Aşağıdaki
makale, hatırladığım kadarıyla 1992 ya da 1993 yılında akademik
hayatımın ilk yıllarında bir panel konuşma metni olarak hazırlanmıştır.
Daha önce herhangi bir yerde yayımlanmamış olan bu yazıyı, orijinal
haline dokunmadan hatıra kabilinden yayımlıyorum.
Ahmed Yesevi ve Yesevilik
Ahmed
Yesevi, Türklerin İslam’a girmelerinde önemli rol oynamış, kendisinden
sonra gelişen tasavvuf ekolleri üzerinde önemli etkiler bırakmış
şahsiyetlerden biridir. Pir-i Türkistan lakabıyla dokuz asra yakın bir
zaman saygı duyulan Yesevi’nin şöhret ve nüfuzu, yalnız -coğrafi
anlamıyla- Türkistan’la sınırlı kalmayarak çeşitli Türk boylarının
yaşadığı çok geniş bölgelere yayılmış; tarihi kişiliği unutularak,
Türkler arasında asırlardan beri menkıbevi bir hüviyet almış; Yesi’deki
türbesi Kazak-Kırgız bozkırlarına hâkim bir kültün mukaddes merkezi
olmuştur.[1]
Onun
tarihi şahsiyetine dair vesikalar çok az olup mevcut olanlar da
menkıbelerle karışmış durumdadır. Bu itibarla mevcut vesikalardan sağlam
bir neticeye ulaşmak güç, hatta bazı durumlarda imkânsızdır. Bununla
birlikte hikmetlerinden, tarihi kaynaklardan ve menkıbelerden
çıkarılacak bilgilerle onun hakkında bir fikir edinmek mümkündür.[2]
Esasen onun hakkında bilgi veren eserlerin çoğu, Nakşibendiyye
tarikatının kuruluşundan sonra vücuda geldiği için Ahmed Yesevi’yi
Nakşibendiyye görüşüne göre tasvir eder.[3] F. Köprülü’ye göre Babai, Haydari ve Bektaşi ananelerinin Ahmed Yesevi hakkındaki anlatımları tarihi rivayetlere daha uygundur.[4]
Ahmed
Yesevi'nin doğum yeri olarak iki farklı yerden söz edilmektedir. O,
Yesi şehrine olan nispetiyle tanınmakta olup kaynakların çoğunda Yesi'de
doğduğu ifade edilmiştir. Kendisi de hikmetlerinde Yesi'de, bugünkü
adıyla Türkistan'da dünyaya geldiğini söylemektedir.[5] Ancak Ahmed Yesevi hakkında değerli çalışmaları olan F. Köprülü[6] ve K. Eraslan[7]
onun, bugün Çin’in Doğu Türkistan bölgesinde Aksu sancağına bağlı ve
Aksu’nun 176 km. kuzey doğusunda bulunan Sayram kasabasında dünyaya
geldiğini savunmaktadırlar ki kabule şayan görüş de budur.
Ahmed
Yesevi’nin doğum tarihi hakkında kesin bir şey söylemek mümkün
değildir. Ancak Yusuf el-Hemedani’ye (ö. 535/1140-41) intisabı ve onun
halifelerinden oluşu göz önüne alınırsa XI. yüzyılın ikinci yarısında
dünyaya geldiğini söylemek mümkündür.[8]
Ahmed’in babası Şeyh İbrahim, Sayram’ın tanınmış şahsiyetlerinden biri
olup Hz. Ali’nin soyundan geldiği kabul edilir. Annesi ise Şeyh
İbrahim’in halifelerinden Musa Şeyh’in kızı Ayşe Hatun’dur. Şeyh
İbrahim’in Ahmed’ten büyük Gevher Şehnaz isminde bir kızı daha vardır.[9] Ahmed Yesevi önce annesini, yedi yaşındayken de babasını kaybetmiştir.[10]
Daha küçük yaşlardayken -bilinmeyen bir nedenle- Gevher Şehnaz, kardeşi Ahmed’i de yanına alarak Yesi’ye gitmiştir.[11] Tahsiline burada başlayan Ahmed, Arslan Baba’nın teveccüh ve iltifatına, hayır ve duasına mazhar olmuştur.[12]
Burada Arslan Baba’dan kısaca bahsetmek istiyoruz. Çünkü elimizdeki hikmetlerde[13]
ve Yesevi menkıbelerinde onun Ashab’tan biri olduğu söylenmektedir ki,
bu isimde bir Sahabi bilinmediği gibi, bir insanın Resulullah (s)
döneminden XII. asra kadar yaşadığını iddia edebilmek mümkün değildir.
Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemekle birlikte Yesevi menkıblerine göre
siyah ırka mensup olan Arslan Baba, dörtyüz veya yediyüz sene
yaşamıştır. İki ayrı rivayete göre, Sahabiler bir gaza sırasında veya
Arslan Baba’nın evindeki toplantıda acıkırlar. Bu arada Hz. Peygamber’in
duasıyla Cebrail cennetten bir tabak hurma getirir. Hurmalardan biri
yere düşünce Cebrail o hurmanın ileride ümmetinden doğacak Ahmed’in
kısmeti olduğunu söyler. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bu hurmayı
Yesevi’ye kim ulaştıracak?” diye sorar. Göreve Arslan Baba talip olur ve
Hz. Peygamber, hurmayı onun ağzına koyar. Arslan Baba, nice asırlar
sonra Türkistan’ın Sayram şehrinde henüz yetim kalan yedi yaşındaki
Ahmed Yesevi’yi bulup emaneti ona teslim eder. Bazı rivayetlere göre Hz.
Peygamber’in verdiği bir hırkayı ona giydirir. Ayrıca Yesevi’ye “bin
bir zikir” telkin eder ve biraz sonra öleceğini bildirerek cenaze
namazını kıldırmasını emreder. Huriler Yesevi’ye yardımcı olmak için
gelip Arslan Baba’ya ipekten kefen biçerler ve onu cennete götürürler.[14] Bu menkıbe, Yesevi’nin hikmetlerinde şöyle dile getirilir:
Yedi yaşta Arslan Baba Türkistan’a geldiler;
baş koyarak ağladım, halimi görüp güldüler;
bin bir zikir öğretip merhamet gösterdiler;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Söz edince hurmadan bana korku verdiler;
“Edepsiz çocuk!” diyip sopa alıp sürdüler;
hiddetinden kokmadım, bana bakıp güldüler,
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
“Ağzını aç ey çocuk, emanetini vereyim;
lezzetini tatmadım, aç ağzına salayım;
hak Resul’un emrini ümmet olsam, kılayım.”
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Ağız açtım, saldılar, hurma kokusu kıldı mest;
iki alemden geçip vallah oldum Hak-perest;
hace, molla yığıldı, alıp gittiler destbedest;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Baba’m dedi: Ey çocuk, külfet vermedin bana;
beş yüz yıldır damakta saklar idim ben sana;
lezzetini siz alıp telkin verdiniz bana;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Baba’m dedi: Ey yavrum, önümde dur, öleyim;
namazımı kılıp göm, can sadaka kılayım;
medet kılsa Mustafa, İlliyyin’e gireyim;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Ağlayarak dedim ki: Ey Baba, genç çocuğum;
kabrinizi kazarak götürüp defnedemem;
hak Mustafa sünnetini, çocuğum, bilemem;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.
Baba’m dedi: Ey yavrum, melekler toplanacak;
Cebrail imam olup, diğerleri tabi olacak;
Mikail ve İsrafil kıldırıp mezara koyacak;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.[15]
Menkıbeye
göre Ahmed Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından önceki son işaretine
uyarak Buhara’ya gidip Yusuf el-Hemedani’nin yanında sülukuna devam
eder.[16]
Bu
bilgiler tamamen efsanevi olmakla birlikte, Arslan Baba’nın gerçekten
yaşamış bir şahsiyet olması da mümkündür. F. Köprülü, Arslan Baba’nın
Şeyh İbrahim’in kardeşi olabileceğini söyler. Ahmed Yesevi’nin baş
halifesi Mansur Ata’nın Arslan Baba’nın oğlu olduğu konusunda bütün
kaynaklar birleşmektedir.[17] Arslan Baba’nın muhtemelen bir Melâmeti-Kalenderi şeyhi olduğunu söyleyenler de vardır.[18]
Ahmed
Yesevi, Arslan Baba’nın vefatından kısa bir zaman sonra devrin önemli
merkezlerinden biri olan Buhara’ya gitti. XII. yüzyılda Buhara şehri
Karahanlıların siyasi hâkimiyeti altında bulunuyordu; bununla birlikte
Samaniler devrindeki siyasi ehemmiyetini kaybetmiş olan şehir, İslam
ilminin Maveraünnehir’deki en büyük merkezi olma şöhretini devam
ettirmekteydi.[19]
Ahmed Yesevi, burada devrinin önde gelen mutasavvıflarından Yusuf
el-Hemedani’ye intisap ederek onun irşad ve terbiyesi altına girdi.
Yusuf el-Hemedani’nin vefatı üzerine irşad mevkiine önce Abdullah-ı
Berki, onun vefatıyla Şeyh Hasan-ı Endaki geçti. Hasan-ı Endaki’nin
1160’da vefatından sonra Ahmed Yesevi irşad postuna oturdu. Bir süre
sonra vaktiyle şeyhi Yusuf el-Hemedani’nin vermiş olduğu bir işaret
üzerine makamını Şeyh Abdülhalık-ı Gucdüvani’ye bırakarak Yesi’ye döndü
ve vefatına kadar burada irşad faaliyetlerine devam etti.[20]
Ahmed
Yesevi, 63 yaşına geldiğinde tekkesinin avlusunda müridlerine bir
çilehane hazırlatarak vefatına kadar burada ibadet ve riyazetle meşgul
oldu. Çilehanede ne kadar kaldığı belli değildir, fakat vefat ettiği
1166 yılına kadar buradan çıkmadığı muhakkaktır.[21]
Rivayetlere
göre Ahmed Yesevi’nin İbrahim adında bir oğlu olmuşsa da kendisi
hayattayken vefat etmiştir. Ayrıca Gevher Şehnaz ve Gevher Hoşnaz
adlarında iki kızı dünyaya gelmiş, soyu Gevher Şehnaz vasıtasıyla devam
etmiştir.[22]
Timur,
iktidar döneminde şöhreti Türkistan ve Kırgız bozkırlarında iyice
yayılmış olan Ahmed Yesevi’nin kabrinin üstüne devrin mimari
şaheserlerinden olan bir türbe yapılmasını emretti. Birkaç yıl
içerisinde türbe, camii ve dergâhı ile bir külliye halini aldı.[23] Türbenin inşası da Ahmed Yesevi’nin öldükten sonra gösterdiği kerametlerden biri olarak gösterilir.[24]
Ahmed
Yesevi’nin türbesinin civarına gömülmek bozkır göçebeleri için ayrı bir
değer taşır. Bu sebeple birçok kişi daha hayattayken türbe civarında
toprak satın alarak kabirlerini hazırlarlar. Hatta kışın ölen bir kimse
keçeye sarılarak bahara kadar bekletilir; bahar gelince götürülüp Ahmed
Yesevi’nin türbesi civarına defnedilir. Bu gelenek, Ahmed Yesevi’nin
Orta Asya Türkleri üzerinde ne derece etkili olduğunu açıkça
göstermektedir.[25]
Köprülü’ye
göre, Ahmed Yesevi propagandasını daha ziyade göçebe ve köylü bozkır
Türkleri arasında yoğunlaştırdığı için Yesevilik ister istemez bu
muhitin şartlarına uymak mecburiyetinde kaldı. Bu Türkler samimi
müslüman olmakla birlikte, İslam anlayışları, haliyle çok sathi ve şekli
idi. Bundan dolayı Yesevilik, bu göçebe Türk muhitinde eski Türk kabile
ananeleri ve paganizmin kalıntıları ile karışmıştır. Nakşibendî
rivayetlerinde bile Ahmed Yesevi’nin zikir meclislerinde kadınlar ile
erkeklerin bir arada bulundukları hakkında rivayetler vardır.[26]
Köprülü, tarikatın ilk kuruluşunda bile heterodoks mahiyette olduğu
kanaatini bazı belgeleri inceledikten sonra tespit etmiştir.[27]
Ona göre Türkler’in eski dini ananelerine uygunluk arz etmemiş olsaydı,
Yeseviliğin halk arasında bu kadar süratli yayılması ve İslamlaştırma
rolünü oynaması asla mümkün olmazdı.[28]
Kadınlarla
erkeklerin aynı meclislerde oturduklarına dair anlatılan bir menkıbeye
göre Ahmed Yesevi’yi kıskanan düşmanları, onu şeriata aykırı hareket
etmek ve meclisine kadınlarla erkekleri birlikte alarak zikir yapmakla
suçlamışlardı. Ahmed Yesevi, kendisini suçlayan âlimlere ağzı mühürlü
bir hokkayı müritlerinden Celal Ata ile gönderdi. Âlimler ve şeriatçılar
toplanıp hokkayı açtıklarında içinde ateşle pamuğun bir arada
bulunduğunu gördüler. Ahmed Yesevi, bu kerametleriyle onlara “Eğer kadın
ve erkek ehl-i hakk meclisinde birlikte ibadet ve zikir ederlerse,
Allah Teala onların kalbindeki her türlü kötülüğü yok etmeye muktedir
olur.” demek istemişti.[29]
Köprülü’nün tespitine göre Nakşibendî kaynakları eski Yesevi
ananelerinde, sığır kurbanı, muhtelif şekillere girip uçmak, münafıkları
hayvan şekline sokmak gibi kısmen Türk paganizminden ve kısmen
Budizm’den geldiğini bildiğimiz unsurların mevcudiyetini
saklayamamaktadır.[30]
Bunun için Yeseviliğin esasta sünni bir tarikat olsa bile, bazı
Sünnilik dışı inanışlarıyla, eski Şaman dini adet, inanış ve
kalıntılarıyla birleşmesi bakımından, bir bakıma Heterodoks bir tarikat
çehresinde olduğunu ifade edenler olmuştur.[31]
Eraslan ise, o devrin tarikatlarında olduğu gibi Yesevilik’te de zühdi
bir tasavvuf anlayışının hâkim olduğunu, bu anlayışın temelini “Tevhid”
teşkil ettiği için Yesevilik’te tarikat ile şeriatın iç içe bulunduğunu,
ancak tarikatın şeriat dışına taşmasının daha sonraki asırlarda ortaya
çıktığını savunmaktadır.[32]
Şu hususu da belirtmekte yarar görüyoruz: Ahmed Yesevi, takındığı tutum
sayesinde ilahi aşk, peygamber sevgisi, zühd, ibadet, ahlak, ahiret
hayatı, kıyamet, cennet ve cehennem tasvirleri, zikir gibi pek çok
konuyu işleyerek halkın dine yaklaşmasını sağlamıştır.
Ahmed
Yesevi, müritlerine dervişlik adabını telkin etmek için Türklerin halk
edebiyatından aldığı nazım şekilleri, hece vezni ve oldukça basit bir
dil ile sufiyane manzumeler söylemiştir.[33]
Onun bu manzumelerine Hikmet adı verilir. Yesevi, hikmetlerinde
müritlerine dini basit ve anlaşılır bir dille öğretmeye çalışmıştır.
Elimizde bulunan hikmetlerin hepsinin Yesevi’ye ait olmadığı
anlaşılmaktadır, ancak hangi hikmetlerin Yesevi’ye ait olduğunu tespit
edebilmek hemen hemen imkânsızdır.[34]
Yeseviyye
tarikatı başlangıçta Seyhun, Taşkent civarında ve Türkistan’da
yerleşmiş, daha sonra da Maveraünnehir ile Harezm bölgelerinde
kuvvetlenmiştir. Seyhun vadisinden ve Harezm’den bozkırlara ve Bulgar
bölgesine yayılan Yesevilik, herhalde Moğol istilası neticesinde,
Horasan, İran ve Azerbaycan’daki Türkler arasında da mevcudiyetini
gösterdikten sonra XIII. yüzyılda Anadolu’ya girmiş, Yesevi şeyhlerinin,
bazen dervişleri ile beraber küçük zümreler halinde muhaceretleri,
yavaş yavaş azalmakla beraber, XIV. asırda da devam etmiştir.[35]
Anadolu’daki en önemli Yesevi dervişlerinin Hacı Bektaş-ı Veli ve Sarı
Saltuk olduğu ifade edilmiştir. Bektaşi ananelerine göre Hacı Bektaş-ı
Veli, Ahmed Yesevi’nin halifelerindendir. Bir başka rivayete göre ise
Hacı Bektaş-ı Veli, Ahmed Yesevi’nin halifelerinden Şeyh Lokman-ı
Perende’nin mürididir.[36]
Ahmed Yesevi’nin 12.000’i kendi yaşadığı muhitte, 99.000’i de uzak ülkelerde ikamet eden müritleri bulunduğu ifade edilmişse de[37]
bu rakamların abartıldığı söylenebilir. Bununla birlikte bu rakam, onun
tarikatına gösterilen teveccühün büyüklüğüne işaret etmesi açısından
önemlidir.
[1] M. F. Köprülü, “Ahmed Yesevi”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1993, I,210.
[2] K. Eraslan, "Ahmed Yesevi", Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989, II,159.
[3] Köprülü, a.g.md., I,212.
[4] Köprülü, a.g.md., I,212.
[5] Ahmed Yesevi, Divan-ı Hikmett'ten Seçmeler, Hazırlayan: Kemal Eraslan, 2. Basım, Ankara 1991, s.95 (VIII. Hikmet).
[6] F. Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 7. Basım, Ankara 1991, s.61.
[7] K. Eraslan, a.g.md., II,159; Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.6.
[8] K. Eraslan, a.g.md., II,160;Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.7.
[9] İlk Mutasavvıflar, s.62; K. Eraslan, a.g.md., II,160.
[10] İlk Mutasavvıflar, s.62.
[11] İlk Mutasavvıflar, s.62; Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.7
[12] İlk Mutasavvıflar, s.62.
[13] Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.119 (XII. Hikmet).
[14] Hamid Algar, “Arslan Baba”, T. D. V. İ. A., İstanbul 1991, III,400; ayrıca bk. N. S. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, II,276-277.
[15] Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.123-125.
[16] Hamid Algar, “Arslan Babai, T. D. V. İ. A., İstanbul 1991, III,400; ayrıca bk. N. S. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, II,276-277.
[17] H. Algar, a.g.md., III,400.
[18] A. Y. Ocak, “Türk Dünyasında Sufi Kültürünün Yeniden Güncelleşmesi”, Diyanet Dergisi (Eylül 1993) XXXIII,17.
[19] İlk Mutasavvıflar, s.64.
[20] K. Eraslan, a.g.md., II,160.
[21] K. Eraslan, a.g.md., II,160.
[22] K. Eraslan, a.g.md., II,160.
[23] K. Eraslan, a.g.md., II,160.
[24] Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I,278.
[25] K. Eraslan, a.g.md., II,160.
[26] Köprülü, a.g.md., I,212.
[27] Köprülü, Osmanlı Devletinin Kuruluşu, 3. Basım, Ankara 1988, s.98.
[28] Köprülü, Barthold’un İslam Medeniyeti Tarihi (6. Basım, Ankara 1984)’ne yazdığı İzahlar bölümü, s.186.
[29] Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.19-20; Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I,277-278.
[30] Köprülü, a.g.md., I,212.
[31] Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, I,279.
[32] Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.42-43.
[33] Köprülü, a.g.md., I,211.
[34] Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s.32.
[35] Köprülü, a.g.md., I,213.
[36] Divan-ı Hikmetten Seçmeler, s. 45-46.
[37] K. Eraslan, a.g.md., I,161.