1961
yılının tespit edilemeyen, edilmesi hususunda pek çaba sarf edilmeyen
belki de gerek duyulmayan bir zaman diliminde Ahmet Hamdi Tanpınar ‘Doğu’ ile ‘Batı’, bir başka ifadeyle ‘modernizm’le ‘gelenek’ arasında med- cezîr yaşayan kalabalıkları ‘Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde, kimi zaman trajik bir üslûbla anlatırken, Nuri Efendi’nin ‘Nuri Can’a
dönüşmesini muhtemelen tahayyül bile edememişti. [Oysa ne kadar da
gereksiz bir tahayyül olurdu!] Vaziyet böyle bir tahavvülâta ma’tûf iken
1512 tarihli kânunnâmede ifadesini bulan ‘kassaplar dahi koyunu
keçiden temyîz ideler, ayru satalar ve fusûli erbeada ta’yîn olan narh
üzre et bulundurup ‘inâd ettürmeyeler.’i anlamak, ‘deveye hendek atlatmak’la
kıyaslanabilirdi ancak. Sözüm ona ‘Oku!’ emri şurada dursundu, oysa ne
güzel buyurmuştu zât-ı muhteremlerden bir fâni; Kur’an’da ‘Yaz!’ emri
hani, neredeydi! Elbette söze başlarken, Molla Kâsım misüllü bir tavr
içinde olmamızı gerektirecek durum da henüz vücûd bulmamıştı ama biz
baştan söyleyelim de, Molla Kâsım’ın da, onun Rus versiyonu Ivan
Turgenyev’in de mahallesinden geçmeyelim, geçmek isteyenleri de
uyaralım.
‘Söze Başlarken…’
söyleyeceklerimizle, cümle kelâmın âhirinin farklı farklı mecrâlara
kaymayacağını, evvel emirde beyân etmek istiyoruz. [İlgili beyâna sâdık
kalınamayacağını, bu abd-i âcizi tanıyanlar gayet iyi bilirler,
efendim!] Türkçe’nin sırlarından Hunlar’a ve oradan Kusay’a,
Resûlullah’ın (as) tasvîr ettiği fonsuz, derûn bakışsız gerçekçi,
örneklendirilebilir, örnek alınabilir hayat kesitlerine, sahabenin
siyasî- sosyal öngörülerine, Muâviye’nin stratejik anlarda ortaya
koyduğu anlık ve karakteristik harekât tarzına, Abbasîlerin ‘Hikme’sinden, İspanya’nın ‘İbn Rüşd’üne,
Nizâmü’l-Mülk’ten, Keykûbâdlara, medreselere, mekteplere, kümbetlere,
Sultân Hânlara, Turgut Alp’e, Ertuğrul’a, Murâd ve Mehmedlere, oradan
Abdulhamid’in gözyaşlarına uzanan bir dizi kelâm çiziktirmektir sâfî
niyetimiz. Mübârek ola!
Bu
perspektifte, salt semiolojik, post-modern tedirginlikleri sürekli
biçimde akademik algılama düzeyine indirgeyerek, bütün söylemlerimizin ‘toplumsal
düzene ilişkin kavrayışların, ötekileştirmecilik, adam sendecilik,
güvensizlik ya da emek deneyimlerine yeni bir soluk ve/ veya edep
getirmeye’ yönelik olduğunu sanmanın da çok doğru sonuçlara işâret
etmeyeceği kanaatini taşımaktayız. Elbette geniş çerçevede,
cümlelerimizin sesi ve aynadaki sûreti önemlidir lâkin çok daha önemlisi
kelimelerin sahip oldukları sesin doğru şekilde işitilmesidir.
Amacımızın, hitap etme iddiasında bulunduğumuz kesimin ‘bir kısım ihtiyaçlarına cevap verebilme, onların arzularını açıkça dile getirme’den başka bir şey olmadığını da gayet âşikar biçimde ifade etmeliyiz. Görüntünün diğer ucunun da muhakkak sûrette ‘Bizim de söyleyeceklerimiz var, bunca karmaşanın içinde, sukût üzere bir mekâna konumlandırınız ve anlayınız beni lütfen!’e
çıktığını gözden uzak tutmamanız, mürteci‘ bir istirhâmdır. Bunu bu
şekilde anlamlandırmanızı talep etmemizde de herhangi bir beis
görmemekteyiz. [Satırlara edebî sanatların gölgesi düşerse şayet,
algılama eşiğinin çok daha yukarılara tırmanması beklenmektedir. Yine de
bunu bir tehdit olarak düşünmemek gerekir. / Düşünülmedi.]
Sözün
özü şudur ki; tenkîd bi’z-zarûre teyakkuza inkîlâb etme eğilimindedir.
Tarihin dönüm noktalarını, fütursuz biçimde geleneksel zaman dilimleri
içine tıkıştırmak, ulusal gelişim açısından talebeye/ okuyucuya/
muallime/ müellife/ kimseye yarar sağlamamaktadır. Asıl olan doğrusal
teorilerin, pratik biçimde sorgulanabilmesidir. Aksi halde bilginin,
birden fazla veriyle mutlak, tam ve doğru bir senteze işâret etmesini
Molla Kâsımvâri biçimde dillendirmek, toplumların en azından post-modern
dönemde ihtiyaç duydukları bir husus değildir. Unutulmamalıdır ki, ‘değirmenciler
dahi gözlene, değirmende tavuk besleyüb halkın ununa, buğdayına zarar
etmeyeler, vakit bilmek isterlerse bir horoz tutalar, kaplık ve illet
etmeyeler!’
Önemli
not: Yazının başladığı yer ile bittiği nokta arasında yaklaşık 450
yıllık bir zaman diliminin olması, hedeflenenle neticenin elde
edilemediğini gösterse de bu durumu ilk yazımızın heyecanına vermenizi
temenni etmekteyim. Nasip olursa bundan sonraki yazılarımızda bu farkın
en az 6 asır olmasına gayret edecek, yazılarımızın ana fikrinin nereden
çıkarılacağını bir muammaya sürükleyerek, yazılarımıza bütüncül
yaklaşımın önüne geçmeye çalışacağız. Dediğimiz gibi asıl mesele
kelimelerin sesini duyabilmektir.
0 yorum:
Yorum Gönder