KUZEY AFRİKA’DA İSLÂMIN YAYILIŞI
Prof. D.
Adem APAK
GİRİŞ
İslâm dininin tebliği esnasında Küçük Asya (Anadolu), Kuzey Afrika, Mısır, Suriye ve Avrupa’da Tuna nehri’ne kadar olan bölgede Bizans İmparatorluğu hüküm sürüyordu. Miladi VII. yüzyılda üç kıtada büyük bir coğrafyayı kontrol eden Bizans, merkezde taht kavgaları ve iç karışıklıklar sebebiyle gücünü kaybetmiş durumdaydı. Üstelik farklı mezheplere mensup vatandaşlarına uyguladığı dinî baskılar devletin halk üzerindeki meşrûiyetini yitirmesine sebep olmuştu. Kuzeyden gelen Avar ve Slav tehdidi, doğuda ise Sâsânîlerin yayılma politikası devleti çözülmenin eşiğine getirmişti. Nitekim Sâsânîler, Miladi 611 yılında Suriye, Anadolu ve Mısır gibi önemli Bizans bölgelerini istila etmek sûretiyle İstanbul yakınlarına kadar ulaşmışlardır. İmparator Herakleios (M.610-641), bu saldırılardan ancak ağır şartlar altında bir anlaşma imzalayarak kurtulabilmiştir. İki taraf arasındaki çatışma Miladi 622 yılında yeniden başlamış, Bizanslılar Miladi 627 yılında meydana gelen Ninova savaşında Sâsânîleri kesin bir mağlubiyete uğratarak, kaybettikleri toprakları yeniden kazanmışlardır. Bizans elde ettiği bu başarıya rağmen, içteki siyasî mücadele ve dinî problemleri çözememiştir.[1] Bütün bunların sonucunda ülkenin resmî mezhebinden olmayan muhtelif Hıristiyan topluluklar kendi dindaşlarının emri altında yaşamaktansa, yabancı bir hâkimiyeti tercih etmeye, hatta dışarıdan gelecek başka güçleri kendileri için kurtarıcı olarak görmeye başlamışlardır.[2]
İslâm dininin zuhurundan önce Arabistan’ın kuzey kısımları da Bizans’ın kontrolünde bulunuyordu. Bölgede III. yüzyılın başlarında Güney Arabistan’dan Suriye topraklarına göç ederek Gassân nehri kıyılarını yurt edinmiş olan Gassânîler yaşıyordu. Onlar daha önceleri Roma İmparatorluğu’nun tesiriyle Hıristiyanlaşmışlardı. Bizans devleti ülkenin güney sınırlarını çölde yaşayan bedevîlerden ve Sâsânî saldırılarından koruyabilmek için bu devletin varlığını desteklemiştir.[3] Hicretin 8. yılında (M. 629) Hz. Peygamber’in (sav) Gassânîlere gönderdiği elçisi Hâris b. Umeyr, bölge valisi Şurahbil b. Amr tarafından Mûte’de öldürülünce bu devlet üzerine sefer düzenlenmiştir. Mûte savaşı, Müslümanların Arap Yarımadası dışına bundan sonra tertip edecekleri futûhâtın da ilk adımı olmuştur. Artık Müslüman Arapların yeni hedefi, Arabistan’ın kuzeyinde yer alan Şam topraklarıdır. Nitekim bu hadiseden bir yıl sonra (9/630) Gassânîler tarafından Medine‘ye yönelik büyük bir saldırı düzenleneceği haberinin alınması üzerine Hz. Peygamber (sav), Tebük seferini gerçekleşmiştir. Bu askerî harekât, aslında Hz. Peygamber’in (sav) Doğu Roma İmparatorluğu’na meydan okuma girişimidir. Sefer sonucunda Rumların, kendi topraklarına giren ve burada yirmi gün bekleyen Müslümanlara karşı çıkmamış olması, Bizans’ın Arabistan’ın kuzeyinde yer alan bölgeleri terk ettiklerinin açık bir işaretidir. Nitekim bu hadiseden sonra ne Bizanslılar ne de bölgede onların müttefiki durumundaki Hıristiyan Araplar, Hicaz’daki Müslümanlar üzerine herhangi bir askerî faaliyet düzenleme cesareti gösterememişlerdir. Artık yakın gelecekte Araplar ile Bizans’ın hesaplaşma merkezinin Şam toprakları olacağı belli olmuş, roller değişerek Müslümanlar için hücum, Hıristiyanlar için ise savunma süreci başlamıştır. Dolayısıyla Arap Yarımadası’nın kuzeyinden itibaren bir taraftan Küçük Asya (Anadolu) içlerine, diğer taraftan da Atlas Okyanusu’na kadar ulaşacak olan Müslüman fetih harekâtının esas başlangıç adımının Tebük Seferi olduğunu söylemek, dolayısıyla bu faaliyeti başlatanın bizzat Hz. Peygamber (sav) olduğunu ileri sürmek mümkündür.
I. İSLÂM’IN KUZEY AFRİKA’YA ULAŞMASININ ÖNCÜ ADIMLARI: BİLÂDÜ’Ş-ŞAM’IN
FETHİ
Hz.
Peygamber’in (sav) vefatından sonra Müslümanların
idaresini üstlenen Hz. Ebû Bekir’in iki yıllık yönetimi süreci, Müslümanlar
için peygamber idaresinden hilâfet yönetimine geçiş tecrübesi olarak kabul
edilebilir. Kısa, ancak çok zor geçen bu dönemde Hz. Ebû Bekir, vahiy kültürüyle yönetilmeye alışmış insanları
peygambersiz bir idareye uyarlamakta büyük çaba harcamış ve bunda başarı sağlamıştır.
Hz.
Peygamber’in (sav) vefatının ardından gerçekleşen hilâfet
tartışmalarının suhuletle halledilmesi meselesinden sonra Müslüman toplumun
karşı karşıya geldiği ikinci önemli hadise, kısaca ridde adı verilen ve yönetime
karşı girişilen isyanlardır. Zira bu problem Müslümanların birliğini hatta varlığını
tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. Hz. Ebû Bekir, aldığı tedbirler sayesinde
Rasûl-i Ekrem’in (sav) vefatından fazla bir süre geçmeden yönetime
karşı isyan faaliyetlerini etkisiz hale getirmiş, bu şekilde Arap Yarımadası’nda Müslümanların siyasî hâkimiyeti yeniden
tesis edilmiştir.
Hz. Ebû Bekir, ridde meselesinin hallinden sonra vakit
kaybetmeksizin fetih hareketlerini başlattı. Onun gerçekleştirdiği bu faaliyetler,
Hz. Peygamber’in (sav) daha önce attığı adımın devamı mahiyetteydi. Zira Allah
Rasûlü (sav) vefatından hemen önce Şam topraklarına gönderilmek üzere Üsâme b. Zeyd komutasında bir ordu hazırlamıştı. Ancak rahatsızlığı
ve akabinde vefatı sebebiyle bu teşebbüs akamete uğramıştır. Hz. Ebû Bekir, halîfe
seçilmesinin hemen ardından hazır bekleyen askerî birliği harekete geçirmeye
karar verdi.[4]
Gerekli hazırlıkların tamamlanmasının ardından ordu 1 Rabîülâhir 11 (26 Haziran
632) tarihinde Medine’den yola çıktı. Yaklaşık iki buçuk ay süren seferde
Müslümanlar Suriye’de Akabe körfezinin doğu kesimlerine kadar ilerleyerek bölgede
kontrolü temin ettiler. Ayrıca burada yaşayan âsî kabileleri itaat altına aldıktan
sonra Medine’ye döndüler.[5]
Üsame ordusunun başarılı harekâtından
sonra Bizans üzerine daha koordineli bir fetih harekâtına girişildi. Hedef
Bizans’a bağlı olan ve Hıristiyan Arapların yaşadıkları Kuzey Arabistan’dı. Halifenin
öncelikli hedefi Suriye çevresindeki Arap çemberini ortadan
kaldırmaya, bu sayede Müslümanların Araplar dışındaki diğer milletlerle temasa
geçmelerini sağlamaya çalıştı.
Harekât
için hazırlıkların tamamlanmasından sonra Müslümanlar Hicretin 12. yılından
(M.633) itibaren Suriye sınırını
geçerek Şam topraklarında girdiler.[6]
Komutanlardan Ebû Ubeyde, Câbiye[7];
Yezîd b. Ebû Süfyan, Belkâ[8];
Şurahbil b. Hasene, Ürdün; Amr b. el-Âs da Arebe’ye[9]
karargâh kurdu.[10]
Müslümanların Suriye’ye ulaştığı
bilgisini alan Kayser Heraklieos, kardeşi Theodor (Tezârik) komutası altında doksan bin kişilik orduyu harekete
geçirdi.[11] Şam
bölgesinde Arabe mevkiinde konuşlanmış bulunan ve emrindeki birliklerle
Rum ordusuna karşı savaşmasının mümkün olmadığını düşünen Amr b. el-Âs durumu halîfeye bildirdi.[12]
Hz. Ebû Bekir bunun üzerine Irak cephesinde savaşan Hâlid b. Velîd’i Şam’a sevketti[13]
Amr b. el-Âs, Yezîd b. Ebû Süfyan, Şurahbil b. Hasene gibi Şam bölgesinin farklı yerlerinde karargâh
kurmuş olan Müslüman komutanlar da ordularıyla birlikte Hâlid b. Velîd ile kuvvetlerini birleştirdiler. Suriye
topraklarında Müslümanlar ile Rumların karşı karşıya geldikleri ilk büyük savaş
olan ve Hicretin on üçüncü yılı 28 Cemâziyelevvel’de (30 Temmuz 634) meydana
gelen Ecnâdeyn[14]
meydan muharebesi, Arap fatihlerin galibiyetiyle sonuçlandı. Savaşın İslâm
ordusunun mutlak zaferi ile neticelenmesi, Araplara Filistin topraklarının yolunu açtı.[15]
Zafer haberini aldıktan kısa süre sonra 22
Cemâziyelâhir 13 (23 Ağustos 634) tarihinde Hz. Ebû Bekir vefat edince Şam
fetihlerinin sorumluluğu yeni halife Hz. Ömer’e geçti.[16]
Ecnâdeyn Savaşı’nda
yenilgiye uğrayan Bizans askerleri, İliyâ (Kudüs), Kayseriye, Dımaşk, Hıms[17],
Beysan[18]
ve Fihl[19]
gibi Şam şehirlerine sığınmışlardı. Onları takip eden
Müslümanlar Ürdün sınırları içinde yer alan ve Şeria nehrinin doğu yakasında
bulunan Fihl şehrine ulaştılar. Bizans İmparatoru
bunun üzerine yeni bir orduyu Müslümanlar üzerine harekete
geçirdi. Hicretin on üçüncü yılında gerçekleşen (M. 634-635) Filh savaşında
Bizans askerleri tekrar yenilgiye uğradılar.[20]
Geri kalan askerler ise Dımaşk başta
olmak üzere diğer Şam şehirlerine sığındılar.[21]
Filh zaferi Müslümanlar için Ürdün fethinin
önünü açtı. Nitekim kısa süre sonra Beysân, Sûsiye, Efîk, Cereş, Beytü’r-Res, Kades, Sevâdü’l-Ürdün gibi
merkezler ile sahil şeridi Müslümanların hâkimiyetine geçti.[22]
Fihl’de bozguna uğrayan Bizans ordusunun büyük
bir kısmının sığındığı Dımaşk[23]
Müslüman komutanların yeni hedefi oldu. Fakat muhasarası kısa sürede sonuç vermedi.
Ancak şehir ileri gelenlerinden birisinin oğlunun dünyaya gelmesi sebebiyle
düzenlenen eğlence sebebiyle ortaya çıkan savunma zafiyeti, nihaî saldırı için
büyük bir fırsatı oldu. Müslüman askerler burçlara ip merdivenlerle çıkmak
suretiyle içeriye girip kale muhafızlarını etkisiz hale getirdiler. Bu şekilde aydan
daha fazla süren muhasara sonucunda hicretin on dördüncü yılı Recep ayında
(Ağustos-Eylül 635) Bizans’ın Doğu Akdeniz’deki en
önemli merkezi Dımaşk fethedilmiş, oldu.[24]
Şam orduları başkomutanı Ebû
Ubeyde, Dımaşk’ın fethinden sonra şehrin idaresini komutanlarından Yezîd b. Ebû Süfyan’a
terk ederek Hıms seferine çıktı.[25]
Baalbek yolunu takip eden İslâm
ordusu kış boyu şehri kuşatma altında tuttu. Bizans’tan
bekledikleri yardım ümitlerini kaybeden Hımslılar, barış yoluyla teslim olmayı
kabul ettiler. (H.14/M.635).[26]
Ebû Ubeyde daha sonra komşu şehir Hama üzerine yürüdü. Onlar da
Müslümanlara karşı herhangi bir direniş göstermeden anlaşmaya razı oldular.[27]
Bundan kısa süre sonra ardından Akdeniz sahilindeki Lazkiye[28]
şehri ele geçirildi.[29]
Aynı anda Kınnesrin[30] Hâlid
b. Velîd emrindeki ordu tarafından
fethedildi.[31]
Müslüman
orduların Suriye topraklarında süratli bir şekilde ilerlediklerini
gören Bizans İmparatoru
sayısı 200 bine ulaşan büyük kuvveti bölgeye
gönderdi.[32] Dımaşk fethinin
ardından görevli bulundukları karargâhlarına çekilmiş olan Müslüman komutanlar[33],
gelen haber üzerine düşmana karşı güç birliği oluşturmak amacıyla yeniden bir
araya geldiler. Recep 15 (Ağustos 636) tarihinde meydana gelen Yermük savaşı, Müslümanlar ile Bizans’ın Suriye topraklarındaki son büyük hesaplaşması oldu.
Araplar savaşta kesin bir zafer elde ettiler. Rumlar ise
Suriye üzerindeki emellerini terk etmek zorunda kaldılar.[34]
Yermük hezimetinden
kurtulan Bizans askerleri Antakya, Haleb[35],
Cezîre[36]
gibi bölgede kalan son Bizans kalelerine ve Doğu Akdeniz’deki sahil şehirlerine sığındılar.[37]
Ancak buralar da sırasıyla Müslümanlara teslim etmek zorunda kaldılar. Ürdün sahilleri[38],
ardından da Sebâtiye[39],
Nablus[40],
Lüdd[41],
Yübnâ[42],
Amevâs[43],
Beyt-i Cibrin[44]
gibi şehirleri Müslümanlarca fethedildi.[45]
Bölge komutanlarından Amr b. el-Âs ise Kuzey
Suriye’ye yönelerek Halep ve
Antakyalılarla cizye karşılığında sulh yaptı. Ardından
Kınnesrin ele geçirildi.[46]
Yermük zaferi, Müslümanlara kutsal Kudüs şehrinin kapısın açtı. Hz. Ebû Bekir zamanından beri Filistin ve
çevresinin fethine memur edilen Amr b. el-Âs, şehri muhasara altına aldı. Suriye orduları başkomutanı Ebû Ubeyde de
emrindeki birliklerle bölgeye gelerek kuşatmaya iştirak etti. Müslüman orduya karşı
koyamayacaklarını anlayan şehir ileri gelenleri, kan dökülmeksizin teslim
olmaya karar verdiler. Durum Medine’ye haber verilince Şam’a gelen Hz. Ömer Kudüs’ü teslim aldı. (H.16/M.637).[47]
II. KUZEY AFRİKA FETİHLERİ
Şam fetihlerinin büyük ölçüde tamamlanmasının
ardından Hicretin onsekizinci (639) yılında Câbiye’ye gelen Hz. Ömer bölge komutanlarıyla
bir görüşme yaptı. Filistin ordusu komutanı Amr b. el-Âs burada Mısır’a sefer
düzenlemek için halîfeden izin aldı.[48]
Amr’ın ordusu Ürdün ve
Filistin topraklarını geçmesinin ardından Sina’yı aşarak önce Ariş[49],
ardından da Ferma’ya[50]
ulaştı. Kuzeyden Mısır’ın kapısı durumunda olan[51]
Ferma kuşatmanın ardından ele geçirildi. (Muharrem H.19/Ocak M.640).[52]
İlerleyen ordu daha sonra Bülbeys’i[53]
fethetti. Amr b. el-Âs, Bülbeys fethinin
tamamlanması akabinde Ümmü Düneyn’e[54]
hareket etti. Nil kıyısında yer alan bu liman şehri, Rumların Mısır’daki üç askerî üssü olan Bâbilon, Nakyus ve
İskenderiye’nin ortasında yer alıyordu.[55]
Kuzeydeki Nakyus ve İskenderiye’den güneyde yer alan Bâbilon’a yardımlar da buradan
sevk ediliyordu. Amr b. el-Âs, bu
sebeple beklenen hedef Bâbilon yerine Ümmü Düneyn’e yöneldi. Niyeti Rumların kuzey-güney bağlantısını keserek, Bâbilon’a yapılacak desteği engellemekti. Müslümanların
kuşatması kısa sürede netice vermeyince Amr b. el-Âs, Medine’den yardım istedi. Gelen dört bin kişilik ordunun
desteğiyle şehir ele geçirildi. Hicretin on dokuzuncu yılı Rabîulevvel ayında
(M. Nisan 640) gerçekleşen bu fetihle Müslümanlar için Bâbilon’un[56]
yolu açılmış oldu.[57]
Ancak burada da çok ciddi bir direnişle karşılaşıldı. Durumdan haberdar edilen
halîfe bölgeye yeniden takviye birlikler gönderdi. Medine’den gelen Zübeyr b. Avvâm komutasındaki
askerler Bâbilon yakınındaki Aynu’ş-Şems’de asıl orduya katıldılar.[58]
Buradaki hazırlıkların ardından saldırı yeniden başlatıldı. Bu şekilde yaklaşık
yedi ay süren muhasaranın ardından şehir fethedildi.[59]
Daha sonra yapılan görüşmelerde Mısır halkıyla barış yapıldı.[60]
Babilon’ın
fethinden sonra Müslümanlar Doğu Roma’nın Konstantiniyye’den (İstanbul) sonra ikinci büyük şehri olan
İskenderiye’yi[61]
hedef aldılar. Amr b. el-Âs, Hicretin 21.(641-642) yılında Akdeniz sahiline
doğru harekete geçti.[62]
Müslümanları İskenderiye yolunda durdurmak isteyen Bizanslılar, ilk önce Nakyus’[63],
ardından da Sultays mevkiinde mağlup olmaktan kurtulamadılar.[64]
Son olarak Kiryeveyen’de[65]
de direniş gösteremediler.[66]
Kiryeveyn galibiyetinin ardından İskenderiye muhasara
altına alındı. Güneyi Meyut gölü, kuzeyi Akdeniz ile çevrili olan şehrin batı
tarafında ise Sa’ban kanalı bulunuyordu. Bu nedenle şehre sadece doğu ve
güney tarafından taarruz etmek mümkündü, buralar da kalın surlarla çevrilmişti.
Şartlar şehrin muhasarasını geciktirdi.[67]
Kuşatma esnasında İskenderiye kalesinde kapıcılık yapan İbn Bessâme adındaki
bir şahıs Müslüman askerlere ulaşarak ailesi ve arazisi için emân verilmesi
karşılığında, kalenin gizli kapısını kendilerine gösterebileceğini söyledi.
Onun talebini kabul eden Amr, ordusuyla birlikte gösterilen kapıdan kaleye girerek
fethi gerçekleştirdi.[68]
Üç ay süren kuşatma sonucunda Hicretin yirmi birinci yılı Recep ayında (Haziran
M.642) tamamlanan fethin ardında Müslümanlar ile şehir halkı arasında Bâbilon
anlaşmasına benzer hükümler taşıyan bir barış sözleşmesi imzalandı.[69]
İskenderiye’yi ele geçiren Müslüman ordu daha sonra batıdaki
Berka’ya yürüdü. Şehir halkı herhangi bir mukavemet
göstermeden teslim oldu.[70]
Berka’nın fethi ile Trablusgarb[71]
yolu Araplara açılmış oldu. Amr b. el-Âs hiç bir
mukavemet görmeden ilerleyerek Sürt[72]
ve Lebde[73]
gibi küçük yerleşim birimlerini de itaat altına aldı. Trablusgarb’a ulaşan Müslüman askerler şehri kuşattılar.
Ancak bir ay geçmesine rağmen fetih gerçekleşmedi. Bu esnada Müslüman orduda
bulunan Benî Müdlic kabilesine
mensup bir grup asker serinlemek niyetiyle sahile gittiklerinde deniz tarafında
şehir surlarının olmadığını fark edince durumu komutanlarına bildirdiler. Amr,
bir grup askerini uygun bir zamanda buradan kaleye girmeleri için görevlendirdi.
Gizlice içeri sızan askerler kale kapılarını açarak ordunun geri kalan kısmının
da şehre girmesini sağladılar. Yapılan çarpışmalardan sonra halk teslim oldu.
(H.22/M.642-643)[74]. Amr b.
el-Âs Trablusgarb fethinin
ardından halîfeye bir mektup yazarak, Kuzey Afrika’nın geri kalan kısmı için fethe çıkmak
istediğini bildirdi. Fakat Hz. Ömer bu toprakların Müslümanlar için
tehlikelerle dolu olduğunu ileri sürerek onun teklifini geri çevirdi.[75]
B)
Hz. Osman Dönemi
Kuzey
Afrika’nın doğu kısmını teşkil eden Mısır, Hz. Ömer döneminde Amr b. el-Âs’ın idaresindeki ordular tarafından fethedilmişti.[76]
Hz. Osman, Hicretin yirmi yedinci yılında (M.647) Amr’ı Mısır
valiliğinden azlederek yerine Abdullah b. Sa‘d’ı tayin etti. Bu sebeple daha sonraki Kuzey Afrika fetihleriyle ilgili faaliyetler Abdullah
tarafından gerçekleştirilmiştir.
Yeni Mısır
valisi göreve gelmesinin ardından Ifrikıye seferine
çıktı. Müslüman ordu ilk önce bölgenin kapısı konumunda olan Trablusgarb’da karargâh kurdu. Bunun ardından Subeytula[77]
muhasara altına alındı. Fakat Müslümanlar burada güçlü bir direnişle
karşılaştılar. Muhasaranın neticesiz kalması üzerine başkomutan halîfeden
yardım talebinde bulundu. Hz. Osman bunun özerine bölgeye Abdullah b. Zübeyr idaresinde takviye ordu birlikleri gönderdi.
Gelen askerlerin de desteğiyle Subeytula Müslümanların kontrolüne geçti.[78]
Bunun ardından yakın yerleşim birimleri üzerine ordular gönderildi. Stratejik
öneme sahip Kafsa[79]
zaptedildi. Nüfuzlu kabilelerden Eclem ile yıllık
bir buçuk milyon dinar karşılığında barış yapıldı.[80]
Abdullah b. Sa‘d’ın valiliği esnasında Bizanslılarla girişilen Kuzef Afrika hâkimiyeti mücadelesinde kara muharebelerinin yanı sıra Akdeniz’de de çarpışmalar gerçekleşti. Bunların en önemlisi Zâtü’s-Savâri savaşıdır. İmparator Herakleios, Arapların Ifrikıye’de ilerlemeleri üzerine onlara karşı büyük bir donanmayı harekete geçirdi. Abdullah b. Sa‘d düşmanı karşılamak üzere Akdeniz’e açıldı. Aynı anda Şam valisi Muaviye b. Ebû Süfyan da de Mısır donanmasına destek vermek amacıyla Şam’dan harekete geçti. Hicretin otuz dördüncü yılında (M.654) iki donanma Akdeniz’de karşı karşıya geldiler. Birkaç gün devam eden çarpışmalar Müslümanların kesin galibiyetiyle neticelendi. Bu netice İslâm tarihinin en parlak deniz zaferlerinden biri olarak tarihe geçmiş ve Müslümanlar için sonraki Kuzey Afrika fetihlerinin de önünü açmıştır.[81]
C) Emevîler Dönemi
Hz. Ebû
Bekir döneminde başlatılan, Hz. Ömer yönetiminde Bizans ve Sâsânî
İmparatorluğu’nun hâkimiyet alanlarını içine alan, Hz. Osman zamanında da en
geniş sınırlarına ulaşan İslâm fütûhâtı, Hz. Osman’ın son dönemi ile Hz.
Ali’nin halîfeliği esnasındaki iç çekişmeler sebebiyle sekteye uğramıştı. Hz.
Hasan’dan hilafeti devralarak Müslümanları tek bir yönetim altında birleştiren Emevîler
devletinin kurucusu Muaviye, göreve gelmesiyle birlikte bir taraftan Hâricîler
ve Hz. Ali destekçileri gibi yönetim muhalifleri ile mücadele ederken, diğer
taraftan da fetih faaliyetlerini başlattı. Bu dönemde fetih hareketleri üç
cephede gerçekleşti. Bunlardan ilki Anadolu ve Ermenistan topraklarıdır. İkinci
hedef Horasan ve Sind coğrafyasıdır. Harekât düzenlenen üçüncü bölge ise Mısır
ordusunun sorumluluğuna verilen Kuzey Afrika’dır.
Muaviye, öncelikli olarak Hz. Ali
dönemindeki iç çekişmeler sebebiyle Müslümanların kontrolünden çıkmış bulunan bu
bölgenin tekrar itaat altına alınması kararlaştırdı. Bu amaçla daha önce Kuzey
Afrika cephesinde savaş yapmış komutanlar görevlendirdi. Bunların başında Muaviye
b. Hudeyc gelir.[82] Onun
ardından bu vazifeyi üstlenen Ukbe b. Nâfi (H.42/M.662) ve (H.43/M.663)
yıllarında bölgede başarılı fetihler gerçekleştirdi. Ukbe’nin en önemli
faaliyetlerinden biri de müstahkem bir askerî karargâh ihtiyacı sebebiyle
(H.50/M.670) yılında Kayravan’ı[83]
inşa etmektir. Ayrıca onun komutanlığı sürecindeki kapsamlı bir İslâmlaşma
faaliyetiyle Berberîlerin pek çoğu müslüman oldu. Bu sebeple Kuzey Afrika’da plânlı
İslâmlaşmanın Muaviye döneminde başlatıldığını söylemek mümkündür.[84]
Hicretin ellinci (M.670) yılında Muaviye,
Mısır ve Mağrib valiliğine Mesleme b. Muhalled’i tayin etti. Mesleme bölge
komutanı Ukbe b. Nâfi’nin yerine Ebu’l-Muhâcir’i Kuzey Afrika ordularının
başkomutanlığına getirdi.[85]
Bu dönemde Ebu’l-Muhâcir’den başka sabık Mısır valisi Muaviye b. Hudeyc, Hâlid
el-Fehmî, Hassân b. Numan gibi komutanlar fetihlerde aktif görev üstlendiler.[86]
Muaviye döneminde Müslümanlar Afrika’da daha önce ele geçirilmiş ancak kontrolü
kaybedilmiş olan pek çok beldenin yeniden itaat altına alınmasını sağladılar.
Ayrıca bazı beldeler de ilk kez bu süreçte Müslümanların hâkimiyetine girdi.
Babasının vefatından sonra devlet başkanı
olan Yezîd b. Muaviye, Kuzey Afrika valiliğine yeniden Ukbe b. Nâfi’yi getirdi.
Onun gerçekleştirdiği fetih hareketiyle bölgenin önemli bir kısmında kontrol Müslümanlara
geçti. Ukbe, Kuzey Afrika’da Araplara karşı ittifak yapan Bizans ve Berberîleri
itaat altına almayı başardı.[87]
Ancak kazandığı zaferler sebebiyle rakiplerini küçümsemesi ve alınması gereken
tedbirlerde ihmalkâr davranması sebebiyle bölgedeki Berberî kabilelerini bir
araya toplayan Küseyle b. Kemren’in baskın saldırısı sonucunda yanında bulunan
askerlerle birlikte şehit edildi. Bu hadiseyle Kuzey Afrika’nın kontrolü Müslümanların
elinde çıkmış oldu.[88]
Ukbe b. Nâfi’nin şehit edilmesinden sonra
Kuzey Afrika’nın kıyı şeridine Bizanslılar hâkim olurken, iç kısımlar ise
Küseyle’nin liderliğindeki Berberîlerin eline geçti. Bölgedeki gücünü daha da
artıran Küseyle, hücuma geçerek Ukbe’nin Kuzey Afrika’da inşa ettiği Kayravan
şehrini zapt etti. Bölgedeki Müslümanlar can güvenlikleri sebebiyle Mısır
sınırına kadar çekilmek zorunda kaldılar. Bu gelişme Kuzey Afrika’da Arap
hâkimiyetini ve İslâmlaşmayı tehlikeye düşürdü. Emevî halifesi Abdülmelik b.
Mervan, bunun üzerine Züheyr b. Kays el-Belevî komutasındaki büyük bir orduyu
bölgeye sevk etti. Berka üzerinden Kuzey Afrika’ya geçen Züheyr, karşısına
çıkan Berberî ordusunu mağlup ederek Kayravan’ı yeniden ele geçirdi. Daha sonra
da bölgenin iç kısımlarında kontrolü sağladı. Bu esnada meydana gelen
savaşlarda Berberîlerin lideri Küseyle öldürüldü. (H.69/M.688-689). Böylece
Kuzey Afrika’da dengeler tekrar Müslümanların lehine değişmeye başladı. [89]
Arap ordularının Kuzey Afrika’da
Berberîler karşısında elde ettiği başarıyı kendi hâkimiyeti için de büyük tehlike
olarak gören Bizans İmparatoru II. Justinianos (M.685-695), Müslümanların Akdeniz
sahili boyunca ilerlemelerini engelleyebilmek amacıyla bölgeye büyük bir
donanma sevk etti. Sicilya’dan da takviye birlikler alan Bizanslılar,
Kartaca’ya[90]
çıkarma yaptılar. Deniz istikametinde Batıya doğru ilerlemekte olan Züheyr b.
Kays, bu gelişme üzerine geri dönerek Bizanslıları karşılamaya karar verdi. Meydana
gelen savaşta düşmana nazaran az sayıda olan Müslüman askerler yenilgiye
uğradılar. Savaş esnasında hayatını kaybedenler arasında ordunun komutanı
Züheyr b. Kays da bulunuyordu. (H.69/M.688-689).[91]
Ukbe b. Nâfi’nin öldürülmesinden sonra bu hadise Kuzey Afrika’da Müslümanlar
için ikinci bir duraklama sürecine sebep oldu.[92]
Züheyr b. Kays’ın Rumlar tarafından
mağlup edilmesinden sonra Müslüman Arapların bölgede zor duruma kalmalarından
istifade eden Berberîler, bölgeye tamamen hâkim olabilmek amacıyla Müslümanlara
karşı saldırı düzenlemeye karar verdiler. Ancak kendi aralarındaki kabile anlaşmazlıkları
sebebiyle birlik sağlayamadılar. Buna karşılık Mısır valisi Abdülaziz b.
Mervan, Kuzey Afrika’da Müslüman varlığını tehlikeye düşüren şartları ortadan
kaldırabilmek amacıyla halîfeden yeni kuvvet talep etti. Abdülmelik b. Mervan
bunun üzerine Hassân b. Numân el-Gassânî idaresindeki büyük bir orduyu
Suriye’den yola çıkardı.[93]
Gelen askerler ilk önce askerî ikmal üssü olan Trablusgarb’a ulaştılar. Bizanslıların
elinde bulunan toprakları hedef alan asıl harekât buradan başlatıldı. Hazırlıkların
tamamlanmasının ardından Kayravan üzerinden hareket eden Müslümanlar
karşılarına çıkan Bizans ordusunu mağlup ettikten sonra stratejik öneme sahip Kartaca’yı
ele geçirdiler. Hezimete uğrayan düşman askerlerinin bir kısmı günümüzde Tunus
şehrinin bulunduğu Tirtiş limanına sığınırken, geri kalanları ise Sicilya
adasına ve İspanya’ya kaçtılar. Bizans İmparatoru Leontios (M.695-698) bu
gelişme üzerine bölgeye yeni güç göndermeye karar verdi. Gelen Bizans donanması
(H.78/M.697) yılında Kartaca’yı Müslümanların elinden aldı. Bölgedeki Berberîler
de bu savaşta Bizans ordularına yardımcı oldular. Neticede Akdeniz kıyıları
Bizans’ın hâkimiyetine geçerken, iç kısımlar ise asıl adı Dıhye bint. Mâtıyye
olan ve büyücülük yapması sebebiyle Kâhine olarak bilinen Berberî bir kabile
liderinin kontrolüne girdi.[94]
Müslümanlar bir yıl sonra
gerçekleştirdikleri yeni bir askerî harekâtla Kartaca’ya tekrar hâkim oldular.
Bu olumlu gelişmenin ardından Hassân b. Numân’ın ikinci Ifrikıye seferi
başlatıldı. (H.81/M.700-701). Öncelikli olarak Berberî kabileleri üzerine
yürüyen Hassân, Kuzey Afrika’nın iç bölgelerini kontrol altında tutan
Kâhine’nin ordusunu mağlup etti. Çarpışmalar esnasında liderleri Kâhine’nin ölmesi
Berberîlerin tamamen dağılmasına sebep oldu. Sonuçta bölgede Müslümanların
siyasî hâkimiyeti yeniden tesis edilmiş oldu. Bu süreçte Hassân b. Numân’ın
teslim olan Berberîlere iyi davranması, kendileriyle yakın ve dostane ilişkiler
kurması, onların Müslümanlara karşı isyancı bir topluluk olmaktan çıkmasına
vesile oldu. Hatta bu olumlu şartlarda Berberîlerin birçoğu Müslümanlığı kabul
etti. Son gelişme Kuzey Afrika’da Araplar ile Berberîlerin siyasî ittifakının
da ilk adımlarını teşkil etmiştir ki, yeni ittifakın ilk semeresi yakın
gelecekte Endülüs’ün Müslümanlar tarafından fethi olacaktır.[95]
Kuzey Afrika’da Berberîleri kendi
müttefiki haline getiren Hassân b. Numân, ardından bölgenin en önemli merkezi
konumundaki Kartaca’yı elinde bulunduran Rumlar üzerine yürümeye karar verdi.
Bu amaçla Hicretin seksen dördüncü yılı Ramazan ayında (Eylül-Ekim 703)
Kayravan’dan harekete geçti. Hassân’ın bölgeye geldiğini haber alan Rumlar
Müslüman orduyu yolda karşılamaya çalıştılar. Ancak meydana gelen çarpışmalar
Müslümanların üstünlüğü ile neticelendi. Rumlar bunun üzerine cizye ve harac
karşılığında barış istemeye karar verdiler. Fakat şehirde yaşayanlar aynı gece
yükleyebildikleri mallarını alarak Kartaca’yı gizlice terk ettiler. Ertesi
sabah anlaşma yapmak amacıyla şehre gelen Müslüman askerler halkın şehirden
ayrıldığını gördüler. Sonuçta hiçbir direnişle karşılaşmadan Kartaca tamamen Arapların
eline geçmiş oldu.[96]
Emevîlerde Velid b. Abdülmelik’in devlet
başkanı olduğu esnada Kuzey Afrika’da Müslümanlar gerek Bizans gerekse
bölgedeki Berberî topluluklara karşı üstün durumdaydılar. Bu konumu daha ileri
noktalara taşımak isteyen halîfe, Kuzey Afrika valiliğine getirdiği Mûsâ b.
Nusayr’a bölgeye hareket emri verdi. Müslüman ordular ilk önce Berberîlerin
merkezi olan Tanca’ya ulaştılar.[97]
Harekâtta öncü birliklere komuta eden Târık b. Ziyâd şehre idareci tayin
edildi. (H.89/M.708-709).[98]
Târık’ın emrindeki ordular buradan Kuzey Afrika’nın iç kısımlarına doğru
başarılı fetihler gerçekleştirdiler.[99]
Müslüman ordularının Tanca ve civarını kontrol altına almalarından sonra asıl hedefleri Kuzey Afrika sahilinde Bizans’a tâbi stratejik önemi bulunan Septe[100] idi. İspanya kralı Rodrik ile aralarında sıkıntı yaşayan Septe valisi Julien, Kuzey Afrika’da ilerlemekte olan Mûsâ b. Nusayr ile irtibata geçerek ona İspanya’ya geçmesinin uygun olacağı tavsiyesinde bulundu. Bu konuda karar verilirse Arap ordularına her türlü yardımı sağlayacağına dair söz verdi. Julien’in teklifiyle birlikte Kuzey Afrika’nın son kalesi Septe de kendiliğinde Müslümanların kontrolüne geçmiş oldu.[101] Septe valisinin yaptığı teklifi ihtiyatla karşılayan Mûsâ b. Nusayr durumu halîfeye bildirdi. Velid b. Abdülmelik ise komutanına herhangi bir bir maceraya girmemesi ve tedbirli hareket etmesi talimatını verdi.[102] Bunun üzerine Mûsâ b. Nusayr, durum tespiti amacıyla Julien’e ait gemilerle bir askerî keşif birliğini İspanya kıyılarına gönderdi. Öncü grubun komutanı olan Tarîf b. Mâlik İspanya’nın güney kesimlerinde yaptığı incelemelerde Gotların muhtemel bir Müslüman hücumuna karşı koyamayacakları kanaatine ulaştı. Karşı kıyıdan gelen ilk haberler Mûsâ b. Nusayr’ın İspanya’nın fethi konusundaki kararını netleştirdi. Hazırlıklar tamamlandıktan sonra Târık b. Ziyâd 5 Recep 92 (28 Nisan 711) Salı günü çoğunluğu Berberîlerden oluşan 7 bin kişilik bir ordunun başında Septe valisinin temin ettiği gemilerle İspanya’ya hareket etti. Müslüman fatihler boğazı geçerek daha sonra komutanlarının adıyla anılacak olan tepeye (Cebel-i Târık) ulaşıp çıkarma harekâtını başlattılar.[103] Bu şekilde Kuzey Afrika, Endülüs fetihleri için de önemli bir üs görevinin üstlendi. Nitekim buradan harekete geçirilen ordular, kısa sürede İspanya topraklarının Müslümanların hâkimiyetine aldılar.[104]
SONUÇ
İslâm fetihlerinin ilk adımları Mûte
savaşı ve Tebük seferiyle Hz. Peygamber (sav) döneminde atılmıştır. Daha sonra
Müslümanların yönetimini üstlenen devlet başkanları fetih hareketlerini üç
kıtada yaygınlaştırmışlardır. İlk İslâm fütûhâtının en önemli ayaklarından
birini teşkil eden Kuzey Afrika fetihleri, Suriye-Filistin fetihlerinin devamı
mahiyetinde olmuştur. Müslümanlar Hz. Ömer zamanında Mısır topraklarına girerek
Afrika kıtasında ilk fetihlerini gerçekleştirmişler, Hz. Osman zamanında ise
Kuzey Afrika topraklarının yarısı Müslümanların hâkimiyetine girmiştir. Daha
sonraki fetihler ise Emevîler döneminde gerçekleştirilmiştir.
Müslüman Arapların Kuzey Afrika’da
kontrolü sağlamaları Mısır’a nazaran çok zor gerçekleşmiştir. Zira gerek yerli
halk olan Berberîler gerekse Afrika’nın Akdeniz sahilini işgal etmiş bulunan
Rumlar Müslümanların bu coğrafyada rahat bir şekilde ilerlemelerine imkân vermemişlerdir.
Bu nedenle Kuzey Afrika toprakları Emevîler devleti süresince ülkenin en önemli
iç sorunlarından bir olma hususiyetini devam ettirmiştir. Kuzey Afrika’da Müslüman
fatihlere karşı direnişin kırılma noktası ise, bölgenin yerli halkı Berberîlerin
Müslüman olmalarıdır. Burada İslâmlaştırma hareketinin ilk adımları Muaviye’nin
halifeliği döneminde atılmış, daha sonraki süreçte bu faaliyet artarak devam
etmiştir. Bu hususta en büyük gayret, Abdülmelik b. Mervan’ın Kuzef Afrika
bölge komutanı Hassân b. Numân ile Ömer b. Abdülaziz’in Kuzey Afrika valisi
İsmail b. Ubeydullah b. Ebû Muhacir tarafından gösterilmiştir. Kuzey Afrika’da
gerçekleşen İslâmlaşma hareketi, başlangıçta Müslüman fatihlere direnen
unsurların, siyasî müttefik haline dönüşmelerini temin etmiştir. Müslüman Arap-Berberî
ittifakı bu güç birliği sayesinde İberya Yarımadası’nı Müslümanlara açmış,
böylece Batı Avrupa İslâm Medeniyeti’nin ilk adımları atılmıştır.
[1] Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi,
(çev. Fikret Işıltan), Ankara 1995, s. 86-97; Demirkent, Işın, “Bizans”, DİA,
VI, 230-233.
[2] Hamidullah, İslâm Peygamberi, (çev.
Salih Tuğ), I-II, İstanbul 1991, I, 15. Bu konuda
geniş bilgi için bk. Apak, Âdem, “Mısır’ın Müslümanlar Tarafından Fethi ve
Fetih Sonrası Ülkede Sosyal ve Dinî Alanda Meydana Gelen Değişimler Üzerine
Değerlendirmeler”, UÜİFD, c. 10, sy. 2, Bursa 2201, s. 146-154.
[3] Hitti, Philip, Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, (çev. Salih Tuğ), I-V, İstanbul
1980, I,118-123.
[4] Buhârî, Fedâilu’l-ashâb 17, Meğâzî
42, 87; Müslim, Fedâil 63, Tirmizî, Menâkıb 3819.
[5] Taberî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut
ts. (Dâru’s-Süveydân), III, 227; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-tarih, I-IX, Beyrut 1986, II, 227.
[6] İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 276; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, I-XIV, Beyrut-Riyad ts. (Mektebetü’l-Meârif-Mektebetü’n-Nasr),
VII, 2.
[7] Câbiye, Dımeşk’ın
[8] Belkâ, Dımaşk ile Vâdilkurâ arasında bir
yerleşim alanıdır. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân, I-V, Beyrut 1975,
I, 489; Buhl, Fr. “Belka”, İA, II, 491-492; Hıreysat,
Muhammed Abdülkadir, “Belka”, DİA,
V, 419-420.
[9] Arebe, Ürdün’de bir yerleşim birimidir. Ahd-i
Atîk’de bütün Ürdün vadisi bu şekilde isimlendirilmektedir. Günümüzde ise
sadece Lût gölünün güney kısmı Arebe olarak bilinir. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân, IV, 96.
[10] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
(thk. Abdullah Enis et-Tabbâ-Ömer Enis et-Tabbâ), Beyrut 1987, s.149-151;
Taberî, Tarih, III, 387, 390, 394,
406; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II,
276-277; İbn Kesîr, el-Bidâye, III,
3; İbn Haldun, Kitabu'l-İber ve dîvânü'l-mübtedei
ve'l-haber, I-V, Beyrut 1971, II, 2, 84.
[11] Taberî, Tarih,
III, 405; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II,
279; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 5.
[12] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 151; Taberî, Tarih, III, 405-406.
[13] İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-kübrâ,
I-VIII, Beyrut ts. (Dâru Sâdır). VII, 397; Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 152, 349; Taberî, Tarih, III, 393-394, 406, 408, 411, 415-415.
[14] Ecnâdeyn, Filistin topraklarında yer
almaktadır. Remle ile Beyt-i Cibrin arasında bulunur. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Büldân, I, 103; Buhl, F., “Ecnâdeyn”, İA, IV, 105;
Yıldız, H. Dursun, “Ecnâdeyn”, DİA,
X, 385.
[15] Halîfe b. Hayyât, Tarih, (thk. Züheyl
Zekkâr), Beyrut 1993, s. 79-80; Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s.156-157; Taberî, Tarih, III,
417-419; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî tarihi’l-ümem ve’l-mülûk, (thk.
Muhammed Abdülkadir Atâ-Mustafa Abdülkadir Atâ), I-XVIII, Beyrut 1992, IV, 54.
[16] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s.157; Taberî, Tarih, III, 419-420.
[17] Hıms, Dımaşk ile Halep arasında yer alan bir
şehirdir. Orta Suriye’de Âsî nehrinin suladığı geniş vadide kurulmuştur. Yâkût
el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân, II, 302;
Sobernheim, M. “Humus, Hıms”, İA,
V, (1), 588-590.
[18] Beysan, Harran ile Filistin arasında yer alan
bir şehirdir. Burası Filistin’de Araplar tarafından ilk fethedilen bölgedir.
Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân, I,
527; Lammens, H. L., “Beysan”, İA,
II, 588.
[19] Fihl, coğrafyacılar tarafından Ürdün
şehirlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Beysan şehrinin doğu tarafında
yer almaktadır. Buhl, Fr., “Fihl”,
İA, IV, 445-446.
[20] Taberî, Tarih, III, 434-435, 438,
442-443; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam,
IV, 142; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, II,
295-296.
[21] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 80;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 158; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IV, 142; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 295-296.
[22] Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s.160;
Taberî, Tarih, III, 443-444; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 296-297.
[23] Dımaşk, Şam topraklarının en büyük
şehirlerinden birisidir. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân,
II, 463; Hartman, R., “Şam”, İA,
XI, 298-310.
[24] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 84; Taberî,
Tarih, III, 438-441; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IV, 143; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 293-295.
[25] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s.179.
[26] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 88;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s.178-179; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II,
341-342.
[27] Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 179;
Taberî, Tarih, III, 599-601; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 342.
[28] Lazkiye, Akdeniz kıyısında bir liman şehridir.
Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân, V, 5-7.
[29] Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 180-181;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 342-343.
[30] Kınnesrin, Kuzey Suriye’de bir şehir olup, ilk
dönemde Chalcis ad Belum adını taşımıştır. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân,
IV, 403-404. Honıgmann, E., “Kınnesrin”,
İA, VI, 711.
[31] Taberî, Tarih, III, 601-602;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 343-344, 346.
[32] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 184.
[33] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 185; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 3.
[34] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 89;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s.186;
Taberî, Tarih, III, 394-406, 570-572; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, IV, 143; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 297.
[35] Halep, Suriye topraklarının Şam’dan sonra en
önemli şehridir. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-Büldân,
II, 282; Sauvaget, J., “Haleb”,
İA, V (1), 117.
[36] Cezîre, Dicle ve Fırat nehirleri arasında yer
alan Mudar ve Bekrîlerin yaşadığı topraklardır. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân, II, 134. Cezîre,
Cezîretü’l-Asur ve İklimü Asur olarak bilinen ve Silvan, Erzen, Siirt, Zap
havzası ve Fırat’ın batısındaki Adıyaman’ı içine alan Yukarı Mezopotamya
topraklarına verilen isimdir. Şeşen, Ramazan, “Cezîre”, DİA, VII, 509-511.
[37] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 184.
[38] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 160.
[39] Sebâtiye, Filistin bölgesinde ve
Beytü’l-Makdis’e iki günlük mesafede bulunan bir şehirdir. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân, III, 184.
[40] Nablus, Orta Filistin’de bir şehir olup, şimdi
Ürdün devleti sınırları içinde yer almaktadır. Buhl, Fr. “Nablus”, İA, IX, 13-15.
[41] Lüdd, Filistin bölgesinde Beytü’l-Makdis
yakınlarında bir köy adıdır. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân, I, 15.
[42] Yübna, Remle’ye yakın bir yerleşim birimidir.
Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân, V,
428.
[43] Amevas, Beytü’l-Makdis yakınında bulunan bir
Filistin yerleşim birimidir. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân, IV, 157.
[44] Beyt-i Cibrin, Beytü’l-Makdis ile Gazze
arasında bir bölgedir. Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l-büldân,
I, 519.
[45] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 189.
[46] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 93;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s.
159-160; Ya’kûbî, Tarih, I-II, Beyrut 1960, II, 142.Kuzey Suriye
fetihleri için daha detaylı bilgi için bk. Kaegi, Walter E., Byzantium and The Islamıc Conquests,
Cambridge 1992, s. 147-166.
[47] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 93;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s.188-189; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II,
3347-350.
[48] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr ve Ahbâruhâ, (thk. Charles Torrey), Kahire 1991, s.
56-57; Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s.
298; Ya‘kûbî, Tarih, II, 148; Kindî, Kitabu’l-Vulât ve Kitabu’l-Kudât, (thk.
Rhuvan Guest), Beyrut ts. (Müessesetü Kurtuba), s. 7; Makrızî, Hıtat, I-II, Beyrut ts. (Dâru Sâdır), I,
288; İbn Tagriberdî, en-Nücûmu’z-zahire
fi mülûki Mısr ve’l-Kahire, I-XXII, Kahire 1929, I, 9-11.
[49] Ariş, Filistin’den Mısır’a gidiş yolunda
bulunan bir şehirdir. Ya‘kûbî, Tarih,
II, 148: İbn Hurdazbih, Kitabu’l-Mesâlik
ve’l-memâlik, Leyden 1967, s. 255; Kazvînî, Âsâru’l-bilâd ve ahbâru’l-‘ibâd, Beyrut ts. (Dâru’s-Sâdır), s. 221.
[50] Ferma, Deniz sahilinde bir şehir olup, Mısır
sınırına buradan girilmektedir. Yâkût el-Hamevî, IV, Mu‘cemu’l-büldân, 255; İstahrî, Kitabu’l-Mesâlik
ve’l-memâlik,Leyden 1967, s. 53; İbn Hurdazbih, el-Mesâlik, s. 255.
[51] Ya‘kûbî, Kitabu’l-büldân,
Leyden 1967, s. 330.
[52] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 58; Makrızî, Hıtat,
I, 289; İbn Tagriberdî, en-Nücûm,
I, 11.
[53] Bülbeys, Mısır’da bir şehir olup, Suriye
yolundan Mısır’a gidildiğinde Fustat’a on fersahlık bir mesafede yer
almaktadır. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-bBüldân,
I, 479.
[54] Ümmü Düneyn, Kahire ile Nil arasında bir
yerleşim alanıdır. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân,
I, 21.
[55] Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân, IV, 251.
[56] Bâbilon, Mısır, Fustat ve Bâbilon aynı yerin
adıdır. (Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân,
I,l 311-312). Buranın adı Kasru’ş-Şem‘, Kasru’ş-Şam, Kasru’l-Yun ve Babi’l-Yun
olarak da bilinmektedir. Ya‘kûbî, Kitabu’l-büldân,
s. 330; Becker, C.H., “Bâbilon”,
İA, III, 180.
[57] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 59-60; İbn Tağriberdî, en-Nücûm, I, 13.
[58] İbn Abdilhakem, Futûh, s, 61-62; Ya‘kûbî, Tarih,
II, 148.
[59] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 100; İbn
Abdilhakem, Futûh, s. 63-64; Ya‘kûbî,
Tarih, II, 148; Nuveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb,
I-XXVII, Kâhire ts., (Dâru’l-Kütüb), XIX, 289-290; Suyûtî, Husnul’l-muhâdara, I-II, Mısır 1967, I, 108.
[60] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 71; Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 301-301, 306; Nuveyrî, Nihâye,
XIX, 298-299; Makrızî, Hıtat, I, 293;
İbn Tagriberdî, Nücûm, I, 22-24, 30;
Suyûtî, Husn, I, 116, 128,129.
[61] İskenderiye, Akdeniz sahilinde Nil’in
kollarıyla pek çok haliçlere sahip eski bir şehirdir. Kazvînî, Âsâru’l-Bilâd, s. 143-144. Yâkût
el-Hamevî, İskenderiye’nin, İskender b. Filosof’un kurduğu bir şehir olduğunu
iddia etmektedir. Mu‘cemu’l-Büldân,
I, 182, ayrıca bk. İbn Hurdazbih, el-Mesâlik,
s. 114-115; Rhuvan, G., “İskenderiye”,
İA., V, 2, 1084.
[62] Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 309.
[63] Nakyus, Fustat ile İskenderiye arasında bulunan
bir şehirdir. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân,
V, 303.
[64] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 73; Nuveyrî, Nihâye,
XIX, 303.
[65] Kiryeveyn, İskenderiye’nin yakınında yer
almaktadır. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân,
IV, 458.
[66] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 73-74; Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 309; Nuveyrî, Nihâye, XIX,
302-303; Makrızî, Hıtat, I, 163-164;
Suyûtî, Husn, I, 118.
[67] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 79; Nuveyrî, Nihâye,
XIX, 306; Makrızî, Hıtat, I, 165.
[68] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 80; Nuveyrî, Nihâye,
XIX, 306.
[69] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 82-83; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
II, 397; Suyûtî, Husn, I, 123.
[70] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 101; İbn
Abdilhakem, Futûh, s. 170-171;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 314-315.
[71] Trablusgarb, Berka’dan Mağrib’e giden yol
üzerinde bir sahil şehridir. Bizanslılar buraya Tripoli derlerdi. Yâkût
el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân, IV, 25.
[72] Sürt, Berka ile Trablusgarb arasında bir sahil
şehridir. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân,
III, 206-207.
[73] Lebde, Berka ile Ifrikıye arasında eski bir
yerleşim birimidir. Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân,
V, 10-11.
[74] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 171-172; Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 316; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II,
12.
[75] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 172-173; Ya‘kûbî, Tarih,
II, 156.
[76] Mısır fetihleri için bk. İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 175-177; Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 331; Taberî, Tarih, IV, 104-105; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 41-42; İbn Tagriberdî, en-Nücûm, I, 20, 65-66, 78. Bu konuda
ayrıca bk. Ostragorsky, Bizans Devleti
Tarihi, s. 107-108; Özkuyumcu, Nadir, Fethinden
Emevîlerin Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika, (Basılmamış Doktora Tezi)
İstanbul 1993, s.17-69; Apak, Adem, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs,
Ankara 2001, Amr b. el-Âs, s. 84-115.
[77] Sübeytula, Kayravan şehrine
[78] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 115; İbn
Abdilhakem, Futûhu Mısr,s. 183;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 318;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 165; İbnü’l-Esîr,
el-Kâmil, III, 45-46.
[79] Kafsa, Tunus’ta Kayravan şehrinin
[80] İbn Abdilhakem, Futûh, s. 183-184; Kindî, Kitabu’l-Vulât,
s. 12; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
45-46; İbn Tagriberdî, en-Nücûm, I, 79-80.
[81] İbn Abdilhakem, Futûh, s.189-191; Taberî, Tarih,
IV, 288, 290-292; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 12; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 58; Makrızî, Hıtat,
II, 190.
[82] İbn Abdilhakem, Futûh s. 192-194. Bu konuda ayrıca bk. İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib fî ahbâri’l-Endelüs
ve’l-Mağrib, (thk. Georges Colin-E. Levi Provençal), I, Beyrut 1983, I,
17-19; Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I-V, İskenderiye ts.
(Menşeetü’l-Mearif), s. I, 172-183.
[83] Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân, IV, 420-421.
[84] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 194-196;
Ya‘kûbî, Tarih, II, 229; Taberî, Tarih, V, 240; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,
III, 230-231.
[85] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 197;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 319-321; Taberî, Tarih, V, 240;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 231; İbn Tagriberdî, en-Nücûm, I, 175-206.
[86] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 98-99.
Muaviye döneminde Kuzey Afrika’daki faaliyetler hakkında bk. Aycan, İrfan, Saltanata
Giden Yolda Muaviye b. Ebû Süfyan,
Ankara 1990, s. 267-271; Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I, 195-199;
Vekîl, el-Emevîyyûn Beyne’ş-Şark
ve’l-Ğarb, I-II, Beyrut-Dımaşk 1995, I, 57-81.
[87] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 198.
[88] bn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 198-199;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 308-309. Bu konuda ayrıca bk. İbn İzârî, el-Beyânü’l-Muğrib, I, 28-32; Sa’d
Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I, 199-215.
[89] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 200;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 321; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III,
309-310.
[90] Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân, IV, 323.
[91] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 201-203;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 31.
[92] Züheyr’in Kuzey Afrika seferi hakkında bilgi ve
değerlendirmeler için bk. İbn İzârî,
el-Beyânü’l-Muğrib, I, 35-37; Özkuyumcu, Nadir, Mısır ve Kuzey Afrika,
s. 162-166.
[93] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s.203;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 321; Ya‘kûbî, Tarih, II, 277;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 309-310.
[94] Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I,
221-229.
[95] Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 321; Mâlikî, Ebû Abdullah Muhammed, Riyâdu’n-nüfûs, (thk. Beşîr el-Bekkûş),
I-III, Beyrut 1983, I, 56; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 31-33. Bu konuda
bk. İbn İzârî, el-Beyânü’l-muğrib, I,
37-39; Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I, 229-241.
[96] Mâlikî, Riyâdu’n-nüfûs,
I, 56-57. Abdülmelik döneminde Kuzey Afrika seferleri hakkında bk. Natur,
Şehade, Tecdîdü’d-devleti’l-Ümeviyye fî ahdi’l-Halife Abdülmelik b. Mervan,
İrbid 1996. (Dâru’l-Kindî), s. 149-160.
[97] Halîfe b. Hayyât, Tarih, s. 214. Ayrıca
bk. Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I, 244-251.
[98] İbn Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 204-205;
Belâzürî, Futûhu’l-büldân, s. 322-323; Ya‘kûbî, Tarih, II, 285;
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, IV, 112-113.
[99] İbn İzârî,
el-Beyânü’l-Muğrib, I, 39-47; Sa’d Zağlul, Tarihu’l-Mağrib, I,
251-254.
[100] Yâkût
el-Hamevî, Mu‘cemu’l-büldân, III,
182-183.
[101]Mûsâ b.
Nusayr’ın Kuzey Afrika ve Akdeniz adalarındaki fetihleri hakkında bk.
Özkuyumcu, Nadir, Mısır ve Kuzey Afrika,
s. 180-187.
[102] İbn
İzârî, el-Beyânü’l-Muğrib,II, 6.
[103] İbn
Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 205-206; Belâzürî, Futûhu’l-büldân,
s. 323; İbn Kesîr, el-Bidâye, IX, 83.
[104] İbn
Abdilhakem, Futûhu Mısr, s. 208-206; Taberî, Tarih, VI, 481.
0 yorum:
Yorum Gönder