15 Mart 2016 Salı

Kelimeleri Ayarlama Enstitüsü

1961 yılının tespit edilemeyen, edilmesi hususunda pek çaba sarf edilmeyen belki de gerek duyulmayan bir zaman diliminde Ahmet Hamdi Tanpınar ‘Doğu’ ile ‘Batı’, bir başka ifadeyle ‘modernizm’le ‘gelenek’ arasında med- cezîr yaşayan kalabalıkları ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, kimi zaman trajik bir üslûbla anlatırken, Nuri Efendi’nin ‘Nuri Can’a dönüşmesini muhtemelen tahayyül bile edememişti. [Oysa ne kadar da gereksiz bir tahayyül olurdu!] Vaziyet böyle bir tahavvülâta ma’tûf iken 1512 tarihli kânunnâmede ifadesini bulan ‘kassaplar dahi koyunu keçiden temyîz ideler, ayru satalar ve fusûli erbeada ta’yîn olan narh üzre et bulundurup ‘inâd ettürmeyeler.’i anlamak, ‘deveye hendek atlatmak’la kıyaslanabilirdi ancak. Sözüm ona ‘Oku!’ emri şurada dursundu, oysa ne güzel buyurmuştu zât-ı muhteremlerden bir fâni; Kur’an’da ‘Yaz!’ emri hani, neredeydi! Elbette söze başlarken, Molla Kâsım misüllü bir tavr içinde olmamızı gerektirecek durum da henüz vücûd bulmamıştı ama biz baştan söyleyelim de, Molla Kâsım’ın da, onun Rus versiyonu Ivan Turgenyev’in de mahallesinden geçmeyelim, geçmek isteyenleri de uyaralım.
Söze Başlarken…’ söyleyeceklerimizle, cümle kelâmın âhirinin farklı farklı mecrâlara kaymayacağını, evvel emirde beyân etmek istiyoruz. [İlgili beyâna sâdık kalınamayacağını, bu abd-i âcizi tanıyanlar gayet iyi bilirler, efendim!] Türkçe’nin sırlarından Hunlar’a ve oradan Kusay’a, Resûlullah’ın (as) tasvîr ettiği fonsuz, derûn bakışsız gerçekçi, örneklendirilebilir, örnek alınabilir hayat kesitlerine, sahabenin siyasî- sosyal öngörülerine, Muâviye’nin stratejik anlarda ortaya koyduğu anlık ve karakteristik harekât tarzına, Abbasîlerin ‘Hikme’sinden, İspanya’nın ‘İbn Rüşd’üne, Nizâmü’l-Mülk’ten, Keykûbâdlara, medreselere, mekteplere, kümbetlere, Sultân Hânlara, Turgut Alp’e, Ertuğrul’a, Murâd ve Mehmedlere, oradan Abdulhamid’in gözyaşlarına uzanan bir dizi kelâm çiziktirmektir sâfî niyetimiz. Mübârek ola!
Bu perspektifte, salt semiolojik, post-modern tedirginlikleri sürekli biçimde akademik algılama düzeyine indirgeyerek, bütün söylemlerimizin ‘toplumsal düzene ilişkin kavrayışların, ötekileştirmecilik, adam sendecilik, güvensizlik ya da emek deneyimlerine yeni bir soluk ve/ veya edep getirmeye’ yönelik olduğunu sanmanın da çok doğru sonuçlara işâret etmeyeceği kanaatini taşımaktayız. Elbette geniş çerçevede, cümlelerimizin sesi ve aynadaki sûreti önemlidir lâkin çok daha önemlisi kelimelerin sahip oldukları sesin doğru şekilde işitilmesidir. Amacımızın, hitap etme iddiasında bulunduğumuz kesimin ‘bir kısım ihtiyaçlarına cevap verebilme, onların arzularını açıkça dile getirme’den başka bir şey olmadığını da gayet âşikar biçimde ifade etmeliyiz. Görüntünün diğer ucunun da muhakkak sûrette ‘Bizim de söyleyeceklerimiz var, bunca karmaşanın içinde, sukût üzere bir mekâna konumlandırınız ve anlayınız beni lütfen!’e çıktığını gözden uzak tutmamanız, mürteci‘ bir istirhâmdır. Bunu bu şekilde anlamlandırmanızı talep etmemizde de herhangi bir beis görmemekteyiz. [Satırlara edebî sanatların gölgesi düşerse şayet, algılama eşiğinin çok daha yukarılara tırmanması beklenmektedir. Yine de bunu bir tehdit olarak düşünmemek gerekir. / Düşünülmedi.]
Sözün özü şudur ki; tenkîd bi’z-zarûre teyakkuza inkîlâb etme eğilimindedir. Tarihin dönüm noktalarını, fütursuz biçimde geleneksel zaman dilimleri içine tıkıştırmak, ulusal gelişim açısından talebeye/ okuyucuya/ muallime/ müellife/ kimseye yarar sağlamamaktadır. Asıl olan doğrusal teorilerin, pratik biçimde sorgulanabilmesidir. Aksi halde bilginin, birden fazla veriyle mutlak, tam ve doğru bir senteze işâret etmesini Molla Kâsımvâri biçimde dillendirmek, toplumların en azından post-modern dönemde ihtiyaç duydukları bir husus değildir. Unutulmamalıdır ki, ‘değirmenciler dahi gözlene, değirmende tavuk besleyüb halkın ununa, buğdayına zarar etmeyeler, vakit bilmek isterlerse bir horoz tutalar, kaplık ve illet etmeyeler!
Önemli not: Yazının başladığı yer ile bittiği nokta arasında yaklaşık 450 yıllık bir zaman diliminin olması, hedeflenenle neticenin elde edilemediğini gösterse de bu durumu ilk yazımızın heyecanına vermenizi temenni etmekteyim. Nasip olursa bundan sonraki yazılarımızda bu farkın en az 6 asır olmasına gayret edecek, yazılarımızın ana fikrinin nereden çıkarılacağını bir muammaya sürükleyerek, yazılarımıza bütüncül yaklaşımın önüne geçmeye çalışacağız. Dediğimiz gibi asıl mesele kelimelerin sesini duyabilmektir.

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar