15 Mart 2016 Salı

Râşid Halifeler Döneminde doğu Akdenizde İslâm Deniz Gücünün Ortaya Çıkışı

Müslümanlar başlangıçta denizcilik ve deniz harekâtı ile fazla ilgilenmediler. Cahiliye döneminde limanlarına uğrayan Rum/Bizans gemileri üzerinde ticaret maksadıyla yaptıkları seyahatler esnasındaki gözlem ve bilgileri dışında, bu konuda fazla bir bilgiye de sahip değillerdi. Müslümanların denizle bu ölçüdeki ilgileri, Hz. Peygamber zamanında Habeşistan’a yapmış oldukları iki deniz yolculuğunda olduğu gibi aynen kaldı; fazla değişmedi.  Bununla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde denize oldukça geniş yer verildiği görülür. Kur’ân-ı Kerîm uzak mesafelere giderek Allah’ın oralardaki lütuf ve ihsanından faydalanmak için denizde akıp giden, uzun dağlar gibi yükselen, dağ gibi dalgalar arasında yüzebilen, levha ve çivilerle inşa edilerek insanların hizmetine sunulan gemilerden, taze balık, inci ve mercan gibi deniz nimetlerinden bahsederek, o dönemde çoğunluğunu bedevilerin teşkil ettiği, ticaret ve ziraatla/hayvancılıkla meşgul olan Arap toplumunun ufkunu genişletecek mesajlar verir.[1] Hadislerde ise deniz seferine fikren hazırlanma ve denizde gazâ konusu işlenmektedir. Çocuklara yüzme öğretilmesini emreden Hz. Peygamber (as), Ümmü Harâm’a İslâm ümmetinin denizlerde sefere çıkacağını, onun da bu seferlere katılacağını müjdelemişti. Bir deniz savaşını on kara savaşına, bir deniz şehidini iki kara şehidine denk sayan hadisler Müslümanları deniz gazâlarına teşvik eder mahiyettedir.[2]
Deniz savaşlarına gelince, Hz. Peygamber (as) zamanında Müslüman orduların katıldığı teşkilâtlı ve donanımlı bir deniz savaşı harekâtı vuku bulmamıştır. Ancak bu dönemde denize yönelik bir sefer olarak niteleyebileceğimiz, ilk deniz harekâtı, 9/630 yılında Mekke’nin sahildeki limanı olan Şuaybe açıklarında, gemilere binmiş zenci korsanların görülmesi üzerine, Hz. Peygamber’in onlara karşı Alkame b. Mücezziz el-Müdlicî’yi 300 kişilik bir kuvvetin başında göndermesi ile başlar. Kıyıya yakın bir adaya çıkarma yapan bu deniz kuvveti karşısında zenci korsanlar çekilmek zorunda kalmışlardır. Aynı Alkame’nin bu defa 20/641 yılında, Hz. Ömer tarafından deniz yoluyla Habeşistan’a gönderildiğini görüyoruz.[3]
Denizle ilgili bu durum Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer zamanlarında aynen devam etti. İlk Müslüman Araplar çölde bedevi, şehirde hadari bir hayat sürdürdükleri için denize karşı ilgisiz kalıyorlar ve hatta belki de denizden korkuyorlardı. Bu yüzden çöl gemisi diyebileceğimiz deveyi deniz gemisine tercih ediyorlardı.
A.KURULUŞ:
Hz.Ömer döneminde gerçekleştirilen fetihler sonucunda Müslümanlar’ın Doğu Akdeniz sahillerinin büyük bir kısmını ele geçirmelerinin ve bu bölgelerin denizden gelebilecek tehlikelere açık bulunmasının, Müslümanları bir deniz/bahriye gücü hazırlama konusunda ciddi şekilde düşünmeye yönelttiği görülür. Ayrıca bu sırada Suriye ve Mısır’ın servetinin büyük bir kısmının ticarete dayanıyor olması ve Justinianos devrinden beri Akdeniz’deki ticaretin Suriyeli ve Mısırlı tacirlerin elinde olması, bu iki yerin valilerinin, bölgenin askeri bakımdan korunması ve Akdeniz ticaretinin devam ettirilmesi için bir İslam Donanması oluşturmanın önemini çabucak kavramalarına sebep oldu. Müslümanlar böyle bir donanmayı oluşturacak imkânlara da esasen sahiptiler. Çünki Mısır ve Suriye’nin Akdeniz sahillerindeki tersanelerini ele geçirmişlerdi. Eskiden beri burada denizci bir halk zaten vardı ve bu yüzden gerekli usta/sanatkâr personel kolaylıkla sağlanabilirdi. Önceleri denizciliğe kuşku ile bakan Müslümanlar çok geçmeden gözlerini denize çevirdiler. Bizans’ın denizdeki üstünlüğü devam ettiği sürece Mısır ve Suriye’deki hâkimiyetlerinin tehdit altında olduğunu anladılar. 24/645 senesinde Bizanslılar’ın bir çıkarma harekâtı sonunda İskenderiye’yi ele geçirmeleri üzerine Bizans’a karşı mücadelenin, donanmanın desteğini almadan yürütülemeyeceğini fark eden ilk devlet adamı Muâviye b. Ebû Süfyân olmuştur. Suriye Valisi iken Hz. Ömer’e yazdığı, sahillerin durumunu anlatan ve denize açılma izni isteyen yazısından kendisinin böyle bir deniz seferi için hazırlık içinde bulunduğunu anlamaktayız. Ancak ne var ki, Hz. Ömer Müslümanlar’ın henüz denize açılabilecek bilgi ve tecrübeye sahip olmadığı kanaatindeydi. Bu maksatla Mısır Valisi Amr b.Âs’a gönderdiği bir yazı ile ondan deniz hakkında bilgi istedi. Vali Amr’ın  Halife’ye gönderdiği cevabi yazıda denizin tehlikelerinden bahsetmesi sebebiyle, hiçbir Müslüman’ın böyle bir tehlikeye atılmasına izin vermeyeceğini Muâviye’ye bildiren Hz. Ömer ondan;
a)kaleleri onarmasını ve buralara asker yerleştirmesini,
  1. b) gözetleme kuleleri inşa ettirip buralara nöbetçiler koydurmasını ve geceleri buraların fenerlerle aydınlatılmasını
istemiş, Amr’a da Müslümanlar’ın deniz savaşlarından uzak tutulması talimatını yazılı olarak bildirmiştir.[4]
Halife Ömer’in, bir deniz seferi esnasında doğrudan denizden gelecek tehlikeler hakkında, bu işi bilenlerden bilgi ve görüş almasının yanında, yukarıda kaydettiğimiz Alkame b. Mücezziz’in bu yolculuk esnasında çıkan fırtınaya yakalanıp askerleri ile birlikte boğulmasının da etkisiyle, artık bundan sonra, çıkılması teklif edilen deniz harekâtına karşı kuşku ile baktığı ve bu yüzden komutanlarına deniz seferlerini yasakladığı görülür. Bu onun yukarıda kaydettiğimiz ayet ve hadislerden haberdar olmadığı anlamına gelmez. O denizi kendisi ile düşmanları arasında tabiî bir koruma, bir engel ve bir kale olarak değerlendiriyordu. Aynı zamanda kendisi ile askerleri arasında bir su engelinin olmasını da istemiyordu. Hz. Ömer’in şu sözü onun bu konuda ne ölçüde hassas olduğunu göstermektedir: “Müslümanlardan bir kişiyi küffar elinden kurtarmam benim için Cezîretü’l-Arab’tan daha değerlidir.”[5] Onun deniz seferlerinde yeterli ölçüde bir tecrübeye henüz sahip olmayan askerlerini, ortaya çıkabilecek tehlikelere karşı koruma endişesiyle böyle bir strateji takip ettiği söylenebilir.
Hz. Ömer’in denize ilişkin bu görüşüne iki komutan ondan izin almadan deniz harekâtına katılarak muhalefet etmiş ve Halife tarafından cezalandırılmıştır. Bunlardan biri Bahreyn’de devlete baş kaldıran mürtedlerle savaşan ve daha sonra da komutan olarak burada bırakılan Alâ b. el-Hadramî’dir. Sa’d b. Ebî Vakkâs İran fethine başlayınca Alâ b. el-Hadramî’yi Farslar ile savaşmak üzere Arap Körfezi üzerinden deniz yoluyla karşı kıyıya İran tarafına göndermişti. Hadramî körfezden karşıya deniz yoluyla geçince orada Fars birlikleri tarafından kuşatıldı ve kendisiyle gemileri arasında bir kuşatma engeli oluşturuldu. Durum Halife’ye bildirilince Hadramî ve beraberindeki askeri birlik oraya gönderilen Irak valisi tarafından kurtarıldı. Bunun üzerine Halife Ömer’in deniz seferleri konusunda kendisine muhalefetinden dolayı Hadramî’yi cezalandırdığını görmekteyiz. İkinci komutan Becîle kabilesi reisi Arfece b. Herseme’dir. Halife onu Uman üzerine gazâya göndermişti. Arfece burada bir deniz harekâtına katıldı. Bunun üzerine Halife’nin onu sert bir biçimde kınadığı görülür.[6]
Sûriye valisi Muâviye b. Ebi Süfyân’ın bir deniz seferi için bu defa dönemin İslâm Devlet Başkanı (Halîfe) Hz. Osman’a başvurduğunu görmekteyiz. Halifeliğinin ilk yıllarında Muâviye, deniz seferleriyle ilgili isteklerini Hz. Ömer gibi cevaplayan Hz. Osman’ı sonunda bir deniz harekâtına ikna etmiş, Halîfe de, sahillerin askeri birliklerle takviye edilmesi ve bu maksatla teşkil edilecek olan deniz ordusu birliklerine alınması düşünülen askerlerin, zorla değil de gönüllü olarak katılmaları ve yanına hanımını da alması şartıyla ancak buna izin vermiştir.[7]
Hz. Osman döneminde, bilhassa sahillerin düşman saldırısına karşı korunması amacıyla bir dizi askerî tedbir alındığını görmekteyiz. Bunlar arasında;
a)kalelerin onarılmasını,
b)kalelere savaş erleri yerleştirilmesini,
c)kulelere muhâfızlar/bekçiler/gözetleyiciler ve fenerler yerleştirilmesini,
d)sahillere daha önce yerleştirilen birliklere ilave olarak yeni birlikler getirilmek suretiyle kıyı savunma ve koruma kuvvetinin artırılmasını,
e)önceki sakinleri tarafından terk edilen binaların askerî amaçlarla kullanılmasını,
f)mescidler yapılmasını ve daha önce yapılmış olan mescidlerin onarılmasını sayabiliriz.[8]
Böylece Bizans Donanması’nın saldırılarına, mukabil harekât/karşı koyma harekâtı imkânı bulan İslâm Deniz Gücü Kıbrıs adasına karşı ilk deniz harekâtına çıktı. Muâviye Mısır valisi Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’i de bu harekâta çağırdı. Müslüman Deniz Filosu 28/649 yılının ilkbaharında 1.700 parça gemiyle Akkâ’dan denize açıldı. Muaviye bu donanmanın idaresini Abdullah b. Sa’d b.Ebû Serh ile Abdullah b. Kays’a verdi. Kıbrıs adasına yönelik bu deniz seferine sahabeden birçok gönüllünün yanında Ubâde b. Sâmit ile Hz. Peygamber’in halası olan hanımı Ümmü Harâm da katıldı Müslüman deniz gücü askerleri Kıbrıs’ın merkezi Konstantia önünde karaya çıkarak şehri kuşattılar. Karaya çıkıldığı sırada Ümmü Harâm bindiği hayvandan düşerek öldü ve öldüğü yere defnedildi. Hala Sultan Tekkesi adıyla anılan türbesi bugün de ziyaret edilmektedir. Kuşatma sonunda Kıbrıs adası barış antlaşması akdedilerek ele geçirildi. Antlaşma 7.200 altın vergi ödenmesi ve Müslümanlar’a saldırılmaması şartlarını taşıyordu. Kıbrıslılar birkaç yıl antlaşma şartlarına uydular. Deniz yoluyla İstanbul’a ulaşmayı hedefleyen Muâviye bu süre içinde donanmasını güçlendirdi. 33/654 yılında Kıbrıs üzerine yapılan ikinci seferde ada yeniden fethedilmiş ve buraya 12.000 kişilik bir askeri kuvvet yerleştirilmiştir. [9] Bu yerleşmeden sonra da adada tam anlamıyla bir Müslüman hakimiyetinden bahsedilemez. Fakat Müslüman ülkeleri için Kıbrıs artık bir tehlike olmaktan çıkmıştır.
Kıbrıs adasının alınması ve Anadolu içlerine yapılan birkaç seferden sonra Muâviye Bizans’ın payitahtını hedef olarak belirlemiştir. Kıbrıs’ın fethinden iki yıl sonra 34/655 yılında Müslümanlar ile Bizanslılar arasında ilk deniz savaşı vuku bulmuştur. Muâviye’nin İstanbul’u karadan ve denizden kuşatmak için yoğun bir şekilde Suriye, Mısır ve Libya sahillerinde gemi inşaatına ağırlık verdiğini görmekteyiz. Bu maksatla daha önceden de yapıldığı gibi Finike sahillerinden gemi inşaat malzemesi olarak ahşap ticareti sürdürülmüş ve önemli ölçüde bir donanma gücü oluşturulmuştur. Bu deniz gücünün oluşturulmasında Mısır Valisi Abdullah b. Sa’b b. Ebû Serh ile de iş birliği yapılmış ve kısa zamanda İskenderiye tersanesinde çok sayıda savaş gemisi inşa edilmiştir. Bu hazırlıkların ardından kendisi de Kapadokya üzerinden kara ordusuyla sefere harekâtı düzenlemiştir. Öbür taraftan onun hedefini anlayan İmparator Heraklios’un oğlu II.Constans, karşı saldırıya geçmiş ve denizden sefere çıkarak Finike sahillerinde İslâm Donanması’yla karşılaşmıştır. Denizde gelişen bu ilerleyiş Doğu Akdeniz’de, biri Şam Valisi Muâviye’nin komutasında Sûriye Donanması’nın, diğeri Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh komutasındaki Mısır Donanması’nın birleşmesiyle 200 parça gemiden oluşan iki Müslüman deniz gücünün II. Konstantin komutasındaki 500 parça gemiden oluşan Bizans Donanması’na karşı Likya bölgesinde yer alan Phoenix (günümüzde Finike ve Antalya) açıklarında ünlü Zâtü’s-Savârî (Gemi Direkleri) Savaşı’nın (34/654) kazanılmasını sağlamıştır. İslâm Donanması’nın ekseriyetini Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh’in komuta ettiği Mısır Donanması oluşturuyordu. Bizans Donanması’nın üstün donanıma sahip olmasına rağmen Müslüman askerler, düşman gemilerinin donanımını imha etmek ve yelkenlerini kesmek için uzun kancalar kullanmışlar, kendi gemileri ile Bizans gemilerini halat ve zincirlerle birbirine bağlayarak hücuma geçmişler ve böylece alışkın olmadıkları deniz savaşını adeta kara savaşı haline dönüştürerek göğüs göğse çarpışmaya girişmişlerdir. Savaş Müslüman deniz gücünün kesin zaferiyle sona ermiştir. Böylece güçlü Bizans donanması Likya sahillerinde ağır bir yenilgiye uğramış ve İmparator ancak kılık değiştirerek savaştan kaçmayı başarabilmiştir. Bu başarılarından sonra Müslümanlar denizlerde de Bizans’a karşı üstünlüklerini artırarak sürdürmüşlerdir. Finike yakınlarında gerçekleşen Zâtü’s-Savârî savaşıyla birlikte Bizans’ın Doğu Akdeniz’deki hakimiyetinin sona erdiğini görmekteyiz.
İslâm donanmasının denizdeki bu seferleri ve bu seferlerdeki başarısı, Müslümanları, bunu takip eden yıllarda diğer Akdeniz adalarına karşı yeni seferler tertip etmeye cesaretlendirmiş, İslâm ordularının denize de hâkim olup, onu kontrolleri altına almalarının yolunu Müslümanlara açmış ve İslâm deniz gücünün Akdeniz’deki varlığı ve hâkimiyetinin kabulü sonucunu doğurmuştur. Bu sonuç Bizans’a, Akdeniz’deki gücünü yeniden takviye ihtiyacını duyurtmuştur. Bundan sonraki sürecte İstanbul’u kuşatma girişimi neticelenmiştir
Muâviye’nin kurduğu 1.700 gemilik Sûriye Donanması ve bir o kadar da Mısır Donanması ile “İslâm Deniz Harp Filosunun” Akdeniz’de önemli bir güce ulaştığı görülür. Bu gücün etkisi iledir ki İslâm Donanmasının Kıbrıs, Arvad, Sicilya, Rodos ve Girit gibi önemli deniz üslerini ele geçirmek için Bizans Donanması’nı sıkıştırdığını görmekteyiz. Bu üsler ileride İstanbul’a yönelik “Yedi Sene Savaşları (53-60/674-680)” adı verilen askerî seferler için “İslâm Deniz Hareket Üssü” görevi göreceklerdir.[10]
B.RÜTBELER
Erken İslâmî Dönem’de bahriye teşkilatında şu rütbelerden söz edebiliriz:
1)Emîrü’l-Mâ’: Donanma komutanı karşılığında kullanılan bir rütbe olup, Avrupa dillerine Amiral şeklinde intikal etmiştir.
2)Emîrü’l-Bahr: Gemilerde askerleri ve kullandığı silâhları yöneten bir komutanın rütbesidir. Bu komutan dalgalı ve aşırı rüzgârlı havalarda, gemilerin seyir kolaylığını ve emniyetini sağlamaktadır. Bu bağlamda içinde bulunduğu gemiye lamba takma ve daha küçük teknelerle diğer gemilere geçerek onların seyr ve seferini idare etme işi de emîrü’l-bahr’ın görevleri arasında yer almaktadır. Kızıldeniz’de bu görevi yapan komutanlara rubbân, Hint Okyanusunda ise muallim denilmektedir. Rubbânın emirlerini daha alt birimlere ulaştıran görevlilere ise münâdî denilmektedir.
C.LİMANLAR,TERSANELER VE GEMİLER:
Müslüman orduların gerçekleştirdikleri toprak kazanımı ve fetihler yoluyla, İslâm hâkimiyetinin özellikle Doğu Akdeniz’e kıyısı olan bölgelerde yayılması, mağlup milletlerdeki çeşitli mesleklerde maharet ve beceri kazanmış, tecrübeli sanatkâr ustaları İslâm’a yaklaştırdı. Bundan sonra bu ustalar kendi meslek/sanat alanlarında İslâm devletinin hizmetinde istihdam edildiler. Tabiatıyla, bu bağlamda gemi yapımında mahir ustalardan, bu arada özellikle Rûm/Bizanslı  ve Kıptî/Mısırlı ustalardan önemli ölçüde yararlanıldığını görmekteyiz.
Doğu Akdeniz sahillerinde fetih öncesi dönemde kurulmuş ve işler durumda olan önemli limanlar, deniz üsleri ve tersaneler bulunuyordu. Bu üslerden biri Mısır’ın İskenderiye limanıdır. Mısır fatihi ve fetih sonrasında Mısır Valisi olan Amr b. Âs, valiliği döneminde düşman saldırılarına açık bir liman şehri olmasından dolayı İskenderiye ile özel bir şekilde ilgilenerek buraya bir askeri garnizon kurmuştur. Daha sonra Hz. Osman döneminde Mısır’a vali olarak atanan Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh de eski Kıptî ustaların yardımıyla yeniden onardığı ve genişlettiği gemilerden oluşturduğu  donanma ile İskenderiye Limanı’nı hem askeri ve hem de ticari bir üs haline getirmiştir[11]
Doğu Akdeniz’in deniz gücünü barındıran önemli bir askeri üs de Akkâ limanı ve burada gemi yapımının gerçekleştirildiği tersanedir. Suriye Valisi Muaviye uzun süre devam eden valiliği döneminde bölgede bulunan Bizans’tan kalma eski havuzları onartarak gemi yapımına uygun hale getirtmiş ve böylece Akkâ o devirde İskenderiye’den sonra gemi inşasına uygun ikinci büyük tersane olmuştur. Ayrıca Akkâ limanı İslam deniz gücünün Akdeniz’deki ilk deniz seferleri için donanma üssü olarak da kullanılmıştır.[12]
Bu tersanelerde fetih öncesi dönemde olduğu gibi, farklı boyutlarda ve isimlerde gemiler inşa ediyordu. Gemiler deniz rengine boyanarak kamufle ediliyordu. İlk omurgalı gemi inşaatını Fâtımîler’in geliştirdiğini görmekteyiz. Onlardan sonraki dönemlerde gemiler artık omurgalarından başlamak suretiyle inşa ediliyordu. Gemiler, özelliklerine göre şu isimleri almaktaydı.[13]
1) Sefîne:  Gemilere verilen genel bir isimdir.
2) Şînî/Şiniyye (Şûne, Şevne): İslâm donanmasının en büyük ve yüz kırk küreklik uzun savaş gemisi olup ortalama yüz elli kişi taşımaktadır. Burun kısmı kargaya benzediği için gurâb (karga) da denilen bu gemilere savunma için burçlar yerleştirilmiştir; geniş güverteli gemiler de oldukları için mancınık ve arrâde taşıyabilmektedirler. Ambarlarındaki su ve yiyecek ise uzun müddet denizde kalmaya yetecek ölçüdedir. Küçük tiplerine ise harbiyye denir. Bunlar Fatımî ve Endülüs donanmalarının hafif ve seri hareket eden gemilerindendir. Bu tür gemilere musattâh ve şelendî de denilmektedir.
3) Harrâka: Düşman gemilerini yakarak tahrip etmek üzere neft ateşi/Rum ateşi gibi yanıcı maddeleri taşıyan yüz kürekli gemilerdir.
4) Tarîde veya Tarrâd: Osmanlılardaki at gemisi büyüklüğündedir. Atların girip çıkabilmesi için yapılmış özel kapaklı ve bölmeli nakliye gemileridir. Süvarisi ve donanımı ile birlikte kırk kadar atı taşıyabilmektedir.
5) Hammâle ve A’rârî: Erzak ve eşya (lojistik destek materyali) taşıyan nakliye gemilerinin bir başka çeşididir.
6) Butse/Batsa: Çok sayıda kattan oluşan ve özellikle asker, mühimmât ve silâh taşımak için yapılmış gemilerdir. Çok yelkenli olan bu gemi yedi yüz asker taşıyabilmektedir.
7) Feydânî: Mısır Fatımîlerince kullanılan yolcu ve yük taşıma gemisidir.
8) Celebe: Daha çok Kızıldeniz’de seyreden ve yapımında çivi kullanılmayan gemidir.
9) Nîlî/nîlîyye: Nil Nehri’nde hareket eden gemilere ise nîlî/nîliyye denilmektedir.
Büyük gemilerden biri de karkûra isimli gemidir.
SONUÇ:
Fetihler neticesinde Doğu Akdeniz’e kıyısı olan Suriye ve Mısır’ın Müslümanlar’ın eline geçmesi, bu bölgelerin deniz yönünden gelecek düşman saldırılarına karşı korunabilmesi, buralarda fetih öncesi var olan deniz üslerine ve tersanelere Müslümanlar’ın sahip olmaları ve eskiden beri bu alandaki deniz ticaretinin Suriyeli ve Mısırlı tacirlerin elinde olması bu iki yerin valilerinin, bölgenin askeri bakımdan korunması ve Akdeniz ticaretinin devam ettirilmesi için bir İslam Donanması oluşturmanın önemini çabucak kavramalarına sebep olmuştur. Suriye Valisi Muâviye’nin bu konudaki ısrarlı talepleri Hz.Osman nezdinde kabul görmüş ve ve Mısır Valisi Abdullah b. Ebû Serh’in de desteği ile Doğu Akdeniz’de bir İslâm Deniz Gücü kurulmuştur. Bu deniz güc biri, ana üssü İskenderiye olan Mısır Donanması ile diğeri, ana üssü Akkâ olan Suriye Donanması’ndam oluşuyordu. Kıbrıs adasının fethi ve Zâtü’s-Savârî deniz zaferinin kazanılması Müslümanlar’a Akdeniz’in ve bu denizin bir İslâm Gölü olmasının yolunu açmıştır. Bu yolda başarılarına yenilerini ekleyen bu güç giderek daha da gelişmiş ve büyümüştür
[1] Kur’ân,17/İsrâ:661; 42/Şûrâ:32; 55/Rahmân:22,24; 11/Hûd:42; 54/Kamer:13; 14/İbrâhîm:32; 45/Câsiye:12; 16/Nahl:14
[2] İbnü’l-Esîr,en-Nihâye, “avm”md.; İbn Mâce,”Cihâd”,1,10; Dârimî,”Cihâd”,28
[3]  Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, Türkçe’ye Çev. Salih Tuğ,Ankara,2003, I,271, A.mlf.,Hz.Peygamber’in Savaşları, Türkçe’ye Çev.Nezire Erinç Yurter, Ankara,ty.,s.131
[4] Nebi Bozkurt,Bahriye md. DİA,IV,496
[5] Ebû Yûsuf, Kitâbul-Harâc, Kahire,1936, s.212
[6] A.R.Lewis, el-Kuvâ’l-bahriyye ve’t-ticâriyye fî havdı’l-bahri’l-mutavassıt, Arapça’ya Çev. Ahmed Muhammed İsâ, Kahire,1960, s.88-92,102-104
[7]Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, Beyrut,1978(Rıdvan Muhammed Rıdvan), s.157, Türkçe çevirisi için bak.,.Mustafa Fayda,Ankara,1987, s.218
[8] Belâzurî, s.183; İbnü’l-Esîr,el-Kâmil fî’tTârîh, Beyrut,1965, II,495
[9] Belâzurî, s.157-58, Mustafa Fayda çevirisi, s.218-19; Ebû’l-Ferec, Târîh,Türkçe’ye Çev.Ömer Rıza Doğrul, Ankara, 1999, I,180-82; Halîfe b. Hayyât,Târîh, Türkçe’ye Çev. Abdülhalık Bakır, Ankara,2001, s.62-3.,67-70
[10] Belâzurî, s.237, Mustafa Fayda çevirisi, s.337-38; Abdulaziz Sâlim, el-Bahriyyetü’l-islâmiyye fî mısr ve’ş-şâm mine’l-fethi’l-arabî hattâ’l-asri’l-eyyûbî, Beyrut,1971 s.14-28, 31.
[11] Eymen Fuâd es-Seyyid, İskenderiye md. DİA, XXII,574
[12] Feridun Emecan,Akkâ md.,DİA, II,265
[13] Habîb Zeyyâd, Mu’cemü’l-merâkib ve’s-süfün fîl-islâm, el-Meşrık, Sayı:43, Beyrut,1949, s.321-63; Nebi Bozkurt,a.g.md.,DİA, s.501

0 yorum:

Yorum Gönder

Yazarlar