz. Osman döneminde de fetih hareketleri kesintisiz devam etmiştir. İbn A’sem, Hz. Osman dönemi fetihlerini Horasan fetihlerini aktararak başlatır. Buna göre bölgede gerçekleştirilen en mühim fetihler Nisâbur, Tus, Merv, Herat, Serahs, Nesâ, Talkân, Merv er-Rûz, Kabil, Sicistan ve Belh şehirlerinin zaptedilmesidir.[28] Müellif Horasan fetihlerinin ardından Ermeniye seferlerine de değinir.[29]

Fütûh’ta sadece Hz. Osman dönemi fetihleri değil, onun şehit edilmesine kadar gerçekleşen hadiseler ve iç siyasi karışıklıklara da teferruatla yer verilmiştir.[30] Aynı durum Hz. Ali dönemi için de geçerlidir. Bu süreçte hiçbir fetih hareketi gerçekleşmemiş, Müslümanlar kendi aralarında iç çatışmalar yaşamışlardır ki, bunların başında halife Hz. Ali ile Cemel ashabı arasında gerçekleşen Cemel savaşı, yine halife ile Muaviye arasında gerçekleşen ve Irak-Şam savaşı olarak da nitelendirilebilecek olan Sıffin savaşı gelir. İbn A’sem eserinde bu çatışmaların başlangıç safhası, gerçekleşme süreci ve sonuçları hakkında teferruatlı bir şekilde durmuştur.[31]

Müellif Sıffin savaşından sonra gerçekleşen Hakem Olayı ile bu hadisenin devamı mahiyetinde olan Hz. Ali ile Muaviye arasındaki iktidar mücadelesine geniş olarak değinir.[32] Bundan sonraki konular ise Hz. Ali’nin Hâricîlerle mücaledesi ve nihayet onlar tarafından şehit edilmesidir.[33] Halifenin şehid edilmesinden sonra Kûfeliler onun oğlu Hz. Hasan’a biat etmişler, ancak daha fazla Müslüman kanının dökülmesini istemeyen ve Iraklılarla birlikte gerçekleştirilecek bir girişimin başarıya ulaşmasını mümkün bulmayan Hz. Hasan’ın Muaviye’ye biatıyla birlikte Müslümanlar için yeni bir süreç başlamıştır.[34]

Muaviye’nin Müslümanları birleştirmesinin ardından yeni fetih hareketi başlatılmıştır. İbn A’sem, eserinde Muaviye dönemi fetihlerini Horasan ile başlatır. Buna göre bölgedeki fetih faaliyetleri özellikle Ziyad b. Ebih riyasetinde gerçekleştirilmiştir.[35]

Muaviye’den sonra halife Yezid ile Hz. Hüseyin hareketi de Futûh’un muhteviyatında yer bulmuştur. Yezid’in Hz. Hüseyin’den biat alma girişimiyle başlayan hadiseler Kerbelâ hadisesiyle sona erer.[36] Müellif, Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra Mekke merkezli bir siyasi hareket başlatan Abdullah b. Zübeyr’in faaliyetlerini ve Emevî iktidarının onu etkisiz hale getirme girişimlerini de konu edinir.[37]

İbn A’sem, Irak valiliği bölgesinde Mühelleb b. Ebî Sufra komutasında Hâricîlere karşı gerçekleştirilen savaşlara geniş yer ayırmıştır. Ayrıca Kûfe’de gerek Süleyman b. Surad, gerekse Muhtar es-Sekafî’nin faaliyetleri de ele alınmıştır.[38]Futûh’da Abdülmelik döneminde Haccâc b. Yûsuf’un Irak valiliği esnasında gerçekleşen hareketler, onun özellikle Hâricîlerle mücadelesi üzerinde durulur.[39]

Emeviler dönemindeki en etkileyici fetihler şüphesiz Velid b. Abdülmelik zamanında gerçekleştirilmiştir. İbn A’sem onun dönemindeki fetihlere eserinde geniş bir şekilde yer verir. Kuteybe b. Müslim’in Horasan, Toharistan ve Maveraünnehr fetihleri bunların başında gelir.[40] Müellif daha sonra fazla fetih hareketlerinin görülmediği, Süleyman b. Abdülmelik ve Ömer b. Abdülaziz dönemlerini özetle aktarır.[41] Bunun ardından hızlı bir şekilde Abbâsi ihtilâli ve bunun sonucunda Emevî devletinin yıkılış süreci aktarılır.[42]

İbn A’sem Abbâsîler döneminde Ebu’l-Abbâs’ın halife seçilmesi, onun ardından Mansûr’un halifeliği, onun amcası Abdullah b. Ali ile mücadelesi, bu mücadelede kendisine en fazla yardımı sağlayan Ebû Müslim Horasânî’in ortadan kaldırılması gibi dâhilî meselelerin yanı sıra, Ebû Cafer’in Ermeniye ve Azerbaycan seferlerine işaret edilir.[43] Müellif bunun ardından özet olarak Abbâsî halifeleri Mehdî ve Hâdî dönemlerini aktardıktan sonra Harun Reşîd’in halifeliği dönemindeki faaliyetlerine geçer. Onun ardından oğulları Emîn ve Me’mûn arasında gerçekleşen iktidar mücadelesi konu edinilir. Me’mûn’un halifeliğini de ele alan Futûh’un son cildi Mutasım’ın halifeliğe geçmesi ve Türk komutanı Afşin’i Bâbek el-Hürremi üzerine göndermesi bahsiyle tamamlanır.[44]

Tarihçilerin Kitâbü’l-Fütûh’un Arapça aslından faydalanmaları ancak XX. yüzyılın ortalarına doğru gerçekleşmişken Farsça tercümesinin daha çok Şiî çevrelerinde ve eserlerini Farsça yazanlar arasında olmak üzere XIII. yüzyıldan itibaren yaygınlaştığı görülmektedir Müsteşriklerin bir kısmı eseri Farsça tercümesi vasıtasıyla tanımışlar ve ilgilerini çeken bölümlerini Batı dillerine yaptıkları tercümeleriyle birlikte neşretmişlerdir

Eser, Arapça metin olarak ilk defa sekiz cilt halinde Haydarâbâd-Dekken’de basılmış (1388-1395/1968-1975) ve arkasından aynı baskı Beyrut’ta Dârünnedve el-Cedîde tarafından ofset olarak tekrarlanmıştır (ts.). Daha sonra yine Beyrut’ta Naîm Zerzûr’un yazdığı bir mukaddime ile dört cilt (1406/1986) ve Süheyl Zekkâr’ın tahkikiyle üç cilt (1412/1992) halinde iki ayrı baskısı yapılmıştır.[45]

 

 

 

 

 

 

KAYNAKLAR

·        Becker, C. H., “Belâzürî”, İA, II, 467-468.

·        Belâzürî, Ebû’l-Abbâs Ahmed b. Yahyâ b. Câbir (279/892), Futûhu’l-Buldân, (çev. Mustafa Fayda), Siyer Yayınları, İstanbul 2013.

·        Fayda, Mustafa, “Belâzürî”, DİA, V, 392-393.

·        Fayda, Mustafa, “İbn A’sem el-Kûfî”, DİA, XIX, 325-326.

·        Günaltay, M. Şemseddin, İslamda Tarih ve Müverrihler, İstanbul 1339-42.

·        İbn Abdülhakem, Ebu’l-Kasım Abdurrahman b. Abdillah (257/870), Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, (thk. Charles Torrey), Leiden 1920.

·        İbn A’sem el-Kûfî, Ebû Muhammed b. Ahmed (314/926),Kitâbü’l-Futûh, I-VIII, (Thk. Ali Şiri), Beyrut 1991.

·        İbn Nedîm, Ebu’l-Ferec Muhammed b. İshak (385/955), el-Fihrist,Kâhire 1348.

·        Mes’ûdî, Ebu’l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (345/956), Mürûcü'z-Zeheb, I-IV, (thk. Muhammed MuhyiddinAbdulhamid), Mısır 1964.

·        Özkuyumcu, Nadir, “İbn Abdülhakem”, DİA, XIX, 278-279.

·        Togan, Zeki Velidi, “İbn A’semülkûfî”, İA, V/2, 702.

·        Torrey, C.C., “İbn Abdülhakem”, İA, V/2, 694-695.

 






 



[1]     İbn Nedîm, el-Fihrist,Kâhire 1348, s. 170.

[2]     Belâzürî, Futûhu’l-Buldân, (çev. Mustafa Fayda), Siyer Yayınları, İstanbul 2013, s. 1-17.

[3]     Belâzürî, Futûh, s. 18-39.

[4]     Belâzürî, Futûh, s. 40-61.

[5]     Belâzürî, Futûh, s. 62-66.

[6]     Belâzürî, Futûh, s. 67-72.

[7]     Belâzürî, Futûh, s. 73-101.

[8]     Belâzürî, Futûh, s. 102-110.

[9]     Belâzürî, Futûh, s. 127-190.

[10]   Belâzürî, Futûh, s. 200-243.

[11]   Belâzürî, Futûh, s. 243-274.

[12]   Belâzürî, Futûh, s. 274-549.

[13]   Mesûdî, Mürûcü’z-Zeheb,I-IV, (thk. Muhammed MuhyiddinAbdülhamid), I, 22.

[14]   Günaltay, M. Şemseddin, İslamda Tarih ve Müverrihler, İstanbul 1339-42, s. 25-26; Becker, C. H., “Belâzürî”, İA, II, 467-468; Mustafa, Fayda, “Belâzürî”, DİA, V, 392-393.

[15]   İbn Nedîm, el-Fihrist, s. 881.

[16]   İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, (thk. Charles Torrey), Leiden 1920, s. 2-37.

[17]   İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, s. 45-173.

[18]   İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, s. 192-204.

[19]   İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, s. 204-226.

[20]   İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, s. 226-247

[21]   İbn Abdülhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, s. 247-319.

[22]   Günaltay, Şemseddin, İslamda Tarih ve Müverrihler, s. 104-107; Torrey, C.C., “İbn Abdülhakem”, İA, V/2, 694-695; Özkuyumcu, Nadir, “İbn Abdülhakem”, DİA, XIX, 278-279.

[23]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, I-VIII, (Thk. Ali Şiri), Beyrut 1991, I, 6-79.

[24]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, I, 79-124.

[25]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, I, 124-249.

[26]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, I, 261.

[27]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, II, 271-321.

[28]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, II,336-341.

[29]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, II,343-346.

[30]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, II, 376-429.

[31]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, II, 343-568, III, 1-191.

[32]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, IV, 197-248.

[33]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, IV, 251-280.

[34]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, IV, 283-305.

[35]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, IV,314-318.

[36]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, V, 9-136.

[37]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, V, 140-169.

[38]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, VI, 177-371.

[39]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, VII,5-133.

[40]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, VII, 133-166.

[41]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, VII, 166-213.

[42]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, VIII, 217-352.

[43]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, VIII, 352-370.

[44]   İbn A’sem el-Kûfî, Kitâbü’l-Futûh, VIII, 370-437.

[45]   Togan, Zeki Velidi, “İbn A’semülkûfî”, İA, V/2, 702; Fayda, Mustafa, “İbn A’sem el-Kûfî”, DİA, XIX, 325-326.


 

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar